bannerbanner
Henüz 17 Yaşında
Henüz 17 Yaşında

Полная версия

Henüz 17 Yaşında

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

“Ah, öyle ya! ‘Parasını verdim!’ diyorlar.”

“O hâlde bir müşteri ile yatmaya neden heves ediyorsun?”

“Müşteriyi tutmak için, başka türlü olur mu?”

“Anlayamadım.”

“Kendimi müşteriye beğendirirsem başka vakit de bana gelir.”

“Ha… Anlamaya başladım. Demek oluyor ki bu evde hangi kadının müşterileri çoksa…”

“Öyle ya… Hem hiçbir geceyi boş geçirmez hem Dudu’nun yanında itibarı ona göre olur.”

“Müşteri ile yatmayı arzu etmek onu sevdiğinden dolayı olmayıp bunun için imiş ha! Hesabın doğrudur da… Sevmek lazım gelse bu kadar müşterinin hangi birini sevmeli? Ama bunları sen bana söylememelisin; söylediğin hâlde beni nasıl aldatabilirsin?”

“Siz zati aldatılacak müşterilerden değilsiniz ki… Dün gece paraları verdiğiniz hâlde benimle yatmadığınız gibi bu gece de kalacaksınız da gene yatmayacağınızı söylüyorsunuz.”

“Ne bilirsin, belki yatarım.”

“Hayır, siz bizim gibi kızlarla yatmazsınız; öyle sizin gibi bazı müşterilerimiz vardır ki buraya sadece eğlenmek için gelirler. Yerler, içerler, çalarlar, çağırırlar; hatta koyunlarına kız alsalar bile dokunmazlar.”

“O nasıl olur? Bir adam koynuna kız alır da dokunmaz olur mu?”

“Onlar bizden iğrenirler. Hakları da vardır ya! Bir kere sizin gibi bir müşteri demişti ki: ‘Siz bir kaşığa benzersiniz ki herkesin ağzına girersiniz; bunun için midesi olan bir adam o kaşığı ağzına almaktan iğrenir.’ ”

“Acayip! Sen böyle sözler de işitmişsin, ha? Eee, bunların ne demek olduklarını da güzelce anlamış mısın?”

***

Ahmet Efendi’nin bu son suali sormasına şaşmamalıdır. Biz burada kızın söylediği sözleri düzgün Türkçe olarak yazıyorsak da Kalyopi Türkçeyi o kadar tuhaf söyleyen Rumlardan idi ki söylediği şeyleri anlayabilmek için insan epeyce düşünmeli idi. Bu hâlde bulunan bir Rum insana: “Ben sizi bağırsaklarımdan severim!” dediği zaman can ve gönülden sevdiğini anlatmaya çalıştığını anlayabilmek için haylice düşünmelidir; bunun için Ahmet Efendi kızın söylediği şeyleri kendisi dahi anlayıp anlamamış olduğunu öğrenmeye lüzum görmüştür. Kız dedi ki:

“Ben Türkçeyi iyi söyleyemezsem de söylemek istediğim şeyi pek iyi anlarım; tabiat sahibi olan erkeklerin bizden iğrenmelerine hak da veririm.”

“Hak mı verirsin?”

“Evet, hiç haremlerde kocasından başka erkek tanımayan, kocasını candan, gönülden seven hanımlar bize benzerler mi? Biz neyiz? Dünyada hiçbir kimseyi sevmez, hayvan gibi bir mahlukuz. Bir müşteri bizi aldığı zaman bizden sevgi bekler, lezzet bekler. Hâlbuki biz ona ne kadar sevgi, şevk, lezzet göstersek, hepsi yalandır. Öyle değil mi? Biz gönlümüz isteyerek ona gitmiyoruz ki!.. Geceliğimizi almak için gidiyoruz. Bir kere düşününüz: Bir adam kendi işini kendisi gördüğü zaman ne kadar kendisini verir, şevkle, lezzetle görür; gündelikçi bir başkasına iş gördüğü zaman öyle gayret, şevk, lezzet ile işler mi?”

“Bu lakırdıların hepsi doğru; ama senden işitmeyi beklemiyordum.”

“Ben de bu lakırdıları her müşteriye söyler miyim ya? Fakat sizin öyle başka müşterilere benzemediğinizi anladım da onun için söylüyorum. Buraya birtakım adamlar gelirler ki gecelik üzerinde âdeta pazarlık ederler. Bir buçuk lira istenildiği hâlde üç mecidiyeden kapıyı açarlar. Artık bunlar verdikleri paranın acısını çıkarmak için o geceyi sabaha kadar nasıl geçireceklerini düşünmelisiniz! Sizse iki gecede üç lira veriyorsunuz da gene beni rahat bırakacağınızı söylüyorsunuz. Artık bu sözleri sizden saklamaya ne ihtiyaç kalır? Ben size: ‘Aman, sizi şöyle sevdim, böyle sevdim; mutlaka sizinle yatmak isterim.’ diye yalandan arsızlanacak olsam bana inanır mısınız? Yok. Öyleyse, size her şeyin doğrusunu söylerim de bari hiç olmazsa bizim nasıl biçareler olduğumuzu anlarsınız.”

***

Daha konuşmanın başından beri Ahmet Efendi Kalyopi’nin yüzünde bir masumluk hâli görmekteydi ki bunda yüreğinin de temizliğini görüyor, hele şu söylediği sözleri, içinden böyle duyduğu, böyle inandığı için söylediğinden hiç şüphe etmek istemiyordu.

Evet, bir adam düşüncelerini ortaya koyarken onda kendine mahsus bir ağız olur ki insan biraz dikkat erbabından olup da iyi bakacak olursa söylediği söz konuşanın vicdanına uygun mu, değil mi bayağı anlayabilir. Ahmet Efendi ise öyle her işittiği ilk söze inanır takımdan olmayıp bin söz içinde doğruya benzer ancak iki söz bulabilir adamlardan olduğu hâlde Kalyopi’nin söylediği sözler içinde binde ikisinin, üçünün bile hakikate aykırı olmadığı için kendisini doğrudur demeye mecbur ediyordu. Bununla beraber her ne olursa olsun elden bırakmadığı ihtiyatını gene ele alarak dedi ki:

“Güzel ama sizin nasıl biçareler olduğunuzu anlarsam, bundan sana ne fayda gelir?”

“Hiç! Şu kadar ki bizim iğrenilecek kızlar olduğumuzdan ziyade acınacak kızlar olduğumuzu anlamış olursunuz.”

“Bir de bizimle beraber geçireceğiniz geceyi biraz daha rahat geçirmiş olursunuz, öyle değil mi? Ama bir başka fayda daha var. Onu niçin söylemiyorsunuz?”

“O hangisi?”

“Bizden geceyi bizimle birlikte geçirmek için paraları aldıktan sonra o geceyi başka bir müşteri daha alarak iki kat para kazanmış olmak!..”

“Evet, bu da olabilir. Eğer müşteri çıkarsa olabilir.”

Kız bu cevabı hiç düşünmeden ve hiçbir ihtiyat göstermeden serbestçe vermiş olduğu için Ahmet Efendi daha fazla garip bulmaya başladı. Dedi ki:

“Acayip! Bunu da inkâr etmiyorsun ha?”

“Neden inkâr edeyim?”

“Demek oluyor ki bazı kere böyle yapan kızlar da vardır.”

“Böylesini değil, daha başka türlüsünü dahi yaparlar. İkisinin de koynuna girmek üzere başka başka iki müşteri alanlar da bulunur; hatta sizin arkadaşın aldığı kız yok mu? Agavni… İşte dün gece iki müşteri savdı!”

“Ya!.. Mesela bu gece sana bir müşteri daha çıksa alır mı idin?”

“Siz yattıktan sonra çıkarsa alırdım; yahut siz yatıncaya kadar bekler ise…”

“Bunu da söylüyorsun ha?”

“Niçin yalan söyleyeyim? Sizin benden istediğiniz eğlenceyi yaptıktan sonra, beni yanınızda alıkoymayacağınıza göre geceyi boş geçireceğime bir müşteriden beş on para daha alsam fena mı olur?”

“Ya o geceyi de rahat geçirdiğine sevinsen fena mı olur?”

“Bizim için rahat ne kadar uzak!”

***

Kızın sözleri Ahmet Efendi’nin merakını kurcalayarak zihnine o kadar şeyler yığıyordu ki bu düşünce salgını altında ezilip kalmak derecelerini buldu; bununla beraber açlık da kendisini hissettirmekte olduğundan kuşluk yemeği için ne yapmak lazım olduğunu kıza sordu.

Kalyopi dedi ki:

“Dışarıdan yemek getirtmek lazım; ama bir tanıdığınız varsa oraya haber gönderip getirtiniz. Parasını da oradan gelen adama verirsiniz.”

“Bu neden?”

“Neden olacak! Bizim Vasili’ye para verip getirtecek olursanız verdiğiniz paranın yarısı kadar bile yemek gelmez.”

“Çok şey! Vasili senin arkadaşın olduğu hâlde onun menfaati zıddına olarak bu sözü niçin söylüyorsun?”

“Sizi zarardan korumak için!”

“Ben bir yabancı adam olduğum hâlde?”

“Size gerçek söylüyorum ki sizi başka müşteriler gibi saymıyorum; çünkü siz de beni başka müşterilerin bizim gibi kızlara baktıkları gözle görmüyorsunuz.”

“Kalyopi şu doğru sözleri söylemekten maksadının ne olduğunu şimdi anlamaya başladım; beni bir karı gibi aldatamayacağını anladın da böyle temiz yüreklilik göstererek aldatmak istiyorsun.”

“Aldatmak değil. Size kendimi öyle beğendirmek istiyorum. Aldatmaktan elime ne fayda girecek? Ben geceliğimi bilirim; ama size kendimi beğendirecek olursam, bir daha geldiğiniz zaman gene beni çıkarırsınız. Mademki buralara karı aramak için gelmiyorsunuz; yalnız bir eğlence içinde beni elverir görürsünüz. Benden daha güzel olanları aramazsınız.”

“Ama sen de pek güzelsin.”

“Ben mi?”

“Gerçekten pek güzelsin ama gece gündüz yorgunluktan solmuş, berbat olmuşsun.”

Bu söz kızın can evinden bir ah koparıp ağzından, burnundan alevler çıkarırcasına göğüs geçirmesine sebep oldu.

Ahmet Efendi sordu:

“Neden ah ettin?”

“Siz beni bir sene evvel görseydiniz…”

“Sen bu sanata başlayalı ne kadar zaman oldu?”

“Dokuz ay.”

Dokuz ay içinde bir kızın böyle yaşının iki katı yaşlanmış görünecek kadar yıpranamayacağını hatırlayarak Ahmet birdenbire kızın sözüne inanmamak istedi ise de bir de hatırına “Henüz 17 yaşında” sözü gelerek: “Vah biçare, henüz 17 yaşında! Ne zaman kadın oldu, ne zaman meleklere yaraşan o ilk kızlığı mahvoldu; ne zaman buralara düştü? Evet, bu da doğrudur; bu kız daha bir yıllık günahkâr değildir.” dedi.

***

Bununla beraber hepsinden önce hallolunacak mesele yemek meselesiydi.

Dün akşam yemek yedikleri lokanta, vaktiyle her zaman devamlı müşterisi oldukları bir yerdi; Ahmet Efendi oraya bir pusula yazarak yemek istedi. Hâlbuki tanımadığı bir yer olsa da yemek getirilebilirmiş; zira Kalyopi’den öğrendi ki gelen müşteriler haber gönderdikçe lokantalar yemek gönderirler ve yine kendi belli fiyatları üzerinden akçesini alırlarmış. Bunu bilmeyen müşterilerse uşağa para vererek yiyecek satın aldıracak oldukları hâlde büyük büyük hırsızlıklara uğrarlarmış.

Gönderdiği uşak yemeği getirinceye kadar büyük şair Victor Hugo’nun aşkına değil, belki şu pis yerlerde iğrenmeden çok merhamete layık oldukları gene Kalyopi’nin hükmettiği biçarelere şefkat adına, birkaç kadeh içmeye lüzum gördü. Hakiki miktarı elli dirhem1 olmadığı hâlde yüz dirhem sayılarak parası da ev sahibinin ayrı bir kazancı olmak üzere on kuruş olan şişelerden bir tanesi iki kadehle birlikte getirildi.

Ahmet Efendi Kalyopi’ye dedi ki:

“Müşterileriniz size çok rakı içirmeyi isterler, öyle değil mi?”

“Evet.”

“Sizi keyiflendirip eğlenmek için olmalı; ama siz vücudunuza niçin acımazsınız da o kadar çok içersiniz?”

“Biz vücudumuza acıyacak olsaydık zati buralara düşmezdik. Biz de müşterilerimize çok içirmek isteriz de onun için kendimiz de çok içeriz.”

“Müşteri çok içerse ondan ne menfaat çıkar? Geceliği artırmaz ya?”

“Öyle değil… Beş altı şişe rakı harcanırsa elli altmış kuruş eder. Bizim Dudu müşterilerine çok rakı içiren kızlardan hoşlanır!”

“Öyle ise, demek oluyor ki sen de bugün hem kendin çok içeceksin hem de bana çok içireceksin. Öyle mi?”

“Hayır, siz o adamlardan değilsiniz, istediğiniz kadar içersiniz.”

“Sen de eğer istersen hiç içme! Ben Dudu’yu, başka türlü memnun ederim.”

“Siz bilirsiniz; içmem, efendim.”

“Yok, seni içmeye de içmemeye de zorlamak istemiyorum. Canın nasıl isterse öyle yap.”

“Canım nasıl isterse mi? Hiç benim canımın istediği gibi olur mu? Müşteri ben miyim? Siz nasıl isterseniz öyle..”

“Hayır, hayır; bugün ben istiyorum ki müşteri sen olasın. Canın nasıl isterse öyle hareket edesin.”

“Ne kadar iyi adamsınız!”

Kalyopi bu “Ne kadar iyi adamsınız!” sözünü öyle şaşırmış bir eda ile söylemişti ki sanki dünyada bu kadar iyi adam bulunabileceğine ihtimal dahi verememekte olduğu hâlinden anlaşılmıştı. Bunun için Ahmet Efendi artık kendisi için bir gün bile istediği gibi hareket etmek güç olduğuna inanmış olan bu kızcağızı bari bir gün olsun insanlık hürriyetinden faydalanarak yaşatmak kendisince de; pek büyük bir zevk olacağını hükmetti, dedi ki:

“Kalyopi, senden bir şey rica edeceğim.”

“Ne isterseniz, efendim, söyleyiniz.”

“Bugün şu saatten yarın bu vakte kadar buradasınız; değil mi?”

“Öyle söylediniz.”

“Bu zaman içinde beni istediğin gibi eğlendirmek ister misin?”

“Başka ne isterim?”

“Öyleyse, yarın bu zamana kadar kendini büsbütün serbest bileceksin. Sana gerçekten âşık olan bir koca yanında bulunuyorsun. Her nazını çekmek onun için bir şereftir. Seni her türlü sevindirmek isterim; anladın mı? Yarın bu vakte kadar nasıl yaşamak istersen öyle yaşayacaksın. Ben de işte bununla eğlenip zevk alacağım.”

“Ah, kocacığım!”

“Gene kocacığım dedin!”

“Siz öyle emretmediniz mi ya? Daha şimdi söylemediniz mi ki yarın bu vakte kadar…”

“Evet, evet, söyledim. Yarın bu vakte kadar bana kocacığım demelisin; amma gene niçin ah ettin? Söylediğim sözü beğenmedin mi? Teklifimi kabul etmedin mi?”

“Nasıl kabul etmez mişim? Sevinerek ve teşekkür ederek kabul ederim; amma ben de sizden bir şey dileyeceğim.”

“Söyle; zati her ne istersen söyle, demedim mi?”

“Tamam. Siz de yarın bu vakte kadar günahkâr kızlar için günahkârlık üzerinde hiçbir söz söylemeyeceksiniz; bana hiçbir şey sormayacaksınız. Bizim, acınacak kızlar mı, yoksa iğrenilecek kızlar mı olduğumuzu hiç yüzümüze vurmayacaksınız; zevkinizde, safanızda olacaksınız.”

“Pekiyi. Bu şartı da kabul ettim.”

***

Ahmet Efendi bu şartı da kabul etti amma pek de gönlünün arzusuna uygun olmak üzere kabul etmedi; zira bu hazırlıklardan maksadı Kalyopi’yi deşip aradığı esrarı elde etmek, öğrenmekti. Kızın açık gönülle, ciddi olarak söylemiş bulunduğu sözler üzerine kendisini bir günceğiz olsun bahtiyar etmeyi başkaca bir istek olarak göze almış olduğundan şimdilik bu emele varmaya yetişir görmeye razı oldu.

Bir başkasını sevindirip zevklendirmekten zevk ve lezzet aramaya garipsenecek bir manasızlık gözüyle mi bakarsınız?

Hâlbuki bu hâl insanlar için hep böyledir. Bu da beşerin yaradılışının bir büyük iktizasıdır ki hükmü her şeyden kıymetli olursa da birçok işlerde insan ayırt edemez.

Yolda bir adama neden aşinalık edersiniz?

Herkese güler yüz gösterip tatlı söz söylemeyi nezakete uygun diye neden yapmak istersiniz?

Bunlar hep başkalarını memnun etmek değil midir? Hâlbuki onların sizden memnun olmaları size de zevk ve lezzet verir de onun için böyle yaparsınız.

Bundaki sır ve hikmet sevgi bahsinde de kendisini en parlak olarak meydana koyar. Sevdiğiniz bir kadını memnun ve mesut etmek için neler yaparsınız? O kadını kendinizden memnun ettiğiniz hâlde onun da size göstereceği memnunluk hâlini size karşı bir sevgi olmak üzere görür, işte siz de bundan memnun olursunuz; zevk alıp lezzet bulursunuz, vuslat zamanında bile kendi hazzınızdan çok sevgilinizin haz duymasını arzu edersiniz; zira sizin zevkiniz dahi o yüzden tamam olacaktır.

Ama böyle, murdar yerin murdar kızları için böyle değilmiş! Pekâlâ ve tamamıyla böyledir.

İlkin konuşurken de geçtiği üzere buraya gelenler hemen kızları sarhoş ederek onların keyiflenmesinde zevk ararlar. Hem de bizim Ahmet Efendi’nin hatırına gelen şeylerin hiçbirisi onların hatırına gelmediği hâlde bu kızları sanki kadınlık hassaları iyice olgunlaşmış kadınlardan diye alarak öylece hareket ederler.

Kızların bu derecelere kadar sızlanmalarının sebebi de bu değil midir? Böyle birkaç altın para harcayanlar daima bu masrafa dayanamayıp bunu gözden çıkardıkları zaman dahi bari tam eğleneyim diye eğlenmenin hepsinde o ifrat derecelere varırlar, ölçüsüzlüklere girişirler. Her ne kadar bu yorgunluk onları birkaç gün hasta ederse de biçare kızlar ertesi akşam için de bu ifratlara bu kadar istidatlı başka birtakım gözü kızmışların heves ve hırslarını söndürmeyi zar zor beklerler. İşte bir gecesi sağlam, yapılı erkekleri birkaç gün hasta eden bu ölçüsüzlükler, bu yorgunluklar o biçareler için her geceki iş olduğundan onlar böyle henüz 17 yaşında iken yıpranıp solar, giderler.

Ahmet Efendi ise yabancısı olan bir kızı yirmi dört saat bahtiyar ve memnun etmekten zevk aramakta başkalarından daha çok haklı idi; zira bu zevki ömrünce kendisi denememiş olduğu gibi, onu zevklendirmek istediği kız dahi hemen ömrünce görmemiş olduğu bir şey gibi görecekti.

***

Sözün kısası ısmarlanan yemek geldi, Ahmet Efendi arkadaşının refikası olan Agavni’yi dahi yemeğe çağırdı. Agavni ise zati sabahleyin merdiven başında Kalyopi’ye hani şu saatte henüz acemi saydığı kıza ders vermesinden dahi anlaşılmış olduğu üzere, kendilerine mahsus olan hâlleri açık yürekle söyleyiverecek takımdan olmadığı gibi Kalyopi ile Ahmet Efendi arasında söylenmiş olan sözler onunla hiç söyleşilmemiş bulunduğundan onun bu müşteriyi alış hâli Kalyopi’ninkine hiç de benzemezdi; bunun için meydanda olan bir tek şişeden bir tek kadeh içerek yemeğe oturmadan memnun olmadı. Daha rakı istedi. Ahmet Efendi o günden ertesi güne kadar her yap, yapma emri Kalyopi’nin elinde olduğunu söyleyince şaşaladı; bununla beraber Kalyopi bir şişe daha ısmarlayıp arkadaşının şaşkınlığını gidermek için önce Rumca olarak kararlaştırılan şekli anlatmaya başladıysa da Agavni Ermeni olduğu için Rumcada öyle becerikli değildi, Kalyopi’nin ona anlatmaya çalıştığı Rumcayı, zati mesele belli olduğu için Ahmet Efendi dahi anlıyordu.

Yemek zamanının en büyük kısmı bu Rumca sözlerle geçti. Agavni, Kalyopi’nin söylediği sözleri öyle bir tavırla dinliyordu ki Ahmet Efendi’yi hemen parası çok, aklı yok bir ahmak yerine koyduğunu, bu hâlinden Ahmet Efendi de anlıyordu. Öyle ya! Koynuna almaktan tiksindiği bir kız için şu el açıklığı ahmaklıktan başka neden gelebilir?

Lakin biçare Kalyopi, kendi sözlerini müşterisinin anlaması ihtimalini hatırına bile getirmediği halde, Ahmet Efendi’nin o zamana kadar hiçbir eşini görmediği adam olduğunu ve gösterdiği yüksek kalpliliğin kendi yüreğine dahi büyük tesir bıraktığını o kadar safça söylüyordu ki bu hâl Ahmet’i geçirdiği duygular ve teessürlerde bir kat daha kuvvetlendirmişti. Bunun Agavni’de uyandırdığı kanaat ise, alay edercesine gülümsemesi anlatıyordu ki bu acemi kızın, bu acemiliğinden fazla, bir de eşekçesine bön bir kız olduğudur.

5

Yemekten kalkıldıktan sonra zati geceden beri uykusuz ve yorgun bulunan Ahmet Efendi’yi bir gevşeklik alarak gözleri kapanmaya başladığından, kızların dahi birleşen reyleri üzerine Ahmet Efendi yatağa girdi. Kendisini dahi “Acaba davet eder mi?” diye Kalyopi biraz Ahmet’in yüzüne baktıysa da öyle bir teklif olmadığından ilkin Agavni, biraz sonra Kalyopi odadan çıktılar. Ahmet Efendi dahi oldukça uykuya benzer bir suretle daldı gitti.

İki saatten fazla uyumuş olmalıdır ki oda içinde çıkan bir gürültü Ahmet’i uyandırdığı zaman bayağı kafası yerine gelmişti. Bu gürültü Hulûsi Efendi’nin dönüşünden oluyordu. Her ne kadar Kalyopi Ahmet Efendi’yi rahat bırakmak için yukarı çıkılmamasını istedi ise de Hulûsi Efendi öyle rey ve emir dinlemeye kendisini mecbur bilmediğinden yukarıya çıktığı gibi Agavni de arkasından, nihayet Kalyopi de hepsinin ardından çıkmıştı.

Ahmet Efendi’nin uyanması herkeste bir kahkaha uyandırdığı gibi Ahmet dahi bu kahkahaya katılmaktan geri kalmadı. Her kafadan bir söz çıkmak suretiyle deminki yemek ve yarına kadar verilen karar Hulûsi’ye dahi anlatılmaya başlandı. Yarına kadar ne yapılacaksa Kalyopi’nin reyi ile yapılacağı da Hulûsi Efendi’ye anlatılınca dedi ki:

Ooo… Ne çabuk âşıkdaşlık! Ne çabuk boyunduruğa giriş!

İşte sen böylesin; daima ifrattan, tefritten ayrılmazsın. Ya hiç olmaz ya en fazlası olur.”

Lakin Ahmet Efendi bunun neden olduğunu sormak lazım gelmediğini anlatınca Hulûsi dahi latifeyi kısa kesti. Bununla beraber Kalyopi’ye dönerek dedi ki:

“Eee, hanımefendi; işte saat dokuz1 oldu; ne yapacaksan her şeyin tam zamanıdır.”

Kalyopi:

“Ne yapacağız diye düşünüyorsunuz?”

Hulûsi:

“Acayip! Burada kalmaktan maksat zevk değil mi? Safa değil mi? Bunun birinci şartı ise dün akşam lokantada olduğu gibi istemeye istemeye başlayarak sonra dünyada gelmiş, gelecek, ne kadar şairler, filozoflar varsa hepsinin aşkına ölümüne, dirisine kadehler tokuşturmak değil midir?”

Kalyopi bu sözün ta “kadehler”e gelinceye kadar olan kısmından hiçbir şey anlayamamıştı. “Kadehler” lafını işitince dedi ki:

“Bu gece her şeyi ben emredecek değil miyim? Eğer her şeyi benim emrime vermekten maksat bizim eğlencemiz, rahatımız, memnunluğumuz yerine gelsin ise ben önce derim ki bu akşam rakı içilmeyecektir.”

Agavni:

“Oh, eğer senin her reyin böyle olacaksa ben de sana haber veririm ki reylerinden hiçbirisi kabul olunmayacaktır.”

Hulûsi:

“Ben de Matmazel Agavni ile beraberim; hem sanırım ki sen de bizimle berabersin, değil mi, Ahmet?”

Ahmet:

“Hayır; ben Kalyopi’ye söz verdim. Onun dediğinden dışarıya çıkmam.”

Agavni:

“Eğer Kalyopi’nin dediğinden dışarıya çıkmayacak olursanız bu akşam esnemekten çenelerimiz ayrılır, can sıkıntısından patlarsınız.”

Kalyopi:

“Biz bu kararı verdiğimiz zaman siz yoktunuz; bunun için bu karara uyup uymamak sizin bileceğiniz bir şeydir; ama biz içmeyeceğiz. İyi değil mi, kocacığım?”

Ahmet:

“Pekâlâ, karıcığım!”

Hulûsi:

“Vay, vay! Karıcığım, kocağım, ha? Bravo! Bravo! Aferin, Kalyopi! Bu derecelerde başarı, ha! Tebrik ederiz.”

Kalyopi:

“Biz yarına kadar böyle karar verdik. Yarına kadar karıcığım, kocacığım diyeceğiz. Siz buyurunuz, rakı ısmarlayınız; içiniz; biz içmeyeceğiz.”

Hulûsi:

“Güzel, ya! Fakat şunun hikmetini bize de söyle ki eğer akla yakın bir şey ise biz de size uyalım. Zati biz de Bekri Mustafa’nın torunları değiliz, ya? Aralıkta bir içeriz.”

Kalyopi:

“Bundaki hikmet şudur ki biz her akşam… Her akşam değilse bile haftada dört beş, altı akşam körkütük sarhoş oluncaya kadar içiyoruz; eğer bu akşam da içersek her akşamdan bu akşamın ne farkı kalır? Hâlbuki bir akşamcık da sarhoş olmaksızın uslu, akıllı, rahat eğlenirsek bizim için görülmemiş bir akşam geçmiş olur; ben de ondan pek çok hoşlanırım. Zati benim hoşnut olmamı kocam istiyor; işte bunun için öyle olsun dedim.”

Hulûsi:

“Güzel ama matmazel, sizin gibi biz de her akşam içsek, körkütük olsak; bir akşam da ayık geçirmeye lüzum görürdük. Belki aylar vardır ki biz ağzımıza damla koymamışızdır. Yalnız, dün akşam, birkaç kadeh parlattık. Böyle olunca biz bu akşam vur patlasın, çal oynasın diye geçirirsek hoşlanacağız.”

Ahmet:

“Canım, işte kızcağız pek iyi söyledi, ya! Siz buyurunuz, afiyet olsun. Bizi de kendi hâlimize bırakınız.”

Hulûsi:

“Canım, seninle lakırdım yok. Sen şimdi içmemek için dünyanın felsefelerini, hikmetlerini ortaya koyarsın. Bir kere de başlandı mı, artık seni alıkoymak için zincirlerle bağlamak lazım gelir. Her arkadaşın karşı koyması senin gibi olacak olsa dünyada hiç iki arkadaş arasında ayrılık görülmezdi. Ben matmazel Kalyopi ile konuşuyorum.”

Kalyopi:

“Pekiyi; efendim; söyleyelim de içki getirsinler.”

Hulûsi:

“Söyle! Bravo, matmazel! Ama sanmayınız ki reyinize karşı geliyoruz. Allah göstermesin! Herhâlde rey sizindir; yalnız biz dahi âcizce fikir bildirelim de beğenmezseniz gene sizin dediğiniz gibi yaparız.”

Kalyopi:

“Benim dediğim gibi yapacak olsanız bu akşam içmezdik.”

Hulûsi:

“Yok ama sözünüzden dönmeyiniz. Onun kararını verdik, gitti. Bundan sonra her ne emrederseniz, demek istiyorum.”

Agavni:

“Ben öyle şey bilmem! Bu gamlı dünyada rakısız yaşayamam. Hiçbir şeyde dahi Kalyopi gibi mektep çocuğunun emrine tabi olamam!”

Ahmet:

“Vay! Bu dünya sizin için dahi gamlı dünya mıdır, hanım?”

Agavni:

“Gamlı, gamsız! Kadehleri parlattığım vakit ne gam kalır ne kasavet!”

Ahmet:

“Kalyopi dahi mektep çocuğu ha!”

Agavni:

“Ne olacak ya? Hatta geçen gün gördüm ki bir yüz havlusunu dürmüş, bükmüş, başına bir hotoz koyup bebek yapmış, oynuyordu. Henüz 17 yaşında!”

***

Ahmet Efendi bir kere daha içini çekti. Hulûsi baş taraflarını bilmediği için bu sözden bir şey anlayamadı. Kalyopi’nin bönlüğü, yahut, demek yerinde ise masumluğu bu son söze dikkat bile ettirmedi.

Uşağa verilmiş olan emir üzerine dört şişe rakı, dört kadeh, dört bardak da su geldi.

Agavni dedi ki:

“Siz bu gece kumandayı kime vereceğinizi bilemediniz. Eğer kumandan ben olsaydım; şimdi Vasili’ye bir emir verip âlâ mezeler getirtirdim.”

Hulûsi:

“Orduda yalnız bir kumandan olmaz ya! Sen de ikinci kumandan ol da bu emri ver.”

Agavni bir asker kumandanı edasıyla Vasili’ye haykırarak meze emretti. Kalktı, kadehlerin dördünü de doldurdu; ama Kalyopi ile Ahmet içmek istemediler.

Agavni dedi ki:

“Siz bu akşam burada eğlenmek için kaldınız, öyle mi? Yazık öyleyse paralarınıza! Daha başında böyle birbirimize uygunluk göstermeyecek olursak nasıl eğlenebilirmişiz? Evinizde kalsaydınız hem istediğiniz rahatı bulur hem de avuçlar dolusu paradan çıkmazdınız.”

Hulûsi:

“Böyle bir fikir vereceğin ve söz söyleyeceğin zaman paradan hiç bahsetmezsen pek kibarlık göstermiş olursun.”

Agavni:

“O! O! Öyle ya! Paradan bahis mi olurmuş? Paranın gittiğine bakmıyoruz; galiba daha yakınlarda miras yemişiz!”

Hulûsi:

“İşte bu latifeleri de bırakarak yalnız zevkine bakarsan pek terbiyeli olursun.”

İlk kadehleri Hulûsi ile Agavni yalnız içtiler. Ahmet’le Kalyopi onlara arkadaşlık etmedikleri gibi ikinci, üçüncü kadehler de öyle yalnız içildi; ama dördüncü kadehte bunların kafaları iyice kızmış olduğundan Agavni dedi ki:

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

На страницу:
4 из 5