
Полная версия
Bir nefeste 20. yüzyıl
Batıda Polonya’dan, Asya’nın uzakdoğusundaki Kamçatka Yarımadası’na kadar uzanan Çarlık Rusya İmparatorluğu, 1900’lerde buralara sınırları olan dünyanın en büyük komşu devletiydi.
Rusya’nın muazzam nüfusu, Almanlar ve Asyalılar, Ruslar, Polonyalılar ve diğer birçok Slav halklarının da içinde olduğu farklı milletlerden oluşuyordu ve bu kadar çok ulusun bir arada olması nedeniyle sürekli bir siyasal gerilim vardı. Rus kültürü, Rus Ortodoks Kilisesi tarafından desteklenen Hıristiyanlığa öncelik verilerek imparatorluğun her yerine zorla dayatılıyordu. Rus Yahudileri, Rusya’daki diğer azınlıklar gibi, tüm haklarından mahrum edilmişti. Nüfusun yaklaşık yüzde seksen beşi köylüydü; 1861’de Rus özel mülklerindeki köleliklerinden azat edilen köylüler, yüzyılın başında ülkenin en fakir topraklarında büyük yoksulluk içinde yaşıyorlardı.
Rusya İmparatorluğu, sanayileşme konusunda rakibi olan İngiltere, Fransa ve Almanya imparatorluklarına kıyasla yavaştı; fakat 1892’den itibaren Trans-Sibirya ve Çin Doğu Demiryolları’nı da içine alan altyapı gelişti. Yeni fabrikalar kurmak üzere ülkeye yabancı sermaye girişi başladı ve yirminci yüzyılın başında Rusya dünyanın en büyük dördüncü çelik üreticisi ve en büyük ikinci petrol kaynağına sahip ülkesi haline geldi.
Hızlı sanayileşme binlerce topraksız köylüyü şehirlere çekti ve yeni bir sanayi işçi sınıfı ortaya çıkardı. Sert koşullarda yaşayan ve çalışan köylülerin (günde ortalama on bir saatlik çalışma) hayatlarını iyileştirecek hiçbir şeyleri yoktu: Sendikalar yasa dışıydı, grev yasaktı ve Rus ordusu huzursuzluğu zor kullanarak bastırıyordu. Bu arada, çalışan nüfus arasında devrimci fikirler giderek yayılıyordu.
1894’ten sonra imparatorluğu Çar II. Nikola yönetti. Marksist devrimci ve teorisyen Ukraynalı Leon Troçki (o zamanlar Ukrayna, Rus İmparatorluğu’na bağlıydı) bir keresinde şöyle demişti: “Nikola atalarından sadece dev bir imparatorluk değil, aynı zamanda bir devrim miras aldı. Ama ona bir imparatorluğu, hatta bir ülkeyi yönetebilecek çapta bir özellik miras kalmadı.”

2. Emperyal Rakipler: Rusya ve Japonya.
Çar, İçişleri Bakanı Vyacheslav Plehve’ye reformcuları ve devrimcileri bastırma görevi verdi. Plehve, Rusya’daki devrimcilerin yüzde 90’ının Yahudi olduğunu iddia ederek çeteleri onlara karşı (Yahudi Kıyımı olarak bilinen) şiddetli saldırılar yapmaları için kışkırttı ve pek çok Yahudi’nin Rusya’yı terk ederek Amerika’ya gitmesine neden oldu.
Plehve ve Çar, Japonya’nın Çin-Japonya Savaşı’nda (1894-95) Çin’i yenilgiye uğratmasından sonra hızla gerilemekte olan Çin İmparatorluğu’nda kendileri için bir genişleme fırsatı gördüler. Hedeflerinde Liaodong eyaletinde yıl boyunca faaliyete hazır Port Arthur da dahil olmak üzere Mançurya vardı ve Kore, rakip Japonya İmparatorluğu’nu, yirminci yüzyılın ilk büyük savaşı olan Rus-Japon Savaşı’nda (1904-5) misilleme yapmak için kışkırttı. Çar II. Nikola Rusya’nın yenilgiye uğramasından sorumlu tutulurken, Japonya’nın kesin zaferi, onun güçlü bir sanayi ulusu olarak ortaya çıkmasını onaylamış oldu. Rus devrimciler, özellikle sürgündeki Vladimir Lenin’in 1905’teki “Rusya’nın köylüleri ve işçileri, yalnız değilsiniz! Eğer feodal despotları, polis destekli toprak ağalarını ve Çarlık Rusya’sını devirmeyi, ezmeyi ve yok etmeyi başarabilirseniz, bu zaferiniz sermayenin zulmüne karşı mücadele veren dünya için bir işaret görevi yapacaktır,” sözlerinin ardından harekete geçme kararı aldılar.
Kanlı Pazar KatliamıRus fabrikalarındaki sert koşullardan ve reform eksikliğinden memnun olmayan radikal bir rahip olan Peder Georgy Gapon 1903’te bir Rus İşçileri Meclisi kurdu. Bir yıl sonra, meclisin dört üyesinin bir demir fabrikasında görevden alınması üzerine Gapon 100 bin işçi ile birlikte Çar’a, sekiz saatlik mesai süresi, daha yüksek ücret, iyileştirilmiş koşullar ve evrensel kapsamlı oy verme çağrısı yapan imzalı bir dilekçe sunmak için St. Petersburg’da bir yürüyüş düzenledi.
Çar’ın askerleri kalabalığa saldırarak 100’den fazla kişiyi öldürüp 300 kişiyi yaraladı. Bu olay, Rusya’daki 1905 Devrimi’ni tetikledi. Potemkin Zırhlısı’nda bir isyan çıktı, işçi grevleri başladı, St. Petersburg’da ve diğer şehirlerde Sovyet adı verilen meclisler -ya da işçileri temsil eden seçilmiş organlar- kuruldu. Orta sınıf meslek sahipleri de bir sendikalar birliği kurarak ve bir kurucu meclis talebinde bulunarak bu eylemlere katıldı. Baskılara boyun eğen Çar II. Nikola, konuşma, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü tanıyan, yargılanmadan hapse atılmayı önleyen reformlara yönelik olarak çalışmak üzere seçilmiş bir yasama organı olan Duma’nın (Rus Parlamentosu) kurulmasına izin veren Ekim Bildirgesi’ni yayınladı.
Çar, 1906’da ilk devrimin başarısız olduğunu ileri sürerek sözünden döndü ve Duma’yı feshetti, fakat gelecekteki isyanın ve Rus İmparatorluğu’nun çöküşünün tohumları artık ekilmişti (bkz. sayfa 62).
Halk İsyanları YayılıyorYozlaşmış otokratik hükümdarlara, baskıcı rejimlere ve eşitsizliklere karşı duyulan hoşnutsuzluklar dünyanın her yanında devrimcileri harekete geçirdi.
Otuz yıldır hükümette olan diktatör Başkan Porfirio Díaz’ı deviren Meksika Devrimi (1910-20), Diaz’ın bir seçim yapma kararı sonucu patlak verdi. Meksika’nın tarımla uğraşan nüfusu yoksulluk içinde yaşıyor ve ülkeyi yıllarca şiddet ve siyasi istikrarsızlık içine sokacak bir isyan dışında herhangi bir seçenek göremiyordu.
Müsrif ve aciz Muzaffereddin Şah tarafından yönetilen çökmüş Acem İmparatorluğu (bugünün İran toprakları) 1905-1907 yılları arasında bir devrim yaşadı. Bu devrim, yeni bir anayasaya, Şah’ın tahttan el çekmesine ve İran’da bir parlamentonun kurulmasına yol açtı. Ancak 1907’de İngiltere ve Rusya’nın, Anglo-Rus Antlaşması’nı bitirip, Büyük Oyun diye bilinen -İngiltere’nin Rusya’yı, sömürgesi Hindistan’a karşı tehdit olarak gördüğü- Orta Asya’daki yıllar süren rekabeti sona erdirerek İran’ı kendi aralarında paylaşmaları sonucu, İran İmparatorluğu özerkliğini kaybetti. Devletleri yok etmeyi ve onların yerine devletsiz toplumlar getirmeyi hedefleyen anarşistler de çeşitli ülkelerde faaliyete geçmişlerdi ve 1900 yılında İtalya Kralı I. Umberto ile 1901’de Amerika Başkanı William McKinney’in öldürüldüğü suikastlar da dahil, birçok bireysel terör eylemi gerçekleştirdiler. Anarşistler, halk muhalefet güçlerine şiddeti ve radikalizmi getirdiler.
Sanat ve Bilimde DevrimlerSanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, sanatçıları yaşamın her yönünü tekrar gözden geçirmeye teşvik etti. Yeni bir akım olan modernizm, yeni üretim yöntemlerine ve burjuva değerlerine geçişin etkilerine karşı romantizmin on dokuzuncu yüzyıldaki isyanı olarak ortaya çıktı. Modernist sanatçı, sanatın gelişmeyi engellediğine inanılan geleneksel formlarından kaçınan bir devrimciydi. Fransa’da çalışan İspanyol avangard ressam Pablo Picasso, geleneksel perspektifi reddetti ve onun resim deneyleri, nesnelerin analiz edilip soyut biçimde yeniden birleştirilmesini kapsayan kübizm, fütürizm ve sürrealizm gibi diğer farklı sanat akımlarına yol açtı. Alman ekspresyonist ressamlar Paul Klee ve Wassily Kandinsky ile Çek romancı Franz Kafka, kentsel sanayileşmenin insanları makineleştiren etkilerine tepki gösterdiler ve sanatta gerçekçilikten uzaklaştılar.
Müzikteki modernizm akımı, Avusturyalı-Amerikalı besteci Schönberg’in, belirli bir anahtarı kullanmanın getirdiği kısıtlamayı önleyen ve modern besteciler arasında geniş ölçüde etkili olan on iki ton tekniğini kullanarak geleneksel ses armonisi üzerinde denemeler yapmasına yol açtı. Mimarlıkta, İsviçreli-Fransız Modernist Le Corbusier, geleneksel mimari tarzları reddetti ve binaları “içinde yaşanacak makineler” olarak yeni baştan şekillendirdi.
Bilim, yirminci yüzyılın başlarında insanlığın ufuklarını genişletmeye devam etti. Röntgen ışınları 1895 yılında Wilhelm Röntgen tarafından daha yeni keşfedilmişti ve çok geçmeden Marie ve Pierre Curie, radyoaktiviteyi belirleyerek maddenin yapısıyla ilgili fikirlerde değişikliklere yol açtılar. 1900’de Max Planck, enerjinin (daha önce düşünüldüğü gibi) sürekli bir akış içinde olmadığını, onun muhtemel en küçük miktar “kuantum” olmak üzere, küçük paketler veya “kuantumlar” halinde hareket ettiğini ileri sürdü. Einstein, bu düşünce üzerinden giderek, 1905 yılında kendi özel izafiyet teorisini ortaya attı; bu teoriyle, uzay ve zamanın mutlak olduğunu savunan önceki görüşü devirerek, bunların gözlemciye göre izafi olduğunu (bizim için bir milyon yıl olan süre, yüksek hızlı bir roketin içinde olan bir kişi için sadece birkaç saniye demek olabilir) ileri sürdü. Onun 1916’da yayınlanan genel izafiyet teorisi, maddenin uzayda bir eğrilmeye neden olduğunu ve bunun evrendeki göksel cisimlerin algılanış hareketini açıkladığını ilan etti.
Milliyetçilik, Tarihin Akışını DeğiştiriyorÇin ve Rus imparatorlukları, yirminci yüzyılın ilk yıllarında yıkılan birçok imparatorluktan iki tanesiydi. 1914-1918 yılları arasında devam eden I. Dünya Savaşı sırasında, daha fazla sayıda imparatorluğu yok edecek bir güç giderek büyümekteydi. On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki nispeten barışçıl iklimde, vatanseverliğin aşırı bir şekli olan milliyetçilik, kendi ülkelerinin ekonomik, kültürel ve askeri üstünlüğüne güvenle inanan Avrupa ülkelerini birleştirmeye hizmet etmişti. Fakat aynı zamanda Avrupa güçleri arasında şiddetli bir rekabet ve çekişme yarattı. 1871’de Almanya’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra birleşmesiyle kurulan Alman İmparatorluğu, dünyayı I. Dünya Savaşı’na sürükleyecek olan milliyetçi ve emperyal hırslara sahipti ve bu da sonuçta Alman İmparatorluğu’nun çökmesine neden oldu.
Aralarında, on dokuzuncu yüzyılda Avusturya ve Macaristan’ın birleşmesiyle kurulan ve hanedanlıkları Kutsal Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan Habsburg Hanedanlığı tarafından yönetilen Orta Avrupa’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun da olduğu diğer imparatorluklar da Almanya ile birlikte düşecekti.
1299’da Anadolu’da (bugünkü Türkiye) kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu, 1453’te Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısı olan toprakları -Bizans İmparatorluğu’nun topraklarını- ele geçirdi. İmparatorluğun mutlak hükümdarı olan sultan, dünyadaki Müslümanlar tarafından İslam aleminin lideri olarak kabul ediliyordu. Osmanlıların, Avrupalı güçler tarafından alınan toprakları geri kazanmak amacıyla 1914’te Almanya ile yaptığı ittifak, gerilemekte olan bu Doğu Akdeniz gücünün sonunu getirecek olan kaderi mühürlemiş oldu.
2. Bölüm
TÜM SAVAŞLARI SONA ERDİREN SAVAŞ
1914 yılına gelindiğinde, Alman İmparatorluğu Avrupa’da egemen bir ekonomik güç haline gelmişti ve kimya endüstrisiyle dünya pazarında başı çekiyordu. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan Almanya, denizcilikte de İngiltere’nin ardından ikinci sıradaydı ve kıtayı I. Dünya Savaşı kaosuna sokmakta belirleyici bir rol oynayacaktı. Fakat Avrupa’nın her yerinde işin içinde demokratikleşme ve sosyalizm için baskılar, milliyetçilerin talepleri, zor kazanılmış imparatorlukların dağılma korkusu ve en önemlisi, diğer ulusların korkusu gibi başka faktörler vardı. Almanya, Fransa ve Rusya tarafından kuşatılmaktan korkuyordu; Rusya, Almanların Balkanlar ve Yakındoğu üzerinde bir kontrol kurma ihtimalinden endişeliydi; Fransa-Prusya Savaşı’ndaki (1870-71) yenilgisiyle ezilen Fransa, Almanya’nın artan gücü karşısında kendini tehdit altında hissediyordu ve İngiltere dünyadaki dominant konumunu kaybetme kaygısı içindeydi.
Korku, bu ulusları gerekli olduğuna inandıkları ve kendi özgürlüklerini güvence altına almak için haklı gördükleri bir savaşa itti. Bu savaşın kahramanca çarpışılan birkaç ay içinde sona ermesini ve tüm savaşlara son vermesini umuyorlardı. Oysa bu, sivilleri de kendi vatanlarında seferberlik içine sokacak olan yeni türde bir topyekûn savaşın, teknolojinin benzeri görülmemiş derecede önemli ve yıkıcı hale geldiği ve üstelik daha da fazla çatışmaya yol açacak olan bir savaşın başlangıcıydı.
Savaşa SürüklenişI. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen olaydan önceki on yıl içinde, emperyalist Avrupa ülkeleri kendi ekonomik çıkarları için ticarette, pazarlarda ve bölgelerde rekabet içine girerek iktidar ve statü için didişmeye başlamışlardı. Almanya yükselirken, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları geriliyordu. İngiltere, halen dünyanın en büyük donanma filosuna sahipti ve kendi deniz üstünlüğünü korumak için HMS Dreadnought (1906) ve diğer savaş gemilerini inşa etmişti. Diğer ülkeler, özellikle Almanya, savaşa caydırıcı etki yapacağına inanarak ağır kalibreli silahlar yapma ve ordularını genişletme yarışına girdi.
Artan silahlanma yarışının ışığında ve gittikçe büyüyen masraflarla boğuşan Rus Çarı II. Nikola, silahsızlanma konusunu müzakere etmek ve ülkeleri savaştan ziyade tahkime gitme yoluyla uluslararası anlaşmazlıkları çözmeye zorlamak amacıyla 1899’da Lahey’de bir barış konferansı başlattı. Ancak girişim, Almanya tarafından veto edildi. 1907’de ABD Başkanı Theodore Roosevelt tarafından başlatılan ikinci bir barış konferansı bazı savaş kuralları getirdi. Ancak Almanya’nın, silahlanmayı sınırlama girişimini, İngilizler tarafından Alman donanma filosunu kısıtlamaya yönelik bir hareket olarak görmesi nedeniyle, bu girişim devre dışı bırakıldı.
Liderler savaş olasılığı konusunda kayıtsız davranmaya başladılar. Sözleşmeye bağlanmış olan ittifaklar vasıtasıyla bir güç dengesi kurabileceklerine ve çatışmadan kendilerini koruyabileceklerine inanıyorlardı. Fakat bu ittifaklar Avrupa’yı, Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük nedeni haline gelen çok ağır potansiyel yükümlülükler ağının içine sokmuştu.
Dünya Bir Kav Kutusu1907 yılına gelindiğinde aralarındaki rekabet Avrupa’daki güçleri iki gruba ayırmıştı: Bir tarafta Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya Üçlü İttifakı; diğer tarafta Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Üçlü İtilaf Devletleri. Bu bölünmenin nedeni kısmen Fransa ve Almanya’yı sertçe karşı karşıya getiren 1870-71 yılları arasındaki Fransa-Prusya Savaşı’ndan ve kısmen Balkan bölgesindeki rekabetlerden kaynaklanıyordu.
Bir zamanlar Ortodoks-Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmparatorluğu) bir parçası ve Avrupa’nın çoklu bir etnik yapıya sahip güneydoğu yarımadası olan Balkanlar, ortaçağdan beri Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı. İki yüzyıl boyunca Rusya, Ortodoks Hıristiyan Sırpların tarafını tutarak ve kriz içindeki Sırbistan’ın yardımına gideceği vaadiyle Osmanlı topraklarında yavaş yavaş güneye doğru ilerledi. Sırbistan ve Yunanistan on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı yönetiminden koptu ve 1877-78 Rus-Türk Savaşı sırasında Rusya, Hıristiyanlara yapılan ayrımcılığa son vermek için mücadele ederek, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir Doğu Ortodoks Balkan devletleri koalisyonu kurulmasına öncülük etti. Bu çabaları, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan’ın bir bölümüne bağımsızlık kazandırdı.
Yirminci yüzyılın başlarında Rusya, Balkan bağımsızlığını desteklemeyi sürdürdü ve özellikle 1908’de Bosna-Hersek’in Rusya’nın ezeli rakibi Avusturya-Macaristan tarafından Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasıyla bu destek daha da çok körüklendi.
Alman Şansölye ve Almanya’nın birleşmesinin mimarı Otto von Bismark, Fransa’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya bırakılan Alsas-Loren’i kurtarma girişiminde bulunmasını bekliyordu ve bu yüzden 1873’te Rusya ve Avusturya-Macaristan ile bir ittifak kurdu. Bu anlaşma, Rusya ile Avusturya-Macaristan arasında süregelen Bosna-Hersek gerginliği nedeniyle kısa ömürlü oldu. Aralarındaki rekabet, 1879’da Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında ikinci bir ittifaka yol açtı ve 1882’de İtalya’nın da katılmasıyla Üçlü İttifak olan bu üyeler, başka bir büyük güç tarafından saldırıya uğramaları durumunda birbirlerine karşılıklı destek vaat ettiler. Bu güçlü Üçlü İttifak, 1894’te savunma amaçlı bir Fransız-Rus ittifakına zemin hazırladı.
Şansölye Bismark’ın, Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm’le olan anlaşmazlıklar yüzünden istifasından sonra, karşılıklı savunma anlaşmalarının karmaşık şartları üzerinde uzlaşmak, 1890’lardaki Alman dış politikası için bir değişiklikti. Bismark’ın ayrılışı, Kayzer’in Avrupa güçlerinin ülkesini kuşatmak ve Almanya’nın genişlemesini durdurmak için gizli bir plan yaptıklarına dair inancından etkilenen imparatorluğu, yeni bir rotaya oturttu. Almanya’nın düzensiz yeni politikası, İngiltere’yi sömürgeci rakipleri olan Fransa (1904’teki Entente Cordiale Dostluk Antlaşması) ve (1907’de) Rusya ile ittifak kurmaya itti. Artmakta olan gerilimler 1912-13 Balkan Savaşları’nın çıkmasına yol açtı. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmış olan Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan, Osmanlı yönetiminden daha fazla Slav halkını kurtarmak için Osmanlı kontrolündeki Makedonya’yı ilhak etti. Avusturya-Macaristan tarafından kontrol edilen Bosna-Hersek’teki Bosnalı Sırplar, şimdi daha büyük bir Sırbistan’a katılma özlemi içinde özgürlükleri için yaygara koparmaya başladılar. Daha sonra olacaklar için Bis-mark yıllar öncesinden, “Bir gün Balkanlar’daki bazı lanet olası aptalca şeyler yüzünden büyük Avrupa Savaşı çıkacak,” diye bir öngörüde bulunmuştu.
Balkan Kıvılcımı28 Haziran 1914’te Avusturya tahtının varisi Arşidük Franz Ferdinand, Bosna’nın başkenti Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Arşidük oraya, Avusturya tarafından altı yıl önce ilhak edilmiş olan Bosna-Hersek’teki Avusturya imparatorluk askerlerini teftiş için gelmişti. Karısıyla birlikte üstü açık bir arabayla şehri gezdikleri o gün, tesadüfen Sırpların 1389’da Kosova Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşırken şehit düşen Sırp askerlerini andıkları Aziz Vitus Günü’ne denk gelmişti. Bosna için bağımsızlık isteyen gizli bir milliyetçi Sırp grubu olan Black Hand (Kara El), Avusturya İmparatorluğu’na karşı harekete geçmek için bu özel günü seçmişti. Devrimcilerden biri, Arşidük’ün arabasına bir bomba attığında, bomba imparatorluk çiftine bir zarar vermeden arabanın arkasına yuvarlandı; fakat sonra kortej yanlış bir yola girdi ve grup üyelerinden bir başkası, on dokuz yaşındaki Bosnalı Sırp Gavrilo Princip, Franz Ferdinand’la karısını vurarak öldürdü.
Avusturya-Macaristan, Sırp Hükümeti’ni suikasttan sorumlu tuttu ve Sırbistan’ı Avusturya karşıtı faaliyetleri bastırmaya çağıran bir ültimatom yayınladı. Sırbistan, Avusturya’nın taleplerinin çoğunu kabul etti; ancak Avusturya, Rusya’nın bir müdahalede bulunması halinde Almanya’nın kendilerine koşulsuz destek sözü vermesinden güç alarak 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, küçük bir çatışma olarak kalabilecekken çığ gibi büyüdü ve karşılıklı savunma antlaşmalarının sonucu olarak büyük bir savaş haline geldi.
Durdurulamayan Bir SavaşSavaş ilanından bir gün sonra Avusturya, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombaladı. Rusya, birliklerini Sırbistan’ı savunmak için harekete geçirdi.
Almanya’nın dünya meselelerinde güç ve otorite sahibi olması için büyük bir istek duyan Kayzer II. Wilhelm, artık iki cephede savaşa girme ihtimalini azaltmıştı: Rusya ve onun müttefiki -İngiltere tarafından desteklenen- Fransa. Ancak Almanya, çatışmayı sınırlayabilecek olan, Fransa’nın tarafsız kalması karşılığında Alsas için özerklik vermek yerine, Fransa’ya bir ültimatom gönderdi ve sadece Fransa’nın tarafsız kalmasını talep etmekle kalmayıp aynı zamanda stratejik öneme sahip Toul ve Verdun kalelerinin de silahlı çatışma süresince tarafsızlığın bir garantisi olarak kendilerine sunulmasını istedi. Fransa buna cevaben “kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini” söyledi. Bunun üzerine İngiltere, eğer Almanya, Fransa ve Rusya’ya karşı tarafsız kalacağına söz verirse, Fransa’nın tarafsız olarak kalmasını teklif etti. Teklif, İngiliz Dışişleri Bakanı ve Londra’daki Almanya Büyükelçisi arasındaki bir telefon görüşmesi sırasında gerçekleşen bir yanlış anlaşılma sonucu Almanya’nın sadece Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde Fransa’nın tarafsız kalacağı şeklinde algılandı.
Savaşın tek bir cephede olacağını uman Kayzer, Alman birliklerinin batıdan Fransa’ya doğru seferberliğini durdurmaya çalıştı; fakat 1 Ağustos 1914’te Alman General von Moltke, Kayzer’e, düzenlemeleri değiştirmenin orduyu “kaotik bir sürü” haline getireceğini söyledi. Aynı gün Alman birlikleri sınırı geçerek Lüksemburg’a girdi ve Almanya Rusya’ya savaş ilan etti.
Alman komutanlar, uzun süredir geliştirilmekte olan Schlieffen Planı’nı takip ederek Fransız ordularının etrafını Belçika üzerinden kuşatıp üstünlük sağlamak ve altı hafta içinde Paris’i ele geçirmek niyetindeydiler ve böylece geri dönüp Rusya’ya saldırmadan önce batıdaki tehdidi durdurmuş olacaklardı. Bu plandaki beklentiye göre Rusya muazzam ordusunu seferber etmekte geç kalacak ve İngiltere, Fransa’ya yardım edecek birliklerini zamanında gönderemeyecekti. Ancak Almanya’nın, birliklerinin ülkelerinden serbest geçiş yapmasını reddeden Belçika’ya saldırarak Fransa’ya savaş ilan etmesi (3 Ağustos) üzerine İngiltere 4 Ağustos’ta, Belçika’nın tarafsızlığını koruyacağını taahhüt eden 1839 Antlaşması’na uygun olarak, Almanya’ya savaş ilan etti. Şaşkınlığa uğrayan Almanya Başbakanı Bethmann-Hollweg, “Bir kâğıt parçası için İngiltere bize savaş mı açacak?” diye bağırdı. Rusya’nın Moltke’yi ordusunu bölmeye zorlayarak birliklerini hem doğuya hem de batıya göndermek üzere on gün içinde harekete hazır hale getirmesi de Almanya’yı ayrıca şaşırtmıştı. İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, savaşın yakında bütün kıtayı saracağını ön görerek “Avrupa’nın her yerinde lambalar sönüyor. Onların tekrar yandığını hayatımızın sonuna kadar göremeyeceğiz,” yorumunu yapmıştı.
İki KampSavaş patlak verdiğinde dünya iki düşman kampa ayrıldı. Almanya ve Avusturya-Macaristan Çekirdek Merkez Güçler’i oluşturdu. İtalya, Üçlü İttifak şartları altında onlara sadece savunma savaşında katılmakla yükümlüydü ve başlangıçta tarafsız kalmayı seçti. Almanya’nın, bir isyan başlatarak İngiltere’nin Hindistan’daki kontrolünü istikrarsızlığa uğratma girişiminde bulunduğu Temmuz 1914’teki çılgın diplomatik krizler sırasında Osmanlı İmparatorluğu (Türkiye), Merkez Güçler’e katıldı. Osmanlılar, Türk boğazlarını kontrolleri altında tutuyor ve Karadeniz’e erişim sağlıyorlardı; böylece Rusya’yı İngiliz ve Fransız müttefiklerinden ve güneydeki ikmal kaynaklarından koparabilirlerdi. Balkanlar’daki Bulgaristan da benzer stratejik avantajlara sahipti ve 1915’te Merkez Güçler’e katıldı.
Muhalif tarafta, savaşın başlangıcında Müttefik Devletler olan Fransa, İngiltere, Rusya ve onların sömürgeleri ile Sırbistan, Üçlü İtilaf Devletleri’nin üyeleriydiler. 1902’den beri İngiltere’nin müttefiki olan Japonya, Ağustos 1914’te Müttefiklere katıldı ve hemen Çin’in çevresindeki Alman gemilerinin yok edilmesine ve Uzakdoğu’daki Alman topraklarının işgal edilmesine yardımcı oldu. İtalya, ülkesinin sınırındaki Avusturya-Macaristan topraklarının güvencesiyle Nisan 1915’te Müttefiklere katılacaktı. Romanya da Ağustos 1916’da Müttefiklere katıldı. Birleşik Devletler tarafsız kalmaya çalıştı, ancak Nisan 1917’de Müttefiklerin safında savaşa girdi (bkz. sayfa 49). Yunanistan Temmuz 1917’de Müttefiklere katıldı. Tarihte ilk kez çatışma küresel hale gelecek ve her kıtayı etkileyecekti.

GÖRSEL 3. Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı (1914–18) sırasındaki askeri müttefikleri
Ülkenin Sana İhtiyacı Var!
Erkekler kendi ülkeleri için savaşmak üzere askerliğe akın ettiler ve profesyonel ordular hızla büyüdü. Fransa, Almanya, Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın aksine İngiltere, zorunlu askerlik emri çıkartmadı ve bu konuda gönüllülere güvendi. “Ülkenin SANA İhtiyacı Var!” İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener’in ünlü posterde yer alan sloganıydı ve bununla bir milyondan fazla hevesli genç erkeği İngiltere’nin seferi kuvvetlerine katılmaya teşvik etti. Bunların pek çoğu savaş için hazırlıksızdı ve arkadaşlarla komşuların doluştuğu bu “Ahbap” taburları, yüksek kayıplar verdiler. Askere alınma hedeflerini korumak için İngiltere, 1916’da on sekiz ile kırk bir yaş arası erkekler için (savaşın son aylarında elli bir yaşa kadar çıktı) zorunlu askerlik hizmeti başlattı.
Fransız ve İngiliz imparatorlukları Müttefikler adına savaşmaları için Afrikalıları ve Hintlileri askere aldılar; İngiliz sömürgeleri olan Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika, Müttefikleri desteklemek için kendi askeri güçlerini silah altına aldılar. 1917’de ABD Başkanı Woodrow Wilson, Birleşik Devletler’de zorunlu askerliği tekrar devreye soktu.
Zorunlu askerlik sadece erkeklere uygulanıyordu; fakat pek çok kadın, gönüllü hemşire, ambulans şoförü ve savaş doktoru olarak orduya katıldı. Evdeki kadınlar, erkeklerden boşalan işleri veya cephane fabrikalarındaki yeni işleri üstlendiler; diğerleri savaş uğraşlarını hayır işleriyle desteklediler.