Полная версия
Küçük Lord Fauntleroy
Bay Hobbs ile uzun ve ciddi bir konuşma yaptılar. Bay Hobbs ilk şoku atlattıktan sonra beklendiği kadar da hiddetli bir tavır göstermedi; durumu kabullenmeye çalıştı ve en sonunda bir sürü soru sordu. Cedric bu soruların bir kısmını cevaplayabildiği için kendi sorularını kendi cevaplamaya başladı ve kontlar, markiler, büyük malları mülkleri hakkında öyle şeyler söyledi ve bunları öyle bir açıkladı ki Bay Havisham duysaydı ağzı açık kalırdı.
Zaten Bay Havisham’ı şaşırtan bir sürü şey vardı. Hayatını İngiltere’de sürdürmüştü, Amerikalılara ve Amerikan âdetlerine alışkın değildi. Yaklaşık kırk yıldır Dorincourt kontunun ailesi ile bağı profesyonelceydi ve tüm büyük mülklerini, büyük servetini ve bunların önemini biliyordu; gelecekte bunların tamamının yöneticisi ve sahibi olacak olan küçük çocukla, müstakbel Dorincourt kontuyla, soğuk duygularla ve iş icabı ilgileniyordu. Yaşlı kontun büyük oğullarıyla ilgili hayal kırıklıklarını, Captain Cedric’in bir Amerikalı ile evlenmesine duyduğu öfkeyi, hâlâ o küçük, narin, dul kızdan nefret ettiğini ve ondan daima iğneli acı sözlerle bahsedeceğini biliyordu. Onun, bir kont çocuğu olduğunu bildiği için ne yapıp edip oğlunu kendisiyle evlenmeye ikna eden basit bir Amerikalı kız olduğu konusunda ısrarcıydı. Yaşlı avukat da buna az çok inanıyordu. Hayatında birçok bencil, paragöz insan görmüştü ve Amerikalıları da gözü hiç tutmamıştı. O basit sokağa girdiğinde ve arabası o basit küçük evin önünde durduğunda gerçekten afallamıştı. Dorincourt Şatosu’nun, Wyndham Kuleleri’nin, Chorlworth’un ve diğer görkemli mülklerin müstakbel sahibinin, köşesinde manav bulunan bir sokakta, böylesine derme çatma bir evde doğup büyüdüğünü düşünmek onu dehşete düşürmüştü. Kim bilir çocuk ve annesi neye benziyorlardır, diye düşünmüştü. Yüzlerini bile göresi yoktu. Uzun yıllar yasal işleriyle ilgilendiği hanedan ile gurur duyuyordu; görgüsüz ve servet düşkünü olarak gördüğü, merhum kocasının ülkesine ve adının itibarına saygısı olmayan bir kadınla ilgileneceği düşüncesi onu rahatsız ediyordu. Onlarınki çok eski ve haşmetli bir addı ve her ne kadar kendisi sadece soğuk, zeki, ciddi ve yaşlı bir avukat olsa da Bay Havisham’ın bu ada sonsuz saygısı vardı.
Mary onu küçük salona aldığında etrafına eleştiren gözlerle bakmıştı. Sade bir şekilde döşenmişti, ama sıcak bir havası vardı; ucuz, basit süsler ve pahalı olmayan, cafcaflı resimler yoktu; duvardaki birkaç dekor zevkle seçilmişti ve odada bir kadının elinden çıkmış olması muhtemel bir sürü güzel şey bulunuyordu.
O kadar da fena değilmiş! dedi kendi kendine. Ama belki de çoğu Captain Cedric’in zevkidir. Fakat Bayan Errol odaya girince bunlara onun da elinin değmiş olabileceğini düşündü. Az konuşan ve katı bir adam olmasaydı muhtemelen onu görünce irkilirdi. İnce bedenini saran sade siyah elbisesinin içinde yedi yaşındaki bir çocuk annesi olmaktan ziyade genç bir kıza benziyordu. Güzel ve mahzun bir yüzü, narin ve masum bakışlı kocaman kahverengi gözleri vardı; o üzgün bakışlar kocasının vefatından beri onu terk etmemişti. Cedric o bakışlara alışmıştı; o bakışların kaybolduğu tek zaman onunla oynadığı veya konuştuğu, büyük adam gibi laflar ettiği, gazeteden veya Bay Hobbs ile yaptığı konuşmalardan seçtiği uzun kelimeleri kullandığı zamanlardı. Uzun kelimelere bayılırdı ve bu kelimeler annesini güldürdüğünde mutlu olurdu; gerçi onun neden güldüğünü bir türlü çözemezdi, çünkü bunlar onun için önemli konulardı. Deneyimleri avukata insanların karakterlerini becerikli bir şekilde incelemeyi öğretmişti ve Cedric’in annesini görür görmez kontun onun görgüsüz, servet düşkünü bir kadın olduğunu düşünmekle hata ettiğini fark etti. Bay Havisham hiç evlenmemişti, âşık dahi olmamıştı, ancak tatlı sesli ve üzgün bakışlı bu sevimli küçük yaratığın Captain Errol ile yalnızca onu tüm kalbiyle sevdiği için evlendiğini ve onun bir kontun oğlu olmasının sağlayacağı menfaatleri aklından bile geçirmediğini hissetti. Onunla hiçbir sorun yaşamayacağını düşündü ve belki de küçük Lord Fauntleroy hanedanın başına dert olmazdı. Captain yakışıklı bir adamdı, genç anne de çok güzeldi, kim bilir belki çocuğun da eli yüzü düzgündü.
Bayan Errol’a neden geldiğini anlattığında kadının rengi soldu.
“Ah!” dedi. “Onu benden koparıp götürecek misiniz? Birbirimizi çok seviyoruz! O benim mutluluk kaynağım! Ondan başka hiç kimsem yok. Daima ona iyi bir anne olmaya çalıştım.” Sonra tatlı, genç sesi titredi ve gözlerinden yaşlar boşandı. “Onun benim için ne demek olduğunu bilemezsiniz!” dedi.
Avukat boğazını temizledi.
“Size söylemeliyim ki…” dedi. “Dorincourt kontu size karşı pek dostane duygular beslemiyor. O yaşlı bir adam ve ön yargıları oldukça kuvvetli. Özellikle Amerika ve Amerikalılardan hiç hazzetmez ve oğlunun evliliği onu iyice çileden çıkardı. Böyle nahoş bir haberleşmede aracı olduğum için üzgünüm, ancak sizi katiyen görmek istemiyor. Lord Fauntleroy’un kendi kontrolü altında eğitim almasını ve kendisiyle yaşamasını planlıyor. Kontun yeri Dorincourt Şatosu, vaktinin çoğunu orada geçirir. İltihabik gut hastası ve Londra’dan pek hazzetmez. Kont size gayet hoş bir yerde olan ve şatonun da uzağında bulunmayan Saltanat Köşkü’nü sunuyor. Aynı zamanda da münasip bir gelir. Lord Fauntleroy sizi ziyaret edebilecek; bir tek kural var, siz onu ziyaret etmeyecek ve koru kapısını geçmeyeceksiniz. Gördüğünüz üzere aslında oğlunuzdan ayrılmıyorsunuz, sizi temin ederim hanımefendi, kurallar o kadar da sert değil. Eminim siz de takdir edersiniz ki Lord Fauntleroy müthiş bir çevreye ve eğitime sahip olacak.”
Avukat, birçok kadının yapacağı gibi ağlayıp olay çıkaracak diye biraz huzursuzlandı. Kadınları ağlarken görmek onu utandırır ve rahatsız ederdi.
Ama öyle olmadı. Pencereye yürüdü, bir süre yüzü dönük bir şekilde durdu, kendini toparlamaya çalıştı.
“Captain Errol, Dorincourt’u çok severdi.” dedi sonunda. “İngiltere’yi ve İngiltere ile ilgili her şeyi severdi. Evinden uzaklaştırılmış olmak onu daima üzerdi. Yurduyla ve adıyla gurur duyardı. Eminim o da oğlunun o eski güzelim yerleri öğrenmesini, gelecekteki konumu için en uygun şekilde yetiştirilmesini isterdi.”
Sonra masaya doğru geldi ve Bay Havisham’a kibarca bakarak durdu.
“Eşim böyle olsun isterdi.” dedi. “Küçük oğlum için en iyisi bu olacaktır. Biliyorum, hatta eminim kont ona benden nefret etmeyi öğretecek kadar kalpsiz değildir ve biliyorum ki -bunu denese bile-küçük oğlum da babası gibi güçlüdür. Onun sıcak, vefalı bir doğası ve kocaman bir kalbi var. Beni görmese de sevmeye devam eder ve birbirimizi görmeye devam ettiğimiz sürece çok acı çekmem.”
Bencillik etmiyor, diye düşündü avukat. Kendinden hiç bahsetmiyor.
“Hanımefendi!” dedi yüksek sesle. “Oğlunuzu düşünmenize saygı duyuyorum. Büyüdüğünde size teşekkür edecektir. Sizi temin ederim ki Lord Fauntleroy’a çok iyi bakılacak ve onun mutlu olması için tüm imkânlar sağlanacaktır. Dorincourt kontu onun rahatı ve iyiliği için en az sizin kadar duyarlı olacaktır.”
“Umarım…” dedi şefkatli küçük anne oldukça üzgün bir sesle, “büyükbabası, Ceddie’yi sever. Ufaklığın çok sevecen bir doğası var ve sevgiyle büyüdü.”
Bay Havisham yeniden boğazını temizledi. Yaşlı, gut hastası ve barut gibi olan kontun birini çok da sevebileceğini hayal edemiyordu; fakat vârisi olacak çocuğa, asabi tarzıyla, nazik davranmanın kendi yararına olacağını biliyordu. Ceddie de adına layık olursa büyükbabasının onunla gurur duyacağından emindi.
“Eminim, Lord Fauntleroy rahat edecektir.” diye cevapladı. “Kont da onun mutluluğu için sizin onu sık sık görebileceğiniz kadar yakında olmanızı arzuluyor.”
Kontun pek de kibar ve candan olmayan kelimelerini tam olarak kullanmanın uygunsuz olacağını düşündü.
Bay Havisham asil efendisinin teklifini daha ılımlı ve daha nazik bir dille ifade etmeyi tercih etti.
Bayan Errol’ın küçük oğlunu bulup ona getirmesini istediği Mary onun nerede olduğunu söylediğinde Bay Havisham ufak bir şaşkınlık daha geçirdi.
“Onu elimle koymuş gibi bulurum hanımefendi.” dedi Mary. “Şu anda Bay Hobbs’ın yanındadır, tezgâhın yanındaki yüksek tabureye oturmuş, muhtemelen siyasetten bahsediyorlardır veya sabunların, mumların, patateslerin falan arasında tüm tatlılığıyla keyfine bakıyordur.”
“Bay Hobbs onu küçüklüğünden beri tanır.” dedi Bayan Errol avukata. “Ceddie’ye karşı çok kibardır ve aralarında sağlam bir dostluk var.”
Bay Havisham yanından geçerken dükkâna şöyle bir baktığında gördüklerini hatırladı -patates ve elma çuvallarını, tüm o ıvır zıvırları-ve endişeleri yeniden canlandı. İngiltere’de, beyefendilerin çocukları manavlarla ahbaplık yapmazdı. Çocuğun kötü huyları varsa ve ayaktakımını sevmeye eğilimliyse durum biraz zor olacaktı. Kontun hayatı boyunca yaşadığı en büyük utanç iki büyük oğlunun, ayaktakımına düşkünlüğüydü. Acaba, diye düşündü, bu çocuk da babasının iyi özellikleri yerine amcalarının kötü özelliklerini mi taşıyor?
Bayan Errol’la konuşurken bir yandan da sıkıntılı bir şekilde bunları düşünüyordu, derken çocuk odaya girdi. Kapı açıldığında Cedric’e bakmadan önce bir an tereddüt etti. Belki de onu tanıyan birçok insan, annesinin kollarına koşan çocuğa bakarken Bay Havisham’ın içinden geçen meraklı duyguları bilseler, bunu garipseyebilirlerdi. Avukat, çok şaşırtıcı bir duygu değişimi yaşadı. Hemen o anda onun, hayatında gördüğü en güzel ve en yakışıklı çocuk olduğunu düşündü.
Güzelliği sıra dışıydı. Güçlü, esnek, zarif, küçük bir gövdesi ve erkeksi, ufak bir yüzü vardı; çocuksu başı dikti ve cesur bir edayla yürüyordu; babasına şaşılacak derecede benziyordu; onun altın saçlarını ve annesinin kahverengi gözlerini almıştı, fakat o gözlerde üzüntü veya çekingenlik yoktu. Masumane bir şekilde korkusuz gözlerdi bunlar; hayatında hiç korkmamış veya hiçbir şeyden şüphelenmemiş gibi bakıyorlardı.
Hayatımda gördüğüm en iyi yetiştirilmiş ve en yakışıklı çocuk! diye düşündü Bay Havisham. Sesli olaraksa yalnızca, “Demek küçük Lord Fauntleroy bu.” dedi.
Sonrasında, Lord Fauntleroy’u izledikçe daha da şaşırdı. Çocuklar hakkında fazla bir bilgisi yoktu, gerçi İngiltere’de bir sürü çocuk görmüştü; güzel, yakışıklı, al yanaklı kız ve erkek çocuklar, özel öğretmenleri ve mürebbiyeleri tarafından bakılan, kimi zaman sessiz kimi zaman biraz gürültücü olan, ama asla resmî, katı ve yaşlı bir avukat için ilginç olmayan çocuklardı bunlar. Belki de Lord Fauntleroy’un servetine olan şahsi ilgisi Ceddie’ye diğer çocuklardan daha fazla dikkat etmesine sebep olmuştu; ancak ne olursa olsun onun kesinlikle dikkatini daha fazla çektiğini fark etti.
Cedric gözlemlendiğinin farkında değildi ve nasılsa öyle davranıyordu. Tanıştırıldıklarında Bay Havisham ile dostane bir şekilde tokalaştı ve sorularına Bay Hobbs’ınkilere olduğu gibi tereddütsüz bir çabuklukla cevap verdi. Ne sessiz ne de cüretkârdı, Bay Havisham annesiyle konuşurken onun bir yetişkinmiş gibi ikisinin sohbetini ilgiyle dinlediğini fark etti.
“Ufaklık son derece olgun görünüyor.” dedi Bay Havisham anneye.
“Sanırım bazı konularda öyle.” diye cevapladı Bayan Errol. “Çok çabuk öğrenir, yetişkinlerle çok yaşadı. Kitaplardan okuduğu veya başkalarından duyduğu uzun kelimeleri ve ifadeleri kullanmak gibi küçük komik bir huyu vardır, ama çocukça oyunlara da bayılır. Bence oldukça akıllı, ama bazen de son derece çocuksu, ufak bir oğlan çocuğu.”
Bay Havisham onunla tekrar karşılaştığında bu son şeyin doğru olduğunu gördü. Arabası köşeyi dönünce bir grup heyecanlı küçük erkek çocuğu gördü. İkisi yarışmak üzereydi ve onlardan biri onun genç lorduydu, arkadaşları gibi patırtı yapıyordu. Diğer çocukla yan yanaydılar, kırmızı bir bacak adım attı.
“Bir, yerini al!” diye bağırdı başlatıcı. “İki, hazır ol. Üç, başla!”
Bay Havisham kendini arabasının penceresinden merakla sarkmış hâlde buldu. İşaret verildiğinde lordunun asil, küçük kırmızı bacaklarının pantolonunun arkasında yeri yırtarcasına uçtuğunu görünce daha önce böyle bir şey gördüğünü hatırlamadığını fark etti. Küçük ellerini yumruk yapmış ve yüzünü rüzgâra vermişti; parlak saçları geriye doğru dalgalanıyordu.
Çocuklar, “Haydi, Ced Errol!” diye heyecanla dans ederek avaz avaz bağırıyorlardı. “Haydi, Billy Williams! Haydi, Ceddie! Haydi, Billy! Haydi! Bastır! Bastır!”
“Eminim o kazanacak.” dedi Bay Havisham. Kırmızı bacakların uçuşu ve bir aşağı bir yukarı hareketleri, çocukların bağrışması, kahverengi bacakları hiç de küçümsenmeyecek Billy Williams’ın çabası ve kırmızı bacakları yakından takip etmesi onu heyecanlandırmıştı. “Gerçekten, gerçekten onun kazanmasını istiyorum!” dedi özür diler gibi bir sesle. O anda, dans edip, hoplayıp zıplayan çocuklardan çığlıklar yükseldi. Son bir gayretli sıçrayışla müstakbel Dorincourt kontu blokun sonundaki lamba direğine nefes nefese kalan Billy Williams’tan sadece iki saniye önce ulaşıp dokunmuştu.
“Ceddie Errol için üç kere!” diye bağırdı çocuklar. “Oley Ceddie Errol!”
Bay Havisham başını arabasının penceresinden içeri soktu ve yavan bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.
“Aferin, Lord Fauntleroy!” dedi.
Arabası Bayan Errol’ın kapısının önünde dururken, kazanan ve kaybeden bağırıp çağıran kalabalıkla oraya doğru geliyordu. Cedric, Billy Williams ile yürüyerek sohbet ediyordu. Sevinçli küçük yüzü kıpkırmızı olmuştu, lüleleri terli alnına yapışmıştı, elleri cebindeydi.
“Görüyorsun ya…” diyordu, belli ki başarısız rakibine mağlubiyeti makul göstermeye çalışarak, “bence bacaklarım seninkilerden biraz daha uzun olduğu için kazandım. Bence sebebi bu. Görüyorsun ya, senden üç gün daha büyüğüm, bu da bana avantaj sağlıyor. Üç gün daha büyüğüm.”
Duruma bu açıdan bakmak Billy Williams’ın moralini yerine getirdi ve çocuk dünyaya yeniden gülümsemeye, sanki yarışı kendi kazanmış gibi yeniden kasılarak yürümeye başladı. Ceddie Errol insanların içini bir şekilde rahatlatmanın bir yolunu buluyordu. Zaferin ilk coşkusunda bile kaybeden kişinin kendini pek iyi hissetmeyeceğini ve farklı şartlar altında kendisinin de kazanan olabileceği ihtimalini düşünmek istediğini hatırlardı.
O sabah Bay Havisham galiple uzun bir sohbete daldı; bu sohbet onun yavan gülümsemesiyle sırıtmasına ve kemikli elleriyle çenesini defalarda ovmasına sebep oldu.
Bayan Errol dışarıdan çağırılınca avukat ve Cedric baş başa kaldılar. Başlarda Bay Havisham küçük dostuna ne diyeceğini bilemedi. Belki de büyükbabasıyla tanışmadan ve yakında yaşayacağı büyük değişiklikten önce onu hazırlayacak bir şeyler söylemek iyi olur diye düşündü. Cedric, İngiltere’ye adım attığında nelerle karşılaşacağını veya kendisini nasıl bir evin beklediğini bilmiyordu. Henüz annesinin onunla aynı evde yaşamayacağını dahi bilmiyordu. Ona söylemeden önce ilk şoku atlatmasının en iyisi olduğunu düşünmüşlerdi.
Bay Havisham açık pencerenin bir tarafında koltukta oturuyordu, diğer taraftaysa Cedric daha büyük bir koltukta oturmuş Bay Havisham’a bakıyordu. Büyük koltuğa gömülmüş, kıvırcık kafası arka yastığa dayanmış, bacak bacak üstüne atmış ve elleri ceplerine gömülmüş, bir nevi Bay Hobbs gibi oturuyordu. Annesi odadayken Bay Havisham’ı gözünü kırpmadan izliyordu; o odadan çıktıktan sonra da saygılı bir düşüncelilikle bakmaya devam etti. Bayan Errol çıktıktan sonra kısa bir sessizlik oldu; Cedric, Bay Havisham’ı inceliyor gibiydi ve Bay Havisham da şüphesiz Cedric’i inceliyordu. Galip ve sırtını koltuğa dayadığında aşağı sarkacak kadar uzun olmayan bacaklarına kısa pantolon ve kırmızı çorap giyen küçük bir çocuğa bir yetişkinin ne demesi gerektiğini bulmaya çalışıyordu.
Fakat Cedric birden sohbeti başlatarak onu rahatlattı.
“Biliyor musunuz?..” dedi. “Kont ne demek bilmiyorum.”
“Bilmiyor musunuz?” dedi Bay Havisham.
“Hayır.” diye cevap verdi Ceddie. “Bence bir çocuk günün birinde kont olacaksa ne anlama geldiğini bilmeli. Sizce?”
“Şey, evet.” diye cevapladı Bay Havisham.
“Acaba…” dedi Ceddie saygılı bir ifadeyle. “Acaba bana açıklatabilir misiniz? (Bazen uzun kelimeler kullandığında yanlış telaffuz ederdi.) Kim onu kont yapar?”
“Öncelikle, kral veya kraliçe.” dedi Bay Havisham. “Genel olarak, kişi hükümdara bazı hizmetlerde bulunduğu veya büyük işler yaptığı için kont ilan edilir.”
“Ah!” dedi Cedric. “Başkan gibi.”
“Öyle mi?” dedi Bay Havisham. “Başkanlarınız bu yüzden mi seçiliyorlar?”
“Evet.” diye cevapladı Ceddie neşeyle. “Bir adam çok iyiyse ve her şeyi biliyorsa başkan seçilir. Fener alayı ve bandoları olur, herkes konuşma yapar. Belki başkan olurum diye düşünmüştüm ama kont olmak aklıma hiç gelmemişti. Kontlardan haberim yoktu bile.” dedi aceleyle, Bay Havisham kont olmak istemediğini zannedip gücenmesin diye. “Eğer haberim olsaydı eminim kont olmayı düşünürdüm.”
“Başkanlıktan bayağı farklıdır.” dedi Bay Havisham.
“Öyle mi?” diye sordu Cedric. “Nasıl? Fener alayı olmaz mı?”
Bay Havisham bacak bacak üstüne attı ve parmaklarının ucunu dikkatle birleştirdi. Belki de bazı konuları netleştirmenin vakti geldi, diye düşündü.
“Kont çok önemli bir şahsiyettir.” diye başladı.
“Başkan da öyle!” dedi Ceddie. “Fener alayı sekiz kilometre uzunluğundadır, havai fişek atarlar ve bando çalar! Bay Hobbs beni onları izlemeye götürdü.”
“Kont…” diye devam etti Bay Havisham, nasıl söyleyeceğinden emin olmadan, “genelde çok eski bir zürriyetten gelir.”
“O ne demek?” diye sordu Ceddie.
“Çok eski, son derece eski bir aile demek.”
“Ah!” dedi Cedric ellerini ceplerine iyice sokarak. “Parkın yanındaki elmacı kadın gibi. Kesin o da eski bir züriyetten. O kadar yaşlı ki nasıl ayağa kalktığına şaşarsınız. Herhâlde yüz yaşında falan vardır ama yağmur yağsa bile dışarıdadır. Ona çok üzülüyorum, diğer çocuklar da öyle. Billy Williams’ın bir keresinde neredeyse bir doları vardı ve ondan hepsini bitirene kadar her gün beş sentlik elma almasını istemiştim. Bu yirmi gün yapıyordu ve bir hafta sonra elmalardan sıkıldı; ama sonra -tesadüfe bakın ki- bir beyefendi bana elli sent verdi ve onun yerine ben elma almaya başladım. O kadar fakir ve eski züriyetten biri için insanın için acıyor. Kemiklerinin gittiğini ve yağmurun daha da beter yaptığını söyler.”
Bay Havisham dostunun masum, ciddi ve küçük suratına bakınca kendini çaresiz hissetti.
“Korkarım beni tam olarak anlamadınız.” diye açıkladı. “Eski zürriyet derken yaşlı demek istemedim; demek istediğim, bir ailenin adı o kadar uzun bir süredir dünyaca tanınıyordur ki, belki de yüzlerce yıldır o soyadı taşıyan insanlar vardır ve ülkenin tarihinde adları geçiyordur.”
“George Washington gibi.” dedi Ceddie. “Doğduğumdan beri adını duyuyorum ve daha öncesinden beri tanınıyor. Bay Hobbs onun asla unutulmayacağını söylüyor. Biliyorsunuz, Özgürlük Bildirgesi ve Dört Temmuz yüzünden. Gördüğünüz gibi, o çok cesur bir adammış.”
“İlk Dorincourt kontu…” dedi Bay Havisham ağırbaşlılıkla, “dört yüz yıl önce kont ilan edildi.”
“Vay canına!” dedi Ceddie. “Amma da uzun zaman önceymiş! Canımın içine söylediniz mi bunu? Çok ilgisini çekecektir. Gelince anlatalım. İlginç şeyleri duymaya bayılır. Bir kont, kont ilan edilmekten başka ne yapar?”
“Çoğu, İngiltere’nin yönetilmesine yardımcı olmuştur. Kimisi yiğitti ve eski zamanlardaki büyük savaşlarda çarpıştılar.”
“Ben de böyle bir şey yapmak isterim.” dedi Cedric. “Babam askermiş ve çok yiğitmiş, George Washington kadar yiğitmiş. Belki de yiğit olmasının sebebi kont olabilecek olmasıydı. Kontların yiğit olmasına sevindim. Bu büyük avataj, yiğit adam olmak. Eskiden bazı şeylerden korkardım, karanlıktan falan, anlarsınız ya, ama Devrim’deki askerleri ve George Washington’ı düşününce bana iyi gelirdi.”
“Kont olmanın başka bir avantajı daha var.” dedi Bay Havisham yavaşça ve zeki gözlerini meraklı bir ifadeyle küçük çocuğa sabitledi. “Bazı kontların çok parası vardır.”
Küçük dostunun paranın gücünü bilip bilmediğini merak ediyordu.
“Ne güzel.” dedi Ceddie masumane. “Keşke benim de çok param olsa.”
“Öyle mi?” dedi Bay Havisham. “Peki neden?”
“Şey…” diye açıkladı Cedric, “bir insan parayla bir sürü şey yapabilir. Mesela elmacı kadın… Çok zengin olsaydım tezgâhını koyması için küçük bir çadır alırdım, küçük bir ocak da alırdım ve her yağmur yağdığında ona bir dolar verirdim, böylece evinde kalabilirdi. Sonra, ah! Ona bir şal verirdim. Böylece kemikleri o kadar kötü olmazdı. Onun kemikleri bizimkiler gibi değil; hareket ettiğinde canı yanıyor. Kemiklerinizin ağrıması çok fenadır. Ona bunları yapacak kadar zengin olsaydım, kemikleri iyileşirdi.”
“Öhöm! Peki, zengin olsaydınız başka neler yapardınız?”
“Ah! Bir sürü şey yapardım. Elbette canımın içine bir sürü güzel şey alırdım; iğnelik, yelpazeler, altın yüksük ve yüzükler, bir ansiklopedi, bir araba, böylece tramvayı beklemek zorunda kalmazdı. Pembe elbise sevseydi alırdım ama o en çok siyah sever. Fakat onu büyük mağazalara götürüp istediğini seçmesini söylerdim. Sonra da Dick…”
“Dick kim?” diye sordu Bay Havisham.
“Dick ayakkabı boyacısı.” dedi genç lord, ilginç planları onu gittikçe daha çok heyecanlandırıyordu. “Görüp göreceğiniz en iyi ayakkabı boyacısıdır. Çarşıdaki bir sokağın köşesinde durur. Onu yıllardır tanırım. Bir keresinde ben küçükken, canımın içiyle yürüyordum, bana zıplayan çok güzel bir top almıştı, onu taşırken arabaların ve atların olduğu sokağın ortasına doğru zıpladı, çok üzülmüştüm ve ağlamaya başladım, çok küçüktüm. İskoç eteği giyiyordum. Dick de bir adamın ayakkabılarını boyuyordu ve ‘Merhaba!’ deyip atların arasına koştu, topu benim için yakaladı, ceketiyle sildi ve topu bana verip, ‘Sorun yok delikanlı.’ dedi. Canımın içi ona hayran oldu, ben de öyle, o zamandan beri ne zaman çarşıya insek onunla konuşuruz. ‘Merhaba!’ der ve ben de ‘Merhaba!’ derim, sonra biraz yürürüz ve bana işlerinden bahseder. İşleri son zamanlarda pek iyi gitmiyor.”
“Onun için ne yapmak isterdiniz?” diye sordu avukat, çenesini ovuşturup garip bir şekilde gülümseyerek.
“Şey.” dedi Lord Fauntleroy, koltukta bir iş adamı havasıyla oturarak. “Jake’in hissesini satın alırdım.”
“Jake de kim?” diye sordu Bay Havisham.
“Dick’in ortağı ve bir insanın sahip olabileceği en kötü ortak! Dick böyle söylüyor. Hiçbir işe yaramıyor ve dürüst değil. Hile hurda yapıyor ve bu, Dick’i çileden çıkarıyor. Bir insan ayakkabıları elinden geldiğince iyi boyamaya çalışırken ve daima dürüst olurken ortağı dürüst olmazsa sinir olur. İnsanlar Dick’i sever ama Jake’i sevmezler, bu yüzden ikinci defa uğramazlar. Bunun için, zengin olsaydım Jake’in hissesini satın alır ve Dick’e ‘patron’ tabelası yaptırırdım; ‘patron’ tabelasının çok etkili olduğunu söyler; sonra ona yeni kıyafetler ve yeni fırçalar alırdım ve ona adil bir başlangıç sağlardım. Hep adil bir başlangıç istediğini söyler.”
Küçük lordun, içtenlikle arkadaşı Dick’ten alıntı yaparak anlattığı küçük hikâyeden daha saf ve daha masum bir şey olamazdı. Bu konunun kendisi kadar, büyük dostunun da ilgisini çektiğinden en ufak bir şüphesi yoktu. Gerçekten Bay Havisham’ın da ilgisini çekmeye başlamıştı; fakat Dick ve elmacı kadından ziyade, kıvırcık sarı saçlarının altındaki kafası dostları için iyi niyetli planlarla meşgul olurken kendini tamamen unutan onun kibar küçük lordu ilgisini çekmişti.
“Peki, kendiniz için…” diye başladı. “Zengin olsaydınız kendiniz için ne yapardınız?”
“Bir sürü şey!” diye cevap verdi Lord Fauntleroy anında. “Ama ilk önce Mary’ye Bridget için biraz para veririm. Bridget onun on iki çocuğu ve işsiz bir kocası olan kız kardeşi. Buraya gelip ağlar, canımın içi ona sepetin içinde bir şeyler verir, o yine ağlar ve şöyle der: ‘Tanrı sizden razı olsun güzel hanım.’ Sanırım Bay Hobbs’a benden hatıra olsun diye altın bir saat ve zincir ve lüle taşı bir pipo alırdım. Sonra da bir topluluk kurardım.”
“Topluluk!” diye haykırdı Bay Havisham.
“Cumhuriyetçi mitingi gibi.” diye açıkladı Cedric heyecanlanarak. “Meşaleler, üniformalar, kendim ve çocuklar için eşyalar alırdım. Birlikte yürür ve talim yapardık. Zengin olsam kendim için bunu isterdim.”
Kapı açıldı ve Bayan Errol içeri girdi.
“Sizi bu kadar süre yalnız bıraktığım için özür dilerim.” dedi Bay Havisham’a. “Fakat başı dertte zavallı bir kadıncağız beni görmeye gelmiş.”
“Bu genç beyefendi…” dedi Bay Havisham, “bana arkadaşlarından ve zengin olsaydı onlar için neler yapacağından bahsediyordu.”
“Bridget arkadaşlarından biridir.” dedi Bayan Errol. “Mutfakta onunla konuşuyordum. Eşinde ateşli romatizma olduğundan zor zamanlar geçiriyorlar.”
Cedric büyük koltuğundan aşağı kaydı.
“Gidip ona bir baksam iyi olacak.” dedi. “Kocasının durumunu sorarım. Sağlığı yerindeyken iyi bir adamdır. Bana tahtadan bir kılıç yaptığı için ona minnettarım. Çok yetenekli bir adam.”
Odadan çıkınca Bay Havisham koltuğundan kalktı. Bir şeyler söylemek ister gibi bir hâli vardı.