bannerbannerbanner
Kalbe Meydan Okuma
Kalbe Meydan Okuma

Полная версия

Kalbe Meydan Okuma

текст

0

0
Язык: tr
Год издания: 2019
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 6

‘Ama o zaman Shinbe’yi bir daha asla görmeyeceksin.’ Gözleri büyüdü ve zihninde bağırdı, ‘Ona karşı bir şeyler hissediyorsun!’… ‘Bu çok gülünç,’ diye kendi kendine itiraz etti, ‘onu rüyamda gördüğüm için böyle duygular hissediyorum, bunun hiçbir anlamı yok.’ Geriye doğru heykelden uzaklaşıp elini tereddütle aşağı indirdi ve serin bir taşa yaslanarak tekrar oturdu.

‘Ama ya o da sana karşı bir şeyler hissediyorsa? Eğer öpücük daha ileri gitseydi o da seni öper miydi?’ ‘Tekrar öpen kimdi? ‘Ama o oyuncu biri… herhangi bir kadını öperdi.’ ‘Ve Toya’ya karşı seni savundu.’ ‘Yalnızca tehdit edildiğini hissettiği için, ayrıca Shinbe zaten böyle biri.’ Derinden gelen bir ses onu karmaşık düşüncelerinden çıkardı.

“Kyoko,” Shinbe boğuk bir sesle ona seslendi. Kyoko birden başını kaldırdı ve düşündüklerini duyduğunu hissederek kızardı.

“Eee, selam,” yüzünde olduğunu bildiği kızarıklığı görmediği umuduyla bakışlarını ondan uzaklaştırdı.

“Eve mi gidiyorsun?” konuşurken birkaç yavaş adım attı, “Toya’nın davranışından sonra gerçekten de seni suçlayamam.” Shinbe, kalkmasına yardım etmek için elini ona uzatarak önünde diz çöktü. Uzatılan eli tutup ayağa kalktı ve eteğindeki tozu silkeledi.


“Ben yalnızca onun etrafta olmasına bazen dayanamıyorum, Shinbe… ben… başına açtığım bütün belalar için gerçekten üzgünüm,” heykele doğru bir adım attı.

Shinbe Kyoko’nun gitmesini istemiyordu, ama bunu bir kez aklına koyduğunda onu durdurmanın yolu olmadığını biliyordu. Toya gitmemesini söylediğinde bundan ne kadar nefret ettiğinin farkındaydı ve kendisine de aynı nedenle kızmasını istemiyordu. Ama aslında o da Toya gibi hissediyordu… gitmesini istemiyordu.

Gerçek duygularını içinde tutarak onu neşelendirmeye çalıştı. “Sorun değil Kyoko. Ne zaman istersen başıma bela açabilirsin,” yavaşça ona uzanıyormuş gibi yaparay sırıttı.

Kyoko her santimetrede kendisine yaklaşan eli kaçırmadı. Kıkırdayıp adama güldü. Sonrasında ise gitmişti.

Gülüşü bocalamaya dönerken, Shinbe gözlerini heykele dikerek orada durdu. Ona gitmemesini söylemek istemişti. Onu okşamak gibi bir niyeti yoktu… eh, belki biraz. Bu hareketi, gitme konusunda rahat hissetmesi ve aralarında hiçbir şeyin değişmediğini bilmesi için yapmıştı. Kızın üzgün olduğunu söyleyebilirdi ve tek istediği gülümsediğini veya üzüntü ile öfke dışında başka duygular da gösterdiğini görmekti. Kendisine güldüğünde planı düşündüğünden daha fazla işe yaramıştı.

Shinbe’nin tekinsiz ametist rengi gözleri heykelden uzaklaştı. Zaman kapısının onu kendisinden uzaklaştırabilme yeteneğinden nefret ediyordu ve kızı kendi dünyasında da izleyebilmeyi diledi… yalnızca bir kez. Gözleri çekici bir biçimde karardı, sonra Toya’nın onu kendi dünyasında takip edebildiği düşüncesinin kıskançlığıyla kısıldı. Neden zaman kapısı yalnızca gümüş koruyucuyu seçmişti? Bu hiç adil değildi. Toya onun tek koruyucusu değildi.

*****

Kyoko kendisini heykelin diğer tarafında bulduğunda, tapınak evinin mahremiyetinde uzanmış, başını sırt çantasına koymuş ve gözlerini kapatıyordu. Şu anda hiç kimseyle karşılaşmak istemiyordu.

Shinbe’nin onunla seviştiği düşüncesi tekrar aklına gelmişti. Neden onunla ilgili böyle bir rüya görmek zorundaydı? Bu yalnızca… ‘Neler düşünüyorum?’ diye kendi kendine sordu. Bunu düşünmeyi kesmesi gerekiyordu.

Hiç şüphesiz Shinbe ve Suki, bunu kabul etmeseler bile birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Dahası, o her kadına asılıyordu. Shinbe böyleydi işe.

Kyoko yavaşça ayağa kalkıp heykeli koruyan tapınak evinden çıktı. ‘Sadece odama gidip çalışacağım. Evet, sonra yarın okula gideceğim ve her şey iyi olacak. Hatta arkadaşlarımı çağırıp onlarla bir süre dışarıda takılabilirim.’ Kyoko yolda durdu ve sesli bir şekilde “yeni kural, arkadaşlarınlayken meyve yemek yok,” diye yüksek sesle düşünürken gözleri neredeyse şaşı bir hal aldı.

*****

Toya yavaşça heykele doğru yürürken hala kıskançlığıyla mücadele ediyordu. Kyoko’yu takip edip bunu düzeltmek niyetindeydi. Kendisine karşı öfkeli olduğu düşüncesine katlanamıyordu.

Hisleri harekete geçerek ona yalnız olmadığını söyledi. Baktığında, eskiden orada bulunan unutulmuş bir kalenin kalıntılarından kalan, etraftaki bir kayaya yaslanmış Shinbe’yi gördü. Silahı kucağında dururken elleri düzgünce yağmurluğunun içine sokulmuştu. Başını arkaya yaslayıp gözlerini uyur gibi kapatmıştı.

Toya, şimdi her zamankinden daha rahatsız olmuş bir biçimde “uyan seni aptal serseri!” diye bağırdı.

Shinbe uykulu bir şekilde bir gözünü açıp tekrar kapattı, “ne istiyorsun Toya?”

Toya hiddetlendi, “ne mi istiyorum? Burada oturarak ne yaptığını bilmek istiyorum.”

Shinbe gözlerini açıp bir kaşını kardeşine doğru kaldırdı, “dinlenme iznim yok mu?”

Toya bakışlarını ona doğru kıstı, “ne zamandan beri dinlenmek için zamanın kalbine geliyorsun?”

Shinbe, ne olur ne olmaz diye kendisini hazırlayarak yavaşça ayağa kalktı. Toya’nın kendisinden kat kat güçlü olduğunu biliyordu. Ama aynı zamanda kendisinin, Toya’nın sandığı kadar zayıf olmadığını da biliyordu. Yalnızca farklı güçlere sahiptiler.

“Kyoko’ya hoşçakal demeye geldim. Eğer ona yaptığın muameleden sonra bir daha geri gelirse şanslı olacağız. Hem bezelye beyninin içinde neler oluyor?” Shinbe’nin sakin sesi gizli bir tahrik belirtisi barındırıyordu.

Toya, Shinbe’nin söylediği şeyin doğru olduğunu bilerek hafifçe homurdandı. Belki, yalnızca belki aşırı tepki göstermişti, ama yine de öpüştüklerini görmüştü. Kyoko zampara koruyucuyu öpmüştü. Sahne Toya’nın zihninde tekrar canlandı ve ruhu haykırdı, ‘hayır, Kyoko’yu öpen Shinbe idi, başka türlüsü olamaz.’

Shinbe’ye sırtını dönüp, “neler çeviriyorsun bilmiyorum koruyucu, ama eğer Kyoko’ya tekrar dokunursan… seni öldüreceğim.” Toya bunu söyledikten sonra, geride yalnızca rüzgarla beraber uçan gümüş bir tüy bırakarak havalandı.

Shinbe içini çekerken, uzaktan Kamui’nin neşeli kahkahasını duyduğunda taşa yaslanarak tekrar oturdu. Biraz sonra Sennin, Kamui ve Suki ellerinde yaşlı adamın topladığı bitki ve sebze sepetleriyle alana geldiler.

Shinbe, ‘onunla barakaya dönerken karşılaşmış olmalılar,” diye düşündü.

Sennin, tapınağın yakınlarındayken kaldıkları barakanın sahibi olan yaşlı adamdı. Suki ile erkek kardeşini, karısı, onların anneleri, köye yapılan bir saldırıda iblisler tarafından öldürüldüğünde tek başına Sennin büyütmüştü. Suki, benzediği annesini hatırlayamayacak kadar küçüktü ama alemdeki en iyi iblis avcısı insan o olmuştu.

Köydekilere göre Sennin bir eczacıydı ama koruyucular gerçeği biliyordu. Büyü yapmada bir uzmandı ve kendi dünyasındaki insanların çoğundan daha fazlasını biliyordu. Shinbe yaşlı adamın yaklaşmasını izlerken buruk bir şekilde gülümsedi.

Sennin yaklaşırken, “neden suratın bu kadar asık Shinbe?” diye sordu. Gözlerini kısıp yaşlanan görme yetisiyle ona baktı. Ametist koruyucu son zamanlarda biraz tuhaf davranıyordu… ve bu çok şey ifade ediyordu çünkü ona göre bütün koruyucular biraz tuhaftı.

Onlar yaklaşırken Shinbe, neredeyse Toya ile kavga etmeye başlayacakmış gibi değil de sanki onları bekliyormuş gibi ayağa kalktı.

Suki onun arkasındaki kız heykeline baktı, “Kyoko şimdiden eve mi gitti?”

Shinbe cevap vermeden önce boş boş ona baktı, “evet, evet gitti.”

Kamui sepette yiyecek bir şeyler aramayı bırakıp gülümsemesi yerini endişeye bırakırken dikkatle Shinbe’ye baktı. “Neden gitti?” Sonra kafasına yeni dank etmiş gibi gözlerini kıstı, “Toya bu sefer ne yaptı?”

Shinbe, onu sakinleştirmek için elini uzatıp Kamui’nin omzuna koydu. Kyoko’nun evine dönmesinden Kamui’nin de kendisi kadar nefret ettiğini biliyordu. “Önemli değil Kamui. Yakında dönecek,” dedi, en azından böyle olacağını umuyordu. İçinden homurdandı.

Suki sıkıntılı bir şekilde arkasına baktı. Kyoko gece gelip çok az kalmıştı. Sabahki birkaç dakika dışında onunla konuşma fırsatı bile bulamamıştı. “Yani, onu uysallaştırması mı gerekti?”

Shinbe kıza bakıp sırıttı, “korkarım ki. Toya çok iyi bir ruh halinde değil.”

Sennin gözlerini ona doğru kısıp sepetini kenara çekerken, “öyle olmadığını düşünüyorum. Bu defa ne konuda anlaşamadıklarını biliyor musun?” diyerek barakaya doğru yürümeye başladı. Suki, atıştıracak bir şeyler aramak için tekrar sepete dalan Kamui ile beraber arkasından gitti. Shinbe bu soruya nasıl cevap vereceğini düşünmeye çalışarak onları takip etti.

Shinbe omuzlarını silkerek kimsenin suçluluğunu hissetmeyeceğini umarak hiçbir fikri yokmuş gibi, “Toya’nın ona bağırmak için bir nedene ihtiyacı var mı?” diye sordu.

Toya, Sennin’in barakasının yakınlarında bir ağaçta arkasına yaslanmış, yaklaşırlarken yaptıkları konuşmayı dinliyordu. Shinbe’nin yaptığı yorumu duyup onu bir külçe haline gelene kadar dövmek istedi. Ama tekrar düşününce en iyisi onlara ne gördüğünü söylememekti. Öpücük aklına gelince gözleri gümüş kıvılcımlarla parladı. Bunu, şimdilik içinde tutmaya karar vererek ağaca yaslanıp uyuyormuş gibi yaparak gözlerini kapattı.

Senin “uyanık mısın Toya?” diye seslendi.

Toya, yaşlı adamı görmezden gelmeye devam etti. Ona hiçbir şey borçlu değildi.

Sennin yine de düşüncesini söylemek isteyerek duraksadı, “tabii ki bu sefer yaptın. Burada biraz daha kalmasını bekleyemedin değil mi?”

Toya ileriye doğru eğilip Sennin’e öfkeyle baktı, “kapa çeneni yaşlı adam. Neden bahsettiğini bile bilmiyorsun.” Aşağı atlayarak ormana yöneldi.

Shinbe rahatlayarak iç çekti. Toya’nın onlara masum öpücükten bahsetmesinden ve bir açıklama yapmak zorunda kalmaktan korkuyordu. Karın boşluğuna sert bir şeyin oturduğunu hissederek, ‘masum olduğunu mu düşündüm?’ diye aklından geçirdi. Eğer o kadar masumsa neden dudakları onunkilere değdiğinde ne kadar yumuşak olduklarını düşünüp duruyordu? Bu düşünceyle inledi ve barakaya girdi.

Koruyucuların müttefiki olan ve daha iyi bir biçimde ateş perisi diye tanımlanabilecek Kaen, bir sırıtışla Kamui’nin önünde belirdi. Sık sık Kamui’nin antrenman yapmasına yardım ediyordu ve savaş esnasında ona karşı çok koruyucuydu. Kaen’in insan şeklinden sıyırılıp bir ejderhaya dönüşmesi çok yardımcı oluyordu… bu antrenmanın çok daha yoğun olmasını sağlıyordu. Onlar barakanın dışında antrenman yaparken Sennin ve Suki birbirlerine baktı.

Suki omzunu silkti ve barakaya girdiler. Shinbe dirseğine dayanmış bir şekilde, sırtı onlara dönük olarak şiltede uzanıyordu. Onu izlediler, ama ikisi de bozuk moraliyle ilgili bir şey söylemedi. Sennin akşam yemeğini hazırlarken Suki yemek için ateşi yaktı ve Shinbe içini çekerken ikisi de ona baktı.

*****

Toya, güneş gökyüzünde batmaya başlayana kadar bütün gün barakadan uzak durdu. Sennin ve Suki’nin usulca konuştuğunu duyunca sessizce yaklaştı. Gelişmiş koruyucu işitme yetisiyle fısıldadıkları her kelimeyi duymuştu.

Suki endişeyle hala battaniyesinin üzerinde yatıp uyur gibi sesler çıkaran Shinbe’ye bakarak, “sence hasta mı Sennin?” diye sordu.

Yaşlı adam yemek kaselerini temizlerken, “evet, tek bir lokma bile yemedi,” diye cevap verdi.

“Umarım hastalık belirtileri göstermez. Kyoko’nun yardımı olmadan kayıp tılsımı aramada ona gerçekten ihtiyacımız olacak,” diyen Suki omuzlarını silkerek uyku tulumunu açtı.

“Evet, uyandığında ona bitki çayı yapacağım.” Sennin, insan hastalıklarına karşı çok güçlü bir bağışıklıkları olduğu için koruyucunun hasta olduğunu düşünmüyordu. Aslında… hasta olanını hiç görmemişti. Bu çok daha derin bir şey olmalıydı.

Kayıp tılsımı düşünürken yaşlı kahverengi gözleri keskinleşti. Koruyucu Kalp Kristali parçalandığından beri küçük tılsım parçaları heryerde ve genellikle yanlış ellerde ortaya çıkmaya başlamıştı. Tılsıma sahip olan herhangi zayıf bir iblis çok güçlü ve tehlikeli bir hale geliyordu. Hyakuhei’nin şeytani ordusu her geçen gün büyüyormuş gibi görünüyordu. Son zamanlarda kötülüğün yaklaştığını hissediyordu.

Toya adının geçtiğini duyunca içeri girip girmeme arasında kalarak barakanın dışında dikiliyordu.

Suki esnemesini bastırmaya çalışarak, “Toya’yı, Kyoko’nun gitmesine neden olacak kadar üzen şey ne acaba?” dedi.

Sennin başını eğerek onayladı, “şimdiye kadar dersini almış olduğunu düşünürdün. Ona da koruyuculara olduğu kadar ihtiyacımız var.”

Suki hayali bir pisliği eliyle silkerek şiltesine oturdu, “eh, onu öfkelendirmesi uzun sürmedi. Bahse girerim alkol kokmasıyla ilgili bir şey söylemiştir.” Kamui’den bastırılmış bir kahkaha gelince dönüp öfkeyle ona baktı. Kyoko’nun kendisine verdiği bir tarağı alıp fırlatarak onu kafasından vurdu, “uyuduğunu sanıyordum!”

Sennin ikisine gülerek kapıya doğru yürüdü, “iyi geceler Suki… Kamui.”

Toya barakanın dışında dikiliyordu. Kyoko’nun alkol koktuğunu unutmuştu. Bu yüzden, Shinbe’nin başını Suki ile belaya sokmak güzel olsa da onlara aslında ne olduğunu söylemesi gerekmiyordu. Sırıttı. Çok öfkelenirdi, onu gelecek yüzyıla kadar döverdi. Toya ağaca sıçrayıp, kardeşinin ona el kaldırmayacağını bilerek, Suki’nin Shinbe’yi tokatladığı düşüncesi karşısında bir kahkaha patlattı.

Bölüm 5 "Tehlikeli Kıskançlık"

Kyoko sefil durumdaydı. Tek düşünebildiği Shinbe ile Toya ve o aptal öpücüktü. Yumuşak örtülerin altında tamamen uyanık bir şekilde uzanarak ikisi tarafından da öpülmek istemesinin nasıl mümkün olabildiğini düşündü. Birisi, karşılaştığı her kadınla flört eden zampara koruyucu Shinbe idi. Onu öptüğünü düşünmek hala baygınlık geçirmesine neden olsa da muhtemelen elleriyle sayamayacağı kadar çok kadına sahip olmuştu.

Diğeri ise, ona küçük şeyler için bağıran ve her hareketinde ona her zaman patronluk taslamaya çalışan Toya idi. Yine de bazen çok tatlı olabiliyordu. Başını tekrar yastığa gömüp içini çekti. Uykuya dalmadan önce sadece Toya’yı düşünmesi tuhaftı, ama bir süredir bu düşünceleri Shinbe’ye dönmüştü. Shinbe… Uykuya dalarak rüyasında tekrar onu gördü.

*****

Shinbe, başka bir rüya görerek gece yarısı tere batmış bir şekilde uyandı. Ayağa kalkarken inledi. Neden onu düşünüp durmak zorundaydı? Kız sınırlarını zorluyordu. Suki ve Kamui’nin hala uykuda olduğuna emin olmak için etrafına bakındı. Odanın içinde bir hayalet gibi kayarak barakdan çıktı ve gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. O zaman Toya’nın, barakanın hemen önündeki ağacın alçak dallarından kendisine baktığını gördü.

“Ne?” Shinbe şu anda yeni bir karşılaşma istemiyordu ama Toya’nın öfkeli biçimde kendisine bakma şekli sinir bozucuydu.

Toya havayı koklayıp Shinbe’nin uyarılmış olduğunu hissederek homurdandı, “ne yapıyorsun koruyucu?”

Shinbe kafasını eğip, bir ölümsüz için bu imkansız olsa da başı ağrıyormuş gibi parmaklarını şakaklarına koydu. “Seni ilgilendirmeyen bir geceyarısı gezintisine çıkacağım.”

Toya tekrar homurdanıp Sennin’in barakası üzerinde tünediği yerden aşağı atladı. Avını takip edercesine Shinbe’nin etrafında döndü. “Eminim ki öyle yapacaksın,” diyerek daire çizmeye devam etti.

Shinbe, yüzünde sıkılmış bir ifadeyle ona yan yan baktı ama zihinsel olarak Toya’nın vurmasına hazırdı. “Ne ima ettiğini bilmiyorum Toya. Ama eğer senin için de sorun değilse elimi tutmana ihtiyacım yok.”

Toya tehditkar dönüşünü bırakıp rüzgar oluşturacak kadar hızlı bir şekilde dosdoğru Shinbe’nin önünde durdu. “Kyoko’dan uzak dur, beni duydun mu? Bir an için bile ona dokunduğunu düşünürsem…” Bakışlarını diğer koruyucuya doğru kısarken bir elini hızla aşağı indirip ikiz hançerlerinden birini avucundan aşağı kaydırdı, “kardeşim olsan da olmasan da seni öldürmek için ikinci kez düşünmeyeceğim.”

Shinbe, Toya’nın sertliğine tahammül edemiyordu, “evet, anladım. Şimdi izin ver.”

Toya kenara çekilip Shinbe’nin geçmesine izin verdi. Kendi kendine, ‘bu koruyucuya güvenmiyorum,’ diye düşündü.

Shinbe ormanın içlerine doğru yürüdü. Nereye gittiği umrunda değildi. Yalnızca Toya’nın bilmiş gözlerinden uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmak istedi. Evet, ne yaptığını öğrendiğinde Toya’nın kendisini öldüreceğini biliyordu, ama en azından mutlu bir adam olarak ölecekti. Yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarak içini çekti, “ah Kyoko. Neden gitmen gerekiyordu? Lanet olası Toya.” Silahını önünde savurup homurdandı. “Lanet olsun sana.”

Shinbe heykelin civarına gitmeye niyeti olmadan yürümeye devam etti ama kendisini burada buldu. Orada olmaması gerektiğini bilerek alanın kenarında dikildi. Toya muhtemelen arkasından geliyordu. Öfkeli kardeşine dair bir iz görmek için canı sıkkın bir şekilde etrafına baktı. Onu hiçbir yerde hissedemeyince heykele doğru yöneldi

Heykelin önünde dikilip hayal kurarak geçmişteki Kyoko’nun görüntüsüne baktı ve arkasından gelen ayak seslerini hiç duymadı.

Toya arkadan yavaş bir tonla, “burada ne halt ediyorsun koruyucu?” diye sordu. Shinbe’yi öyle korkuttu ki dengesini kaybetti ve eğer Toya kolunu kavramasa heykelin kollarına düşüyordu.

Toya’nın elini silkerken, “Toya, gerçekten de insanlara bu şekilde sinsice yaklaşmayı bırakman lazım,” diye homurtuyla söylendi.

“Sana Kyoko’dan uzak durmanı söyledim. Kafanda neler dönüyor bilmiyorum ama içine biraz mantık sokmam gerekirse bunu yapacağım,” kardeşinin Kyoko’ya karşı bir takım duygular beslediği düşüncesi karşısında Toya’nın gözleri öfkeyle delice parladı. Bu hayatta, kendisi bu konuda bir şeyler yapabiliyorken bu olmayacaktı.

Shinbe Toya’nın tehditlerinden bıkmıştı. Kenara çekildi. “Ne oluyor be!” silahını, geriye zıplayan Toya’ya doğru savurdu. “Kyoko ile bir milyon tane fırsatın oldu ama hepsine gözlerini kapatmayı seçtin. Şimdi ona kiminle olabileceğini mi söylemek istiyorsun? Kimi öpebileceğini?” güldü ama sesi öfkeli çıkmıştı. “Bu olmayacak, Toya. Sen kaybettin.” Shinbe başını sallayıp yaklaşan öfkeye karşı silahını sabitledi. Toya’nın neler yapabileceğini biliyordu ama vazgeçmekten bıkmıştı.

Toya şok olmuş bir şekilde Shinbe’ye baktı. Hareket edemiyordu. İkiz hançerleri kullanamayacağını biliyordu… eğer kullanırsa kardeşini öldürürdü. Gözleri kardeşine doğru kısılırken erimiş gümüş görüntüsü aldı, “ne dedin sen? Bana Kyoko’yu istediğini mi söylüyorsun?” diye hırlayan Toya ekledi, “zampara bir koruyucudan başka bir şey değilsin. Kyoko seni asla kabul etmezdi!” Shinbe’ye doğru hamle yaptı.

Shinbe, Toya’nın hamlesini savuşturarak olduğu yerde dikilmeye devam etti, “tek yaptığın onu kontrol etmeye çalışıp duygularına hiç önem vermiyormuş gibi davranmaya devam etmek olduğunda seni hala isteyeceğini mi sanıyorsun?” Toya’nın başka bir saldırısını daha savuşturdu ve güldü. “Yavaşla…” sesi karardı, “yoksa bam teline mi dokundum?”

Toya durup gözlerini Shinbe’ye dikti. Neden ikiz hançerlerini çıkarmadığını bilmiyordu. Ama çaresizce Shinbe’nin kanını akıtmak istiyordu. Bunu yapmak için bıçaklara ihtiyacı yoktu. “Benim ne yaptığımla ilgili konuşmaya hakkın yok,” Toya başını eğerken ses tonu ölümcüldü, kakülleri şimdiden gözbebeklerine yayılan gümüş renge doğru ilerleyen kırmızı tonu gölgeliyordu.

Shinbe Toya’ya doğru bir kaşını kaldırdı. “Aha, demek bam teline dokundum. Ne kadar ilginç. Gümüş koruyucunun da duyguları varmış… rahibesine karşı bir şeyler hissediyor. Ama Kyoko’ya kimi öpeceğini söyleme hakkın yok. En nihayetinde, kendisinin de söylediği gibi, erkek arkadaşı yok. Bu yüzden, bunu adil bir karşılaşma olarak görüyorum.” Shinbe omzunu silkip döndü ve heykele bir bakış attı.

Toya, Shinbe’ye doğru hamle yapmak için bu andan faydalandı, “lanet olsun sana bana arkanı dönme!” Shinbe’ye sertçe vurup yuvarlarken silahı alanda süzüldü.

Shinbe hızla ayağa kalkıp döndü ve Toya ile yüzyüze geldi. Ametist gözleri tehlikeli bir biçimde parlarken uzun, gece yarısı mavisi rengindeki saçları rüzgarla uçuştu. Öfkeli bir şekilde karşı karşıya geldiklerinde iki koruyucu da bir an için sessiz kaldı. Etraflarındaki çimenler ve heykel, düşmanın bıraktığı, fark edilmeyen bir aurayla parladı.

Silahsız ve dezavantajlı bir konumda olan Shinbe elini önüne çekerek avucuyla koruyucu güçlerini çağırdı. Etraflarındaki kayalar, çok uzun zamandır bulundukları yerden ayrılmaya başladı. Toya tekrar ona doğru hücuma geçtiğinde büyüsünü tamamlayacak zamanı olmadığınıbiliyordu. Yoldan çekilmeye çalıştı ama kız heykeline yandan çarparken bacaklarının büküldüğünü hissetti.

Toya ona çarpıp boğazını kavrarken ağır kayalar tekrar yere düştü. Shinbe, Toya’nın gömleğini tutarken ikisi de sıcak, mavi bir sisin sıcaklığına yuvarlandı.

Shinbe, beklediği gibi pat diye düşmek yerine yumuşak mavi bir ışık tarafından sarıldığını hissetti. İlk düşüncesi, düşmelerinden hemen önce Toya kendisini boğduğu için, ölüyor olması gerektiğiydi. Yavaşlatılmış çekimden çıkarken gizemli sis kayboldu ve sertçe… yere indiler. Toya’nın elleri hala boynundaydı.

Shinbe, duyuları hızla geri gelirken ellerini Toya’nın kollarına uzattı ve koruyucunun ellerini kendisinden uzaklaştırmayı başardı.

Toya sırtüstü düştü ve Shinbe onu itip uzaklaştırdı. O anda nerede olduklarını anladı. “Bu da…?” Toya karanlığa doru bakarak başının üstündeki çatıyı gördü. Kyoko’nun zamanına mı kaymışlardı? Shinbe, Kyoko’nun lanet olası zamanında mıydı? Toya ahşap zeminden kalkarken “hayır!” diye hırıldadı ve öfkeyle Shinbe’ye baktı. Kendisi dışında hiçbir koruyucu zamanın kalbinden geçememişti. Buraya gelmesine izin verilen tek koruyucu kendisiydi. Toya’nın kanı kıskançlıkla yandı.

Toya, “şimdi seni gerçekten öldüreceğim!” diyerek Shinbe’ye tekrar saldırdı ve başının kenarına bir darbe aldı.

Shinbe göründüğü kadar zayıf değildi. Başını sallayıp ayağını kaldırdı ve hızla inerek Toya’ya yandan vurup onu yuvarladı.

Toya, yan tarafı tapınağın duvarına çarparken homurdandı.

Shinbe nefesini kontrol etmeye çalışıp hızlı hızlı soluyarak ahşap duvara yaslandı. Ceketi yer yer yırtılmıştı ve Toya’nın vuruşu yüzünden kafası zonkluyordu. Sahip olduğu tek yüzü ifadesi olan… deli gibi öfkeli haline bürünmekte zorluk çekmeyen Toya’ya bir bakış attı.

Toya çömeldi ve bağırdı, “buraya gelmene izin verilmedi!” Shinbe’ye doğru tekrar atıldı ama Shinbe son anda çekilince güm diye duvara çarptı.

Toya daha güçlü olabilirdi, ama Shinbe daha hızlıydı. Bunu savuştururken bir tanrıya bile zarar verebilecek olan bir yaşam gücü patlaması ateşledi.

Toya sırtüstü çakıldı ama öfkesi bir şey hissetmesine izin vermiyordu. Cıva rengi gözlerle Shinbe’ye bakarken dudağındaki kanı sildi. Sakinleşmesi gerekiyordu ama bunu düşündüğü anda bile öfke bu düşüncesini bastırıyordu. İstediği şey Shinbe’ye gerçekten kötü bir şekilde zarar vermekti. Shinbe’nin avuçlarını bacaklarına koyarak duvara yaslanıp nefes almaya çalışmasını izledi ve onu ceketinden yakalayıp tapınağın kapısından dışarı fırlatmak için bunu fırsat olarak kullandı.

Koruyucular ölmezdi… en azından teori buydu… bu bir yalandı. Hyakuhei babalarını öldürmüştü ve hiç kimse ölümsüz değildi. Shinbe yuvarlanarak durmadan önce çakıllarda kaydı ve gözlerindeki kan ile toprağı sildi.

*****

Kyoko, kendisini neyin korkutup uyandırdığını merak ederek yatağında uzanıyordu. Gümbürtüler ve boğuk homurtular duyduğunda büyükbabanın televizyon seyrettiğini varsaydı. Tama odasına daldığında neredeyse korkudan ödü kopacaktı.

“Kyoko!” Tama pencereyi işaret etti. “Bir… birisi avluda… kavga ediyor,” Kyoko bakmak için pencereye koşarken zar zor kekeledi. Bahçenin kenarında duran aydınlatma direğini belli ki yıktıkları için tam anlamıyla bir şey göremiyordu.

Tama gözlerini avluya dikmiş bir şekilde yanında dikilirken evin daha yakınında, verandadan kırmızı-siyah bir ışık ortaya çıktı.

Parmağıyla işaret etti, “bunlar, bunlar…”

Kyoko, panik kendisini sararken “Toya!” diye bağırdı. Ne ile savaşıyordu… bir iblis… kendisinin dünyasında? Aniden havaya kaldırılıp küçükken tırmandığı devasa ağacın arkasına fırlatılmasını izledi. Sorun şuydu ki… eğer bir hayaletle savaşmıyorsa, onu fırlatan herhangi bir şey görmemişti.

“Tama, git büyükbabayı uyandır. Toya’ya yardım etmem lazım.” Çabucak manevi yayını kavradı ve Tama şok olmuş bir halde orada dikilirken kapıdan çıktı.

Yayında şimdiden manevi bir ok hazırlamış olarak, çıplak ayaklarla avluya koştu. Oku bırakmadan önce hedefini görmeye çalışarak, bir yerine iki koruyucu olduğunu anlayıp şok oldu. Bu yarı yolda donup kalmasına neden oldu.

Tapınağın dış duvarına doğru düşüşünü izlerken “Shinbe,” diye fısıldadı. Kalbinde büyük bir göçük bırakmasını saymazsak, darbeyi onunla tam olarak aynı şiddette hissedebiliyormuş gibiydi. Yandan gelen hareketi fark etti ve zümrüt yeşili gözlerini oraya doğru çevirdi. Bu Toya idi ve Shinbe’ye tekrar saldırmak üzereydi.

На страницу:
4 из 6