
Полная версия
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim
Bu hadiseden bir müddet sonra Hz. Peygamber vefat edince, sahabeler cenazenin defni hususunun yanı sıra onun halefi konusunda da istişarelerde bulundular, birbiriyle ihtilaflı çeşitli görüşler belirdi. “Emir’ul-Müminin kimden olacak?” sorunu ortaya çıkınca, insanların bir bölümü Hz. Ali’nin bu iş için zaten işaret edildiğini savundu. Medine’deki yerli Müslümanlar ise Ensar’dan olması gerektiği üzerinde durdu ve bu amaçla Sa’d b. Ubade’nin ismini ortaya attı. Bir başka grup halifenin Kureyş’ten birisi olması gerekliliğini müdafaa etti.
O an hayattaki en yakın akrabası olması hasebiyle Hz. Peygamber’in teçhiz ve tedfin işi Hz. Ali’nin üzerine kaldı. İki binden fazla sahabe o ortama gelerek serbestçe fikirlerini söylediler. En sonunda, Hz. Ebubekir’in akli ve mantıki konuşması (“Kim Allah’a inanıyorsa bilmelidir ki Allah ölmez ve ebedîdir; her kim Muhammed’e inanıyorsa bilmelidir ki o da her beşer gibi ölümlüdür; onun ölümünün ardından da ümmeti idare edecek bir yöneticiye ihtiyaç var.” mealindeki sözleri) kalabalık üzerinde etkili oldu, başta Hz. Ömer olmak üzere pek çok sahabe Hz. Ebubekir’e biat ederek onun halife olmasına razı oldular.
Şii iddialarına göre, başlarında Ebu Süfyan olmak üzere bazı kimseler Hz. Ali’ye müracaat ederek, onu bir an önce Beni Saide’ye gitmeye ve halifelik üzerindeki kendi hakkını savunması konusunda ısrar ederek, harekete geçmeye çağırdılar. Ama ben şahsen bu haberin sahih ve makul olmadığını zira Ebu Süfyan ve yanındakilerin zaten Ali’ye düşmanlık içinde bulunduklarını, bu haberin uydurma olduğunu düşünüyorum.
Hz. Ali’nin ne Hz. Ebubekir’in ne de Hz. Ömer’in halifeliğine hiçbir itirazı olmadı, hatta onlara müşavirlik bile yaptı; ancak Hz. Osman’ın halife seçilmesine itiraz etti (Ümeyyeoğullarına yakın olmasından dolayı ve kabileler arası rekabetin de etkisiyle). Hz. Ömer’in tavsiyesiyle, yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir komisyon toplandı; oylamada eşitlik olması ihtimaline karşı kendi oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek ama oy kullanmak kaydıyla bu komisyona yedinci üye olarak tayin etti. Ümeyyeoğulları bu komisyonda Hz. Ali’nin halife seçileceğinden endişe ederek sürece müdahil olmak istedi; sürecin sonunda yeni halife olarak Hz. Osman seçildi. Hz. Osman’ın bazı uygunsuz işlerini (akraba kayırmacılığı vs.) dile getirenler kendisini sertçe eleştiriyordu, bu yüzden farklı vilayetlerde isyanlar baş gösterdi; en şiddetli isyanlar Mısır ve Basra’daydı. İsyanların en yoğun zamanında bir grup evini basarak onu şehit etti. Bunun üzerine, seçim komisyonundan Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın teklifiyle, Hz. Ali o zor dönemde halifeliği kabul etti. Ali’nin düşmanları, bir yanda İfk Hadisesi’nden dolayı Hz. Ayşe, diğer yanda eskiden beri kendisine düşmanlık güden Ümeyyeoğulları’ydı. Hz. Ali’nin de süreç içinde bazı yanlışları vardı. Herkes bir tarafından çekiştirerek karşısına çıktı, Ali de kendi askerleriyle birlikte Şam’daki Muaviye’ye ve Basra’ya giden Ayşe’ye karşı asker çıkardı. Sadece Cemel Vakası’nda 12 bin sahabe hayatını kaybetti.
O dönemde İslam dünyasında farklı düşünceler ortaya çıktı: Bir grup eskiden beri Mekke’nin reisliği geleneğini öne sürerek hak iddia etti (Ümeyyeoğulları); diğer grup liderinin Peygamber’in en yakını ve damadı olması gerektiğini öne sürdü (Hz. Ali).
Bazı kaynaklar, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Hz. Ali’nin kah isyancıları kışkırtarak ve haklı bularak kah bastırıp yatıştırabileceği yerlerde inisiyatif kullanmayarak; doğrudan katl suçlusu olarak mesul tutulamayacaksa da hepten de masum olmadığını kaydederler. Muaviye’nin, Ali’nin halifeliğine itaat etmemesinin de altında onun bu ikircikli tutumu yatar. Muaviye, Ali’den, önce halifeyi öldürenleri cezalandırmasını istedi, bunun ardından kendisine itaat edeceğini söyledi. Osman’ın eşi Naile, katliamın ardından Şam’a Muaviye’nin yanına sığınınca, durumu bütün tafsilatıyla Muaviye’ye anlatmıştı; Muaviye’nin Ali karşıtı tutumunun şekillenmesinde Naile’nin bu görgü şahitliğinin çok önemli rolü vardır. Ben de bir tarihçi olarak bu görüşü benimsiyorum.
Ali halife olunca, yaptığı ilk işlerden biri Muaviye’yi azletmek oldu. Hatta Ali bu davranışına karşı uyarıldı, bu kararının Muaviye’nin itaatsizliğine ve nihayetinde isyanına yol açabileceği kendisine hatırlatıldı. Ancak Ali bu nasihate uymadı, nitekim Muaviye de azledilmeye çalışılınca bu emre itaat etmedi ve isyan bayrağını açmış oldu. İkinci olarak Osman’ın katline bizzat fiilen katılan Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed de Ali tarafından Mısır’a vali tayin edildi; bu da onun en büyük hatalarından biridir.
3.
Amr b. As (583 – 664)
Amr, çok sonradan Müslüman olmuş bir adamdır, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in etrafa gönderdiği askerî seriyyelerin komutanı olarak görevler aldı, özellikle çöl bölgesi Araplarının üzerine gönderilen bir kumandandı.
Menkıbe nev’inden kaynaklarda zikredilir; bir defasında Doğu’daki Arap aşiretlerinin üzerine Amr gönderilirken onun maiyetinde geçmişi zengin ve tecrübeli sahabeler de vardı, bunlar o bölgelere vardıkları zaman bir gece Amr kendi askerlerine soğuk bir havada ateş yakmayı yasakladı, bir süre sonra kimsenin abdest de almamasını ve teyemmümle namaz kılınmasını emretti. Tecrübeli sahabeler bundan rahatsızlık duymakla birlikte, komutanın emri olduğu için hepsi ona uydular. Medine’ye dönülünce Amr bu davranışları nedeniyle, o tecrübeli sahabeler tarafından Peygamber’e şikâyet edildi. Huzura çağrılan Amr’a Peygamber tarafından bu durum soruldu: Amr da düşman tarafından sayılarının tespit edilmemesi için ateş yaktırmadığını, ayrıca havanın çok soğuk olduğu bir günde hasta olunmaması için teyemmümle namaz kılınmasını emrettiğini söyledi. Hz. Peygamber de Amr’ın bu cevabını beğendi ve takdir etti.
Amr, bilahare Yermuk Savaşı’na katıldı.Bu savaş Muaviye’nin parladığı savaştır, zira İslam Ordusunun genel komutanı Muaviye’nin ağabeyi Yezid’dir. Yezid şehit düşüp de askerlerde dağılma emareleri görülünce, Muaviye öne çıkıp ağabeyinin sancağını alıp askerleri etrafında topladı, son bir kez Bizans ordusuna hücum edildi. Bu savaşta İslam ordusu 30 bin, Bizans ordusu ise 90 bin kişi civarındaydı. Müslümanlar Muaviye’nin kahramanlığıyla savaşı kazandı, Bizanslılar Suriye içine kaçtılar. Hadise, Medine’de duyulunca, Halife Hz. Ömer Muaviye’yi Suriye Valisi tayin etti. İşte Muaviye’nin tarih sahnesinde yıldızının parladığı an bu andır.
Bu sıralarda Amr b. As da bu cephedeydi ve Filistin’e gönderilmişti. Amr askerleriyle Filistin’i fethetti. Filistin Fatihi’dir. Amr, Filistin’i alınca, Mısır’ı da fethetmek için Hz. Ömer’den müsaade istedi, ama Ömer ona bu izni vermedi, hatta sıkı tembihle Mısır topraklarına adım atmamasını söyledi. Ancak Amr Mısır’a girmek için büyük iştiyak içindeydi. Bilahare Ömer’i de ikna ederek, sınırlı bir kuvvetle Mısır’a girmek için icazet aldı. Fakat bu emre uymayarak büyük bir kuvvetle Mısır’a girdi, Ömer bu sefer ona Ariş’ten öteye gitmemesini emretti. Amr, Ömer’e mektup yazarak Ariş’e geldiğini, Ariş’i de fethettiğini, Mısır’ı istila etmek için ikinci kez izin istediğini bildirdi. Amr bunun üzerine 12 bin kişilik bir ordu oluşturarak Mısır topraklarına girdi. Bu sırada Mısır, Bizans’a bağlı genel valilerce (Mukavkıs) yönetilmekteydi.
Amr b. As, Ömer’le bu yazışmasından sonra 12 bin kişilik ordusuyla yola devam etti ve karşısına çıkan Mısır kuvvetlerini darmadağın etti. Şiddetli bir adam olduğu için de Mısır’da büyük korku saldı. Böylece koca bir Mısır ülkesi Müslümanların eline geçmiş oldu. Bu olay, Amr’ın büyük bir kahraman olarak ünlenip tanınmasına vesile oldu.
Bu dönemde Müslümanlar arasında siyasi ve askerî dehalarıyla meşhur olan dört kişi (Duhât-ulerbaat’il Arab) vardır:
i) Filistin ve Mısır Fatihi Amr b. As
ii) İran ve Suriye’de büyük başarılar kazanmış Halid b. Velid
iii) Suriye’nin fethinde ve Bizans’la mücadelede başarı kazanmış, Bizans’ın müesseselerini İslam’ın hizmetine sokan Muaviye b. Ebu Süfyan
iv) İranlılarla münasebetlerde başarılı bir diplomat olarak sivrilen Muğire b. Şube
Amr, Mısır’ı aldıktan sonra Nil Vadisi’nde kendisine karargâh kurarak bütün Mısır’ı ve civarını fethetmeye koyuldu. Bu sırada, Mısır’da bulunan ve Hristiyan olmayan zümrelerle (örneğin yerli Yahudiler) ittifaklar kurarak, onları İslam’a kazandırdı ve istihbarat işlerinde kullandı. Ayrıca Bizans idaresinden memnuniyetsiz olan Mısır Kıptîlerini de kendi yanına çekerek ittifak kurdu. Bu dönemde ayrı bir vilayet olan, Akdeniz kıyısındaki tarihî yerleşim yeri İskenderiye’de de Bizanslılar yoğunlaşmışlardı. Amr, Ömer’den icazet alarak bu sefer İskenderiye’yi muhasara altına aldı. İskenderiye deniz yoluyla Bizans’tan sürekli yardım almaktaydı. Ancak Amr, Mısır’ın yerli insan kaynağını kullanarak, Bizanslıların İskenderiye’deki etkinliğini kırmayı hedefledi. Amr’ın şedit kişiliği Bizans askerleri arasında da yayıldı, devrin kaynakları Bizans askerlerinin onunla henüz karşılaşmadan kendisinden korktuklarını söyler.
Amr’ın fethettiği yerlerden birisi de Akdeniz’in en güney ucunda, bugün Gazze civarında olan Kayseriyye’dir. Buranın komutanı, aynı zamanda İmparator Heraklius’un oğluydu, bu komutan Mısır Mukavkısı’nın da damadıydı. Amr, Kayseriyye Kalesi’ni çok şiddetli şekilde muhasara etti ve kalenin dışarıyla irtibatını tamamen kesti, deniz yoluyla yardım almalarını engelledi. Kayseriyye Kalesi bu kuşatmaya daha fazla dayanamadı ve Amr’la anlaşma yapılarak kale boşaltıldı.
Bu denli kahramanlıklar gösteren Amr, Hz. Osman’ın iktidara gelmesiyle hemen görevinden alındı, merkeze çağrıldı, Hz. Osman’ın en büyük siyasi hatalarından biri de bu görevden almaydı. Nitekim Osman’a isyan eden askerlerin büyük çoğunluğu Mısırlıydı ve bunlar halifeden Amr’ın Mısır’a yeniden vali yapılmasını istediler. Hâlbuki, Osman Mısır’a kendi yakın akrabası ve süt kardeşi olan Ümeyyeoğullarından Abdullah b. Ebi Serh’i tayin etmişti. Askerlerin baskısıyla Amr tekrar Mısır’a döndürüldü ve Amr kalibresinde bir adam gidip Abdullah’ın emrine girdi. Onun maiyetinde Libya üzerine sefere çıktılar, Amr bu seferde Abdullah’ın korkaklık belirtileri gösterdiğini tespit etti ve bu durum askerler arasında yayıldı. Buna rağmen halife, Abdullah’ı görevinden almadı, hâlbuki askerin arzusu Amr’ın tekrar Mısır Valisi yapılmasıydı. Hz. Ali devrinde Mısır dengeleri daha da bozuldu.
Amr, görevden alınma mektubu kendisine ulaşınca Nil’deki çadırını söktürmek üzere kölesini gönderdi. Kölesi gidince çadırın üstünde bir kuşun yuva kurduğunu görüp, durumu Amr’a haber verdi ve anne kuşun yavrularını orada beslediğini, ne yapması gerektiğini sordu. Amr bunun üzerine kölesine haber gönderdi, çadırı yıkmamasını, kuşa da eziyet etmemesini, anne kuş yavrularını büyütüp uçurmaya başlayıncaya kadar çadırı sökmeyi ertelemesini söyledi. Bu vesileyle Amr b. As üzerine kaleme aldığım ve bu hadiseyi de anlattığım bir mesneviyi burada zikredeyim:
Doğanın Hakkına Saygı 1 Mısır’ın fatihi Amr ibnü’l-AsBir çadır kurmuş idi kendine hasNil kenarında güzel bir yerdeHem serin hem de özel bir yerdeDevletin merkezi olmuştu bu yerBuradan Mısır’ı yönetmişti derlerÇok dirayetli ve dehşetli idiÇok cesaretli ve şiddetli idiAmr’ı azletti emirü’l-mu’mininMısır’ı terk etmeye durdu o güzinKorku vermişdi bütün düşmenineEmri bir anda getirdi yerineDidi bir askere var git çadırıTopla gel terk edelim şu Mısır’ıGitti asker çadırı almak içinDeve sırtında alıp gelmek içinGördü bir kuş yuva kurmuş çadıraÇadır üstündeki bir dulda yereAmr’a bildirdi bu hâli askerNasıl etsem diye beklerdi haberYuvasında duruyor yavrularıAnne kuş pek koruyor yavrularıBir haber saldı hemen askerineDoğru yol gösteriyordu erineŞimdi dursun çadırı kaldırmaKuşa kat’iyyen eziyet vermeBu kuşun hakkına hürmet edelimSünnetullah’a riayet edelimDoğanın hakkına saygı duyalımHilkatin emrine şeksiz uyalımKoy uçursun anne kuş yavrularıSonra git topla ve kaldır çadırıBu hikâyet inanın kurgu değilDoğru bir vakıadır duygu değilBir sahabideki irfanı görünBir mücahitdeki iz’anı görünAmr aslında çöl insanıydıOna irfan veren imanıydıAldı irfan ocağından dersiSon nebinin çerağından dersi4.
Ebu Hureyre (… – 678)
Ebu Hureyre, Medine’de kabile bağları mensubiyeti pek olmayan bir sahabeydi, fert olarak gelip Peygamber’e biat etmiş ve Müslüman olmuştu. Tek başına olduğu için Ashab-ı Suffe arasına alındı, mescidin içinde kaldı ve getirilen yardımlarla geçindi. Uzun süre Peygamber’in yanında bulunduğu için sıklıkla ondan sözler yani hadisler rivayet etmekteydi.
Onun bu mebzul miktardaki hadis rivayetçiliği, Peygamber’in vefatından sonra ağır tenkitlere maruz kaldı. Ashabın büyükleri ve hatta Hz. Ömer gibiler onu sertçe tenkit ettiler. “Her yerde durmadan Peygamber’den nakilde bulunuyor.” söylentileri yükselince Hz. Ömer de Ebu Hureyre’yi çağırdı ve “Allah’ın kitabı senin neyine yetmiyor da durmadan Peygamber’den yalan yanlış sözler naklediyorsun.” diyerek, onun bir daha hadis rivayet etmesini yasakladı.
Ama Hz. Ömer’in vefatından sonra Ebu Hureyre bu baskıdan azat kalınca artık istediği yerde ve istediği şekilde konuşmaya başladı. Onun bu aşırı konuşmalarından dolayı hadis derlemeciliği işi başlayınca, birçok hadis râvîleri Ebu Hureyre’yi kaynak kişi olarak gösterdi ve kendisinden binlerce hadis rivayetinde bulundular. Ancak Ebu Hureyre diğer vahiy katiplerinin aksine yazı bilmezdi, halkın içinde sıradan bir adamdı.
5.
Ebu Süfyan (565 – 651)
Ümeyyeoğulları’nın (benî Ümeyye, Emevîler) önderidir, Ümeyye’nin torunudur. Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib zamanında Mekke’nin iktidarı Ümeyye’nin elinden kayıp gitmiş ve Haşimoğullarına geçmişti; İslam’dan önce de bu durum iki aile arasında ihtilaf konusuydu. Ebu Talib babası Abdülmuttalib’in ölümünün ardından, nispeten zayıf kalsa da Mekke’de güç sahibiydi. Bu dönemde Ümeyyeoğulları hem aile geçmişi hem de zenginlikleriyle Mekke’de alternatif güç merkeziydi.
Bu kavgaların üzerine, Hz. Muhammed peygamberliğini ilan ettiğinde kendisine karşı hiçbir yakınlık ve sempati duymadılar. Bunu da kabile geçmişleriyle açıklıyorlardı. Mekke’de yönetimi ele geçirmeye çalışırken, peygambere ittiba ederek bu alanda ellerini zayıflatmaktan kaçınıyorlardı. Peygamber’in etrafında bazı insanlar birikmeye başlayınca, hem bu yeni inananlara hem de bizzat Hz. Peygamber’in kendisine karşı en sert muhalefeti Ümeyyeoğulları yürütmekteydi.
Bu dönemde Peygamber ve çevresi ağır zulümlere maruz bırakıldı, hatta 30 kişilik ilk kafile Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldı. Peygamber de yanında kalanlarla birlikte bir süre sonra hicret etmeyi düşündü, Taif’te kendisine karşı yapılan küstahlık ve saldırı nedeniyle, hicret mekanı olarak Medine’yi tercih etti. Ukaz Panayırı’nda bazı Medineli tüccarlarla yapılan görüşmelerden sonra Akabe’de kendisine biat edildi. Medineliler de Mekke ulularını sevmezdi, zira Mekkeliler kendilerini Allah’ın Evi’nin bekçisi olarak görürler ve Kabe’den dolayı kendilerinde bir seçilmişlik vehmederlerdi. Ticaret kervanlarının geçiş güzergâhlarından dolayı da Mekkeliler ile Medineliler arasında sürtüşme eksik olmazdı. Bu yüzden Medineliler Mekke’ye gelince Peygamber’le görüşmeyi uygun bulmuşlardı, bu görüşmeler sonucunda Peygamber ve yanındakiler yapılan davet üzerine Medine’ye hicret ettiler.
Hicret’in ardından Medine’de güçlü bir İslam cemaati oluştu, bu durum Mekkelilerin hiç işine gelmedi, zira Medine kendi ticaret rotalarının üzerindeydi ve yol kesme tehdidi baş göstermişti. Mekkeliler Müslümanları Medine’den dağıtmak gerektiğini düşünüp bir ordu hazırlamaya başladılar. Tüm bu süreci yöneten ve organize eden, başında Ebu Süfyan’ın olduğu, Mekke toplumunun önderi konumundaki Ümeyyeoğullarıydı. Bu kapsamda, Medinelilerin bir kısmıyla da irtibat kurup Hz. Peygamber’e verilen desteği kesmeye çalıştılar. Ardından önce Bedir Savaşı oldu, ön planda Ebu Süfyan ve oğulları vardı. Ebu Süfyan’ın oğlu Hanzele Mekke’nin en büyük savaşçısı kabul ediliyordu, savaş meydanında karşısına ince yapılı Ali çıktı. Ali, Hanzele’yi öldürünce Ümeyyeoğulları derinden sarsıldı. Ardından Mekkeliler savaşta da mağlup olup Bedir’i terk ettiler.
Müşrikler bu sefer etraftaki kabileleri de yardıma çağırarak Medine civarındaki Uhud’da karşı karşıya gelmek üzere ordu topladılar. Müslümanlar bu karşılaşmada yenilmediyse de Mekkeliler kesin bir zafer elde edemediler. Ebu Süfyan ve Mekkeliler kendilerince Bedir’in intikamını almış oldular. Ancak ticaret yollarına dair sorunlar yine çözülmedi, bu sefer daha büyük bir arzuyla Medine’yi işgal etmek üzere çok geniş bir ordu toparladılar. Selman-ı Farisi’nin önerisi üzerine, Müslümanlarca şehrin etrafı hendekler kazılarak savunuldu. Ancak kuşatma sorunları ve iaşe-ibate meseleleri nedeniyle kuşatma başarısız olunca müşrikler Mekke’ye geri dönmek zorunda kaldılar.
Müslümanlar bu savaşı da kaybetmeyince, bu sefer savunmadan vazgeçilip Mekke üzerine yürüdüler. Hudeybiye Muahedesi imzalanınca Mekke fethedilmeden geri dönüldü. Bunun ardından Mekke’nin seçkinlerinden ileri gelen kişiler Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’e biatlarını bildirmeye başladılar. Mekke’nin fethi esnasında Hz. Peygamber, Ebu Süfyan’ı onore ederek onun evine sığınanların da Kabe’ye sığınanlar gibi güven içinde olduklarını açıkladı. Bu süreçte İslam’a girenler arasında Ebu Süfyan ve ailesi de bulunmaktadır. Keza Hz. Peygamber, Taif’i fetheden ordunun başında da Ebu Süfyan’ı görevlendirdi, Taif’teki putları kırma vazifesini de yine kendisine verdi.
Ebu Süfyan, Müslüman olduktan sonra Peygamber’in yakınında oldu, ancak Ümeyyeoğulları bu dönemde de siyaset alanını boş bırakmadı ve güç oyununa dâhil olmaya çalıştılar. Hatta Peygamber’in vefatından sonra Ümeyyeoğulları iktidarın kendilerine geçmesi için çalıştılar, kendi içlerinden olan Hz. Osman’ın halife olması için de gayret ettiler ve bundan çok mutlu oldular. Seçim sırasında, şûrada bulunan Abdurrahman b. Avf halkın nabzını yoklamak için dışarı çıkınca Ümeyyeoğullarının Hz. Ali’nin aleyhinde olduğunu açıkça gördü; bunun üzerine içerideki altı kişilik şûrada oyunu Hz. Osman’dan yana kullandı ve onun halife seçilmesini sağladı. Hatta o günlerde, şûrada Osman seçilmeyip de Ali seçilseydi Medine’de Ümeyyeoğullarının silahlı isyan tehdidi yakından hissedilecekti.
Bu sıralarda Ebu Süfyan hayattaydı, hatta Beni Sakife’de Hz. Ebubekir’in seçimi sırasında halifeliğin Ali’nin hakkı olduğunu kendisine söyleyerek harekete geçirmeye çalıştığı yönünde rivayetler de bulunmaktadır. Ancak bu, Ebu Süfyan fıtratında birisinin yapacağı iş değildir ve İranlı tarihçilerin uydurması gibi görünmektedir.
Ebu Süfyan’ın diğer oğlu Yezid, Tebük Savaşı sırasında komutan konumundaydı ve savaş sırasında şehit düşmüştü. O ölünce yerine kardeşi meşhur Muaviye ortaya çıkıp İslam ordusunun dağılmasını önledi ve Müslümanların galibiyetini sağlayan etkili bir çıkış yaptı.
6.
Halid b. Velid (587 – 642)
Kahramanlıklarıyla meşhur olan bir sahabedir. Hz. Ebubekir, Emir’ül-müminin olunca İslam Devleti’ne karşı isyan hareketleri niteliğinde birtakım gruplar ortaya çıktı. Bu gruplar arasında örneğin Yemenliler merkeze haber göndererek, namaza, oruca, Hacc’a devam edeceklerini ama zekât vermeyeceklerini ilettiler. Onların üzerine İkrime b. Ebu Cehil gönderildi ve itaat altına alındılar. Yemame taraflarında Müseyleme adında birisi kendisini peygamber ilan etti, bir başkası Yemen’de, Secah adlı bir kadın Bahreyn’de ortaya çıkarak peygamberliklerini ilan ettiler (yalancı peygamberler).
Hadramevt’te bir başka grup çıkıp, “İslam’ı istemiyoruz.” diyerek, Hz. Peygamber’in ölümünden dolayı bayram ve şenlik yaptı ve eski dinlerine dönüş yapacaklarını ilan ettiler. Hz. Ebubekir de bunların üstüne Halid b. Velid’i gönderdi; Halid şedit bir adamdı, Hadramevt taraflarına gelip o muhalif gruptan bazı insanları bir eve kapatarak evi ateşe verdi. Onun bu davranışı merkezde duyulunca, Hz. Ömer alelacele Halife Ebubekir’e giderek, Halid’i şikâyet etti ve hemen geri çağırtılmasını istedi. Hz. Ebubekir de Halid’in başarıları karşısında onu azletmedi; bunu yaparken, Cahiliye’nin duygularının onda canlandığını düşünerek azletmedi.
Halid bunun ardından Müseyleme’nin üzerine yürüdü ve onu mağlup etti. Akabinde Bahreyn’e giderek Secah’ın üzerine yürüdü. Enteresandır, buralarda kendilerini yalancı peygamber ilan edenler üzerinde Hint kültürünün bariz bir etkisi görülür, bu bölgeler Hintli tüccar ve gemicilerin uğrak limanıdır. Secah da etrafına kalabalıkları toplayarak, bazı dinî söylemlerle ortaya çıktı. Halid bunların üzerine gidince kuzeye doğru kaçıştılar, Halid de bunların peşine düştü. Onlar kaçışırken Basra bölgesine vardılar; dönemin Basra’sı İran Sâsânî İmparatorluğu’nun liman kentidir. Uzak Doğu tarafından gelen mallar Basra’da karaya çıkarılır ve oradan iç bölgelere sevk edilirdi. Secah ve adamları İran topraklarına girince Halid de onları takiben İran topraklarına girdi. Hz. Ömer bu durumu haber alınca yeniden Hz. Ebubekir’e giderek Halid’i ikinci kez şikâyet etti ve meşru bir devletin topraklarına izinsiz girmiş olduğunu, azledilmesi gerektiğini söyledi. Halife yine de Halid’i azletmeyi tercih etmedi.
Halid Basra’ya varınca İran İmparatorluğu’nun gemilerine el koydu, askerlerini de bu gemilere bindirdi ve gemi Fırat Nehri’nin akış yönünün tersine kuzeye doğru ilerledi. Halid bu bölgeye girince bölgenin yerel kabile önderlerinden Müsennâ kendi adamlarıyla birlikte Halid’in ordusuna katıldı; bu vesileyle kendisine ganimet için bir fırsat da çıkmış oldu. Halid bu şekilde toplamda sekiz bin kişilik bir orduya sahip oldu ve askerleri bir misli çoğalmış oldu.
Bu bağlamda vurgulamak gerekir: İranlılar, Cahiliye’den beri çöl Araplarının baskınlarına karşı sınırlarını korumak için Fırat’ın yönünü değiştirerek hendekler kazıyor ve köylerini bir nevi ada içinde tutarak muhafaza altına alıyorlardı. Hatırlanacağı üzere, Medine’nin korunması durumu ortaya çıkınca, yine bir İranlı olan Selman-ı Farisi hendek fikrini öne sürmüş ve kendi kültürlerinde var olan bu savunma tarzını önermişti. Hz. Peygamber onun bu fikrini kabul etmiş ve Medine’nin savunmasında bu yöntem kullanılmıştı. Bir tarihçi olarak şu neticeye varabiliriz; demek ki Selman da bu korunma şeklinin bilindiği ve aktif olarak kullanıldığı bu bölgenin insanı olmalıdır.
Tam bu sırada Hz. Ebubekir ölmüş, yerine Hz. Ömer halife seçilmişti. Halife seçilince Ömer’in yaptığı ilk iş, Halid’i görevden almak ve onu düz bir nefer olarak Suriye cephesine yollamak oldu. Ömer ile Halid arasındaki bu ihtilafta, Cahiliye döneminden kalma Kureyş içindeki akraba kabileler arası güç mücadelesinin ve eski alışkanlıkların rolü büyüktür.
Halid Suriye’ye geldikten sonra cephenin genel komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın komutası altına girdi ve bu cephede Halid’in yine büyük yararları oldu. Suriye’deki askerî faaliyetleri sırasında bugün Halid b. Velid Camisi olarak bilinen, Halep civarındaki bir yerde vefat etti. Vefatıyla ilgili çeşitli menkıbeler anlatılır; ölüm anında kendisine bir titreme gelince ölümden mi korktuğu sorulur, o da bunca savaşlara girdiğini, ölümden korkmasının mümkün olmadığını, ama kendisine gelen o titreme hâlinin Allah korkusundan olduğunu söyler.
7.
Musa b. Nusayr (640 – 717)
Halid b. Velid, ordu komutanlığı görevinden alındıktan sonra Suriye’ye gelip, cephenin genel komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın komutası altına girmesi sonrasında; Suriye’de askerî faaliyetleri esnasında bir kiliseyi zapt ettiği zaman içeride zahit bir adamla karşılaştı (Hristiyanlıkta bir köşeye çekilip inziva hayatı yaşayan keşişler). Onunla sohbeti esnasında İslam’ı anlatmış olmalı ki bu zat Halid’in telkinleriyle Müslüman oldu, genç bir keşişti; bu adam Musa b. Nusayr’dır, adından da anlaşılacağı üzere Nusayrî Hristiyanlardandır. Musa, Halid’in yanında yetişti.
Musa sonradan Emevîlerin hizmetine girdi, Kuzey Afrika’ya gönderildi. Emevîler genel olarak fethedilen taşra bölgelerine genel valiler tayin ederlerdi; örneğin Haccac b. Yusuf (Haccac-ı Zalim) Kûfe merkez olmak üzere İran’a tayin edildi; Ermenistan bölgesine de İyaz b. Ganem bu kapsamda vali olarak gönderildi.
Musa b. Nusayr de bu şekilde Kuzey Afrika’ya genel vali olarak gönderildi, Hristiyan kökenli olduğu için bölge Hristiyanlarıyla da yakın diyalog kurabildi ve İslam’ın bu bölgede hızlı bir şekilde yayılmasına vesile oldu.
8.
Müsennâ b. Hârise (… – 636)
Halid b. Velid fetihler sırasında Basra’ya varınca, İran-Sâsânî İmparatorluğu’nun gemilerine el koydu, askerlerini de bu gemilere bindirdi ve gemi Fırat Nehri’nin akış yönünün tersine, kuzeye doğru ilerledi. Burada Müsennâ isimli bir yerel kabile önderinden bahsetmek yerinde olacaktır. Müsennâ, Hz. Ebubekir’in halifeliğinin ilk döneminde Irak-Suudi Arabistan arasında (Bugün Müsennâ olarak anılan bölgede) yer alan memleketinden gelerek, yanındaki adamlarıyla birlikte İran topraklarına girmeyi, orada çok ganimet ve zenginlik bulunduğunu söyleyerek baskın tarzı saldırılar yapmayı teklif etti. Cahiliye Devri’nde de Araplar komşu bölgelere bu tarz baskınlar yaparlardı. Hz. Ebubekir ise ona müsaade etmedi. Ancak bir süre sonra Halid bu bölgeye girince, Müsennâ kendi adamlarıyla birlikte Halid’in ordusuna katıldı ve kendisine ganimet yolunda bir fırsat çıkmış oldu.