bannerbannerbanner
Kalbe Meydan Okuma
Kalbe Meydan Okuma

Полная версия

Kalbe Meydan Okuma

текст

0

0
Язык: tr
Год издания: 2019
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 6

Kyoko inledi ve dönerek bir sıcaklık hissetti. Ellerini çenesinin altına kaldırarak yüzünü buna yaklaştırdı. Başını eğerken katı bir şeyle karşılaşınca yine rüya gördüğünü düşünerek içini çekti. Bu düşüncesini denemek için bir elini sıcaklığa doğru dayadı.

Evet, oldukça katıydı. Rüyasında daha da sokuldu ve bu sıcaklık belini sardı. Yasemin çayı, ahşap ve toprak kokusu aldı.

‘Neden onu aklımdan çıkaramıyorum? Çok güzel kokuyordu.’

Kendisini kollarında ilk tutuşunu hatırladı. Kızı kurtardığını düşünüyordu. Uykusunda gülümsedi, çok güçlüydü ve sebepleri çok meşru olmasa da sağlığı için duyduğu endişe gerçekten tatlıydı. Bu ne kadar hoş koktuğunu fark ettiği ilk seferdi.

Bu anıyla ürperdi ve belini saran sıcak nesne sıkılaştı. Kolunu yavaşça sıcaklığa doladı ve bariz bir kumaş hışırtısı duyunca dondu.

‘Ne? Kumaş hışırtısı mı? Rüyalarda kıyafet sesi duyulur mu?’

Kyoko bir anda tamamen uyandı. Bir gözünü yavaşça açıp ellerinin dolandığı mavi-gri yağmurluğa kafa karışıklığı içinde baktı. Ve sonra… füze gibi atılarak adamın kolunu küt diye bir sesle büktü. Ve adam… inledi ve sırtüstü düştü.

Kyoko panik içinde bir o yana bir bu yana bakıyordu. Etrafta başka hiç kimse yoktu ve bu kesinlikle bir rüya değildi. Shinbe yatağında uyuyordu. Düşünmesi lazımdı. Neler oluyordu? Donmuş gibi gözlerini ona dikip baktı.

‘sadece bir rüyaydı değil mi? Kendini tut Kyoko.’ Çılgın gibi düşünüyordu. ‘Toya neredeydi? Suki? Kamui? Kaen? Herkes nereye gitmişti?’

Shinbe uykusunda inleyip ellerini yağmurluğunun içine sokarken neredeyse eteği üzerinden düşüyordu. Sıçrayıp kalktığında battaniyeyi de almıştı. Kyoko gözlerini kırpıştırdı ve suçlulukla kızardı. ‘Soğuktu.’ Şu anda ayakta dikildiği için kendisi de soğuktu. Uyumaya çalışırken bir donup bir ısınıyormuş gibi hissettiğini hatırladı.

Bu yüzden mi yanına uzanmıştı? Onu sıcak tutmak için mi? Kızarması arttı. ‘Ooo, çok tatlıydı,’ kafasını salladı. ‘hayır, hayır, hayır! Neler düşünüyorum? Tatlı değil, tatlı değil,’ ona doğru hafifçe gülümseyerek içini çekti. ‘Teslim oluyorum.’

Yavaşça, dikkatli bir şekilde eğilip battaniyeyi kavradı ve adam aniden uykusunda kıpırdayınca donup kaldı. Uyanıp uyanmayacağını görmek için geride durdu. Uyanmadı. Bunun üzerine battaniyeyi hızlıca uyuyan bedeninin üzerine fırlatıp çantasını aldı ve çılgınca kapıya doğru fırladı.

Shinbe bir gözünü açarak geri gidişini izledi. Gözden kaybolunca içinden güldü, ‘bir başka şanslı kurtuluş.’ Sonra neden yüzüne parmak izlerinin çıkmadığını… veya kafatasında bir çatlak olmadığını merak ederek kaşlarını çattı. Yavaşça ayağa kalkıp ona kadar saydı, sonra Kyoko’nun nereye gittiğini görmek için onu takip etti.

Dışarı çıktığında Kyoko yakınlarda bir ağaca yaslanmış muhtemelen yatakta kalması gerektiğinin farkına varıyordu. Kalbi çarpıyordu ve bütün bedeni ağrı içindeydi. Eğilerek bacaklarına masaj yaptı. Geçen gece alkollü meyvelerden yedikten sonra Tasuki ile dans ettiğini hatırladı ama bu daha ziyade kamyon çarpmış gibi bir histi. Kaplıcalardaki sıcak bir duş bacaklarındaki ağrıları rahatlatırdı.

Bir kez daha zihninden, bir partide asla tekrar meyve yememeyi not etti. Sonra aklına bir şey gelerek çarpıldı. Toya kıyafetlerinde Shinbe’nin kokusunu alacaktı. Ahh! İstediği son şey, hiçbir şey yapmamışken Shinbe’nin başını belaya sokmaktı. Akşamdan kalmalığıyla homurdanarak ama acısıyla beraber giysilerinden de kurtulmaya kararlı bir şekilde topallayarak barakadan uzaklaştı.

*****

Toya geldikleri kasabayı incelerken gırtlağından derin bir hırıltı çıktı. Çok geç kaldıklarını bilerek dişlerini sıktı. Kasaba savaş alanına dönmüştü. Son zamanlarda ne yaptıklarının bir önemi yok gibiydi, her zaman Hyakuhei ve iblislerinin bir adım gerisindelerdi. Kaşlarını çatıp sertçe bakarak sağ kalan birileri var mı diye kasabayı araştırdı.

“Bütün kasabayı yok etme zahmetinde bulunduğuna göre buralara sakladığı bir tılsım parçası olmalı,” Toya’nın altın rengi gözleri endişeyle karardı.

Suki, yanında Kamui’yle kasabaya doğru yürürken yumuşakça, “onlara yardım etmeliyiz,” dedi. Orada yalnız ve kaybolmuş gibi görünen ağlayan bir çocuğu kontrol etmek için eğildi.

Toya tanıdık bir manzara görerek kanı kaynayınca bir an için gözlerini kapattı. Hyakuhei’nin, tılsımın neredeyse her parçasına sahip olduğunu ve geriye kalanları da almak için kime zarar vereceğini umursamadığını biliyordu. Nihayetinde Hyakuhei kendi kardeşini öldürmüştü. Şimdi koruyucular Kyoko’yu aynı katilden korumaya çalışıyordu.

Hyakuhei eğer kristalin tüm parçalarını bir araya getirmeyi başarabilirse, birçok iblisi de berbaerinde götürürerek Kyoko’nun dünyasına geçebilirdi. Bunun olmasına izin veremezlerdi. Omurgasından bir ürperti geçtiğini hissetti, bir şeylerin ters gittiğini biliyordu.

‘Kyoko,’ kelimesi bir uyarı gibi zihninde yankılandı.

Toya geldikleri yöne doğru “Siz ikiniz burada kalıp yardımcı olun. Benim gidip Kyoko’yu kontrol etmem lazım hemen!” bağırdı. Birşeyin doğru olmadığını biliyordu… bunu ruhunun derinlerinde açıkça hissedebiliyordu. Hyakuhei’nin iblisleri bu kadar yakında ortaya çıkmışken onu kendi korumasından mahrum bırakmamalıydı. Kalbinin diğer yarısını kaybetme korkusunu silkip atamadı.

Toya, Kyoko’ya tehlikeden önce ulaşmak için verdiği uzun yarışta “sana dokunmasına izin vermeyeceğim,” diye yemin etti.

Bölüm 3 "Kıskançlığın Öpücüğü"

Kyoko sıcak kaplıcalara doğru yola koyuldu. Yorgun, ağrı içindeydi ve buharlı suda rahatlamak için sabırsızlanıyordu. Bir kayaya çarparak tökezleyip yalnızca bir kez sarhoş olduktan sonra dengesini geri kazanmanın haftalar sürüp sürmeyeceğini merak etti.

Kıkırdayarak kendi kendisine “lanet olsun… tanrım, artık Toya gibi konuşuyorum,” dedi.

Shinbe sıklıkla ağaçların arkasından dikizleyerek sessizce onu takip etti. Toya’ya benzediğiyle ilgili yorumunu duyunca ağzından kaçmak üzere olan kahkahayı bastırmak zorunda kaldı. Grupta kendi kendine konuşan tek kişinin kendisi olmadığını öğrenmek harikaydı. Aralarına biraz mesafe koymak için yeterince uzun süre beklemişti.

Nihayet gözlerden uzaktaki sıcak kaplıcalara ulaşan Kyoko çantasını karıştırmaya başladı. İhtiyacı olan şeyi bularak banyo gereçlerini suyun yanına yerleştirdi. Hızlıca soyunup ağrıyan bedenini buharlı suyla rahatlattı. “Hmm, bu çok iyi geldi.” Gözlerini kapatıp, kolay kolay gitmeyen sıkılığını gevşetmeye çalışarak bacaklarını ovdu. Nihayet tatmin olmuş bir şekilde suda arkasına yaslandı ve tamamen rahatladı.

Shinbe, bir ağaca yaslanarak büyülenmiş bir şekilde kızın günlük ritüelini izledi. Çok zarif ve temizdi… yaptıkları için tekrar suçluluk hissetti. Bu sahneye arkasını dönerek elini, acının sıkıştırdığını hissettiği kalbinin üzerine koydu.

Burada olmaması gerekiyordu… iyi bir insan değildi. Kendisine ne yaptığını anladığı zaman ondan nefret edecekti. Göğsündeki ağırlık artarken kaşlarını çattı. Ama yine de arkasını dönüp özlemle gözlerini dikip bakma isteğine karşı koyamadı. Suya dalışını izlerken hasretle iç çekti.

Kyoko etrafa bakarken, “bu modern dünyanın evlerindeki küçük küvetlerden çok daha iyi,” diyerek sessizliği bozdu. Bu aslında daha ziyade gizli bir yüzme havuzu gibiydi. Bu nokta çok huzurlu ve gözlerden uzaktı. Ağaçlar ve küçük çalılar kaplıcayı çevreleyip kendisine mutlak bir mahremiyet sağlıyordu. Gülümseyerek ‘güneş banyosu yapmak için bir tarafındaki taş bir çıkıntı hoş olurdu,’ diye öylesine düşündü. Kendisini suyun akışına bırakırken memnuniyetle mırıldandı.

Bir dakika böyle kaldıktan sonra temizlenme kısmına geçmenin daha iyi olacağını düşündü. Saçlarını köpürtüp durulamak için suya çöktü ve sonra saçına daha fazla şey döküp bunu tekrar yapmak için su sıçratarak yukarı çıktı. Daha sonra güneşin onları hemen kurutacağını umarak giysilerini temizlemeye biraz vakit ayırdı.

Shinbe daha da yakına süzülerek üç metre uzaktaki bir çalının arkasına sığınıp dikkatle izledi. Bedeninin kıvrımlarına daldı. Tanrım, çok güzeldi… sulardan çıkan bir tanrıça gibiydi. Saçlarını sarmadan önce bedeninin üst kısmına bir giysi sarıp daha sonra yavaşça kurulandı.

Banyo yapmasını daha önce birçok defa gizli gizli izlemişti ama hiç bu kısmın tadını çıkaracak kadar uzun süre etrafta kalmamıştı. Genellikle o banyosunu bitiremeden önce birileri kendisini aramaya geliyordu. Kıyafetini yavaşça uzun bacaklarına indirirken içini çekti. En değerli kısımlarını örten küçük kumaş parçalarını giyerken hissettiği acı dişlerini gıcırdatmasına neden oldu. Yapamadığı tek şey ona uzanma mesafesine erişmesini sağlayacak birkaç adımı atabilmekti.

Bir anda şelalenin diğer tarafından bir çıtırtı sesi geldi. Shinbe bunu duydu, Kyoko olduğu yerde donup kaldığı için belli ki o da duymuştu. İkisi de daha fazlasını duymak için dikkatlice dinledi. Başka bir dal çıtırdadı ama bu defa ses kyoko’ya yakın bir çalılıktan geldi. Kyoko dosdoğru büyük çalılığa yürürken korkuyla izledi, havlusunu bir kalkan gibi önünde tutarak seslendi.

“Tamam, Shinbe! Sen olduğunu biliyorum! Dışarı çık… böylece seni tokatlayabilirim!” Kyoko bezgin bir halde çalılığa bakarak bekledi. Shinbe röntgenci olarak biliniyordu. Kız rahatsız olarak bir kaşını kaldırdı ve etraftaki tek kişi oydu… çalı yavaşça sallandı. “Orada olduğunu biliyorum ve Toya beni gizlice izlediğini öğrendiğinde muhtemelen seni öldürecek. Bundan bahsetmeye gerek yok ama Suki’nin de senin dövülmeni sorun edeceğini sanmıyorum.”

Çalı tekrar sallandı ve birbirine dolaşmış uzuvların arkasından uzun, siyah noktalı bir ayak ortaya çıktı.

“Ne…!” çok büyük şeytani bir akrep çalıların arkasından tırmanırken Kyoko kaçmak için döndü. Çantasındaki yayını bıraktığı yere, kıyafetlerine doğru koştu.

“Kyoko! Yere yat!” Shinbe elinde mızrak gibi tuttuğu büyük bir sopayla karşıdaki çalılardan koşarak geldi. Onu iblise fırlattı. Kırmızı gözlü akrep geldiğini görerek bir ayağını havada sallayıp sivri uçlu silahı engelledi ve havaya gönderdi. Kyoko tam yayını almak için eğildiğinde ayaklarının önüne düştü. Kendisini vurmaya ne kadar yaklaştığını görünce kaşı seğirdi.

Shinbe ona doğru koşup sopayı almak için eğildi. Bir kaşını kaldırarak Kyoko’ya baktı ve çarpık bir şekilde gülümsedi. “Ama Kyoko, bir iblisi öldürmek için biraz az giyinmiş olduğuna inanıyorum.” Yüzündeki bakışı görünce sırıtışı genişledi. Sonra bakışı safi korkuya dönüştü.

Sırtını ürperten bir önseziyle arkasına dönüp akrep iblisi üzerlerine hamle yaparken eğreti silahını vahşice salladı. Tüylü bir bacağo vurabilmişti ama diğer bacağı yan tarafına çarparak onu Kyoko’dan uzağa fırlatmıştı. Ölümcül akrep rahibeye yaklaşırken Shinbe’nin kanı dondu.

İblisin ele geçirdiği yaratığın kızın içindeki gücü hissedebileceğini biliyordu. Hızla bir şey yapması gerektiğini bilerek büyük bir kayayı kaldırıp olabildiğince sert bir şekilde fırlatmak için telekinetik gücünü kullandı, akrebi kafasından vururken gülümsedi.

İblis acı acı bağırıp yaralı koruyucuyu öfkeli bir bakışla mıhlamak için başını salladı. Shinbe, iblis tekrar peşinden gelirken ayağa kalkmak için çabalayarak yerde uzandı. İblis üzerine doğru gelirken tam zamanında dönerek sopanın sivri ucunu ona geçirdi. Shinbe’nin ametist gözleri, iblisin sert etini yumuşatmak için bir büyü fısıldarken parladı.

Kyoko iblisin onun üzerine eğilmesini izlerken panikle Shinbe’nin adını bağırdı. Her şey o kadar hızlı oldu ki gözünü kırpmaya bile vakit bulamadı. Bir an iblis üzerine atlıyordu, bir an sonra aynı sopanın ucu, siyah kanı yere sızarken sırtından çıkmıştı. Ele geçmiş olan iblis, hamur gibi yumuşayıp ağır bir şekilde Shinbe’nin tepesine düşmeden önce seğirtti.

“Shinbe!” Kyoko panik içinde bağırdı. Kanın, korkutucu bir hızla etraflarındaki toprağa aktığını görerek hızla onlara doğru koştu. Bu kanın koruyucusundan gelmediğini umarak zihninde korkuyla sindi ama Shinbe’nin yüzünün bir tarafı dışında heryeri kaplayan aşırı büyük iblisin yanında bundan emin olmak zordu. Gözleri kapalıydı ve bir an için içine korku dolarken kalbi durdu.

Shinbe bunu hissedebiliyordu, Kyoko hala korkuyordu ve böyle hissetmesine sebep olan her neyse onu yok etmeliydi. Acıyla mücadele etmek için ürpererek gözlerini açıp onu yukarıdan, hayalet gibi solgun bir şekilde kendisine bakarken buldu. Kendisi için korktuğunu anlayınca kalbi çarptı. Yaşadığını görerek korkusu azalırken damarlarındaki sıcaklığı hissetti.

Shinbe pürüzlü bir sesle konuştu, “Kyoko, lütfen. Bana yardım et… çek şunu.” Ölü iblisi itmek için çabaladı ama kolları onunla bedeni arasına sıkışmıştı. Ele geçirilmiş bile olsa akılsız iblis bu kadar ağır gelmemeli ve böyle savaşmamalıydı. Çok yakınında parçalanmış bir kristal parçası hissederek gözlerini kıstı, “Kyoko, bir tılsımın gücünü kullanıyor… bul onu.”

Kyoko devasa yaratığı itmeyi bir an için kesip gücünü onun ölü bedenini taramaya odakladı. Koruyucu Kalp Kristali parçalanıp iblis dünyasının üzerine yağdığında her büyüklükten iblis güçlü kırıklarını bulmak için çılgına dönmüştü. Bu bir zamanlar küçük bir akrep olmalıydı… ta ki bir iblis tarafından ele geçirilip daha sonra kayıp parçalardan biriyle karşılaşarak güç patlamasına ulaşacak şansı elde edene dek.

Boynundan gelen elektrik mavisi bir parlaklığı fark edince nefesi kesilerek “burada!” dedi. Kusma isteğine karşı koyarak hala açık olan ağzından içeri baktı. Yüzünü ekşiterek içine uzandı ve kristali kavrayıp akrebin boyutlarının kendiliğinden küçülmesini izledi. Onu çabucak iterek elinden daha küçük bir hale gelmeden önce geri kalanını da yoldan Shinbe’nin çekmesi için yana kaydı.

Kyoko ona doğru baktı, gece yarısı mavisi saçları yüzünü örtüyordu ama hareketlerinden nefes almaya çalıştığı anlaşılıyordu. Bakışları bir yara var mı diye araştırarak bedeninde dolaştı. İblisin sivri bacağıyla vurduğu yan tarafından çok kan akıyordu. Kanamayı durduracak bir şey bulmak için körü körüne etrafı aradı. Sonra yaraya bastırmak için işe yarayacağını düşünerek havlusuna koştu.

Shinbe ölmüş küçük böceğe tiksinti dolu, öfkeli bir bakış atarak doğrulup oturdu. Eli yanındaki parçanın üzerindeyken dikkatini tekrar Kyoko’ya çevirdi ve acele ederken düşürdüğü havluyu almaya koşuşunu izledi. İçinde bulunduğu acıyı tamamen unutarak bakışları bedeninde gezindi.

‘Hala giyinmemiş olduğunu unuttu,’ diye düşündü, ‘Eh, ona bunu hatırlatmayacağım.’ Havluyla geri döndüğünde yüz ifadesinin sakinliğini korumaya çalıştı.

Kyoko Shinbe’nin yanına oturup yarasını görmeye çalışarak yağmurluğunu çekiştirdi. Kıyafeti göstererek “Shinbe, bunu çıkarabileceğini düşünüyor musun?” diye sordu. “Bütün bu kanın nereden geldiğini bulmalıyım.”

Sesi hala nefes nefeseydi ve kulağına yumuşak, neredeyse baştan çıkarıcı geliyordu. Aslında ne kadar umrunda olduğu konusunda öyle şaşırmıştı ki ona kıyafetlerini çıkarmasıyla ilgili hayallere dalmayı unuttu.

Shinbe cübbemsi ceketi çıkardı ve altındaki buz mavisi gömleğin düğmelerini çözdü. Omuzlarından düşüp kollarının üzerinden etrafını saran göle yayılarak göğsünü ve kalçasındaki yarayla beraber sıkı karın kaslarını da açıkta bıraktı. Aşağıya eğildi ve daha iyi görebilmesi için gevşek pantolonunun bu kısmını birkaç santimetre indirdi, ama sertleşmesini gizlemek için kolunu kucağında bıraktı.

Kyoko, onu çevreleyen şey yerine yaraya odaklanmaya çalışırken yutkundu. Sakin kalmak için açıkta kalan tenine elini koyarak beyaz kumaşı sıkıca bastırıp kızıla dönmesini izledi. Elinin altında kaslarının gerildiğini hissediyor ve bu koluna bir sıcaklık yayılmasına neden oluyordu. İrkilmiş zümrüt yeşili gözleri hızla onunkilere çevrilip ametist rengi gözlerine kenetlendi.

Gözleri buluştuğunda kızın yanaklarının kızardığını fark etti ve dokunduğu yerde etinin ısındığını hissederek buna şaşırdı. “Kyoko, iyi misin?” Tekrar havluya bakarak kanın durup durmadığını görmek için onu çekerken başıyla zayıf bir şekilde onaylamasını izledi. Durduğunu görünce havluyu ıslatmaya gitti, böylece kalan kanı da temizleyebilirdi.

Shinbe kendi kendisine, ‘bütün kan başka br bölgeye gittiği için kanamanın durmasında şaşılacak bir şey yok’ diye düşünerek aşağıya baktı. Kız geri gelip önünde diz çökerek kendisine sutyen takılı göğüslerinden başka bir manzara sunarken bu düşünceyi çabucak kafasından atıp iç çekti. Koyulaşan ametist bakışları yüzüne döndü. Eğer ağırbaşlılığını koruyacaksa onun üzerine bir şeyler giymesi gerektiğini biliyordu.

Kyoko kanı derisinden yavaşça temizlerken boğuk, gergin bir sesle adını söylediğini duyduğunda çok, çok nazikçe yaptığına emin oldu. Yaptığı şeyi durdurup yüzünü ona doğru kaldırdı. Gözleri adeta parlıyordu ve şu anda olduğundan büyük görünüyordu. İkisi de sessiz dururken dikkati yavaşça dudaklarına kaydı.

Shinbe kızın dudaklarının aralanmasını izledi ve bedeni, aralarındaki mesafeyi kapatırken kendiliğinden ona doğru hareket etti. Dudaklarını, yalnızca fırtına öncesi sessizlik gibi kuş tüyü gibi bir öpücükle onunkilere değdirdi… nefesi kızın yanağını ısıttı. Sonra kırmızı-siyah bir karaltı kükreyerek ona çarptı, öyle ki koruyucu güçleri tam da yeni iyileşmişken yarası acıyla zonkladı.

Shinbe geriye savrulup şimdi çok öfkeli bir şekilde tepesinde dikilip ikiz hançerlerinden birini dosdoğru gırtlağına doğrultan Toya tarafından yere çarpıldı.

Toya öfkeyle titreyerek, “Kyoko’yu öperek ne halt ettiğini sanıyorsun seni piç?” diye bağırdı. Shinbe’nin Kyoko’yu öptüğü görüntünün izi sonsuza kadar gözlerinden silinmeyecekti. Çileden çıkmış bir halde “onu sana emanet ettim ve sen de ona sarkıntılık etmeye mi karar verdin?” diye haykırdı.

Shinbe’nin ametist rengi gözleri koyulaşarak derin bir mora döndü.

Kyoko aralarına girip, onu korurcasına sırtını Shinbe’ye döndü. Toya’ya öfkeyle bakarak, “buna cüret etme!” dedi. Ellerini kalkan gibi iki yana açtı. “Düşündüğün gibi değil Toya.”

Toya söylenerek hançerini indirdi, “öyle mi, o zaman neden çıplaksın?” Ne söylediğini anlatmak için gözlerini çıplak tenine indirdi.

Kyoko’nun dünyası başına yıkıldı ve olduğu yerde donup kaldığında tanrıların kendisine güldüğünü biliyordu. Aniden çıplak teninde rüzgarı hissetti ve Toya’nın gözlerinin tenini aynı hızda ısıttığını hissedebiliyordu. Kollarını yanlarına düşürerek bakışları giysilerini aradı, şimdi kurumuş bir şekilde çok uzak olmayan bir kayanın üzerinde olduklarını gördü.

Gözlerini tekrar Toya’nınkilere çevirerek tısladı, “saldırıya uğradım ve Shinbe hayatımı kurtardı. Beni korumaya çalışırken yaralandığı için ona yardım ediyordum, ne olmuş? Onu öptüm, bu önemli değil. Bir teşekkürdü!” Aralarından çekilip kıyafetlerine yönelmeyi denedi ama Toya hançeri tekrar Shinbe’nin gırtlağına doğrultunca fikrini değiştirdi.

Toya artık koruyucuya karşı daha da öfkeli bir halde, “onu kurtarmanın ödülü olarak bir öpücük mü istedin? Seni lanet olası sapık!” diye gürledi. Sonra hızlı bir şekilde Kyoko’nun kolunu kavrayıp onu kendi arkasına, kardeşinin görüş mesafesinin dışına çekti.

Shinbe’nin gözleri, Kyoko’ya nasıl davrandığını görünce Toya’ya doğru öfkeyle parladı. “Bıçağı kaldır Toya,” Shinbe pantolonundaki tozları sikeleyip göğsü hala çığlak bir şekilde ayağa kalkarken sözleri buz gibiydi. İkisinnden uzun olan kendisi iken, üzerine uçmaya hazır biçimde tehditkarca Toya’ya yöneldi. Nihayetinde… hiç kimse korkak olduğunu söylememişti.

Kyoko aceleyle dönüp tekrar iki kardeşin arasına girdi. Birbirlerine tehditkar bir biçmde yaklaştıkları için göğsü yanlışlıkla Toya’nınkine değerken poposu da Shinbe’nin sıcak tenini sıyırdı. Kaşları seğirmeye başladı.

“Onu öptüm. Bunu o istemedi. Şimdi, ikiniz de uzaklaşın ki giyinebileyim.” Başını kaldırıp Toya’nın gümüş rengi bakışlarını aradı ve sesini adeta yalvarırcasına yumuşattı, “bu daha kötü hale getirmeden de yeterince kötü.”

Shinbe’nin uzaklaştığını hissetti ve dönüp bakmasa da giyindiğini biliyordu. Sert hareketlerle üzerine geçirdiği kumaşın hışırtılarını duyabiliyordu. Dönüp bakmasa da bunu bildiğinden, hala ona zarar verme eğiliminde olup olmadığını görmek için gözlerini Toya’ya dikti. Shinbe kaplıcadan uzaklaşırken öıkan ayak seslerini duyup neredeyse rahatlayarak iç çekti.

Toya, Shinbe’nin gidişine dikkat etmedi. Şu anda hala kafası karışık bir halde Kyoko’nun gözlerine bakıyordu. ‘Shinbe’yi öptü mü? Neden?’ Koluna dokunmak için uzandı ama adam çabucak dönüp bir adım uzaklaşarak ona sırtını döndü.

“Giyin, ama seni tekrar yalnız bırakmayacağım. Sen gitmeye hazır olana kadar kalacağım,” sesinde hala öfkeli bir ton vardı.

Kyoko hoflayarak kıyafetlerine doğru gitti ve aceleyle giyindi. Giyinir giyinmez dönüp kasılmış sırtını gördü ve barakaya dönmeye hazır bir halde yanından yürüyüp geçerken adam uzanıp kolunu tuttu ve onu kendisine doğru çevirdi.

Toya sadece nedenini bilmek istiyordu. Neden Shinbe’yi böyle öpmüştü? Koyu renk kakülleri gözlerini kızdan saklayarak öne düştü. “Onu neden öptün?” diye fısıldadı. Saçları sürekli bir rüzgarla gümüş gölgelerinin çekici bir biçimde parlamasına neden olarak sallandı.

Kyoko nasıl cevap vereceğini bilemeyerek kaşlarını çattı. Aslında belki de sadece öyle yapmak istemişti, ama bunu ona söyleyemezdi.

İçini çekti, “düşünmedim, yani… gerçekten nedenini bilmiyorum.” Gözlerini indirdi. Gerçek de buydu zaten.

Toya, cevabıyla kalbine korku dolduğunu hissetti. Başını geriye atıp kızın bakışlarını kendisine çekerek dosdoğru ona baktı. “Kyoko, beni hiçbir zaman böyle… öpmeye çalışmadın,” diye düşünmeden homurdandı.

Kyoko’nun gözleri, kendisini bu vaziyete soktuğu için gözleri alevlenerek bağırmasına karşılık verdi, “Hiç bunu yapmamı istiyormuşsun gibi davranmadın! Ayrıca bir erkek arkadaşım yok, yani istediğim kişiyi öpmekte özgürüm, değil mi?” Elini ondan kurtarıp cevabı karşısında homurdanmasını duymazdan gelerek neden bir anda bu kadar önemsediğini merak ederek yanından geçip gitti.

Kyoko öfkeyle yere bakarak barakaya doğru gitti. Toya onu çileden çıkarmıştı. Öpüşmeleri yüzünden ne cesaretle kendisine veya Shinbe’ye kızıyordu. Zaten ona neydi? Kendisini umursamıyordu. O hiç kimseyi sevmiyordu ki neden kimi öptüğüyle ilgileniyordu? Kapıyı iterek açıp derin düşüncelerle çantasını aşağı savurdu.

Toya arkasından ayaklarını vurarak içeri girdi. Odayı geçip karşısındaki duvara yaslanarak oturarak “Shinbe’yi bir daha öptüğünü görmezsem iyi olur!” diye homurdandı.

Kyoko söylediği veya daha ziyade emrettiği şeyi tam olarak anlayarak öfkeyle ona baktı. ‘Bu ne cüret’ zümrüt yeşili gözlerinden kıvılcımlar çıkmaya başladı.

“Kimi ve ne zaman istersem öpeceğim,” diyerek öfkeyle ayağa kalktı ve uyku tulumunu rulo yaparak çantasını alıp kapıya yöneldi.

Toya ayağa fırlayıp üzüntülü bir bakışla onu takip etti. “Lanet olsun, nereye gittiğini sanıyorsun?” Onu gitmesine neden olacak kadar çok kızdırmamıştı. Shinbe’nin ona dokunarak çok fazla şey elde ettiği gerçeği hoşuna gitmemişti.

Kyoko eli kapının pervazında, sırtı ona dönük halde durdu, “Toya,” yavaşça dönerek elini ona doğru kaldırdı ve öfkeli bir gülüşle, ne kadar nefret ettiğini bildiği uysallaştırma büyüsünü yaptı. “Kapa çeneni!”

Toya bir dizi lanet sıralayarak yere çarptı. Kyoko ayaklarını vurarak kapıdan çıktı Shinbe’yi geçerek eve gitme niyetiyle kız heykeline doğru yürüdü.

Shinbe sırtı barakaya dönük, yüzünde hafif bir sırıtışla dikildi. Kyoko’nun söylediği şeyi duymuştu ve Toya’nın yere çarptığını da duyunca sırıtışı iyice genişledi. Kyoko dışarı çıktığında orada dikildiğini görmemişti, bu yüzden ormana doğru yürürken onu takip etti.

Bölüm 4 "Gitme"

Kyoko, zamanın kalbinin olduğu bahçeye gelince yavaşça kız heykelinin önündeki çimlere oturup heykelin yüzüne baktı. Kendi görünüşünü yansıttığını bildiği yüze odaklandı. Bu görüntü, heykelin anısına yapıldığı, kendisinin soyundan geldiği kişiye aitti. Eğer aynı dönemde yaşasaydılar ikiz olurlardı.

Kyoko neden burada, çimlerin üzerinde oturduğunu hatırlayarak bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Düşünceleri, kendisi dinlemek için orada bile değilmiş gibi kendi aralarında çatışmaya başlamıştı.

‘Toya tam bir pislik!’ Daha yeni dönmüştü ve ‘onun tek yapabildiği bağırmaktı.’ Bazen ondan… ‘nefret ediyordu… tamam, belki bu doğru değildi.’ Kyoko içini çekti, ‘Kendime yalan söyleyemem. Toya’yı seviyorum ve etrafta buna şahit olacak kimse yokken… o da sık sık beni sevdiğini kanıtlıyor.’ Kyoko düşünceli bir şekilde gözlerini kıstı. “Ama sonra gidip bunu mahvetmek zorunda.”

Eve gidiyordu ve belki bir daha asla geri dönmezdi. Ellerini, kendisini eve götüreceğini bildiği şekilde heykelin üzerine koyma niyetiyle ayağa fırladı.

На страницу:
3 из 6