bannerbanner
Bir nefeste 20. yüzyıl
Bir nefeste 20. yüzyıl

Полная версия

Bir nefeste 20. yüzyıl

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 4
Batı Cephesi

Tarihin gidişatını belirleyecek olan mücadele birçok cephede, ancak özellikle Batı Cephesi’ni oluşturan Fransa ve Kuzey Belçika’da (Flanders) yapıldı. Bu ana savaş sahnesi, çatışmanın ilk birkaç ayında kuruldu.

Belçika üzerinden ilerleyen Alman birlikleri sert bir direnişle karşılaştılar ve Fransız sınırına doğru savaşarak ilerlerken 6.000’den fazla Belçikalı sivili vahşice öldürdüler. İlerleyen Alman orduları için her sivil potansiyel bir tehditti; köyler yakıldı ve Almanya’nın düşmanlarına korku salmak için sivillerin ve rahiplerin katledilmesi emredildi.

Almanlar, Müttefiklerle ilk defa 23 Ağustos 1914’te karşı karşıya geldiler, bunlar Belçika’nın Fransız sınırına yakın Mons şehrindeki İngiliz Seferi Kuvvetleri’ydi. Sayısal olarak üstün olan Alman ordusu, İngilizleri Paris’in doğusundaki Marne Nehri’ne çekilmeye zorladı.

Marne Muharebesi

Almanlar, Fransız Hükümeti’ni başkenti terk etmeye zorlamak için Paris’in 50 kilometre kadar yakınına geldiler. Fransız keşif pilotları, Alman General Alexander von Kluck’ün, Marne Nehri’ne doğru geri çekilmekte olan Müttefik Kuvvetlerin peşinden giderken Schlieffen Planı’nı terk ederek Paris’in batı tarafı yerine doğusuna doğru giden birliklerini gördüler. Almanya’nın birinci ve ikinci orduları arasında bir boşluk oluşmuştu ve Fransız komutan Joseph Joffre, 5 Eylül 1914’te onlara Müttefiklerin altıncı ordusuyla bir karşı saldırı yapma şansı yakalayarak von Kluck kuvvetlerinin sağ kanadını vurdu. Lorraine’deki doğu cephesinde bulunan Fransız yedek kuvvetleri altıncı orduyu desteklemek ve Almanları kuzeye doğru sürmeye yardım etmek için demiryoluyla Paris’e, sonra da arabalarla cepheye gönderildiler. Bir hafta süren şiddetli çarpışmaların ardından Almanlar, Aisne Nehri’nin çevresinde siper kazarak mevzilendiler.

Savaşın bu ilk büyük muharebesi Almanya’nın ilerleyişini durdurmuş ve Paris’i kurtarmıştı; ancak savaşta daha önce görülmemiş sayıda, 300.000’den fazla kişinin can kaybına yol açmıştı. Sonraki iki ay içinde her iki taraf da birbirine üstünlük sağlamak için Kuzey Denizi’ne gitgide daha da yaklaşarak bir dizi muharebeye girdiler. Bu “Denize Doğru Yarış”, Flanders kıyısı ile (tarafsız) İsviçre arasında, çatışmayı Batı Cephesi’nde dört yıllık bir çıkmaza sokacak olan 640 kilometrelik bir savunma siper ağı yarattı.

Flanders Tarlaları

“Denize Doğru Yarış”, 19 Ekim ve 22 Kasım 1914 tarihleri arasında Batı Flanders’de (Kuzeybatı Belçika) yıkıcı Birinci Ypres Muharebesi’nde doruğa ulaştı. Her iki taraf da kendilerine, birbirine bakan, dikenli tellerle ve dar bir tarafsız bölge şeridiyle ayrılmış olan siperler kazdılar. Askerler saldırılarla kendi pozisyonlarını koruyor; çamur, bit, sıçan, dondurucu havaların korkunç şartları ve keskin nişancı ateşi, top mermileri ve siper saldırılarının tehlikesi altında yemek yiyor ve uyuyorlardı. Topçu ateşi ve makineli tüfeklerin hâkim olduğu, ölülerle dolu savaş alanında her iki taraf da diğerini geçerek ilerlemeye çalışıyordu. İngiliz, Fransız ve Belçikalı birlikler, sayısal üstünlüğe sahip olmasalar da, Almanya’nın, savaş sırasında Fransa ve Belçika’ya mühimmat sağlamak için hayati önem taşıyan Manş Denizi limanlarına doğru ilerlemesini durdurmayı başardılar.

Kasım 1914’te bütün ordular moralini yitirmişti. Girilen çıkmazın sona ermemesi, herkesin umduğu gibi savaşın Noel’de sona ermeyeceği anlamına geliyordu. Kısa bir erteleme yapıldı: Noel Günü’nde, her iki tarafta bulunan Batı Cephesi askerleri kendi kendilerine ateşkes yaptılar, siperlerinden çıkıp futbol oynadılar ve savaşın vahşi ortamında sosyalleştiler.

Ypres sürekli savaşların merkezi haline geldi. İkinci Ypres Muharebesi (22 Nisan-25 Mayıs 1915) sırasında Almanlar, Fransız sömürge ve Kanada birliklerine karşı zehirli klor gazı kullandılar. Rüzgâr tarafından yayılan ve siperlere nüfuz eden gaz, tahrip edici bir etkiye sahipti ve Müttefikleri kendi kimyasal silahlarını ve gaz maskelerini geliştirmeye teşvik etti.

Temmuz ile Kasım 1917 arasındaki Üçüncü Ypres Muharebesi (Passchendaele Muharebesi) Almanların daha da fazla ölümcül hardal gazı kullanmaları nedeniyle, şiddetli ağustos yağışlarının neden olduğu bir çamur batağında devam eden Flanders muharebelerinin en uzunu ve can kaybı açısından en yüksek bedel ödeneni oldu. İngiliz kumandan Douglas Haig’in komutası altındaki İngiliz ve Kanada kuvvetleri Ypres yakınlarındaki yıkılmış Passchendaele köyünü işgal ettiler, her iki tarafın vermiş olduğu 850.000’den fazla can kaybına karşılık, çok küçük bir kazanımdı bu.

Bir Kanadalı asker-şair John McCrae (1872-1918) şunları yazmıştı:

Gelincikler açar Flanders tarlalarında,Yattığımız yeri işaret ederler,Sıra sıra dizili haçlar arasında,Ve tarla kuşları uçar gökyüzünde, hâlâ cesurca şarkı söyleyerek,Aşağıdaki top sesleri arasında zorla duyulan.Doğu ve Güney Cepheleri

Batı Cephesi’nin aksine Doğu Cephesi’ndeki savaş, durağan siper savaşı gibi açmaza girmemişti. Ruslar, 17 Ağustos 1914’te Alman sınırından Doğu Prusya’ya geçerek Tannenberg’de daha küçük bir Alman ordusu ile karşılaştılar. Yetenekli Alman birlikleri 26 Ağustos’ta Rus İkinci Ordusu’nu neredeyse tamamen yok etti, ardından 90.000 Rus askeri teslim alındı ve Rus General Alexander Samsonov intihar etti; bu sonuç Almanların moralini yerine getirdi.

Daha güneyde, Galiçya’da, Avusturya kuvvetlerini 3 Eylül’de ezen Ruslar daha iyi durumdaydılar. Almanlar gibi Ruslar da sivillere yönelik şiddetli saldırılarla tanınır hale gelmişlerdi ve onların birlikleri yaklaşırken sivillerin pek çoğu kaçtı. Galiçya’daki büyük Yahudi nüfusu, bu birliklerin elinde korkunç bir şiddete maruz kaldı.

Merkezi Kuvvetler, 1915’in başlarında Doğu Prusya, Polonya, Letonya ve Litvanya’nın bir bölümünde Ruslara ciddi yenilgiler yaşatan Almanya’ya her zamankinden daha fazla bağımlı hale geldiler. Yaza girerken Almanlar Galiçya’yı Rusların elinden aldılar ve 1915 sonbaharında Merkezi Kuvvetler Sırbistan’ı ele geçirdiler, böylece Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasında bir kara tedarik yolunu güvence altına almış oldular.

İtalya, Mayıs 1915’te Müttefiklere katıldı, fakat Avusturya İtalyanları güneye sıkışmış durumda tutmayı başardı. Ancak, Avusturya-Macaristan Cephesi, 1916’da Rus General Aleksey Alekseyevich Brusilov’un Belarus, Ukrayna ve Romanya’ya yaptığı bir saldırı sonucunda dağıldı. Her iki tarafta da büyük kayıplar vardı ve Romanya, Müttefiklerin yanında yer alarak savaşın içine çekildi. Ekim 1917’de İtalya, Caporetto Muharebesi’nde Avusturya ve Alman kuvvetlerine karşı bir felaket yaşadı ve savaşın sonunda Avusturya-Macaristan’la olan sınırındaki daha önceden kendisine vaat edilen bölge için verilen sözlere saygı gösterilmeyerek aşağılandı (bkz. sayfa 72).

Gelibolu Talihsizliği

1915 yılının Mart ayında, İngiltere’nin Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill, Batı Cephesi’ndeki çıkmaza karşı koymak için, 1914’de Almanya ve Avusturya’nın tarafında yer alan Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmayı önerdi. Türk başkenti İstanbul’u ele geçirmek amacıyla başlatılan Gelibolu Seferi (1914-16), Türkiye’nin batısındaki stratejik öneme sahip Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşti. Ancak, Çanakkale Boğazı’na giren İngiliz ve Fransız savaş gemileri bir mayın tarlasının içine düşerek battılar. Avustralya, Yeni Zelanda, Hint, Fransız ve Senegal birliklerinin kara istilası, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kahramanca yönetilen geçit vermez bir Türk savunması karşısında tam bir çıkmaza girdi. Bu sonuç, Ocak 1916’da birlikleri tahliye edilen Müttefikler için tam bir felaketti. Churchill hükümetteki görevini kısa süre sonra kaybetti, ancak yıllar sonra İngiltere’yi İkinci Dünya Savaşı süresince yine o yönetecekti. Osmanlı Türkleri için bu zafer, savaş bittikten sonra modern Türkiye’nin Atatürk’ün yönetimi altında ortaya çıkması için bir temel oluşturdu (bkz. sayfa 60).

Arap İsyanı

İngilizler için daha başarılı sayılacak olan durum, Ortadoğu’daki Arap topraklarında Osmanlı İmparatorluğu’nun istikrarının bozulmasıydı. Savaştan sonra Arapların bağımsızlığa kavuşacağı vaadiyle İngilizler tarafından teşvik edilen ve 1916 yılının Haziran ayından 1918’e kadar süren Arap İsyanı, Haşimi klanından Prens Faysal ve Arapların güvenini kazanmış olan İngiliz istihbarat subayı T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) tarafından gerilla savaşı eğitimi verilen asilerle birlikte yönetildi. Develere bindirilmiş kuvvetler, demiryollarına sabotaj saldırıları gerçekleştirdiler ve Temmuz 1917’de Akabe Limanı’nı ele geçirdiler. Aralık 1917’de kutsal Kudüs şehri, General Edmund Allenby’nin emri altındaki İngilizlere ve Ekim 1918’de Şam Müttefiklere geçti, böylece Ortadoğu’daki savaş sona erdi. Fakat İngilizler ve Fransızlar bağımsız bir Arap devleti için Faysal’ı desteklemek yerine Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaştılar: Filistin ve Ürdün İngilizlere, Suriye ve Lübnan Fransızlara gitti. Küçük bir tazminat olarak, Faysal Irak’ın kralı yapıldı.

Yüzyılın daha sonraki yıllarında yaşanan Arap-İsrail çatışmasının temelinde, bağımsız bir Arap devleti vaadi ve daha sonra İngiltere’nin Filistin’i Yahudilerin vatanı yapma vaadinin yerine getirilmemesinin yattığı söylenebilir (bkz. sayfa 149).

Vive La France! (Yaşasın Fransa!)

1916’da Merkezi Kuvvetler konumlarını güçlendirdiler ve Paris’in yaklaşık 200 kilometre doğusundaki Fransız kale şehri Verdun’a büyük bir saldırı yaparak batıda bir zafer kazanmayı planladılar. Saldırı, 21 Şubat 1916’da 1.200 Alman ağır saldırı silahı ve çok sayıda top mermisi kullanılarak yapılan büyük bir topçu bombardımanı ile başladı. Alman piyadeleri, 24 Şubat’ta Douaumont Kalesi’ni almak için sığ Fransız siperlerini geçerek engel tanımadan ilerlediler. Fakat Fransızlar Verdun’dan çekilmek yerine Alman ilerleyişini durdurdular, onların bu mücadelesi Fransa’nın kendisi için savaşın sembolü oldu. Takviyeler ve malzemeler Fransız birliklerine tek bir yoldan, sürekli saldırıları ve karşı saldırıları tetikleyen Voie Sacrée’den (Kutsal Yol) getiriliyordu. Sonunda, Fransızlar Ekim 1916’da kaybettikleri toprakları geri aldılar. Fransa’yı kurtarmak için yapılan savaşın bedeli, yaklaşık 700.000 Fransız-Alman askerinin kaybıyla çok ağır oldu.

Kızılca Kıyamet Kopuyor

Aynı yıl Verdun’da Fransızlar üzerindeki baskıyı hafifletmek için İngiliz ve sömürge birlikleri Kuzey Fransa’daki Somme Nehri’ne saldırı düzenlediler; bu saldırı büyük oranda İngiliz komutan Douglas Haig’in planıydı. Müttefikler 23 Haziran 1916’dan başlayıp sekiz gün boyunca Alman hattını 2.000’den fazla topla vurdu ve 1 Temmuz’da İngiliz ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun (Commonwealth) piyadeleri düşman hendeklerine çok şiddetli bir saldırı düzenledi. Ancak Almanlar derin yeraltı sığınaklarından çıkarak ilerleyen askerleri makineli tüfek ateşiyle kurşun yağmuruna tuttular. Her iki tarafın da zehirli gaz kullandığı ve İngilizlerin ilk tankları konuşlandırdığı muharebe aylarca sürdü. Kasım 1916’ya gelindiğinde Müttefiklerin yaklaşık 12 kilometrelik küçük bir toprak kazancı, bir milyondan fazla kişinin öldürülmesi veya yaralanması pahasına gerçekleşmişti. Bu kadar az bir kazanç için verilen kayıplar açısından savaşın en kötü muharebesi bu olmuştu.

Denizde Savaş

Müttefikler malzeme ve birlikler gönderme konusunda denizdeki hakimiyetlerine güveniyorlardı. Savaş büyük oranda karada yapılmasına rağmen Almanya, Jutland Muharebesi’nde (Mayıs 1916) İngilizlerin donanma üstünlüğüne kafa tutmaya çalıştı. Kuzey Denizi’nde büyük savaş gemileriyle yapılan bu çarpışma, Alman Deniz Kuvvetleri’ni ağır şekilde tahrip eden stratejik bir İngiliz zaferiydi.

1915 yılının Şubat ayından itibaren Alman denizaltılarına (U-Boat), Almanya’ya deniz ulaşımını durduran Kuzey Denizi’ndeki İngiliz deniz ablukasına misilleme olarak, ticaret gemilerine saldırı düzenlemeleri emri verildi. Müttefikler, U-Boat saldırıları ile birçok gemi kaybettiler, ancak sonunda ticaret gemilerini savunulan konvoylar arasına yerleştirerek ve sualtındaki U-Boat’ları tespit etmek için sualtı bombaları ve hidrofon (ses ölçer) donanımları da dahil olmak üzere denizaltı karşıtı savaş yöntemleri geliştirerek bu tehdidi etkisiz hale getirdiler.

U-Boat saldırılarının neden olduğu sivil ölümler, Almanya’ya karşı uluslararası bir nefret doğurdu ve Amerika’nın savaşa katılmasında büyük bir etken oldu.

Lusitania ve Zimmerman

7 Mayıs 1915’te bir Alman denizaltısı, New York’tan İngiltere, Liverpool’a giden, İngiltere için malzeme taşıyan ve 1.900 yolcusu bulunan İngiliz okyanus gemisi Royal Mail Ship (Kraliyet Posta Gemisi) Lusitania’ya saldırdı. Almanya geminin ayrıca silah da taşıdığını iddia etti. Torpidonun çarptığı gemi battı ve kaybolan 1.200 yolcudan 128’i Amerikalıydı. Amerika’daki kamuoyunun şiddetli tepkisi Almanya’nın saldırıları durdurması yönünde bir baskı oluşturdu. Buna rağmen, Batı Cephesi’ndeki çıkmazdan ötürü hayal kırıklığına uğramış olan Almanya 1917’de ayrım gözetmeden U-Boat saldırılarına tekrar başladı, bu karar Amerikan kamuoyunun Almanya’ya karşı duyduğu öfkeyi daha da artırdı.

Ocak 1917’de, İngiliz istihbaratının Almanya tarafından Meksika’ya gönderilen ve Amerika’nın savaşa girmesi durumunda iki ülke arasında bir askeri ittifak öneren, ayrıca Meksika’nın Teksas, New Mexico ve Arizona’da kaybetmiş olduğu toprakları tekrar geri kazanacağını vaat eden Zimmerman Notu’nu ele geçirmesiyle, Amerika tekrar küplere bindi. Amerikan halkının tepkisi, Başkan Woodrow Wilson’ı, Birleşik Devletler’i 6 Nisan 1917’de Müttefik Kuvvetlerin yanında savaşa sokmaya ikna etti.

Birleşik Devletler’in askeri desteği, savaşın akışını Müttefikler lehine çevirmeye yardım edecekti.

Can Çekişme

Savaşın son safhasında, 1917 Devrimi (bkz. sayfa 62) dahil olmak üzere Çarlık Rusya’sındaki iç savaşlar, Mart 1918’de Rusya’yı çatışmadan çıkardı ve doğudaki savaşa son verdi. Bu, Doğu Cephesi’ndeki Alman birliklerini özgürleştirdi ve savaşın odağını Batı Cephesi’ne kaydırdı. Avrupa’nın her tarafına yayılan toplumsal devrim tehdidiyle karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri için hızlı ve belirleyici bir zafer kazanmak, giderek daha da önem kazanmaya başladı.

21 Mart 1918’de, Alman Levazım Daire Başkanı Erich Ludendorff, Batı Cephesi’ndeki çıkmaza ve savaşa son vermeyi amaçlayan bir dizi saldırıdan oluşan “Bahar Taarruzu”nu başlattı. Ludendorff, İngilizleri tecrit etmeyi, ardından da Fransız ordusunu kırmayı planlıyordu: “En kısa sürede saldırmalıyız. Amerikalılar devreye güçlü birlikler sokup ağırlık kazanmadan önce İngilizleri yenmeliyiz.” Almanlar, Rus Cephesi’nden geri getirilen 500 bin ilave birlikle, zehirli gaz ve güçlü patlayıcılarla Müttefikleri bombardımana tutarken, bedensel uygunlukları için tek tek elle seçilen ve düşmanın arka hatlarına sızmak için özel eğitim almış seçkin askerlerden oluşan Fırtına Birlikleri, yoğun sis altında Fransız ve İngiliz ordularını yarıp geçerek 65 kilometre ilerlediler. Paris, uzun menzilli Alman toplarının menzili içindeydi, fakat Alman tedarik hatları fazlasıyla uzatılmıştı. Müttefikler, Fransız komutan Ferdinand Foch’un komutası altında ve Amerikan birliklerinin gönülden verdikleri takviyeyle bir karşı saldırı koordine ettiler (“Yüz Gün”, 18 Temmuz-11 Kasım arası).

Yaz ortalarında Ludendorff’un Flanders ve Fransa’daki saldırıları yatışmıştı ve dağılan Alman ordusu sonbahar geldiğinde denizciler arasında çıkan isyanlar ve ablukanın etkilerini hisseden Alman halkının protestoları sonucunda tamamen çöktü.

Kayzer II. Wilhelm 9 Kasım’da istifa ettiğinde, sosyalistler bir devrim planlıyordu. Ayaklanma, Alman politikacıları, Kayzer’in artık hükümeti yönetemeyeceğine ikna etmişti; Alman halkı yenilgiden, yokluk ve açlıktan dolayı onu suçladı ve sonunda Alman ordu komutanları ona olan desteklerini çektiler. Kayzer, tarafsız Hollanda’ya sürgüne gönderildi.

Foch, 11 Kasım 1918’de Kuzey Fransa’daki Compiègne Ormanı’nda bir tren vagonunda yeni Alman sosyalist hükümetinden bir heyete mütareke şartlarını dikte etti. Mütareke, savaşı sona erdirdi; ancak 28 Haziran 1919’da Versay Antlaşması’nda imzalanan barış şartlarını müzakere etmek bir altı ay daha sürecekti (bkz. sayfa 56).

Endüstriyel Ölçekte Savaş

Müttefiklerin zaferi ve bunu izleyen kutlamalara rağmen, Müttefiklerin ve Merkezi Güçler’in kayıpları ve zararları, tahmini olarak 40 milyon askeri ve sivil zayiat ve 15 milyon ölümle yıkıcı boyutlardaydı. Etkileri ve ölümcüllüğüyle benzeri görülmemiş olan bu savaş, Sanayi Devrimi’nin getirdiği teknolojik değişikliklerin, muazzam orduların kitlesel boyutlarda ölüm saçan silahlarla donatılmasını mümkün kıldığı ilk savaş olmuştu. Askerler ağır toplar, makineli tüfekler, siper havanları, el bombaları, patlayıcılar ve zehirli gazlarla karşı karşıya kaldılar. Pek çoğu, topçu ateşinden, şarapnel yaralarından ve korkunç koşullardan ötürü yakalandıkları hastalıklardan öldü. İlk kez bir savaşta tanklar ve uçaklar kullanıldı ve Alman zeplin uçak gemileri tarafından şehirlere ilk defa yapılan bombalı hava saldırıları, uçaksavar silahlarının geliştirilmesine yol açtı. İlk as pilotlar2 -seksen düşman uçağını vuran Almanya’nın “Kızıl Baron” adlı uçağı da dahil- ortaya çıktı ve 1918 yılına gelindiğinde ilk bombardıman uçakları düşman hatlarının arkasındaki hedeflere saldırmaya başladı. Yurtiçinde, kitle iletişim araçlarıyla yayılan propaganda, ulusları harekete geçirdi ve muhalif tarafta bir nefrete yol açtı.

On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki iyimserlik, hukuk kurallarının anlaşmazlıkları çözebileceği inancı da dahil olmak üzere, I. Dünya Savaşı gerçeği tarafından parçalanmıştı. Yalnızca orduları değil bütün halkları da içine dahil eden mücadelenin daha da umutsuz bir hale gelmesiyle birlikte, ahlak ve mutabakat sağlanan savaş zamanı sözleşmeleri, hayatta kalmak için verilen acımasız bir savaşın sonucu olarak bir tarafa atılmıştı.

3. Bölüm

TOZ DUMAN DAĞILINCA

Avrupa, I. Dünya Savaşı’nda çok derin bir yara almıştı. Toprak, sanayi gücü, kaynaklar ve pazarlar için rekabet eden ülkeler, tüm kıtada büyük tahribat yaratmıştı. Hayatta kalan ve medeniyetin vahşete dönüştüğüne tanık olanlar, Kasım 1918’deki ateşkesin ve Haziran 1919’daki Versay Barış Antlaşması’nın uzun süreli barış getireceğini umuyordu.

İflas eden Avrupa kendini yeniden inşa etmeye başlarken, savaş zamanı ticaretinden ekonomik açıdan güçlü olarak çıkan ABD ve Japonya, bu gücü sürdürmeye devam ettiler. Ancak, “Kükreyen Yirmili Yıllar” boyunca patlama yapan Amerikan ekonomisi 1929’da çökerek Büyük Depresyon’a yol açacak, uzun yıllar süren kitlesel işsizliğe ve dünyanın her yanında sosyal huzursuzluğa neden olacaktı.

Demokrasiye ve kapitalizme olan inancını kaybeden bazı ülkeler, totaliter devlet biçimlerine döndüler. Kökeni İtalya olan faşistler, liberal demokrasileri modası geçmiş olarak gördüler ve sosyalizm ya da komünizm gibi yeni fikirlere karşı çıktılar. Askeri diktatör Benito Mussolini liderliğindeki İtalyan faşist tek parti devleti, liberal değerlerin, demokrasinin ve bireysel hakların üzerinde yeni bir disiplin, ulusal görev, hukuk ve asayişe yönelik değerler sistemini uygulamaya koydu. Almanya, bireysel özgürlükleri reddederek, devletin yararına olacak ekonomik verimlilik esasına dayalı bir tür devlet sosyalizmi olan Nasyonel Sosyalizm ya da Nazizm’i öne çıkardı.

Ekonomik karanlığın ortasında, I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Demokratik Weimar Almanya Cumhuriyeti, savaş tazminatları, borçlar ve hiper enflasyon yükü altında başarısızlığa uğradı ve böylece Nazilere bir kapı açmış oldu. Liderleri Adolf Hitler, Almanya’yı bir kere daha genişletmeyi planlamaktaydı. İtalya’da kendine Mussolini gibi doğal bir müttefik bulacak ve dünyayı birinci savaştan çok daha geniş çaplı bir küresel çatışmanın içine sokacaktı.

Her iki savaş arasında geçen yılların ekonomik ve siyasal karmaşasına rağmen, bilimde büyük bir ilerleme kaydedildi. 1927’de ortaya atılan, evrenin milyarlarca yıl önce bir “Big Bang” veya Büyük Patlama sonucu ortaya çıktığını ve maddenin enerjiden yaratıldığını iddia eden önerme de dahil olmak üzere bilimde yepyeni düşünceler ortaya atıldı. Bu teori, arka plandaki kozmik mikrodalgalar gibi fenomenlerin en iyi açıklaması olmayı sürdürüyor. II. Dünya Savaşı’ndaki bilimsel çabaların çoğu silahları geliştirmeye odaklanmış olsa da, aynı zamanda tıbbi tedaviler konusunda gelişmelere de yöneltilmişti.

Buruk Eve Dönüş

1918 yılının “on birinci ayının on birinci gününün on birinci saatinde” Batı Cephesi’ndeki silahlar ateş etmeyi durdurdu ve Büyük Savaş sona erdi. Savaş alanının suskun ortamında Müttefik bir onbaşı şunları söylemişti: “Almanlar siperlerinden çıktılar, başlarını eğerek selam verdiler ve sonra da gittiler. Hepsi bu kadardı. Kutlama yapmak için elimizdeki kurabiyeler dışında hiçbir şey yoktu.” Paris, Londra ve New York’ta kutlamalar bundan daha canlıydı. Dört yıllık kanlı çatışma bitmişti.

Fakat pek çok savaş yorgunu ve yetersiz beslenmiş asker, savaş alanlarına yayılan, birliklere ve daha geniş nüfusa bulaşan ölümcül bir virüs yüzünden evlerine hiçbir zaman ulaşamayacaktı. 1918-1920 yılları arasındaki iki yılda her yanı saran grip salgını, dünya nüfusunun yüzde 5’inin yani I. Dünya Savaşı’nda öldürülenlerin sayısından pek çok kat fazlası olan tahmini 50 ila 100 milyon kişinin yaşamına son verdi. Tarafsız ülke İspanya’da salgının sonuçları, başka yerlerde siyasallaşmış olan savaş bildirimlerinin aksine, doğru sayılarla ilan ediliyordu ve bu da salgının “İspanyol Gribi” lakabıyla adlandırılmasına yol açmıştı. Bu salgın, modern tarihin en yıkıcı salgınıydı.

1918’de yayımlanan bir Amerikan tıp dergisi, tıp biliminin kendini dört buçuk yıl boyunca insanları ateş hattına koymaya adadığına ve şimdi tüm gücünü “öncekilerin hepsinden daha büyük bir düşman olan bulaşıcı hastalıkla mücadele”ye yöneltmesi gerektiğine dikkat çekti. Mikrop teorisi, antiseptikler ve aşılardaki gelişmelerle birlikte halkın seyahat kısıtlamalarını kabul etmesi, virüsün durdurulmasına yardımcı oldu.

Almanya Aşağılanıyor

Kasım 1918’de yapılan ateşkesle Almanya, ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın adil bir barış için temel olacak şartlarını kabul etti: Bu “On Dört Nokta”, ulusların kendi farklılıklarını savaşla değil müzakereler yoluyla ve ABD müdahalesine ihtiyaç duymadan kendi aralarında çözümledikleri ve aynı milliyetten vatandaşların kendilerini yönetmek için özerkliğe sahip oldukları bir dünyayı öngörüyordu. Hiçbir imparatorluk yapılanması olmayacak, silahlar ve kuvvetler azaltılacak, gizli antlaşmalar yapılmayacak ve dünya barışını korumak için uluslararası bir Milletler Cemiyeti kurulacaktı.

Woodrow Wilson, İngiliz Başbakanı David Lloyd George ve Fransız Başbakanı Georges Clemenceau tarafından temsil edilen Müttefikler, bu idealleri göz önünde bulundurarak, Almanya’ya sunacakları resmi barış şartları üzerinde sekiz ay çalıştılar. Bu şartlar Versay Antlaşması içinde düzenlendi ve 28 Haziran 1919’da Paris yakınlarındaki Versay Sarayı’nın Aynalı Salon’unda Alman Weimar Cumhuriyeti (Alman İmparatorluğu’nun halefi) tarafından imzalandı.

Versay Antlaşması, diğer antlaşmalarla birlikte, yıkılan Merkezi Güçler’in topraklarını -Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları- parçalara böldü. Savaşı başlatma suçu doğrudan Almanya’nın omuzlarına yüklendi ve Almanya bu yüzden, savaştan zarar gören ülkelere maddi tazminat ödemek zorunda bırakıldı. Alsas-Loren Fransa’ya geri verildi, diğer Alman toprakları İngiltere, Belçika, Danimarka, Çekoslovakya, Polonya ve Rusya mandasına girecekti ve Doğu Avrupa devletleri olan Estonya, Litvanya ve Letonya yaratılacaktı. Alman ordusu 100.000 kişiye, deniz kuvvetleri altı gemiye indirildi ve tek bir denizaltı bırakılmadı. Ayrıca Alman hava kuvvetleri diye bir şey olmayacaktı. Hayati bir sanayi bölgesi olan Rhineland’ın (Ren Vadisi) batısı (Batı Almanya), üzerinde on beş yıl boyunca Müttefik işgal ordusunun bulunacağı askerden arındırılmış bir bölge haline geldi. Almanya’nın Avusturya ile tekrar birleşmesi yasaklandı.

Clemenceau ve Fransızlar bu antlaşmanın sadece Almanya’ya bir ceza olarak yapıldığını düşünüyorlardı; ancak Fransız Mareşal Ferdinand Foch, yeni nesil Almanların uğradıkları yenilginin intikamını almak isteyeceklerini öngörerek bu şartları çok yumuşak buluyordu. “Bu bir barış değil,” diyordu Foch “yirmi yıl sürecek bir ateşkes.” Woodrow Wilson ve Lloyd George, Almanya’yı komünizmin yayılmasına karşı bir kale gibi hazır olarak yanlarında tutmayı bir avantaj görerek antlaşmanın çok sert olduğunu düşünüyordu (bkz. sayfa 62).

Alman halkı bu antlaşmadan nefret ediyordu. Bir Alman gazetesi Deutsche Zeitung “Hak ettiğimizi geri alıncaya kadar asla durmayacağız,” yorumunu yaptı. Ekonomik olarak bu antlaşma, Almanya’nın boynundaki bir zincirdi.

Wilson’ın hırslı Milletler Cemiyeti gerçek oldu, ancak ABD egemenliğinin kaybolmasından korkan ve Avrupa meselelerinden uzak durmak isteyen ABD Kongresi, sonuçta dünya barışını koruma hedefinde yetersiz kalacak olan bu uluslararası girişime katılmama yönünde oy kullandı.

На страницу:
3 из 4