bannerbanner
Gülistan
Gülistan

Полная версия

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

Bu ilimde 360 ağır oyun bilir ve her gün birisiyle güreş tutardı. Birçok şakirtler vardı. İçlerinden birisini gönlü sevdi, ona 359 oyun öğretti, geriye kalan bir oyun için şakirdi: “Usta onu da öğretsene.” dedikçe ustası, “Peki, peki” diye onu atlatırdı. Çocuk sanatta, kuvvette son dereceyi buldu, karşısına kimse çıkamaz, zoruna kimse dayanamazdı.

Nihayet o dereceyi buldu ki bir gün padişahın huzurunda: “Ustam büyüğümdür, üzerimde hakkı var. Bu iki noktadan dolayı fazileti haizdir. Benden üstündür, yoksa kuvvette ondan aşağı değilim, sanatta da ona müsaviyim.” dedi.

Çocuğun bu terbiyesizliği padişahın hoşuna gitmedi. “Ustan ile güreşmelisin.” emrini verdi.

Geniş bir meydan tayin ettiler. Devlet erkânı, saltanat ayanı, meşhur pehlivanlar oraya toplandılar.

Çocuk meydana bir sarhoş fil gibi geldi. Öyle bir dehşetle geldi ki eğer karşısındaki demir dağ olsaydı yerinden koparırdı. Ustası anladı ki genç çırak kuvvetçe ondan üstündür; ondan saklamış, ona öğretmemiş olduğu oyun ile ona sarıldı. Çocuk bunu bilmiyordu. Nihayet usta onu iki eliyle kaldırdı, başından yukarıya götürdü ve yere vurdu.

Orada mevcut insanlardan bir gürültüdür koptu.

Padişah emretti, ustaya bir hilat giydirdiler, bahşişler verdiler; çocuğu ise azarladı, kınadı: “Seni yetiştiren ustana vefasızlık ettin. Onu yenmeye kalkıştın, onu da başaramadın.” dedi.

Çocuk: “Padişahım, ustam beni zor ile kuvvet ile yıkmadı, belki benden esirgemiş olduğu bir oyun ile yıktı.” dedi.

Ustası cevap verdi: “Evet o oyunu böyle bir gün için saklıyordum. Hükema demiş ki: Dostuna o kadar kuvvet verme ki sana düşman olacak olursa seni mağlup edemesin.”

Büyüğü ile mücadeleye kalkışan küçük öyle yere serilir ki bir daha kalkamaz.

Kendi beslediği kimseden cefa gören adamın ne dediğini duymadın mı?

“Vefa denilen şey ya esasen bu âlemde yoktur, kuru bir adı vardır; yahut bu zamanlarda vefa eden kimse yoktur. Benden ok atmayı öğrenen bir kimse yoktur ki sonunda beni nişan almasın.”

Hikâye

Tek başına yaşayan bir derviş bir sahra köşesinde oturmuştu. Tesadüfen padişah oraya uğradı.

Derviş kanaat mülkünde dünyadan el etek çekmiş olduğu cihetle başını kaldırmadı ve padişaha göz ucu ile olsun bakmadı.

Padişah saltanatın taşkınlığı icabı olarak kızdı ve “Bu hırka giyen insanlar hayvan gibidirler, kabiliyet ve insanlık onlarda yoktur.” dedi.

Vezir, dervişin yanına gelip: “Derviş bana bak, yeryüzünün padişahı senin önünden geçti. Niçin hürmet etmedin, niçin edep şartını yerine getirmedin?” dedi.

Derviş şöyle cevap verdi: “Padişaha söyle ki hizmeti, hürmeti, kendisinden para pul uman kimseden beklesin. Bir de şunu söyle; padişahlar ahalinin muhafazası için o mevkiye gelirler, yoksa ahali padişahlara tapınmak için yaratılmış değildir.”

Her ne kadar devlet ve saltanat sayesinde mal, mülk, para padişahların elinde ise de onlar fakirlerin bekçisidirler.

Koyun çoban için değildir. Belki çoban koyunlara hizmet içindir.4

Bugün birini muradına ermiş, diğer birini de kendi kendine didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret, göreceksin ki o hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm gelince şahlık, bendelik farkı zail olur.

Birisi bir ölünün mezarını açacak olsa zengin mi, fakir mi, fark edemez.

Dervişin sözü padişaha doğru ve sağlam geldi “Dile benden ne dilersen.” dedi.

Derviş: “Senden onu isterim ki bir daha buraya gelip de beni rahatsız etme.” dedi.

Padişah, dervişe “Bana nasihat et.” dedi.

Derviş şu beyitin mazmununu söyledi:

“Bugün elinde nimetin varken fırsat bil. Çünkü bu devlet, bu mülk elden ele gider.”

Hikâye

Vezirlerden birisi Zünnun-i hazretleriyle görüştü. “Bana himmet buyur, gece gündüz padişahın işi ile meşgulüm, iyiliğini umuyorum; fakat darılıp itap etmesinden korkuyorum.” dedi.

Zünnun ağladı ve “Eğer ben senin padişahtan korktuğun gibi Allah’tan korksaydım sıddıklar zümresinden olurdum.” dedi.

Eğer rahat, meşakkat düşüncesi olmasaydı derviş göğe uçardı.

Eğer vezir, padişahtan korktuğu gibi Allah’tan korksa idi melek olurdu.

Hikâye

Bir padişah suçsuz bir kimsenin katli için emir verdi.

Adamcağız şöyle dedi: “Padişahım bana karşı vukua gelen bir öfke ile kendine zulmetme.”

Padişah “Nasıl olur?” dedi.

Adam cevap verdi: “Şu katil işi benim için bir nefes içinde olur biter; fakat bunun günahı ebediyen boynunda kalır.”

Bu hayat, şu dünyada duruş, sahra rüzgârı gibi eser geçer. Acılık, tatlılık, yakışıklılık, çirkinlik hepsi geçer gider. Zalim sanır ki bize zulmediyor. Hayır, bize olan o zulüm durmaz geçer; fakat onun boynunda ebedî kalır.

Padişaha nasihati tesir etti. Onu affetti ve özür diledi.

Hikâye

Nuşirevan’ın vezirleri memleket işlerinden mühim bir iş hususunda istişare ediyorlardı. Her birisi kendi bilgisine göre birer rey beyan ediyordu. Bu hususta padişah da düşündü, bir fikir söyledi.

Büzüremihr, padişahın reyini bütün reylere tercih etti.

Vezirler tenhada Büzüremihr’e sordular: “Padişahın reyinde ne meziyet gördün ki bu kadar hakim zatların fikirlerine tercih ettin?” dediler.

Büzüremihr şöyle cevap verdi: “İşin sonu belli değil herkesin reyi Cenabıhakk’ın iradesine bağlıdır. Bir reyin doğruluğu, yanlışlığı ancak neticede anlaşılacak. Şu hâlde padişahın reyine uymak münasiptir; çünkü eğer yanlış çıkarsa biz de ona uymuş olduğumuzdan onun itabından emin olmuş oluruz.”

Padişahın reyine muhalif rey aramak kendi kanı ile el yıkamak gibi olur. Eğer padişah gündüzken şimdi gecedir derse “Evet efendim doğru söylediniz, işte ay ile ülker.” demek lazımdır.

Hikâye

Aleviler gibi saçlarını örmüş bir şeyyad Hicaz kafilesiyle şehre (belki maksat Şiraz şehridir) geldi. “Aleviyim, hacdan geliyorum.” dedi. Bir de, ben söyledim, diyerek padişaha bir kaside takdim etti. Padişah ona ihsan verdi, iltifat etti.

Padişahın nedimlerinden birisi o sene seferden gelmişti. “Ben onu Kurban Bayramı’nda Basra’da gördüm… hacı nasıl olabilir?” dedi.

Nedimlerden diğer birisi de: “Onun babası Malatya’da Nasrani idi. Alevi nasıl olabilir?” dedi.

Takdim ettiği kasideyi de Enverî divanında buldular.

Padişah emretti: “Şu herife bir kötek çekin; sonra sürün, çıksın gitsin. Bu kadar yalanı niçin söyledi?” dedi.

Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha…”

Şeyyad: “Ey yeryüzünün padişahı, bir söz daha söyleyeyim eğer doğru olmazsa ne ceza buyurursan layığım.”

Padişah: “O nedir, söyle bakalım.” dedi.

Şeyyad şu mazmunu söyledi:

“Sana bir garip, bir külek yoğurt getirse iki ölçeği su, bir ölçeği ayrandır. Benden saçma, yalan bir söz işittinse gücenme, çünkü seyyahlar çok yalan söylerler.”

Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha doğru söz söylememişsin.” dedi. Ve onun istediği şey ne ise verilsin, diye emir verdi.

Hikâye

Hikâye ederler ki vezirlerden birisi maiyetindekilere acır, hepsinin iyiliğini istermiş. Bu vezir, nasılsa padişahın gazabına uğrayıp hapsedilmiş.

Herkes onu kurtarmak için çalışmış. Ona işkence için tayin edilen kimseler iyi muamele ederlermiş. Bir taraftan da büyükler padişaha onun güzel ahlakını söylerlermiş.

Nihayet padişah, onun hatasını affetmiş.

Ariflerden bir zat bu hâle vâkıf olunca şöyle demiş:

“Dostların gönlünü elde etmek için babadan kalma bostanın satılması yerinde bir hareket olur.

İyilik düşünen dostların tenceresini kaynatmak için ev içinde yanabilen şeylerin yanması lazımdır.

Kötülük düşünen kimseye iyilik yap. Çünkü köpeğin ağzının lokma ile kapatılması uygun olur.”

Hikâye

Harun Reşid’in oğullarından birisi pek öfkeli olarak babasının huzuruna geldi. “Filan çavuşun oğlu anneme sövdü.” dedi.

Harun, devlet erkânına sordu: “Ona ne ceza vermek lazımdır?”

Erkânın birisi, “Onu katletmek lazımdır.” öteki, “Dilini kesmek lazımdır.” başka birisi de, “Malını müsadere ve kendini nefyetmek lazımdır.” dediler.

Bu sözleri dinledikten sonra Harun şöyle dedi: “Çocuğum! Onu affetmek daha kerimâne bir hareket olur. Eğer affetmezsen, sen de onun annesine söv, amma o nasıl söyledi ise öyle söyle, sakın fazla söyleme; çünkü o zaman intikam haddini geçmiş ve senin tarafından zulüm yapılmış olur.”

Kükremiş fil ile cenk eden kimse, ukalaya göre mert değildir. Asıl mert odur ki öfkelendiği vakit dahi hakikatten ayrılmaz.

Birisine bir kötü huylu kimse sövdü, o adam tahammül etti ve “Sonun hayır olsun, hay Allah iyiliğini versin.” dedikten sonra “Ben senin dediğinden daha berbat bir kimseyim; çünkü bilirim ki sen benim ayıbımı benim kadar bilmezsin.” dedi.

Birtakım büyüklerle bir gemiye binmiştim. Arka tarafımdan bir sandal battı ve iki kardeş bir girdaba düştüler.

Büyüklerden birisi, gemiciye “Şu iki kardeşi kurtar, her birisi için sana elli altın vereyim.” dedi.

Gemici suya atıldı. İki kardeşten birini kurtardı. Öteki helak oldu.

Ben bu hâli görünce: “Zavallının ömrü kalmamış, ondan dolayı evvela ötekini kurtarmakla onu kurtarmaya geciktiniz.” dedim.

Gemici güldü. “Sözün doğrudur.” dedi; “Fakat benim gönlüm ilk önce bunu kurtarmak istedi. Çünkü bir zaman çölde kalmıştım, bu beni bir deveye bindirdi. Hâlbuki ötekinden kamçı yemiştim.”

Bu sözü işitince: “Cenabıhak ne kadar doğru söylüyor.” dedim. “İyilik eden de kötülük eden de kendisi için yapmış olur.”

Elinden geldiği kadar bir kimsenin gönlünü incitme, çünkü bu yolda çok dikenler bulunur.

Zavallı bir fakirin bile işini yap, çünkü senin de görülecek işlerin bulunur.

Hikâye

İki kardeş vardı: Birisi padişah hizmetinde idi, zengin olmuştu. Öteki elinin emeğiyle ekmek yerdi; fakir kalmıştı.

Bir kere zengin, fakire dedi ki: “Niçin padişah hizmetine girmezsin ki bu eziyetten kurtulasın?”

Fakir, zengine cevap verdi: “Sen niçin iş güç tutmuyorsun ki padişah hizmetinde bulunmak zilletinden kurtulasın?”

Hükema demiş ki: “Kendi ekmeğini yiyip oturmak, altın kemer bağlayıp hizmet için bir mahlukun karşısında ayakta durmaktan hayırlıdır.”

Kızgın demiri el ile yoğurup hamur etmek, beyler önünde el bağlamaktan daha iyidir.

Kıymetli ömür iki düşünce ile geçiyor: Yazın ne yiyeyim, kışın ne giyeyim?

Ey alçak karın, bir ekmek ile kanaat et ki hizmetkâr olup başkalarının önünde yerlere kadar eğilmeyesin.

Hikâye

Birisi Nuşirevan’a şu müjdeyi verdi: Yüce Allah filan düşmanını dünyadan kaldırdı.

Nuşiveran: “Beni bırakacağını duydun mu, işittin mi, ölüme sevinilir mi?” dedi.

“Düşmanın ölmesiyle benim için sevinmek olmaz, çünkü bizim hayatımız da ebedî değildir.”

Hikâye

Hükemadan birtakım kimseler, Kisra’nın huzurunda bir iş hakkında konuşuyorlardı. Onların en büyüğü olan Büzüremihr ağzını açmıyordu.

Hakimler, Büzüremihr’e “Niçin sen de bu hususta fikrini söylemiyorsun?” dediler.

Büzüremihr cevap verdi: “Vezirler, hekimler gibidirler. Tabip, ilacı ancak hastaya verir. Görüyorum ki reyleriniz pek doğrudur. Şu hâlde benim söylemem hikmete münafi olur.”

Bir iş benim müdahalem olmaksızın meydana geliyorsa benim o iş hakkında söz söylemem doğru olmaz, eğer görsem ki bir âmâ yolda gidiyor, önünde bir kuyu var, o zaman susarsam günah işlemiş olurum.

Hikâye

Mısır iklimi Harun Reşid’in idaresine geçince: “Azgın Firavun Mısır mülküne mağrur olarak tanrılık davasına kalkışmıştı. Onu tahkir için Mısır mülkünü kölelerimin en aşağısına vereceğim.’’ dedi. Huseyb isminde ahmak bir kölesi vardı. Mısır valiliğine onu tayin etti.

Mezkur kölenin aklının dirayetinin derecesini anlatmak için derler ki: Birtakım Mısır ekincileri şikâyete geldiler ve dediler ki: “Nil kenarında pamuk ekmiştik yağmur vakitsiz geldi, pamuklarımız telef oldu.”

Huseyb: “İyi yapmamışsınız, yün ekmeliydiniz.’’ dedi.

Bu vakayı işiten bir âlim şöyle dedi: “Eğer servet ilim ile artsaydı cahilden daha fakir kimse olmazdı. Hâlbuki cahillere öyle rızıklar erişiyor ki yüz âlim onlara şaşakalıyor.

Baht, devlet iş bilmekle değildir. Tanrı vergisidir. Nice akılsız, beyinsiz kimselerin makbul; nice akillerin hakir, hor olduğu bu dünyada çok görülmektedir.

Kimyacı, kaygı, keder, mihnet, meşakkat içinde ölmüş; ahmak bir kimse viranede define bulmuştur.”

Hikâye

Padişahın birine bir Çin cariyesi getirmişlerdi. Bir sarhoşluk sırasında ona yaklaşmak istedi. Kız, teslim olmadı. Hükümdar kızdı. Cariyeyi, bendelerinden siyah bir Arap’a bahşetti.

Arap’ın bir dudağı yerde, bir dudağı gökte denecek derecede öyle çirkin bir hâli vardı ki Hz. Süleyman’ın mührünü çalan cin, onun çehresinden ürker ve onun koltukları katran gibi kokardı.

Sanki Yusuf’ta güzellik tamam olduğu gibi çirkinlik de bunda sona ermişti.

Ondaki çirkin yüzü ne tasavvur etmek ne de anlatmak mümkündür. Koltuğu, Allah korusun, temmuz güneşi karşısında iaşeden daha murdar kokardı.

Anlatırlar ki Arap nefsini tutamaz, şehveti galip gelerek kızın bikrini izale eder.

Sabah olunca ayılan hükümdar cariyeyi arar, bulamaz.

Akşam olup biteni anlatırlar, kızar; Arap’la cariyenin ellerini ve ayaklarını sağlamca bağlayıp kaleden aşağı atmalarını emreder.

İyi huylu vezirlerden biri hürmetle huzura gelerek der ki:

“Diğer hizmetkâr kullarınız inam ihsanımıza alışık oldukları için Arap’ın bu hususta bir kabahati yoktur.”

Hükümdar sorar: “Bir gece sabrederek dokunmasaydı ne olurdu?”

Vezir cevap verir: “Efendimiz işitmediniz mi şöyle söylemişlerdir: Susuzluktan yanmış, tutuşmuş bir kimse, abıhayat çeşmesine yetiştiği zaman zannetme ki kükremiş filden korkar.

Karnı aç olan mezhepsizin boş bir evdeki sofra başında ramazanı düşüneceğine akıl inanır mı?”

Bu latife padişahın hoşuna gitti. “Arap’ı sana bağışladım amma cariyeyi ne yapayım?” diye sordu.

Vezir cevap verdi: “Cariyeyi de Arap’a bağışlayın ki onun artığı ona yaraşır.”

Onu hiçbir zaman dostluğa da layık görme ki beğenilmedik bir yere gidebilir.

Ağzı kokmuş bir kimsenin artığı olduğu zaman, susamış bir insanın gönlü, abızülâli dahi istemez.

Turunç, pislik içine düşse bir daha padişahın eli ona değer mi?

Bardak, çıbanlı bir kimsenin ağzına değmiş olsa susamış bir insan ondan su içebilir mi?

Hikâye

İskenderi Rumî’ye: “Maşrık ile Mağrip diyarını nasıl fethettin?” demişler. “Hâlbuki senden evvelki padişahların hazineleri, malları, ömürleri, askerleri seninkinden daha çoktu. Böyle iken onlara bu kadar fütuhat müyesser olmadı.”

İskender şöyle cevap vermiş: “Cenabıhakk’ın yardımıyla her fethettiğim memleketin reayasını incitmedim ve geçmiş padişahların adlarını iyilikten başka bir şeyle anmadım.”

Büyüklerin adlarını çirkin bir surette yâd eden kimseye ukala, büyük demezler.

Baht, taht, emir, nehiy, vurma, tutma mademki geçen şeylerdir, hepsi hiçtir. Geçmişlerin iyi adını zayi etme ki senin adında iyi payidar kalsın.

2. Bölüm

Dervişlerin Ahlakı Beyanındadır

Hikâye

Büyüklerden biri bir zahide sormuş: “Filan âbit hakkında birtakım fena sözler söylüyorlar. Sen onu nasıl bilirsin?”

Zahit cevap vermiş: “Görünüşte fena bir şey görmüyorum! İçyüzüne gelince görünmeyen şeyi bilmem.”

Her kimi zahit kıyafetinde görürsen kalbinde ne olduğunu bilmezsen dahi, onu zahit bil; iyi adam zannet. Çünkü polis ev içerisine karışmaz.

Hikâye

Bir dervişi gördüm, Kâbe’nin eşiğine başını koymuş ağlayarak şöyle niyaz ediyordu: Ya Gafur, Ya Rahim sen bilirsin ki pek zalim, pek cahil olan insan kulluk vazifesini sana layık bir surette ifa edemez.

Sana ibadette kusur ettiğim için özür dilemeye geldim. İbadetime güvenmiyorum.

Asiller günahtan tövbe ederler. Arifler ibadetten istiğfar ederler.

Âbitler, ibadetlerinin mükâfatını isterler; tacirler, mallarının bahasını isterler. İlahî, ben kulun ümit getirdim; taat getirmedim. Dilenmeye geldim; ticarete gelmedim. Bana, sana yakışanı yap; bana yakışanı yapma.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Gürk zade akıbet gürk şevet.

2

Beni Âdem âzay yekdiğerindeKi der âferineş zi yek gevherend.

3

Bederya der menafi bişümarestEğer hâhi selamet derkenarest.

4

Gusfend berayi çuban nistBelki çuban berayi hizmeti ust.
Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3