
Полная версия
Türk Tarihi
17
Osmanlı şivesine göre “Biş Balık” “Beş Şehir” demektir.
18
“Kopet” Türkçede “eğer kaşı” ve “hallaç yayı” manasınadır. Osmanlı okçuları meyanında acemilerin talimine mahsus gevşek yaya “kepade-kepaze” diyorlar.
19
“Etrek” “Türk” kelimesinin Arapça çoğulu olan (Etrâk)in bozulmuş hâlidir. Yani bu nehir “Türk Nehri” diye Arapların verdikleri isimdir. Etrek’in güneyinde bulunan “Gürgan” (Kurtlar) Nehri, şimdi İran ile Türkistan hududundadır.
20
Moğolca olan bu kelime (Mavi Göl) demektir.
21
(Alaşan) ismi Türk kaidesine uygun bir terkiptir. Birinci kelimesi Türkçeden alınmış (Ala) ve diğeri Çincede (dağ) demek olan (şan)dır.
22
Gobi’nin ne demek olduğu bir iki sahife aşağıda görülecektir.
23
Loess yahut Lehem Almanca salsal-balçık manasında olup Ren Nehri’nin teşkil ettiği hakiki araziye verilen addır.
24
Aslı gerek Türk ve gerekse İranlı olsun buralarda yerleşip kalana “Sart” denildiğini Avrupalı seyyahlar rivayet ediyor. Çağatay Lügati’ni yazan Şeyh Süleyman Efendi bu kelimeyi: “Türkistan’da Asabire denilir ki aslı Tacik ve Farsdır, Tat dahi derler.” diye tarif ediyor.
25
Şecere-i Türkî, s. 3.
26
(Orduluk) demek olacak.
27
Türkçeye “yer katı, gök uzak” diye tercüme olunabilir.
28
Barmak, yani varmak mastarından türemiştir.
29
Ruslar buna (Semirçe-Sémirtché) derler.
30
İyi su demek.
31
Toygarlı su demek.
32
Türkçede beyabân, deşt manasınadır. Moğolcanın (dalay), (döngel) kelimesi ise (deniz) demektir.
33
Orman, gabe manasında Türkçe bir kelimedir.
34
Aşaşnıng boyı ay natır Alalı cılkı coşatır, Radloff, C. 3, s. 22
35
Sayılan bitkilere hâlâ ismi “kendbadem” adıyla kasabaya âlem olup kalmış olan badem ağaçlarını ve Bâbür’ün eserinde saydığı birçok bitkiyi, mesela kırmızı kabuklu “ayık otu-ayu otu”, “tabolga”yı “terek” yani (kavak) ağacını ilave etmelidir.
36
Hicrî 6. Yüzyılda Kara Göl’de kuğu kuşları avlanıyordu.
37
Nerşahî burayı Ebu’l Hasan Bin Muhammed Nişâburî’den iktibas etmiştir.
38
Babürnâme, s.173 ve devamı…
39
Radloff, C. 3, s. 82.
40
Bu buralı bir Türk şarkısı tercümesidir ki Çin’de söylenmesi yasaktır. Radloff, C. 6, s. 202.
41
Uula, Moğolcada dağ demek olduğundan (Han Dağı) demektir. Buraya Türkler “Kut Dağı” derler ki buradaki (Kut) kelimesi (iktidar) manasına geldiğinden iki isim birbirinin tercümesi demek oluyor.
42
Vambery: Türkmen Şarkısı.
43
Neş’e bahş, çiçekli çayırlar, neş’e bahş Bantu Suu’n tarancı şarkılarından, s. 57.
44
(bolmas) bizim lehçede (olmaz), (börü) (kurt) demektir. Osmanlıcada bu darb-ı meselin mukabili: “dağ başından duman, insan başından yaman eksik olmaz”dır.
45
Palladius’tan menkuldür.
46
Palladius’tan menkuldür.
47
Palladius’tan menkuldür.
48
Kuzey İpek Yolu.
49
Germ-sal terkibindeki germ kelimesi Farsçanın sıcak manasına gelen bir sıfatı ve sal lafzı da eski Türkçede yel-rüzgâr manasında olan bir isimden oluşmuştur.
50
Babürnâme, s. 344-345.
51
Babürnâme, s. 5.
52
Bükmek, çevirmek manasında olan burmak mastarından türemiştir. Batı havzasında boran, kuzey ve kuzeydoğudan eser.
53
Bazen bu bahar fırtınaları tabun yani hayvan sürülerine o kadar şaşkınlık verir ki atlar âdeta çıldırmışçasına kaçarak dereler içine saplanıp telef olurlar.
54
Tunguzların boru -bourou kelimeleri ile Finovaca “kara” manasına gelen puru kelimesi karşılaştırmaya değer.
55
Rus seyyah, coğrafyacı, doğa bilimci. Moğolistan, Çin ve Tibet hakkında çalışma yaptığı dönemde çetin Orta Asya coğrafyasında uzun ve zorlu yolculuklar da yapmıştır. (ç.n.)
56
Dereke, sıfırın altındaki sıcaklık için kullanılır. (ç.n.)
57
Strabon (Istrabon) milattan yaklaşık yarım asır önce doğmuş coğrafya yazarıdır.
58
Bugünkü Macaristan. (ç.n.)
59
Beyana, Hindistan’da sağlam ve önemli bir mevzidir.
60
Kaşgarcada bitimek (yazmak demektir, olumsuzu bitimemek (yazmamak), bitişmek (yazışmak), bittirmek (yazdırmak) demektir. Tunguzcada bitim (yazmak) bitmetim (yazışmak), bitiklemim (yazmak istemek) demektir. Moğolcada biti hu (yazmak), bitihuhu (yazdırmak), bitilechu (yazışmak) manasınadır. Bunlarla Macarcanın yazı harfi manasına gelen (Betü) kelimesi kıyaslanırsa köklerdeki ortak noktalar meydana çıkar.
61
Finliler aslen Türk oldukları hâlde Asya’da ne isimle adlandırıldıkları hâlen anlaşılamamış ancak meskûn oldukları bölgeye, Finland’a nisbetle Finova adı verilmiştir. Ugurian yani Ugorlara gelince bunlar Macarlardan ibarettir. Macarların Uygurlardan olduklarını ve Avrupaca tanınmış oldukları Ungaruva, Ungaria ve Engürüs vasıflarının On Uygur tabirinden alınmış olduğunu bazı tarihçiler beyan etmekte iseler de Macarlar kendilerinin Uygurlardan olmadıklarını ispata çalışmakta ve Türkçede “pösteki giyen” manasına gelen Bulgarlarla bir cinsten olduklarını şu son zamanlarda iddia etmektedirler.
62
Bulgarlar bu hususta sair hemcinslerinden ayrılmışlardır.
63
Bu mezhep Samoyetlerde ve Sibirya’nın kuzeydoğu kısmıyla Büyük Okyanus’ta uzandığı adalara yayılan bir mezhep olup bu mezhebe tabi olanlar, güneşte bulunduğunu var saydıkları bir ilaha ve birçok cin ve meleklere inanır ve bunların en büyüğüne (Şeytan) adını verirler. (Şaman) adını verdikleri rahipleri bir atkuyruğu takar ve gûyâ bu cinleri kovmak için boyunlarına bir davul asıp ara sıra çalarlar. Ve birtakım sihirler yapmak iddiasında bulunurlar. (Kamusü’l Âlâm)
64
Karayimler din itibarıyla Mûsevî ancak köken olarak Yahudi değil bir Türk kavmidirler. (ç.n.)
65
Hicrî 8. Asırda yetişen ünlü tarihçi İbni Haldun: “Dört iklimin (Lehistan’ın kuzeyi ve Norveç’in doğusu) bütün kuzey bölgesi tamamen doğudan batıya kadar denizle çevrilidir. Batıdan itibaren kuzeyde kalan ülkede Finmark yani (Fin-mark=Finlandiya) denilen bir Türk kavmi yerleşmiştir.” diyerek Finlandiyalıları Türklerden saymıştır.
66
Bu harflerin alfabesi En Eski Türk Yazısı adlı eser-i aczide tarif edilmiştir.
67
Bahadır Gazi, Kıpçak kelimesi hakkında şu malumatı veriyor: Oğuz Han’ın bir yiğidi var idi. Karısını alıp gitmişti. Kendisi savaşta öldü, hatunu kurtulup iki suyun arasında Han’ın arkasından yetişti. Hamile idi. Sancısı tuttu. Gün soğuk, girmek için ev yok idi. Çürük bir ağaç içinde oğlan doğurdu. Bunu Han’a bildirdiler. Bunun üzerine Han dedi: Bunun babası bizim önümüzde öldü, üzüleni yok deyip oğul kabul etti, Kıpçak adını verdi. Eski Türk dilinde Kıpçak içi boş ağaç demekmiş. O sebepten, oğlan ağaç içinde doğdu diye adını Kıpçak koydular. Bu zaman da içi boş ağaca “çıpçak” diyorlar. Kara halkın (avamın) dili dönmediğinden k’yı ç okuyor. O kıpçaktır, çıpçak diyorlar. O oğlanı Han kendi yanında büyüttü. Yiğit olduktan sonra, Urus ve Ulak ve Macar, Başkurt illeri düşman idiler. Kıpçak’a çok mal halk ve maiyet verip Tin ve İdil suyunun kenarına gönderdi. Üç yüz yıl Kıpçak o yerlerde hanlık kılıp oturdu. Bütün Kıpçak halkı onun soyundandır. Oğuz Han’ın zamanından tâ Çingiz Han zamanına kadar Tin ve İtil ve Yayık, bu üç suyun yakasında Kıpçak’tan başka il yok idi. Dört yüz yıl evveline kadar oralarda oturdular. Bu sebepten o yerlere Deşt-i Kıpçak derler.
68
Bahadır Han Uygurların menşei hakkında şu malumatı veriyor: İlin çoğu Kara Han’ın, azı Oğuz Han’ın yanına gittiler. Kara Han’ın küçük kardeşlerinin çok oğulları vardı. Onların Kara Han’dan ayrılacağı kimsenin aklına gelmezdi. Hepsi Oğuz Han’ın yanına gittiler. Oğuz Han onlara Uygur adını verdi. Uygur Türk dilindendir, manasını herkes bilir, yapıştır manasına gelir. Derler: “Süt uydu”. süt iken birbirinden ayrılırdı, yoğurt olduktan sonra birbirine yapışıyor. Şunu da derler: “İmama uydum”. İmam otursa oturuyor, kalksa kalkıyor. O hâlde yapışmak olmuyor mu? Onlar gelip Oğuz Han’ın eteğine elleriyle sımsıkı yapıştılar. Bunun üzerine Han onlara Uygur dedi.
69
Bir iyi, akıllı insan var idi. O düşünüp arabayı yaptı. Ondan görerek herkes araba yapıp, ganimetlerini yükleyip döndüler. Arabaya kank adını koydular. Ondan önce adı da yoktu, kendisi de yoktu. Onun için kank dediler ki, hareket edince kank yapıp ses çıkarır. Onu yapan kişiye Kanklı dediler. Bütün Kanklı ili o kişinin oğullarıdır.
Kanglıların, Çinlilerin Kau Çang’ı olma ihtimali de hatıra gelmiştir. Gerçekten Kanklılar, Pe-Lu yani kuzeyde Beş Şehir’de oturmuşlardır. Fakat oradaki Kau Çang bir şehir ismi olup kabile adı değil idi. Stanislas Julien buna dair Jurnal Azyatika’da yazdığı bir makalede Çin müelliflerinden naklen: Kau Çang ismi hanlar zamanında mevcut olan Kau- Çang- Loi adındaki müstahkem şehir adına bedeldir, diyor.
70
Ebulgazi, Şecere-i Terakime’sinde Oğuz Han’ın İran, Şam ve Mısır üzerine hareketini naklederken, bir neferin yoksulluktan orduya gelemediğini haber verir: “Han o kişiden sordu ki: Niçin geride kalmıştın? O dedi: Gündeliğimin azlığından ordunun arkasından geliyordum. Hatunum hamile idi. Doğurdu. Açlık sebebinden anasının sütü oğlana yetişmedi. Suyun yakasında gördüm ki bir çakal, bir sülünü yakaladı. Ağaç ile çakala vurunca sülünü atıp kaçtı. Ben de yakalayıp kebap yaptım, hatunuma verdim. Arkaya koyduğunuz adamlar rastlayıp getirdiler. Han fakire at, azık ve mal verip orduya katılma deyip “kal aç” dedi. Bütün Kalaç halkı o adamın neslindendir. Bu zamanda Halaç diyorlar. Maveraünnehir’de çoktur. Aymak iline katılır. Horasan ve Irak’ta çoktur diyor. Hâlbuki (Kılıç) Türklerce ilam sırasında geçmiş ve hatta “Kılıçarslan” namı bütün cihana malum olacak kadar bir şöhrete nail olmuştur.
71
Bahadır Gazi, Şecere-i Türkî’de Oğuz Han’ın Turan ve Hindistan seferine gittiği zaman orduya memur olan bir alay halkının gelirken kara tutulup kaldıklarını ve atları telef olarak yaya geldiklerini hikâye ettiği sırada: Han hüküm kıldı. O topluluğa Karluk desinler deyip bütün Karluk ili onların neslindendir.” diyorsa da Türkçede (Karluk) bir topluluğa değil bir bölgeye ad olabileceğinden bu isim olsa olsa onların yurduna verilebilir.
72
Çinliler “Ku- lu-lu” olarak adlandırırlar.
73
Ak Hunlar Roma kaynaklarında Eftalit olarak zikredilirler. (ç.n.)
74
“Terk ve terik” kavak ağacı demektir. Terk-i Divan, Kavak Geçidi anlamına gelir.
75
Liao Çincede uzak demek olup (Liao-tug) doğunun sonu, (Liao-si) batının sonu anlamına gelir.
76
Hicrî 1. asra ait olan “Koşo Çaydam=Kocho Tsidam” kitabesinde adı geçen birçok Kırgız oymaklarından “Şah Kırgız, Batumi, Ugrı” diye vasıflanmışlardır. İşbara Kırgızlar hırsız Batımi oymağından” Radloff, s. 20-35.
77
Kayı oymağı Oğuz yani safi Türklerin en ileri gelenlerindendir. (Lehçe-i Osmani Türk kelimesi) Kanglılar, Dokuz Oğuz boylarındandır.
78
Macarcası Aruk’tur.
79
Bu eserin Arapça bir nüshası Ayasofya Kütüphanesinde bulunur.
80
(İli) Çungar lisanında (parlak, meşhur ve bilinen) demektir. (İli Göl) İli Irmağı demektir. Nehrin bu suretle isimlendirilmesine sebep şehir olmuştur. Şimdiki İli şehri 1169’da yeniden imar edilmiştir.
81
Si-liau “batı uzantısı”, Tung-liau “doğu uzantısı” demektir. Bugün Mançurya denen yerdir.
82
Bahsedilen ahval Milâdî 545 tarihine aittir.
83
Büyük memurlar: (1) Yabgu (2) Büt (3) Tegin (4) Sulıpat (5) Tudun pattır. “Büt” denilen ismi hatalı olup “şat”olması gerektiğini iddia ve Tunguzlar zamanında Türk askerlik âleminde ve en büyük rütbe (şat) ikinci “tekin” ve ondan sonra (yabgu), kut, çat, apu, sulıpat, tudun, sukin, yen, hung, nat ki-li-pat ve tangan” olduğunu beyan edilmiştir.
84
Çin tarihçisi burada hal ü vakti uygun olan Karahanlardan yani ikinci ağalardan bahsediyor. Böyle arazinin her türlü tekliften bağımsız olduğunu ve bizim ilk askerî düzenlemelerimizde görülen tımarlı sipahilere benzediğini, önemine binaen şimdiden hatırlatırız.
85
Bu dağın yeri belli değildir. Mösyö “Thomsen” Altay silsilesinin doğu kısmında olduğu görüşündedir. Hun tarihinden alınarak dünya tarihinde “İrtiş Nehri kaynağına doğru” gösterilmiş ve yine Hun tarihinden “Altay dağlarından bir kısım” denilmiştir. s. 395.
86
Bütün Altay silsilesine “Altın Dağı” adını vermek uygun değildir. Zaten bundan önce de Altay kelimesinin (yüksek orman) manasında (Ala Tayga) terkibinden değiştirilmiş olduğunu bildirmiş idik. Türk ve Moğolların merkez idare veya hanın ikamet mevkii olan yerlere hep bu ismi vermelerinden tarihçiler ve coğrafyacılar aldanmıştır: “Altın Dağ, milâdî sekizinci asırda Tukyu Türklerinin payitahtıdır. Altın Ordu (İnanç hükümdarının ordusu demektir.), Sıra Ordu (Kırmızı giysili hükümdarın ordusu) manasınadır ki on üç ve on dördüncü asırlarda Rusya Moğollarının karargâhıdır. (Altan Han) milâdî on beş, on altı ve on yedinci asırda Çin’deki Moğol hükümdarlarının düşüşünden sonra aldıkları unvandır ki (Altun Han) demektir. Hicretten bir asır önce biz insanların da Eski Türkçede (Emir Dağı) manasına gelen (Eke Dağ) terkibini Extan şeklinde (Harrison Ourus) (Altın Dağ) diye çevirerek hata yapmış olmaları muhtemeldir. Bundan dolayı coğrafyacılar çok zaman Ekdağ diye hayalî bir dağdan bahsetmişlerdir. Yahut Rumların Türkçenin mahallî konuşmalarında (yüksek) anlamına gelen (Âl) yerine (en) veya (eni) kelimesini korudukları da muhtemeldir. Altay’dan büsbütün ayrı bir Altın Dağ daha keşfedilmiştir. O da Tibet ile Lop-nur havzasının güneydoğusunda bulunarak Kaşgar ile Tibet arasında sınır oluşturuyor. Gayet yüksek olan bu dağ silsilesinde yakın zamanlara kadar bilinmeyen altın madenleri keşfedilmiştir.
87
Milâdî sekizinci asır başlarında Türklerin bir orta dönemleri var idi. Kül Tigin abidesinde Moğol tarihinde görülen köpek yılı dokuzuncu ay, algazım yılı üçüncü ay tabirleri ve benzer ifadeler bulunmuştur.
88
Stanislas Julien’in tercüme ettiği tarihten alınmıştır.
89
Osmanlılar Aka’yı ağa telaffuz ederler.
90
Vakıa suresi 35. Ayet’e atıfta bulunulmuştur. Müjdelerin verildiği ayetler sıralanır bunun ardınca da. (ç.n.)
91
Atsız, Harezm’in üçüncü emîridir.
92
Abbasî Devleti’nin yıkılmasından sonra İslâm âleminde oluşan devletçikler. (ç.n.)
93
Çürçet memleketi.
94
Öküzlerin çektiği yirmi otuz yıl evvelki seyir arabalarına halk “sırık” arabası derdi. Hâlbuki Türkistan’ın bu şehrine nisbetle “Sayram” arabası olacaktır.
95
Askerlikte arttaki güvenliği sağlamakla görevli, geriden gelen ve askeri takip eden birlik. (ç.n.)
96
Endülüs Emevi Devleti’nin 1031 yılında yıkılması üzerine İber Yarımadası’nda kurulan ve 1031-1090 arasında hüküm süren Müslüman emîrlikler için kullanılan bir tabirdir. (ç.n.)
97
“Hun” adı Orhun Irmağı’na verilen isimlerden birisidir. Türk kabileleri genellikle yerleştikleri dağ, orman ve derelerin isimleriyle adlandırılırlar idi.
98
Moğolistan ile sınırdır.
99
Halkın yanlış bir söylemi olarak “İskender Seddi” olarak adlandırdıkları ve Büyük İskender veya Zülkarneyn ile hiç münasebeti bulunmayan Çin Seddi’nin inşası on senede son bulmuş ve bu uğurda 400.000 kişi telef olmuştur. Çin yapımına Tatar ve Türklerin saldırılarını önlemek için sınırda beş yüz bin asker bulundurduğu gibi dört milyon amele istihdam etmiştir. Bu büyük set Pekin’in doğusunda deniz sahilinden başlayarak Peçili eyaletini kat ettikten sonra batıya dönerek “Şansi”, “Şen-si” ve “Kansu” eyaletlerinden geçer. Seyyahların rivayetlerine göre uzunluğu iki bin beş yüz ve hatta iki bin altı yüz km. kadardır. Bazı yerleri tuğladan ve genellikle çoğu kısmı topraktan yapılmıştır. Her yerinde yan yana altı süvari geçecek kadar genişliği vardır. Bu büyük eser milattan 247 sene önce Moğol ve Mançuların Çin’i istilalarına karşı yapılmış ise de hiçbir faydası olmamıştır.
100
Şimdiki Çeçenlerin bunların torunları olması muhtemeldir.
101
Yazarın burada Türklerin kadına verdiği kıymet üzerinde dururken “şer’i şerife bağlı olanlar nezdinde bile” tabirini kullanması üzücüdür. Çünkü Müslüman olmakla birlikte alınan bazı teamüller Araplara mahsus, hatta Allah’ın Araplardan kaldırmak istediği menfi uygulamalardır.” (ç.n.)
102
Arpalık, Osmanlı’da bazı memurlara emeklilik hâlinde veya görevden ayrıldığında ödenen tahsisat olarak da kullanılır. (ç.n.)
103
Tüzikat-ı Timuri’de yedi batından evvelki bağlar tasdik edilerek Ebulgazi’nin rivayeti ile uygunluk görülür. Birinci batın atasından itibaren yedinci batına kadar büyükbabaların Moğolca isimleri şunlardır: “İçbike Eboken, Alancık, Budatur, Budakur, Murti, Dudakon.”
104
Alaş Han’ın üç oğlu vardır. Bakarıs neslinden gelenler Uluğ Cüz, Akarıs neslinden gelenler Orta Cüz, Yanarıs neslinden gelenler Küçük Cüz adıyla anılır. (ç.n.)
105
Vambery’nin Çağatay dilbilgisindeki Burak Divane’yi okumalı, s. 58-79.
106
Tarihçi İbni Haldun, Semavi dinlerin çeşitli beldelerde yayılmasını anlatır fakat karışarak da geçtiğini hikâye ederken şöyle diyor: Ve yine kuzey tarafında beşinci iklime kavuşan yedinci iklimde yerleşik Sakalibe, Efrenc taifelerinin ve Türk ve Tatar kabilelerinin bazıları beşinci iklimde yerleşik Hristiyan taifesi ile karışmaları sebebiyle Hristiyanlığı kabul etmişlerdir.
107
Şu tabirler hâlâ Asya Türkleri arasında siyasi ıstılah olarak kalmıştır: Cengiz Han zamanında Gök Moğol namıyla anıldığı gibi yine o zamanda merkez, yani Çin hükümdarı da Kin Kağan yani Sarı veya Hükümdar-ı Zerrin unvanını almıştır. Batı imparatoru yerine de şimdi Ak Kral denilen Rusya İmparatoru gelmiştir.
108
Türk yılı denilen seneler kamerî olup isimleri şunlardır: Sıçkan yılı (Sıçan), Öküz (Odı) yılı, Pars yılı, Tavşan yılı, Balık yılı, At yılı, Koyun yılı, Maymun yılı, Tavuk yılı, İt yılı, Domuz yılı.
Kâtip Çelebi merhumun Takvimü’t-Tevârih’inde Türk Tarihi hakkında verilen bilgiler faydası olduğundan buraya eklendi: Doğu tarafının bilginleri yani Çin, Hıtay, Moğol ve Çağatay ahalisi âlemin başlangıcına yöneldiklerinden tarih öncesidir. Onlar zannederler ki âlemin ömrü 360 (ven=van) ve her ven on bin yıl ve her on iki yıl bir devir ola. Ve her yılı bir hayvana nispet ederler. O hayvan o yılın talihidir. Galiba onda geçmiş olan ömür, anılan hayvanın tabiatının gereği üzere olur derler. Ayların isimleri Türk dili ile buna göre adlandırılmıştır. Âram ay, ikinci ay, üçüncü ay, dördüncü ay, beşinci ay, altıncı ay, yedinci ay, sekizinci ay, dokuzuncu ay, onuncu ay, on birinci ay (bir yirminç ay), onikinci ay (çakşaput=oruç ayı) ve senenin ilk ayının başlangıcı daima güneşin ayla ayın ikinci on gününde, zeval öncesine içtima vaktinde yani güneş, ay ve dünyanın aynı hizaya geldiği vakittedir. Bayramları dahi o gündür. Ve bu günün tanına itibar olunur. Sair ayların başlangıcında burçların ortalarında, güneş, ay ve dünya aynı hizaya geldiğinde adı geçen tarihin ayları kamerî ve yılı şemsî olmak lazımdır. Çünkü yılın başlangıcı dolunaya, ictimaya bağlıdır. Bu takdirce yılda on bir gün fazladan, iki veya üç senede bir ay fazla olur. Ona “beşon ay” derler.
109
Tarih bin yetmiş dört ve tavşan yılında ve mübarek ramazan ayında darü’l fenadan, darü’l bekaya göç etti. (Şecere-i Türkî), s.173.
110
Altay putperestlerinden Teleütlerin duası.
111
Avrupa Rusyası’nda Viyatka, Perm, Kazan, Sibirsk, Orenburg, vilayetlerinde yerleşik ve “Finova” ırkından bir kavimdir. Ziraat ve arıcılıkla geçinirler.
112
Bunlara ait tarihî olaylar bilahare görülecektir.
113
Kağan veya halkın tahrifi ile Hak(ğ)an sonra (ğ)nin düşmesi ile (Khan), (Han) hep bir kelimedir. Çince “Huhan” suretinde yazılmıştır.
114
Çincesinde babası “Kutluk” diye zikredilmiştir.
115
On Uygur boyundan Mengü Tatı adlı kişiyi getirdiler. “Gün İrkin” lakap koydular. Bu ikisinin oğlanları yüz yıl kadar dura koydular. Ondan sonra dahi bir Uygur oldu. On Uygur’a her kim baş olsa (İl İlter) dediler. Dokuz Uygur’a her kim baş olsa (Gün İrkin) dediler. Çok yıllar duranların adını şöyle derler idi” Ondan sonra her kim duruverse (İdi Kut) dediler. İdinin manasın her kim bilir? Derler ki sütünü tadan bilir (Şecere-i Türkîs s. 25) İşte görülüyor ki hicrî 11. Asırda bu kitabı telif eden Ebulgazi Bahadır Han Uygur’un (İdi Kut)una milleti ihya eden manasında (İl İlter) diyor. (Tukyu)da bu manadadır.
116
Oğuz beyleri, ahali, işitiniz! Yukarıda bulunan Tanrı ezmediği, aşağıda bulunan yer patlamadığı hâlde, Ey Türk milleti nizamınızı kim bozabilir?
117
Macaristan hükûmetini oluşturan (Arpad) dahi memleketini toprak ve su adına sahiplenmiştir.
118
Doğru olmamak, askerî nizama riayet etmemek demektir.
119
Kendi kendine hükûmete malik idim, hükûmetin azameti (Amat, Uygurcada çok değerli kaftan manasında olup dolayısıyla azamet ve rütbe manasına gelir. Fakat Türk dilinin diğer şubelerinde şimdi manasına gelen “amatı” kelimesiyle de benzerliği var.) nerededir? Kime hâkimiyet kazandırayım? Böyle diyor idi. Başlı başına Hakan’a sahip bir millet idim, Hakan’ım nerededir? Hangi hakana işimi gücümü sarf edeceğim? Böyle diyor idi.
120
Şad dışarıda bulunan Türk beyleri manasında olmak gerektir. Osmanlıcada vaktiyle devlet adamlarının tellalı makamında bulunan memurlara şadi denilirdi.
Yabgu; Uygur, Çağatay ve Osmanlıcada müşterek olup bina ve tanzim etmek manasında olan “yab” kelimesinden alınmıştır. “Yabgu” bunun türemiş hâlidir. Şad, Türkler arasında iki büyük rütbe ismidir. Vaktiyle mevcut olan rütbe isimleriyle bu gün tertip edilen rütbe silsilesi biri doğu, diğeri batı olmak üzere Türk hükûmetinde iki şad rütbesi bulunduğu görülür. Görünüşe bakılırsa Çinliler yabguyu “yepu” ve “şad”ı da “şat” diye dillerine almışlar ve Mösyö Radloff bu tabiri tercüme ederken birinciye hatalı bir şekil vererek “yabgug-şad” ikisini birleştirmiştir. (Thomsen, Orhun Yazıtları 146)
121
Türklerin “Yeşil Öküz” yani Yeşil Nehir dedikleri “Huang ho” nehridir. Bunu Moğollar sularının çamurlu olmasından dolayı “Khara Moron” yani Kara Nehir olarak adlandırmışlardır. Şandung ovası Çin’in “Şan-tung” vilayetinden ibarettir. Gerçekten bu vilayet Huang-ho” nehrinin kıyısına kadar toprak, araziye ait geniş ovaları içine alır.
Gökmen, Kırgızların yerleşik bulundukları ormanlık bir dağ silsilesi ismidir. Karşı yamaçları Türk memleketidir. Kırgızların memleketine gitmek için Türk memleketinden geçmek lazımdır. Bu silsilenin (Tang-nu” dağları olması hatıra geleceği gibi “Sayan” dağları veya bunların ikisi aralarında bulunan diğer bir dağ silsilesi olması da düşünülebilir. Hatta “Gökmen” kelimesine dâhil olan “Gök” ipucu ile bu dağların Çinlilerin “Tien-şan adlandırdıkları “dağ” olması daha ziyade hakikate yakındır. Kırgızların hükümdarı burada ikamet ederdi. (Thomsen, Orhun Yazıtları)