Полная версия
Küçük Lord Fauntleroy
Bir an tereddüt etti, sonra Bayan Errol’a dönerek şöyle dedi:
“Dorincourt Şatosu’ndan ayrılmadan önce kont ile bir görüşme yaptım ve bana bazı talimatlarda bulundu. Torununun ve aynı zamanda eş dostunun İngiltere’deki hayatı çok arzu edeceğini umuyor. Lord hazretlerinin hayatının değişmesiyle para ve çocukların hoşuna gidecek şeyler elde edeceğini anlamasını sağlamamı söyledi; bir dileği varsa onu yerine getirip büyükbabasının onun dileğini gerçekleştirdiğini söylemeliyim. Kontun böyle bir beklenti içinde olmadığının farkındayım ancak bu zavallı kadına yardım etmek Lord Fauntleroy’u memnun edecekse eğer bunu yapmamak kontun hoşuna gitmeyecektir.”
İkinci kez kontun sözlerini tam olarak aktarmamıştı. Kont hazretleri aslında şöyle demişti:
“Çocuğun ona istediği her şeyi verebileceğimi anlamasını sağla. Dorincourt kontunun torunu olmak ne demekmiş anlasın. Hoşuna giden her şeyi al; cebine para koy ve onları oraya büyükbabasının koyduğunu söyle.”
Bunları pek de iyi niyetle söylemiyordu ve Küçük Lord Fauntleroy yerine daha az sevecen ve daha soğuk kalpli bir çocuk olsaydı, büyük zarar görebilirdi. Cedric’in annesi de bir zarar geleceğini düşünmeyecek kadar naifti. Çocuklarını kaybetmiş, yalnız, mutsuz yaşlı bir adamın belki de onun küçük oğluna iyi davranmak, onun sevgi ve güvenini kazanmak istediğini düşündü. Ceddie’nin Bridget’a yardım edebileceği düşüncesinden de mutlu oldu. Oğlunun başına konan bu garip talihin ilk olarak ihtiyaç sahiplerine yardım etme imkânı doğurduğunu görünce sevindi. Genç, sevimli yüzüne renk geldi.
“Ah!” dedi. “Kont çok nazik; Cedric çok sevinecek! Bridget ve Michael’a çok düşkündür. Onlar değerli insanlar. Hep onlara daha fazla yardım edebilmek istemişimdir. Michael sağlığı yerinde olduğunda çok çalışkandır, ama uzun zamandır hasta ve pahalı ilaçlara, sıcak tutan kıyafetlere, besleyici yemeklere ihtiyacı var. Bridget ile ikisi kendilerine verilen şeyin kıymetini bilir.”
Bay Havisham ince elini göğüs cebine soktu ve geniş bir cüzdan çıkardı. Keskin hatlı yüzünde garip bir bakış vardı. Aslında torununun yerine getirilen ilk dileğini duyduğunda Dorincourt kontunun ne düşüneceğini geçiriyordu aklından. Aksi, dünya zevklerine düşkün, bencil, yaşlı bir asilzadenin bu durum hakkındaki düşüncelerini merak ediyordu.
“Farkında mısınız bilemiyorum ancak…” dedi, “Dorincourt kontu son derece zengindir. Her türlü şımarıklığı yerine getirmeye gücü yeter. Sanırım Lord Fauntleroy’un dilediğini yapmasından hoşnut olacaktır. Kendisini çağırabilirseniz, izninizle ona bu insanlar için beş sterlin vereceğim.”
“Bu yirmi beş dolar yapar!” diye haykırdı Bayan Errol. “Onlar için bir servet! Bunun gerçek olduğuna inanamıyorum.”
“Gayet gerçek.” dedi Bay Havisham yavan gülümsemesiyle. “Oğlunuzun hayatında büyük değişiklikler oluyor, eline büyük bir güç geçecek.”
“Ah!” diye feryat etti annesi. “Öylesine küçük, o kadar küçük bir çocuk ki! Bu gücü doğru şekilde kullanmayı ona nasıl öğreteceğim? Bu beni biraz korkutuyor. Benim tatlı Ceddie’m!”
Avukat boğazını hafifçe temizledi. Onun kahverengi gözlerinde o hassas, ürkek bakışı görmek maddiyatçı, yaşlı, katı kalbine dokunmuştu.
“Sanıyorum ki hanımefendi…” dedi. “Lord Fauntleroy ile bu sabah yaptığım görüşmeden çıkardığım kadarıyla, müstakbel Dorincourt kontu kendileri kadar başkalarını da düşünecekler. Henüz küçük olabilir ancak zannımca güvenilir bir çocuk.”
Sonra annesi Cedric’e bakmak için çıkıp onu salona geri getirdi. Bay Havisham onun odaya girmeden önce söylediklerini duydu.
“Onunki ateşli romatizma.” diyordu. “Ve bu çok fena bir romatizma türü. Kira ödenemediği için üzgün ve Bridget üzüntünün ateşlenmeyi iyice artırdığını söylüyor. Pat’in üstüne başına giyecek bir şeyleri olsaydı dükkânın birinde iş bulabilirdi.”
İçeri girdiğinde küçük suratı endişeliydi. Bridget için çok üzülüyordu.
“Canımın içi beni çağırdığınızı söyledi.” dedi Bay Havisham’a. “Bridget ile konuşuyordum.”
Bay Havisham ona bir an baktı. Kendini biraz tuhaf ve kafası karışmış hissetti. Annesinin dediği gibi, o henüz küçük bir çocuktu.
“Dorincourt kontu…” diye başladı ve gayriihtiyari Bayan Errol’a baktı.
Küçük Lord Fauntleroy’un annesi birden oğlunun yanına diz çöküp narin kollarını onun çocuksu bedenine doladı.
“Ceddie!” dedi annesi. “Kont senin büyükbaban, yani babanın babası. Çok ama çok iyi bir adam ve seni çok seviyor, senin de onu sevmeni istiyor, çünkü bir zamanlar küçük olan oğulları ölmüş. Senin mutlu olmanı ve başka insanları mutlu etmeni istiyor. O çok zengin ve senin istediğin her şeye sahip olmanı arzu ediyor. Bay Havisham’a böyle söylemiş ve senin için ona bir sürü para vermiş. Bir kısmını şimdi Bridget’a verebilirsin; kiralarını ödeyecek ve Michael’a gerekenleri almaya yetecek kadarını. Bu harika, değil mi Ceddie? Büyükbaban çok iyi biri, değil mi?”
Sonra çocuğun heyecandan rengi canlanan yuvarlak yanaklarını öptü.
Bakışlarını annesinden Bay Havisham’a çevirdi.
“Şu anda alabilir miyim?” diye haykırdı. “Ona şimdi verebilir miyim? Gitmek üzere.”
Bay Havisham ona parayı verdi. Rulo yapılmış yeni, tertemiz bir paraydı.
Ceddie parayı alıp odadan fırladı.
“Bridget!” diye bağırdığını duydular mutfağa daldığında. “Bridget, bekle bir dakika! Al bu parayı. Senin için, böylece kirayı ödeyebilirsin. Büyükbabam verdi bana. Sen ve Michael için!”
“Ah, Ceddie Efendi!” diye haykırdı Bridget şaşkın bir ses tonuyla. “Burada yirmi beş dolar var. Hanımım nerede?”
“Sanırım gidip durumu ona açıklasam iyi olacak.” dedi Bayan Errol.
Bayan Errol da odadan çıktı, böylece Bay Havisham bir süre odada tek başına kaldı. Pencereye doğru yürüdü ve ayakta durup dalgın bir şekilde sokağı izledi. Şatodaki muazzam, görkemli, kasvetli kütüphanesinde oturan gut hastası, yalnız, ihtişam ve lükse boğulmuş, fakat uzun ömrü boyunca kendinden başka kimseyi sevmediği için kendisi de kimse tarafından gerçekten sevilmeyen yaşlı Dorincourt kontunu düşündü. Bencil, rahatına düşkün, kibirli ve hırslıydı; Dorincourt kontunu ve onun zevklerini o kadar önemsemişti ki başkalarını düşünecek zamanı kalmamıştı; tüm serveti, gücü, soylu adının ve mevkisinin sağladığı tüm faydalar sanki yalnızca Dorincourt kontunun zevki ve keyfine amadeydi; artık yaşlandığından tüm o heyecan ve rahatına düşkünlük, sadece hastalık, asabiyet ve onu sevmediği aşikâr olan dünyadan nefrete yol açıyordu. Tüm ihtişamına rağmen Dorincourt kontundan daha az sevilen ve onun kadar yalnız olan bir asilzade daha yoktu. İstediğinde şatosunu davetlilerle doldurabilirdi. Büyük ziyafetler ve av partileri düzenleyebilirdi; ama onun davetlerini kabul edenlerin asık, yaşlı suratından ve iğneleyici, alaycı konuşmalarından korktuklarını gizliden gizliye biliyordu. Acımasız bir dili ve sert bir mizacı vardı; alıngan, mağrur veya ürkek oldukları için eline geçen her fırsatta insanları aşağılamaktan ve tedirgin etmekten zevk alırdı.
Bay Havisham kontun sert, acımasız hâllerini çok iyi biliyor ve dar, sessiz sokağa bakarken onu düşünüyordu. Sonra, onun tam tersi olan neşeli, yakışıklı ufaklık ve büyük koltuğunda oturup dostlarının, Dick’in, elmacı kadının hikâyelerini tüm o cömert, masum ve dürüst hâliyle anlatışı geldi aklına. Ardından zamanı geldiğinde Küçük Lord Fauntleroy’un ceplerine gömdüğü minik, tombul ellerine kalacak olan sınırsız geliri, güzel ve haşmetli mülkleri, serveti, iyi veya kötü yönde kullanılabilecek o gücü düşündü.
“Her şey çok farklı olacak.” dedi kendi kendine. “Her şey bambaşka olacak.”
Cedric ve annesi geri geldiler. Cedric’in neşesi yerindeydi. Annesinin ve avukatın arasındaki koltuğuna oturdu ve garip hâllerinden birini takınıp ellerini dizlerine koydu. Bridget’ın rahata ermesi ve sevincinin neşesiyle yüzü parlıyordu.
“Ağladı!” dedi. “Mutluluktan ağladığını söyledi! Hiç mutluluktan ağlayan birini görmemiştim. Büyükbabam çok iyi bir insan olmalı. Onun bu kadar iyi biri olduğunu bilmiyordum. Artık kont olmak düşündüğümden çok, hem de daha çok makbul bir şey. Neredeyse memnunum, kont olacağım için neredeyse çok memnunum.”
III
Cedric’in kont olmanın avantajları ile ilgili olumlu düşünceleri ertesi hafta daha da arttı. Yapmayı isteyip de kolaylıkla yapamayacağı hiçbir şey olmadığını fark etmesi neredeyse imkânsız gibiydi; aslında bu durumu tam olarak anladığı söylenemezdi. Ancak en azından Bay Havisham ile yaptığı birkaç konuşmadan sonra öncelikli dileklerini gerçekleştirebileceğini anladı ve Bay Havisham’a şaşkınlık veren bu dileklerini sade bir şekilde ve tatlılıkla yerine getirmeye başladı. İngiltere’ye gitmek için denize açılmadan önceki hafta bir sürü ilginç şey yaptı. Avukat, daha sonra Dick’i ziyaret etmek için birlikte çarşıya gittikleri o sabahı, “eski zürriyetten” elmacı kadının tezgâhının önünde durup çadır, soba, şal ve bir miktar para sahibi olacağını söyleyerek onu heyecanlandırdıkları ikindi vaktini hatırlamıştı.
“İngiltere’ye gidip lord olacağım için…” diye açıklamıştı Cedric tatlılıkla, “her yağmur yağdığında aklım senin kemiklerinde kalmasın. Benim kemiklerim ağrımıyor, o yüzden insanın kemikleri ne kadar acır bilemiyorum, ama seni çok iyi anlıyorum ve umarım daha iyi olursun.”
“Çok iyi bir elmacıdır.” demişti Bay Havisham’a, nutku tutulan ve başına konan talih kuşuna inanamayan tezgâh sahibesinin yanından uzaklaşırlarken. “Bir keresinde, düşüp dizimi yaraladığımda bana elma vermişti. Bunu hiç unutmam. İnsan kendisine iyi davranan insanları daima hatırlar.”
Dürüst, basit, küçük kalbinden, yapılan iyiliği unutan insanlar olabileceği hiç geçmemişti.
Dick ile olan sohbet oldukça eğlenceliydi. Çocuğun başı Jake ile büyük dertteydi ve onu gördüklerinde keyfi pek yerinde değildi. Cedric sakin bir şekilde ona kendisi için çok büyük görünen ve tüm sorunlarını çözecek şeyi vereceklerini anlattığında heyecandan donakaldı. Lord Fauntleroy’un ziyaret sebeplerini anlatış şekli son derece sade ve samimiydi. Bay Havisham çocuğu dinlerken onun netliğine hayran kaldı. Eski dostunun lord olduğunu ve yeterince uzun yaşarsa kont olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını öğrenen Dick’in ağzı ve gözleri öyle açık kaldı ki şapkası kafasından düştü. Onu eğilip aldığında garip bir ses çıkardı. Bay Havisham bunun garip olduğunu düşündü ama Cedric bu sesi daha önce duymuştu.
“Ohoy!” dedi. “Ne veriyormuşsun bize?”
Bu, lord hazretlerini biraz utandırdı ama kendini cesurca ifade etti.
“Herkes ilk başta bunun doğru olmadığını düşündü.” dedi. “Bay Hobbs başıma güneş geçtiğini zannetti. Başta ben de bu durumdan hoşlanmayacağımı düşünüyordum ama alıştım ve artık hoşuma gitmeye başladı. Şu anda büyükbabam kont ve canımın çektiğini yapmamı istiyor. Bir kont olmasına rağmen çok iyi kalpli biri; bana Bay Havisham ile bir sürü para göndermiş ve ben de sana Jake’in hissesini almak için birazını getirdim.”
Sonunda Dick gerçekten Jake’in hissesini satın aldı, kendi işinin ve birkaç yeni fırça, harika bir tabela ve kıyafetin sahibi oldu. Eski zürriyetten elmacı kadının kendi talihine inanamadığı gibi o da inanamıyordu; rüya âlemindeki bir ayakkabı boyacısı gibi yürüyordu; genç yardımsevere baktı ve her an bu rüyadan uyanabileceğini hissetti. Kendine, Cedric gitmeden önce tokalaşmak için elini uzattığında geldi.
“Şey, hoşça kal.” dedi, ne kadar duraksamadan konuşmak istese de sesi titredi, büyük kahverengi gözlerini kırpıştırdı. “Umarım işlerin yolunda gider. Seni bırakıp gittiğim için üzgünüm ama belki bir gün kont olunca geri gelirim. Umarım bana yazarsın, çünkü biz hep iyi arkadaştık. Bana yazacak olursan şu adrese gönderebilirsin.” Ona bir kâğıt parçası verdi. “Artık benim adım Cedric Errol değil, Lord Fauntleroy ve… Ve hoşça kal Dick.”
Dick de gözlerini kırpıştırdı, kirpikleri ıslanmıştı. Mürekkep yalamış bir ayakkabı boyacısı değildi ve denese bile neler hissettiğini söylemekte zorluk çekebilirdi; belki de bu yüzden denemedi ve yalnızca gözlerini kırpıştırarak yutkundu.
“Keşke bizi bırakıp gitmeseydin!” dedi boğuk bir sesle. Sonra yeniden gözlerini kırpıştırdı. Bay Havisham’a baktı ve şapkasına dokundu. “Sağ olun efendim, onu buraya getirdiğiniz ve yaptıklarınız için teşekkürler. O… O çok başka bir çocuktur.” diye ekledi. “Gözü pek bir çocuktur ve… Ve çok başkadır.”
Geriye dönüp şaşkın bir hâlde onlara baktı; uzun boylu, dimdik duran refakatçisinin yanında neşeyle yürüyen küçük yürekli küçük bedeni izlerken gözleri hâlâ nemliydi ve boğazındaki düğüm hâlâ çözülmemişti.
Lord hazretleri gideceği güne kadar dükkânda Bay Hobbs ile mümkün olduğunca çok zaman geçirdi. Bay Hobbs’a hüzün çökmüştü; hiç keyfi yoktu. Küçük dostu neşeyle ona ayrılık hediyesi olarak altın bir saat ve zincir getirdiğinde hediyesine çok dikkat edemedi. Kutuyu dizinin üzerine koydu ve burnunu birkaç defa kuvvetlice sildi.
“Üstünde bir şey yazıyor.” dedi Cedric. “Kutunun içinde. Adama yazacağı şeyi ben söyledim. ‘En eski dostu Lord Fauntleroy’dan Bay Hobbs’a. Bakınca buna, beni hatırla.’ Beni unutmanızı istemiyorum.”
Bay Hobbs burnunu yine yüksek sesle sildi.
“Unutmayacağım!” dedi Dick gibi hafif boğuk bir sesle. “Sen de gidip İngiliz aristokrasisine karışınca beni unutayım deme.”
“Kim olursam olayım sizi unutmayacağım.” diye cevapladı lord hazretleri. “En mutlu saatlerimi sizinle geçirdim; en azından en mutlu saatlerimin bazılarını. Umarım bir ara beni ziyaret etmeye gelirsiniz. Eminim büyükbabam çok memnun olur. Belki ona sizden bahsedince size yazıp gelmenizi ister. Siz… Siz onun kont olmasını önemsemezsiniz değil mi, yani sizi davet ederse sırf kont olduğu için ondan uzak durmazsınız değil mi?”
“Seni görmeye gelirim.” diye cevapladı Bay Hobbs zarif bir şekilde.
Görünüşe göre konttan Dorincourt Şatosu’na gelip birkaç ay geçirmesi için ısrarcı bir davet alırsa cumhuriyetçi ön yargılarını bir yana bırakıp valizini toplayacaktı.
Sonunda tüm hazırlıklar tamamlandı; sandıkların gemiye götürüleceği gün ve arabanın kapının önünde beklediği saat geldi çattı. Derken, ufaklığa garip bir yalnızlık hissi çöktü. Annesi bir süredir sessizce odasında duruyordu; merdivenlerden inerken kocaman olmuş gözleri nemliydi, tatlı ağzı titriyordu. Cedric onun yanına gitti, annesi ona doğru eğildi, çocuk kollarını onun boynuna doladı ve birbirlerini öptüler. Hem annesini hem kendisini üzen bir şeylerin olduğunu biliyor ama bunun ne olduğunu bir türlü çözemiyordu; ama dudaklarından küçük, nazik kelimeler döküldü.
“Bu evi çok sevdik canımın içi, değil mi?” dedi. “Onu her zaman seveceğiz, değil mi?”
“Evet, evet.” diye cevap verdi annesi, tatlı ve kısık bir sesle. “Evet, hayatım!”
Sonra kendilerini birden geminin içinde, tam bir karmaşa ve telaşenin ortasında buldular; arabalar gelip yolcuları bırakıyordu; yolcular gelmeyen bagajları yüzünden iyiden iyiye telaşlanıyor ve geç kalacaklar diye endişeleniyorlardı; büyük sandıklar ve valizler oradan oraya sürükleniyordu; denizciler ipleri çözüyor, ileri geri koşuşturuyorlardı; görevliler emir veriyorlardı; kadınlar, erkekler, çocuklar ve bakıcılar gemiye biniyorlardı; kimisi gülüyor ve neşeli görünüyor, kimisi sessiz ve üzgün duruyordu, bir iki tanesi ağlıyor ve ellerindeki mendillerle gözlerini siliyordu. Cedric nereye baksa ilgisini çeken bir şeyler buldu; ip yığınlarına, sarılı yelkenlere, neredeyse sıcak, mavi gökyüzüne değecek upuzun direklere baktı; denizcilerle sohbet edip onlardan korsanlar hakkında biraz bilgi edinme planları yapmaya başladı.
Sonunda, üst güvertenin korkuluklarına dayanmış son hazırlıkları seyredip denizcilerin ve iskele görevlilerinin heyecanlarının ve bağrışmalarının keyfini çıkarırken yakınındaki bir kalabalıkta hafif bir telaş dikkatini çekti. Biri bu kalabalığı yararak geçip aceleyle kendisine doğru gelmeye çalışıyordu. Elinde kırmızı bir şey vardı. Gelen Dick’ti. Cedric’in yanına nefes nefese vardı.
“Koşarak geldim.” dedi. “Seni uğurlamak istedim. İşler tıkırında! Dünkü kazancımla sana bunu aldım. Kodamanların yanında bunu takabilirsin. Aşağıdakilerin arasından geçmeye çalışırken hediye kâğıdı kayboldu. Bir mendil.”
Hepsini bir nefeste söyledi. Çan çaldı ve Cedric konuşmaya vakit bulamadan Dick fırlayıp gitti.
“Hoşça kal!” dedi soluk soluğa. “Kodamanların yanında tak.”
Koşarak gitti ve gözden kayboldu.
Birkaç saniye sonra onu alt güvertede kalabalıkla boğuşurken gördüler, gemi demir almadan önce iskeleye varabilmişti. İskelede durup şapkasını salladı.
Cedric mendili eline aldı. Üzerinde mor at nalları ve at başları olan parlak kırmızı ipek bir mendildi.
Büyük bir gürültü ve kargaşa vardı. İskeledeki insanlar arkadaşlarına ve gemidekiler de onlara bağırıyordu:
“Hoşça kal! Hoşça kal! Hoşça kal eski dostum!” Herkes aynı şeyi söylüyor gibiydi. “Bizi unutma. Liverpool’a varınca bize yaz. Güle güle! Güle güle!”
Küçük Lord Fauntleroy öne doğru eğildi ve kırmızı mendili salladı.
“Hoşça kal Dick!” diye bağırdı tüm gücüyle. “Teşekkürler! Hoşça kal Dick!”
Büyük gemi uzaklaştı ve insanlar yeniden kaynaştı; Cedric’in annesi başındaki örtüyü gözlerinin üstüne indirdi, kıyıda büyük bir karmaşa vardı; ama Lord Fauntleroy doğduğu topraklardan ağır ağır uzaklaşıp bilmediği atalarının diyarına giderken, Dick onun parlak çocuksu suratı, güneşte parlayan ve rüzgârla uçuşan parlak saçlarından başka hiçbir şey görmüyor, “Hoşça kal, Dick!” diye seslenen sevimli çocuksu sesinden başka hiçbir şey duymuyordu.
IV
Yolculuk sırasında Cedric’in annesi onunla aynı evde kalmayacağını söyledi; çocuk bunu ilk duyduğunda o kadar çok üzülmüştü ki Bay Havisham, kontun, annesine sık sık ziyaret edebileceği kadar yakında bir yer ayarlamakla isabetli bir karar aldığını gördü; yoksa bu ayrılığa katlanamazdı. Ancak annesi ufaklığı öyle tatlılıkla ve sevgiyle idare etti, ona çok yakın olacağını hissettirdi ki çocuk, bir süre sonra gerçek bir ayrılık korkusuyla kahrolmayı bıraktı.
“Evim şatoya yakın Ceddie.” diye tekrarladı konu her açıldığında. “Seninkiyle arasında pek bir mesafe yok, hem her gün gelip beni görebilirsin ve bana anlatacak bir sürü şeyin olur! Birlikte çok mutlu oluruz! Çok güzel bir yer. Baban bana hep bahsederdi. Orayı çok severdi, sen de seveceksin.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.