bannerbanner
Melankolinin kısa anatomisi
Melankolinin kısa anatomisi

Полная версия

Melankolinin kısa anatomisi

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 3

Mélancolie – Domenicco Fetti (1620)


4

Ruhların Tabiatı, Kötü Melekler veya Şeytanlar ve Bunların Melankoliye Nasıl Yol Açtığı Üzerine Yan Bahis

Başıboş ruhların ve şeytanların gücünün nereye kadar uzandığı, bu hastalığa veya başka herhangi bir hastalığa neden olup olamayacakları konusu, üzerinde durulmasında yarar olan önemli bir meseledir. Konu daha iyi anlaşılsın diye asıl konumuzdan ayrılıp ruhların tabiatına kısaca değineceğim. Bu mesele bir sır perdesiyle örtülü, Postellus’un deyişiyle “tartışmalar ve belirsizliklerle dolu” ve insanın anlama kapasitesinin ötesinde olsa da, Austin’e fateor excedere vires intentionis meae, finitum de infinito non petest statuere (İtiraf edeyim ki anlayamıyorum; sınırlı olan, sonsuz hakkında yargıda bulunamaz) dedirtse de, tıpkı Tully gibi quid non sint, quam quid sint (ne olduklarını değil, ne olmadıklarını) tespit etmeye çalışabiliriz. En akıllı âlimlerimiz Cardans, Scaliger ve bilge Thomistler16, konu bu esrarlara gelince zayıf, yavan, belirsiz ve kusurlu kalırlar ve en kıvrak zekâlar bile, güneş ışığına maruz kalmış baykuş gözü gibi körelir ve baktıkları şeyi kavrayamazlar. Fakat, adı geçen insanlar gibi ben de yanılma riskini göze alıp bu konuda bir şeyler söyleyeceğim. Eski çağlarda, İncil’de17 okuduğumuz üzere Sedduceeler hayaletlere, şeytanlara ve meleklere inanmazlardı. Hekim Galen, Peripatetik düşünürler, hatta Aritoteles’in ta kendisi bile aynı fikirdeydi. Pomponatius ruhlara katı bir inanışla inanıyordu, Scalinger onların var olabileceğini yarım ağızla kabul etmekteydi, lakin Cizvit Dandinus de Anima’sında kesin bir dille reddediyordu. Hıristiyanların melekler dediği substantiae seperatae (soyut varlıklar) ve zekâ sahibi varlıklara Platoncular, Julius Pollux’un Onomasticon’da görüldüğü üzere, şeytan derler; zira ister iyi melek olsun ister kötü, Platoncular her tür ruhu daemones sözcüğüyle anarlar. Bu tür varlıklar konusunda Epikürcüler ve ateistler genel olarak aynı fikre sahiptir, çünkü onları hiç görmemişlerdir. Platon, Platinus, Porfirios, Iamblichus, Proclus ise Trismegistus’un, Pisagor’un ve Sokrates’in çizdiği yolda yürümekte ısrar ederler, onlara göre ruhlar kesinlikle vardır, Stoacılar da bu fikirdedir. Böylesi ruhlar vardır ama doğru yoldan sapmışlardır. Ruhların ortaya ilk çıkışlarına gelince, Talmudistlere göre Adem’in Havva ile evlenmeden evvel Lilis diye bir karısı vardı ve ondan doğan tüm çocukları iblisti. Türklerin Kuran’ı da bu noktada Talmud kadar saçma ve absürt şeyler anlatır; ancak İncil biz Hıristiyanlara şeytanların başı olan Lucifer’in, kibri ve hırsı yüzünden yardakçılarıyla beraber cennetten düştüğünü öğretmektedir. Tanrı tarafından yaratılıp cennete konulmuş, bir zamanlar ışığın meleği olmuş, şimdi ise gökyüzünün Ay’dan daha aşağı bir yerine, belki de cehenneme kovulmuşlardır; İncil’in 2. Petrus bölümünde, “…onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu, yargılanıncaya dek orada tutulacaklar,” diye yazar. Bazılarının inandığı ahmakça görüş, bu tür varlıkların ölmüş adamların ruhları olduğu yolundadır, güya iyi ve asil ruhlar tanrılaşırken bayağı ruhlar yerde veya toprağın altında kalmış ve şeytan olmuşlardır; Tertullian, filozof Porfirios ve M. Tyrius bu kanaattedir. “Bizim melek ve şeytan dediklerimiz,” der Tyrius, “ölmüş insanların ruhlarından başka bir şey değildir, halen hayatta olan arkadaşlarına olan sevgileri ve merhametleri nedeniyle onlara yardım ederler veya nefret ettikleri düşmanlarından intikam alırlar.” Akla, Dido’nun Aeneas’a savurduğu tehdit geliyor:

Omnibus umbra locis adero: dabis, improbe, poenas.Öfkeli hayaletim, derinlerden yükselerekSana uyanıkken musallat olacak, uykularını bölecek.

Başkalarına göre, ruhlar insanları kaderden esirgemek için, onları gereğine göre korumak veya cezalandırmak için yüksek güçlerce tayin edilen varlıklardır; Romalılar bunlara boni genii ve mali genii derlerdi; Stoacılar, iyi ruhlara lares, kötülerine lemures veya larvae adını takmışlardı. Apuleius şöyle demişti: Deos appellant qui ex hominum numero juste ac prudenter vitae curriculo gubernato, pro numine, postea ab hominibus praediti fanis et ceremoniis vulgo admittuntur, ut in Aegypto Osiris (Onlar, sağlığında adil ve bilgece yaşamış insanlara tanrı derler, ölümlerinden sonra onları tanrılaştırır, adlarına tapınaklar kurup ayinler düzenlerler, tıpkı Mısır’da Osiris’e yaptıkları gibi). Capella, onları Praestites (koruyucular) diye anar: “Onlar özel insanları ve liderleri korurlar.” Sokrates’e daemonium saturninum et igneum (ateşli ve sert mizaçlı bir ruh) eşlik ederdi ve Sokratesçilere göre tüm ruhlar arasında böyle bir ruh ad sublimes cogitationes animum erigentem (zihni yüce düşüncelere sevk etmek için) en uygun olanıydı. Plotinus’un da böyle bir ruhu vardı. Biz Hıristiyanların da yardımcı melekleri vardır, bu konuda nice eserler vermiş bir yazar olan Andreas Victorellus’a, de Angelo Custode’yi kaleme almış olan Cizvit rahibi Lodovicus de LaCerda’ya, Zanchius’a ve başka bazı din âlimlerine inanırsak tabii. Fakat Tyrius’un bu ruhlar üzerine kurduğu saçma varsayımlar, Proclus tarafından de anima et daemone adlı kitabında çürütülmüştür.

Hıristiyan bir âlim ve Cuspinian’a göre bir dönem Bizans İmparatoru Michael Parapinatius’un hocası olan Psellus, şeytanların doğası üzerine büyük bir gözlemciydi. Ona göre şeytanlar maddesel, cismani varlıklardır; “havadan oluşmuş bedenleri vardır ve fânidirler, yaşar ve ölürler.” Martianus Capella da aynı görüştedir ama bizim Hıristiyan filozoflarımız bu iddiaya şiddetle karşı çıkarlar. Psellus şöyle ekler: “…onlar da gıda alır ve dışkı çıkarırlar, kendilerine zarar verilirse acı çekerler.” Cardan bunu onaylar ama Scalinger’ın cevabı alaycıdır: Si pascantur aere, cur non pugnant ob puriorem aera? (Şayet hava ile besleniyorlarsa neden daha temiz hava için birbirleriyle dövüşmüyorlar?) Psellus, eğer bedenleri kesilirse hayranlık uyandırıcı bir hızla iyileştiklerini söylemektedir. Austin18 de bunu destekler: Mutato casu corpora in deteriorem qualitatem aeris spissioris (tersine, bedenlerini daha düşük nitelikli ve yoğun bir havaya da dönüştürebilirler). Hierome de Comment in epist. Ad Ephes (Efeslilere Mektubun Tefsiri) adlı kitabında Psellus’a destek verir. Origen, Tertullian, Lactantius ve pek çok eski kilise babası aynı kanaattedir: Cennetten düştüklerinde, şeytanların bedeni maddi bir hâle, havaya dönüşmüştür. Theatri Naturae’de Bodine ve Hermeticae Philosophiae’de David Crusius meleklerin ve ruhların maddi olduğunu ispatlamak için bazı argümanlar öne sürerler: Quicquid continetur in loco corporeum est: At spiritus continetur in loco, ergo (boşlukta yer kaplayan her şey maddeseldir; ruhlar yer kaplarlar, o hâlde…) Si spiritus sunt quanti, erunt corporei: At sunt quanti, ergo. Sunt finiti, ergo quanti (eğer ruhlar sayı ile sayılabiliyorlarsa, o zaman maddi olmalılar; ruhlar sonsuz değildirler, sınırlı sayıdadırlar, o hâlde…) vesaire. Bodine daha da ileriye giderek bu animae seperatae’nın (soyut ruhlar), cinler, ruhlar, melekler, şeytanlar ve ölmüş insanların ruhlarının, eğer maddi iseler (ki o, bu teorinin hararetli bir savunucusudur) sabit birer şekle sahip olduğunu söyler; onlar tümüyle küre şeklindedir, tıpkı Güneş ve Ay gibi, zira bu en mükemmel biçimdir: Quae nihil haber asperitatis, nihil angulis incisum, nihil anfractibus involutum, nihil eminens, sed inter corpora perfecta est perfectissimum (sert kenarları olmayan, köşesiz, kıvrımsız, çıkıntısız şekil; şekiller arasında en mükemmeli), bu yüzden tüm ruhlar cisimseldir ve gerçek biçimleri de küredir sonucuna varır. Diğer havasal cisimlere dönüşebilir, istedikleri gibi her biçime girebilirler; hareketleri çok hızlıdır, millerce mesafeyi göz açıp kapayana dek katedebilirler; başkalarının bedenlerini de istedikleri şekle sokabilir ve insanları bir yerden diğerine, takdire şayan bir dakiklikle götürebilirler (tıpkı meleklerin Habakkuk ve Daniel peygamberlere yaptığı gibi; ve Dekan19 Philip’in bir hadımı vaftiz ettiği gün Ruh tarafından taşınması, Pythagoras ve Apollonis’un –gösterdikleri başka pek çok mucizeden sonra– kendilerini bir yerden başka yere taşıtmaları gibi), fani insanların gözlerine havada asılı duran kaleler, saraylar, ordular, seraplar ve harikalar gösterebilir, insanların farklı kokuları ve tatları duyumsamasını sağlayabilir, her duyuyu aldatabilirler; bunu yapabildiklerine konuya eğilmiş çoğu yazar inanmaktadır. Gelecekte yaşanacaklardan haber verebilir ve pek çok acayip mucize gösterebilirler. Tanrıça Juno’nun sureti, Camillus ile konuşmuştu. Talih tanrıçası Fortuna’nın heykeli Romalı hanımlarla konuşmuştu, buna benzer pek çok vaka kaydedilmiştir. Zanchius, Bodine, Spondanus ve diğerleri, ruhların bir insanı gerçek metamorfoza uğratabileceği kanısındadır; Nebukadnezar’ın gerçekten bir hayvana çevrildiğine, Lut’un karısının sahiden bir tuz sütununa dönüştüğüne, Ulysses’in yoldaşlarının Circe’nin sihriyle domuzlara ve köpeklere dönüştüğüne ve ruhların kendilerini ve başkalarını, mesela cadıları kedilere, köpeklere, tavşanlara, kargalara dönüştürdüklerine inanırlar. Strozzius Cicogna kitabında bu tür olaylara pek çok örnek vermektedir, ama onları bir bir çürütmek için. Austin de aynı şeyi de Civitate Dei’nin 18. cildinde yapmıştır.

Psellus, ruhların istedikleri kişiye, istedikleri zaman ve istedikleri biçimde göründüklerini söyler: Tametsi nil tale viderim, nec optem videre ama kendisi onları hiç görmemiştir, görmek de istememektedir. Daha sonra değineceğimiz üzere, ruhların kadınlar ve erkeklerle cinsi münasebette de bulunduğunu söylemektedir. Pek çok insan ruhların göze görünebileceğine inanmaz, eğer bir adam onları gördüğünü söylerse, bu konuda ısrar hatta yemin dahi etse, istediği kadar güvenilir, bilge, tahsilli ve bilgili olsun onu ödlek bir aptal, hülyalara kapılmış bir bunak, aciz bir adam, bir hayalci, bir hasta veya deli sayar ve onu aşağılayıp alay konusu ederler; halbuki İmparator Marcus gibi bir insan bile Psellus’a pek çok defa ruh gördüğünü söylemiştir. Fransız Leo Suavius, Commentar Lib. I Paracelsi de Vita Longa adlı eserinin sekizinci kısmında bazı Platoncu kaynaklara dayanarak havanın, tıpkı yağan kar taneleri gibi ruhlarla dolu olduğunu söyler. Onların görülebileceğini iddia etmekte ve hangi yöntemle gözleneceklerini de yazmaktadır: Si irreverberatis oculis sole splendente versus caelum continuverint obtutus (güneşli bir günde, gökyüzüne göz kırpmaksızın sabırla bakarak) ayrıca Platoncuların salık verdiği bu yöntemi denediğini, praemissorum feci experimentum ve yöntemin işe yaradığını da yazmaktadır. Paracelsus ruhları nice defalar gördüğünü ve onlarla konuştuğunu itiraf eder, İskenderiyeli Alexander, “Önceden kuşkuluydum ama deneyim bana görülebileceklerini öğretti,” der. Ludwig Lavater, de Spectris’te “Pek çoklarının onları bizzat görmedikleri için” yadsıdıklarını yazar ve kitabının pek çok yerinde, bilhassa 19. kısmında ruhların sık sık görülüp işitildiğini ve insanlarla senli benli konuştuklarını anlatır. Lodovicus Vives her çağ ve yerden kalma sayısız kayıtla, tarihçeyle ve tanıkla, ayrıca Batı Hint adalarına ve Kuzey iklimlerine gitmiş seyyahların hatıralarıyla nihil familiarius quam in agris et urbibus spiritus videre, audire qui vetent, jubeant yani “Hiçbir şey, kentte ve kırda ruhları görmekten, onların bir şeyi emrettiğini veya yasakladığını işitmekten daha yaygın değildir,” görüşünün altını çizer. Vita Pauli’de Hieronymus, de Spirituum Apparitionibus adlı tezinde Jacobus Boissardus, de Spectris’inde Petrus Loyerus, ilk kitabında Wierus, ayrıca Basil, Nicephorus, Eusebius, Sokrates ve Sozomenus, ruhların görülmesinin sonsuz çeşitlilikte örneklerini verirler; halen şüphesi olan varsa bu eserleri okuyup ikna olabilir. Bir örneğe kısaca değineyim: Almanya’da bir asilzade İsveç Kralı’na elçi olarak gönderilmiş. (Bu kişinin adını, olayın yaşandığı zamanı ve diğer detayları öğrenmek için bu örneği veren kaynağım Boissardus’a göz atın.) İşi bittikten sonra gemiyle Livonia’ya geçmiş, niyeti insanlarla yakınlık kurup sohbet eden, insanların zor işlerini onların yerine yaptığı rivayet edilen ruhları görmekmiş. Başka birtakım bahislerden sonra ruhlardan biri, ona karısının o anda nerede, hangi odada bulunduğunu, ne kıyafet giymekte ve ne işle uğraşmakta olduğunu anlatmış ve kadının yüzüklerinden birini kocasına getirmiş. Adam geri döndüğünde, non sine omnium admiratione (bir miktar şaşkınlıkla) söylenenlerin doğru olduğunu keşfetmiş. Önceden ruhlara inanmazken bu olaydan sonra inanır olmuş. Cardan, De Subtilitate’de babası Facius Cardan’ın 1491 senesi 13 Ağustos’ta bazı ayinlerle Yunan kılığı kuşanmış yedi şeytan çağırdığını, bunların kırk yaşında insanlar gibi görünüp bazısının kızıl tenli bazısının soluk benizli olduğunu anlatır. Sorulan sorular üzerine ziyaretçiler, kendilerini havasal şeytanlar olarak tanıtmış, tıpkı insanlar gibi fâni olduklarını ama insanlardan çok daha uzun (yedi veya sekiz asır) yaşadıklarını; biz insanlar medeniyette nasıl hayvanlardan üstünsek bizden öyle üstün olduklarını, insanın yöneticileri ve bakıcıları olduklarını söylemişler. Ayrıca, Platon’un Critias’da ortaya koyduğu gibi onların arasında da bir hiyerarşi olduğunu, ut enim homo homini, sic daemon daemoni dominatur (insan insanı nasıl yönetirse şeytan da şeytanı yönetir) sadece bizi değil birbirlerini de yönettiklerini, biz nasıl aramızdaki en bayağı kişileri at terbiyecisi ve koyun yetiştiricisi, bayağının bayağısını da sığır çobanı yaparsak onların da aralarındaki en berbat kişileri insana idareci tayin ettiklerini; nihayet, bir at nasıl insanı anlamazsa insanın aklının da şeytanların işine işte öyle ermeyeceğini söylemişler. Her şeyi bilirlermiş ama bunları insana söylemeyebilirlermiş; biz atlara nasıl hükmedersek onlar da insana hükmeder ve onu yönetirlermiş; aramızdaki en iyi krallar ve en yüce gönüllü kişiler bile onların arasındaki en bayağı kişilere denk değilmiş. Bazen insanları eğitir, onlara kendi becerilerini öğretir, insanları sever ve onları ödüllendirirlermiş; bazen insanlara dehşet verip onları cezalandırır, Lysius’un Physiologia Stoicorum’da dediği gibi, nihil magis cupientes quam adorationem hominum “En çok istedikleri şey insanlarca tapınılmak olduğu için” insanları korku içinde bırakırlarmış. Aynı yazar, yani Cardan, Hyperchen isimli eserinde Stoacıların doktrinlerine dayanarak bu cinlerin bazılarının (o, onlara böyle der) insanlarla beraber olmak istediğini, tıpkı köpekler gibi insanlara karşı çok yakın ve dostane olduklarını; gene bazılarının da bizleri sevmeyip insanlardan yılandan kaçar gibi kaçındığını yazmaktadır. Aynı şekilde, Trithemius igneos et sublunares, qui nunquam demergunt ad inferiora, aut vix ullum habent in terris commercium (Ay’ın altındaki alevli göksel kürelerde gezip asla daha aşağı küreye inmediklerini, dünyamızla pek bir alakalarının bulunmadığını) yazmaktadır. “Erdemde insandan çok üstündürler, insan en iğrenç solucandan ne kadar üstünse o kadar; onların arasında da rütbesi, mesela bir prensin sarayında en serkeş askerin konumu neyse o kadar aşağı olan bireyler de vardır ve bunlar bile insan karşısında, en dejenere ve bayağı adamların hayvanlara üstün olduğu gibi üstündür.”

Onların ölümlü varlıklar oldukları, Cardan, Martianus ve benzeri yazarların yanında pek çok din âlimi ve filozofun görüşüdür; post prolixum tempus moriuntur omnes (çok uzun bir süre yaşadıktan sonra ölürler); Platoncular, bazı hahamlar, Porifios ve Plutarkhos’un da görüşleri onları destekler. Thamus’un aktardığı öykü de bu anlama gelir gibidir: “Büyük tanrı Pan öldü.” Apollo Pythius ortadan kalkmıştır. Aziz Hierome, Münzevi Paul’un hayatını naklederken bu ruhlardan birinin yaban topraklarda Aziz Anthony’ye görünmesinden bahseder, ruh Anthony’ye kendisinin de ölümlü olduğunu söylemiştir. Çağımızın yazarlarından Paracelsus, onların da fani olup diğer tüm canlılar gibi yaşayıp öldüklerini vurgular. Zozimus, ikinci kitabında dinlerin ve politikaların o varlıklarla beraber öldüğünü ve değiştiğini ekler. Musevilerin ve Hıristiyanların tanrısı dışındaki tanrılar İmparator Constantine tarafından kovulduğunda, imperii Romani majestas et fortuna interiit, et profligata est, Roma İmparatorluğu’nun zenginliği ve görkemi de çürümüş ve kaybolmuştur; Minucius’un eserinde kâfirin böbürlendiği üzere, Yahudiler Romalılarca mağlup edildiğinde Yahudilerin tanrısı da Roma’nın tanrısının tutsağı olmuştur; Rabshakeh20 İsrailoğullarına, hiçbir tanrının onları Asurluların elinden kurtaramayacağını söylemiştir. Ama onların gücü, cisimselliği, ölümlülüğü, biçim değiştirmeleri, varlıkları bir yerden diğerine taşımaları ve cinsi ilişkileri üzerine tüm bu paradokslar Zanch tarafından dördüncü kitabında çürütülmektedir. Ayrıca Pererius tarafından Comment’inde (Yorumlar) ve Tostatus’un Genesis (Tekvin) kitabının altıncı kısmı üzerine getirdiği sorularda; Thomas Aquinas, Aziz Austin, Wierus, Th. Erastus, ikinci kitabının ikinci cildindeki yirmi dokuzuncu incelemede Delrio, de Spiritibus’ta Sebastian Michaelis ve Dr. Rainolds tarafından da bu görüşler reddedilir. O varlıklar insanın gözünü aldatabilir ancak gerçek bir cisim yaratamaz ve gerçek bir dönüşüm gerçekleştiremezler. Cicogna, onların illusoriae et praestigiatrices transformationes, yani sadece illüzyon ve aldatmaca olduğunu ispatlamıştır; tıpkı Suidas’ın anlattığı Pasetis obolus21 hikâyesi gibi veya Merkür’ün oğlu Parnassuslu Autolycus’un kurnazlık ve gizlilikle pek çok hazineyi ele geçirmesi gibi. Babası Merkür, ona bir servet bırakamadığı için, oğluna her istediğini elde etmesini sağlayacak numaralar öğretti. Başkalarının sığırlarını istediği yere kaçırabiliyor, peşine birisi düşerse istediği şekle bürünebiliyordu; böylece muazzam bir servete kavuşmuştu, hoc astu maximam praedam est adsecutus. Bu, ruhlar hakkında anlatılan diğer şeyler için de geçerli olmalı. Fakat Thomas, Durand ve diğerleri o varlıkların insandan daha ileri bir kavrayışa sahip olduğunu, pek çok şeyi öngörü veya tahminle önceden bilebildiklerini, çoğu hastalığa sebep veya deva olabileceklerini, algılarımızı kandırabileceklerini genellikle kabul ederler. Sanatta ve bilimde çok yeteneklidirler, en cahil şeytan bile quovis homine scientior (herhangi bir insandan daha bilgilidir) der Cicogna. Her tür otun, bitkinin, taşın ve mineralin faydasını bilirler; tüm yaratılanlar, kuşlar, hayvanlar, dört element, yıldızlar ve gezegenler hakkında bilgilidirler. Bu bilgiyi uygulayarak tüm bu sayılan unsurları kendi faydaları için kullanırlar, meteorlara neyin yol açtığını22 bilirler. Austin der ki: Dant se coloribus, accomodant se figuris, adhaerent sonis, subjiciunt se odoribus, infundunt se saporibus, kendilerini farklı renklere, şekillere, seslere, kokulara ve tatlara büründürür, omnes sensus etiam ipsam intelligentiam daemones fallunt, her duyumuzu, hatta düşüncelerimizi bile kandırırlar. Havada mucizevi dönüşümler yaratabilir, insanlara harikalar gösterebilir, bir orduyu ezip onun düşmanlarına zaferi verebilir, insan girişimlerine ve tasarılarına (Tanrı izin verirse) destek verebilir veya köstek olabilirler. Büyük Charles23, Ren ve Tuna ırmakları arasına bir kanal açmaya niyetlendiğinde, işçilerin gündüz kazdıklarını ruhlar gece bozmuştu; nihayet ut conatu rex desisteret, pervicere (kralı bu teşebbüsünden caydırmayı başardılar). Onlar, böyle işlerin üstesinden gelebiliyorlar. Lakin Bodine, Tyrius’un ve Platoncuların görüşlerini takip ederek, onların insanın kalbindeki sırları okuyabildiğini düşünerek, aut cogitationes hominum, çok yanılmaktadır; bu görüşü desteklemek için öne sürdüğü deliller zayıftır. Zanchius onun bu iddiasını güzelce boşa çıkarmıştır, tıpkı Hierome, Antiochum Principem adlı eserindeki yirmi yedinci incelemede Athanasius ve diğer bazı yazarlar gibi.

İyi ve kötü şeytan topluluklarına gelince, bazı Platoncular bunun tamamen yanlış bir ayrım olduğunu söylerler; onlara göre boni genii ve mali genii (iyi ve kötü cin) kavimleri diye bir şey yoktur. Bu hususta putperest yazarlar kendi aralarında fikir birliğinde değillerdir; Dandinus An sint mali non conveniunt (onların arasında kötü varlıkların olup olmadığında uzlaşamazlar) diye yazar. Bazıları, ruhları toptan iyi veya kötü gibi görmenin bizim yanlışımız olduğunu söyler: Bir öküz veya at tartışabilseydi, onları öldürdüğü için kasabı düşmanları sayacak ve kendilerini beslediği için çobanı da dost bileceklerdi. Bir avcı, av hayvanlarını hem korur hem de öldürür, avları tabii ki avcıdan nefret ederler; nec piscatorem piscis amare potest (balık, balıkçıyı sevemez). Iamblichus, Psellus ve Plutarkhos, ayrıca çoğu Platoncu, kötü ruhların var olduğunu kabul ederler: Et ab eorum maleficiis cavendum (onların kötülüğünden kendimizi sakınmalıyız), zira bu varlıklar insanlığın düşmanıdır; Platon’un Mısır’da öğrendiğine göre bu ruhlar Jüpiter ile kavga etmiş ve onun gücüyle cehenneme sürgün edilmişlerdir. Apuleius, Xenophon ve Platon’un, Sokrates’in daemon’u üzerine anlattıkları çok saçmadır, Plotinus’un kendi daemon’u için anlattıkları gibi; zira o da benzer bir deum pro daemonio (yoldaş ruhu için bir tanrı) sahibiydi. Onların Sokrates’e eşlik ve arkadaşlık eden ruh için söylediği şeyi Porfiryus tüm ruhlar için söyler; eğer insanlar onlara kurban adamayı ihmal ederlerse öfkelenir, hatta daha beteri, Cardan’ın Hyperchen’de ortaya attığı iddiaya göre, insanların ruhlarıyla beslenirlermiş. Elementa sunt plantis elementum, animalibrus plantae, hominibus animalia, erunt et homines aliis, non autem diis, nimis enim remota est eorum natura a nostra, quapropter daemonibus (Mineraller bitkiler için gıdadır, bitkiler hayvanlar için, hayvanlar insan için; insan da diğer yaratıklar için gıda olacaktır, fakat tanrılar için değil çünkü onların doğası bizimkinden çok uzaktır; o yüzden insanla beslenen varlıklar şeytanlar olmalıdır); aynı şekilde, her çağda ve her ülkede sırf onlara ziyafet çekip onları eğlendirmek için nice muharebeler vermiş olduğumuzu söylerler. Daha önceki bahse dönecek olursak, eğer öfkelenirlerse bize pek çok salgın hastalık gönderdikleri ama mutlu edilirlerse pek çok iyilikte bulundukları yolundaki iddia diğerleri gibi boştur ve Austin tarafından Civitate Dei’nin dokuzuncu cildinde ve Eusebius tarafından Praepar Evangelion’da çürütülmüştür. Yine de bu konudan bahsedildiğine çok tanık oldum, akademisyenlerimiz ve ruhbanlarımız dokuz tür kötü ruhtan söz ederler, tıpkı Dionysius’un dokuz tür melek var demesi gibi. Bunlar arasında en yüksek rütbe, eskilerin sahte ilahlarıdır; bunlar birkaç ayrı tür putun şahsında kendilerine taptırır, Delphi’de ve benzer yerlerde kehanet verirlerdi, kralları ise Beelzebub’dur. İkinci sırada yalancılar ve dolambaçlı sözlerle akıl çelenler vardır, Apollo Pythius ve benzerleri gibi. Üçüncüsü, öfke taşıyıcılar ve her tür kötücül işin mucidi olanlardır, Platon’un bahsettiği Theuth gibi; Esay onlara “gazap taşıyıcıları” der ve kralları Belial’dir. Dördüncü sırada kindar intikam şeytanları vardır ve kralları Asmodaeus’tur. Beşinci sırada düzenbaz ruhlar vardır, sihirbazların ve cadıların yardımcıları bunlardır ve kralları Satan’dır. Altıncı sırada, havayı bozup salgınlar, fırtınalar ve yangınlar çıkaranlar vardır; İncil’in Apokalips bölümünde bahisleri geçer, Efeslilere olan mektubunda Paul onlara “göğün prensleri” der, kralları Meresin’dir. Yedincileri, savaşlara, sarsıntılara, alev patlamalarına ve zelzelelere yol açan bir yok edici, Apokalips’te24 adı geçen Abbadon’dur. Sekizinci, suçlamalar ve iftiralarla insanları umutsuzluğa düşüren şeytandır, Yunanlar ona “Diabolos” derler. Dokuzuncusu insanları türlü türlü günahlara kışkırtan şeytanlardır ve kralları Mammon’dur. Psellus bu ruhların altı türünden söz eder, hiçbirinin ikamet ettiği küre Ay’ınkinden daha yüksekte değildir. Wierus, eski bir kitaba dayanarak yazdığı Pseudomonarchia Daemonis’te, daha pek çok gruba ve rütbeye ayırır şeytanları, her birinin adlarını, sayılarını ve vazifelerini yazar; ama Gazaeus, Lipsius’tan yaptığı bir alıntıyla bize, Ay’ın üstünde ve altında, havada ve esirde25 her yerin melekler, ruhlar ve şeytanlarla dolu olduğunu söyler. Austin, Civitate Dei’de Varro’dan alıntı yapar ve “Göksel şeytanlar yukarıda, havasal şeytanlar aşağıdadır,” der, bazısı bunu şöyle yorumlar: Tanrılar yukarıda, yarıtanrılar aşağıdadır; eğer iyi birer ömür sürmüşlerse koruyucu tanrılar, kahramanlar ve cinlerin ruhları yükselir ama hayatları boyunca bayağı arzular peşinde koşanlar, dünyevi şeylere yakınlıklarından ötürü yerde sürünürler, onlara da hortlak, hayalet, vampir denir. Stoacılar bu görüşü desteklemektedir. Bu insanlara göre hiçbir şey boş değildir, her yer ruhlar, şeytanlar ya da başka varlıklarla doludur; plenum caelum, aer, aqua, terra, et omnia sub terra (gökler doludur, hava, deniz, toprak ve toprağın altı da öyle) der Gazaeus ama Inferno adlı kitabında Anthony Rusca bu varlıkları ne üst ne de alt kürelere, orta bölgelere koyar. Başkalarına göre onlar her yerdedir, “ne gökte, yerde ve sularda, ne de yerin üstünde ve altında saç teli kadar boş yer yoktur.” Hava, yazın sineklerce istila edilmediği kadar istila edilmiştir şeytanlarca. Paracelsus bunu şiddetle savunur. Bazıları şeytanları birkaç ayrı kaosun26 içine yerleştirir, bazıları sonsuz sayıda dünyadan ve her dünyanın o dünyaya mahsus ruhlar, melekler veya tanrılarca idare edilip yargılandığından bahseder.

На страницу:
2 из 3