bannerbanner
Afrika masalları
Afrika masalları

Полная версия

Afrika masalları

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

Bu suçlama karşısında çok öfkelenen Tavşan her şeyi inkâr etti: “Senin tarlana elimi bile sürmedim. Kralların Kralı bunu yapmış olmalı. Ne var ki hırsızı asla yakalayamayacaksın.”

“Madem öyle, yediğin darıları nereden buldun söyle bakalım. Senin tarlandan değil o darılar!”

“Ne diye bir kraalın yakınında yaşıyoruz sanıyorsun?” dedi Tavşan neşeyle. “Ben şefin darılarından yiyorum.”

Bu duydukları Duiker’in aklını iyice karıştırmıştı. Özellikle de sadece bir gün sonra ekinleri bir kez daha çalınınca iyice şaşkına döndü.

“Böyle giderse yakında yiyecek hiçbir şeyim kalmayacak,” dedi Tavşan’a. “Ne yapabilirim sence?”

“İyisi mi bir tuzak kuralım,” dedi Tavşan. “Belki bu sayede hırsızı yakalamayı başarırız.”

Tavşan, bir atın kuyruğundan birkaç kıl koparıp bunlara ilmek atarak uzunca bir ip yaptı. Ardından bu ipi yere koyup küçük sopalarla sabitledi ve kimseler farkına varmasın diye üzerine toprak serpti. Bunun üzerine de darı serpti. Böylece darıları yemek isteyecek olan kuşlar ayaklarını düğümlere sürtüp ipe takılacak, kaçmaya çalıştıkça ip daha da sıkı hale gelecekti.

Ertesi sabah Tavşan ile Duiker birlikte tuzağı incelemek üzere darı ekili olan toprağa gitti. İnce siyah iplere çok güzel bir kuşun yakalanmış olduğunu görünce pek sevindiler. Kuş, uzun kanatlarını çaresizce çırpmaktaydı. Tavşan düğümleri dişleriyle tuttu, bu sırada Duiker de kuşu yakaladı. Ne var ki bu küçük hayvan pek hızlıydı. Düğümlerin çözüldüğünü fark eder etmez, kanatlarını var gücüyle çırparak Duiker’in elinden kurtuldu ve bulutlara doğru süzüldü.



“Aldırma,” dedi Tavşan. “Bu gece tuzağı tekrar kurarız.”

Ertesi gün aynı güzel kuşun bir kez daha ipe takılmış olduğunu gördüler. Ama bu defa yalnız değildi. Onun kadar güzel bir sürü kuş vardı yanında. Havada daireler çizip uçuşan kuşlar, suçluyu yakalayıp düğümleri çözmeye çalışan Tavşan ile Duiker’i izliyordu. Bu defa daha dikkatli davrandıkları için avlarının kaçma şansı kalmamıştı. Çok güzel bir kuştu bu ama en dikkat çekici özelliği sadece bir kanadında bulunan upuzun bir tüydü. Kurnaz Tavşan, bu tüyün kuşa güç verdiğini hemen tahmin etmişti. Tüyü çekip kopardı ama çok şaşırtıcı bir şey oldu: Kuş bir anda ortadan kayboldu. Onun yerinde şimdi güzel bir prenses vardı. Tavşan hemen sihirli tüyü saklayıp Prenses’ten kulübede kalmasını rica etti. Ona çok iyi bakacak ve her gün yemek getirecekti.

Böylece Prenses kulübede kaldı. Zaten sihirli tüyünü yitirdiği için bulutlardaki evine geri dönmesi imkânsızdı. Kuşlar her gün kulübenin kapısına gelip ne zaman eve döneceğini soruyordu güzel kıza.

“Sabırlı olun,” diye cevap veriyordu Prenses. “Tam zamanında eve döneceğim.”

“Uzun tüyün nerede?” diye soruyordu kuşlar. “Kayıp mı ettin onu?”

“Uzun tüyüm güvende,” diyordu Prenses. “Tavşan onu sakladı.”

İşte Prenses günlerce böyle yaşadı. Tavşan’ı gördükçe onun bilgeliğine ve kurnazlığına hayran kalıyordu. “Bir tavşan olması ne yazık!” diye geçirdi içinden. “Babamın yönettiği diyarlarda onun eline su dökebilecek tek bir şef çıkmaz!”

Prenses aslında bir periydi ve sihirli güçleri vardı. İşte bu yüzden, Tavşan’ı bir insana dönüştürmeye karar verdi.

Günlerden bir gün Prenses ve Tavşan yalnız kalmıştı. Tavşan sordu: “Sihirli tüyünü kim aldı, biliyor musun?”

“Evet, biliyorum,” dedi Prenses. “Sen aldın.”

“Çok haklısın,” dedi Tavşan. “Peki, tüyü nereye sakladığımdan haberin var mı?”

“Hayır,” diye cevap verdi Prenses. “Fakat sayende sihirli tüyümün güvende olduğundan eminim. Lütfen onu saklamaya devam et, yalnız bir kez görmeme izin ver.”

Prenses öyle güzeldi ki Tavşan, onun bu isteği karşısında daha fazla direnemedi. Hemen gidip tüyü getirdi. Prenses tüyü eline aldı fakat onu kullanarak kaçmayı denemedi. Gülmekle yetinip tüyü Tavşan’a fırlattı.

Tavşan bir anda yakışıklı bir prense dönüşüverdi. Prenses buna öyle sevinmişti ki! Tavşan Prens, bu durumun gelecekteki hayatında büyük bir değişimi beraberinde getireceğini anlamıştı. Artık eşit olduklarına göre Prenses’i elde etmeye çalışabilirdi. Gelgelelim, ona hediye edebileceği toprağı yoktu. Sonra Duiker’in güzel tarlası geldi aklına. “Artık bir insanım,” dedi Tavşan. “Duiker’i öldürüp tarlasını Prenses’e veririm.”

Pusu kurup bekledi ve küçük antilopu öldürüp kulübeye getirdi. O akşam yemeğinde bu eti yediler. Bu sırada Tavşan Prens, Prenses’e sordu: “Benimle evlenir misin?”

Prenses, “Evet, elbette evlenirim,” dedi ve ekledi: “Ama bunu kimselere söylemeyelim. Her gün memleketimden gelen kuşlar bu haberi işitmemeli zira annemle babam yeryüzündeki bir faniyle evlenmeme asla izin vermez.”

Bu arada kuşlar Prenses’i beklemekten usanmıştı. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Bütün bunlar Tavşan Prens’in suçu. Onu öldürmeliyiz. Aksi halde Prenses bir daha evine dönemeyecek.”

Sonra ülkenin en bilge büyücüleri kabul edilen ve çok yakında yaşayan Fare ile Ağaçkakan’a danıştılar. Fare ve Ağaçkakan, Prens’in yemeğine konulabilecek güvenli bir zehirden bahsetti. Fakat Prenses kendi tebasını pek iyi tanıdığından Prens’i tam vaktinde ikaz etmeyi başardı.

Prens hiçbir şey yemedi. Böylelikle ölüm tehlikesinden kurtuldu. Bu süre zarfında Fare ile Ağaçkakan, genç Prens’e öyle ısınmıştı ki artık ona bir kötülük yapmayı redderek evlerini onun kulübesine yakın bir yere kurdular. Böylece genç adamı her gün görebileceklerdi.

Fakat artık Prenses kendi ülkesine dönmek istiyordu, evini ve ailesini çok özlemişti. Prens’e şöyle dedi: “Annemle babamı görmek ister misin?”

“Çok isterim,” diye cevap verdi Prens. “Nerede yaşıyorlar?”

“Gökyüzünde yaşıyorlar,” dedi Prenses. “Haydi git de sihirli tüyümü bana getir.”

Tavşan Prens tüyü bir kez daha sakladığı yerden çıkarıp Prenses’e verdi. Genç kadın, sihirli tüyü yere koydu. Bir anda tüy uzamaya başladı, ta ki bulutlara ulaşana dek uzamaya devam etti.

Sonra tırmanmaya başladılar. Önce Prens ile Prenses çıktı tüyün üzerine. Ardından Fare ile Ağaçkakan onları izledi. Prens’i tehlikelerden korumak için onlarla gelmek istediklerini söylemişlerdi. Bulutların tepesine çıkana kadar tırmandılar. Devasa bir mağaranın ağzında buldular kendilerini. Fakat burası büyük taşlarla kapalıydı. Prenses çaresizlik içinde haykırdı: “Bu kayaları nasıl kaldıracağız?”

“Benim kemirip içini oyamayacağım hiçbir şey yoktur,” dedi Fare. “Birkaç dakika denememe izin verin.”


“Bulutların tepesine çıkana kadar tırmandılar.”


Ağacın bir köşesini var gücüyle kemirmeye başladı ama pes etmek zorunda kaldı çünkü taşta küçücük bir delik dahi açmayı başaramamıştı.

Bunun üzerine Ağaçkakan ileri atıldı. “Bir de ben deneyeyim,” dedi. “Ben küçük yuvamı ağaçlara yaparım. Gagamın giremeyeceği bir gedik görmedim henüz.”

Bu sözlerin ardından Ağaçkakan büyük taşın kenarına dikkatle vurmaya başladı. Sonra birden şöyle bağırdı: “İşte şimdi oldu!”

Taşın bir kenarında parmak kadar bir fırdöndü bulmuştu. Bunu çekince taş geriye yuvarlandı ve mağaranın ağzı açıldı.

Prens tam Prenses’le birlikte içeri girmek üzereyken kocaman bir canavar çıktı karşılarına. Başında iki boynuz vardı. Her bir boynuza ise bir insan kafası saplanmıştı. Vücudu baştan aşağı gözlerle kaplıydı ve yeşil ışıklar saçan bu gözlerinin her birini Prens’e çevirmişti. Ama Prenses’in uzun tüyünü bir kez daha çekip canavarın yüzüne batırması yetti. Canavar bir anda toz olup uçuverdi!

“Artık güvenle ilerleyebiliriz,” dedi Prenses. İçeri girip mağaranın diğer ağzına kadar yürüdüler. Şimdi tıpkı bizimkine benzeyen bir başka dünya vardı karşılarında. Yemyeşil büyük vadilerde çağlayarak akan ırmaklar görülüyordu. Bunların önünde ise özenle yapılmış saz kulübelerin oluşturduğu büyük bir kraal bulunuyordu. İşte burası Prenses’in ülkesiydi. Genç kız büyük bir neşeyle evine doğru koştu. Annesiyle babası insan şeklinde gelip kızlarına sarıldı. Sonra Prenses’in kadın erkek bütün dostları neşe içinde yanına koşturup onu karşıladı. O âna dek Prens bütün bu kişileri birer kuş olarak görmüştü.

“Yanındaki bu adam da kim? Onu nereden buldun?” diye sordu Prenses’in babası, karşılama töreni sona erince.

“Onu aşağıdaki dünyadan çaldım,” diye cevap verdi Prenses neşeyle gülerek.

Babası kaşlarını çatmıştı. Yeryüzü sakinleriyle hiç işi olmazdı. Onlarla herhangi bir ilişki kurma düşüncesi onu çok kızdırmıştı. Prenses, Tavşan Prens’i kendisine eş olarak seçtiğini açıkladığında hem anne babası hem de arkadaşları çok bozuldu. İki gencin evlenmesine kesin bir dille karşı çıktılar. Prenses, sevgilisi adına çok dil döküp yalvardı. Genç adamın hünerlerinden söz ederek hiçbir kızın böyle zeki ve asil bir kocası olmadığını anlattı. Fakat yaşlı Şef, bulutlar diyarından bir kızın yeryüzünden bir erkekle evlenmesinin görülmüş şey olmadığını söyleyerek konuyu kapattı. Prens kendi ülkesine dönmeliydi.

Gelgelelim, Prenses genç adama sıkı sıkıya tutunup onu göndermeyi reddetti. Bunun üzerine Prenses’in ailesi ve arkadaşları, Tavşan Prens’in öldürülmesine karar verdi. Prenses’in eve dönüşünü kutlamak üzere büyük bir ziyafet düzenlediler. Fare yemek tencerelerinin dibinden ayrılmıyor, bütün gün etrafta dolanıp leziz yemekleri didik didik ediyordu. Kimsecikler onu görmese de Fare’nin ufak siyah gözlerinden hiçbir şey kaçmıyordu. Ziyafet sabahı misafirler için sofranın hazırlanmış olduğunu gördü. Prens’e ayrılan yemekler iki küçük siyah tencereye konmuş ve yeşil yapraklarla süslenmişti. Kimsenin yemeklere bakmadığı sırada tuhaf giyimli bir kadın belirdi. Şüphesiz bir cadıydı bu. Prens’in yemeklerine garip bir toz serpti fakat diğer tencerelere hiç dokunmadı.

Tam ziyafet başlayacakken Fare, Prens’in sırtına çıkıp kulağına fısıldadı: “Senin için hazırladıkları şeylerden sakın yeme. Sadece biradan içebilirsin, güvenle tüketebileceğin tek şey o.”

Prens bu ikaza kulak vererek ilk tehlikeden kaçmayı başardı. Fakat başarısız olan bulutlar diyarı halkı en maharetli büyücülerini toplayıp yeni bir plan yaptı. “Bir dolu fırtınası çıkaracağız,” dedi büyücüler. “Prens’i yarın ovaya çıkarın. Canlı olarak geri dönemeyecek.”

Ertesi sabah Gökyüzü Kralı, Tavşan Prens’i büyük bir ovanın ötesindeki bir başka kraala gönderdi. Üç saat kadar yolculuk ettikten sonra ufukta büyük bulutlar belirmeye başladı fakat Prens’in etrafta sığınabileceği hiçbir yer yoktu. Koyu mavi ve kara renkli bulutlar gitgide genişliyordu. Sonunda güneş gözden kaybolmuştu. Derken uzaklardan durmak bilmeyen bir gök gürültüsü işitildi. Bir an dahi ara vermeyen bu ses giderek yaklaşmaktaydı. “Bu gökgürültüsü değil,” dedi Prens. “Dolu yağacak. Ama etrafta sığınabileceğim hiçbir yer yok. Prenses’in yüzünü bir daha göremeyeceğim!”

“Korkma,” dedi bir ses kulağına yaklaşarak. Genç adam başını çevirince Ağaçkakan’ı gördü. “Yere uzan. Ben başını koruyacağım zira ben de bir büyücüyüm.”

Prens yere uzandı. Küçük Ağaçkakan kanatlarını açıp genç adamın üzerinde uçmaya başladı. Sanki bir silahtan fırlatılmış gibi kocaman bir dolu tanesi düştü yere. Ardından bir dolu tanesi daha geldi. Derken, ördek yumurtası büyüklüğünde, sivri uçlu ve buz gibi soğuk yüzlerce ve binlerce dolu tanesi şiddetli bir sağanak halinde ve korkunç bir gürültüyle sarp kayalıkların üzerini kapladı. Daha önce kimse bulutlar diyarında böylesi şiddetli bir fırtınaya şahit olmamıştı.

Prens’in sağ salim geri döndüğünü, üstelik keyfinin de pek yerinde olduğunu gören düşmanları şaşkına dönmüş ve eskisinden de çok öfkelenmişlerdi. Ama kararlarından dönmediler. Gölgeli bir ağacın altında bütün kabile şefleri ile büyücülerin katıldığı büyük bir indaba12 düzenlediler. Kral’ın önderliğinde günlerce sürecek bir ava çıkılmasına karar verildi. Kraaldan uzak kalacakları bu süre zarfında Prens, bir assegai ile öldürülecekti. Ancak bu olaya kaza süsü verilecekti çünkü Prenses’in, kocasının cinayete kurban gittiğini düşünmesini istemiyorlardı. Bu defa planlarının işe yarayacağını düşünüyorlardı çünkü av heyecanı sırasında ellerine pek çok fırsat geçecekti. Fakat gölgesinde toplandıkları ağacın dallarına tüneyen Ağaçkakan her şeyi işitmişti. Bu bilge kuş, büyük bir büyücüydü. Hain planı öğrenir öğrenmez bulutlar diyarının baş büyücüsünün boş kulübesine giderek burada koruyucu bir muska hazırladı. Yılanların en öldürücüsü mamba ile yılanların en büyüğü pitonun yağından aldı, sonra kaplanın akciğerlerini saran deriden biraz kopardı. Bütün bunları karıştırıp piton derisinden yapılmış ve saklaması kolay üç küçük torbaya koydu. Sonra torbaları ağzına alıp doğruca Tavşan Prens’in yanına koşturdu.



“Bunları al ve sakın üstünden ayırma,” dedi Ağaçkakan. “Hayatını tehdit eden yeni tehlikeler var.”

Prens kuşun sözüne uydu ve ava katılmak üzere neşeyle yola çıktı. Günlerce kraaldan uzakta kaldılar ve her gün yeni bir şef genç adamı öldürmeye çalıştı. Ancak fırlattıkları assegailerin hedefi tutturamadan yere düşüveriyordu. Ağaçkakan’ın hazırladığı muska sayesinde Prens bütün bu saldırılardan korunmuştu.

Sağ salim eve döndü ancak o akşam Prenses’e daha fazla direnmenin bir faydası olmadığını söyledi. Bulutlar diyarının halkı onu öldürmeden rahat etmeyecekti.

Prenses bu sözleri büyük bir üzüntüyle dinledikten sonra şöyle dedi: “Çok haklısın. Zamanla senin ne kadar zeki ve cesur olduğunu görürler diye ümit etmiştim ama bu işe yaramayacak. Bu gece hızlıca yeryüzüne inip talihimizi orada arayalım. Ben merdiveni hazırlayacağım, sen de Fare ile Ağaçkakan’ı çağır.”

Prenses sihirli tüyü çekti ve ucu yeryüzüne bakacak şekilde tuttu. Tüy hemen uzamaya başladı. Birkaç dakika içinde tüyün ucu Tavşan Prens’in kulübesinin yakınlarına ulaşmıştı. Sonra dört arkadaş aşağı indiler. Böylece bulutlar diyarını sonsuza dek terk ettiler.

Ertesi sabah bir toplantı yaptılar. ‘‘Bize hizmet edecek insanlar bulmalıyız,” dedi Prens. “Prenses için büyük bir krallık ve büyükbaş hayvanlar istiyorum. Karım bu kulübede bir başına yaşayamaz.”

“Sana verdiğim o üç küçük torba sayesinde bütün istediklerin gerçekleşecek,” dedi Ağaçkakan. “Tek yapman gereken dilek dilemek. İstediğin her şeye anında ulaşacaksın.”

“Öyleyse,” dedi Prens, “güzel kulübelerim olsun; Prenses’e hizmet etmekten asla yorulmayacak çalışkan hizmetçiler ve ona tavsiyede bulunup yol gösterecek bir de bilge kadın olsun.”

Bir anda hayal edemeyeceğiniz kadar güzel kulübeler belirdi dört yanda. Üstelik, ihtiyaç duyabilecekleri her şey vardı bu kulübelerde. Otuz güçlü kuvvetli ve iyi huylu hizmetçi kız emirlerini bekliyordu. Ayrıca bilge bir kadının bilmesi gereken her şeyi bilen sevimli bir Kraliçe vardı aralarında. Bu yaşlı kadıncağız dünyanın en iyi kalpli insanıydı.

Böylece Tavşan Prens karısının güvende olacağından ve ona çok iyi bakılacağından emin oldu. Prenses’i Ağaçkakan’a emanet ederek Fare ile birlikte asker ve büyükbaş hayvan bulmak üzere yola çıktı.

Elleri boş dönmeyeceklerdi. Kısa bir süre yol aldıktan sonra binlerce savaşçısı ve büyükbaş hayvanı olan şanlı bir kralın ününü işittiler. Ağaçkakan’ın vermiş olduğu küçük torbalar sayesinde Prens bu büyük kralı alt ederek onun bütün ordusunu ve hayvanlarını Prenses’e götürdü.

Sonra büyük bir krallık kurdu. İki sadık dostunu ödüllendirmek için Fare’yi bir prens ve Ağaçkakan’ı ise bir prenses yaptı. Fare’ye askerler verip yeni ülkeler fethetmesi için uzaklara yolladı. Korkarım, Fare’nin maceralarını hatırlayamıyorum. Tek bildiğim büyük bir şef olduğu ve hâlâ karısıyla beraber Tavşan Prens’e sadakatle hizmet ettiğidir.

Tuhaf Anne

Bir Swazi Masalı

Uzun yıllar önce bir gelin ve bir damat yaşardı. Güney Afrika halkının geleneklerine göre yeni evli bir çift ilk senelerini damadın annesiyle geçirirdi zira gelin kendi evinden sorumlu olmadan önce tamamlanması gereken ritüeller vardı.

Bu nedenle gelinle damat, yaşlı annenin kulübesinin hemen yakınındaki küçük bir kulübede yaşıyordu. Her gün tarlalarını çapalamaya gidiyorlardı. Burada darı, şeker kamışı, kabak ve sukabağı yetiştiriyorlardı. Sukabakları yeşilken pek lezzetli olur, olgunlaşıp kabuğu sertleşen sukabaklarından ise su kapları ve taslar yapılır. Damadın annesi tarlanın kendine ait kısmında çalışırken, genç çift de onlara ayrılmış toprağı ekiyordu.

Genç kadın her sabah kocası için güzel yemekler hazırlar ve tarladan dönünce yemesi için evde bırakırdı. Kahverengi kil tencerelere konmuş bu yemekler genellikle şekerkamışı suyuyla tatlandırılmış yeşil mısır lapası, taze sukabağı ve ıspanak olurdu. Yanında da büyük bir sukabağına konmuş soğuk bira. İşte yine böyle bir gündü. Genç kadın bütün gün çalıştığından eve yorgun ve aç dönen kocası için akşama kadar bütün bunları hazır etmişti. Ne var ki damadın ihtiyar annesi bu güzel yemekleri görünce canı çekti. Bu yüzden genç çift tarlada çalışırken siyah öküz derisinden fistanını çıkarıp kazmasının sapına astı. Sonra kazmaya döndü: “Kazma, haydi ben dönene kadar git çalış.”

Kazma bu emre itaat etti. Dolayısıyla, oğlu ne zaman annesinin arazisine baksa orada çalışan birini görüyordu.

Yaşlı kadın her şeyi yoluna koyunca oğlunun kulübesine geri döndü, içeri girdi ve genç adamın çakal ve kedi derisinden yapılmış güzel kaftanını giyip boncuk takılarını taktı. Bu güzel giysileri ve takıları gelini hazırlamıştı. İhtiyar kadın, oğlunun oyma başlıklı ve hayvan kuyruklarıyla süslü uzun bastonunu da aldı. Bu, kadınların kullandığı bir şey değildi. İşte bu sayede yaşlı kadın oradan geçen herkesi kandırmayı başardı. Sofraya oturup neşeyle bir şarkı tutturdu:

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Sakobula: Güney Afrika dilinde sözü geçen siyah kuşlar için kullanılan isim.

2

Rooibekkie: Hollanda dilinde ‘’kızıl gaga’’ anlamına geliyor.

3

Mantsiane: Güney Afrika’nın yerel dilinde Rooibekkie için kullanılan kelime.

4

Assegai: Küçük ve hafif mızrak. Yerliler genellikle yanlarında bunlardan birkaç tane bulundurur. Bir assegai, küçük bir ok gibi fırlatılabilir ya da yakın mesafede mızrak gibi kullanılabilir.

5

Kraal: Afrika’da yaygın olan ve çitlerle çevrili kulübelerden oluşan yerleşim birimi, köy. (ç.n.)

6

Güney Afrika dilinde pusuladaki yönlerden bu sırayla bahsedilir. Yönler arasında “kuzey” yer almaz.

7

Metnin orijinalinde creek kelimesi kullanılmış. ‘’Creek’’ Güney Afrika’nın İngilizce konuşulan bölgelerinde ortasından bir akarsu geçen dağlar arasındaki dar boğazı ifade etmek için kullanılır. Bu geçitler genellikle sık ağaçlarla çevrili olup hoş görünümlü eğrelti otlarıyla doludur. Cape Kolonisi’nde bunlara ‘’kloof’’ adı verilir.

8

İmpi: Askeri alay.

9

Induna: Bir şefin emrindeki yönetici veya lider.

10

Meyvelerinde alkol bulunan bir ağaç. (ç.n.)

11

Duiker: Afrika’nın güneyinde yaygın bir antilop türü. (ç.n.)

12

Indaba: Bir toplantı veya konsey.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3