bannerbannerbanner
Kuzin Bette
Kuzin Bette

Полная версия

Kuzin Bette

текст

0

0
Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 9

“Mösyö!..”

“Peki, susuyorum… Ama biliniz ki mübarek ve yüksek kadın, kocalar çakırkeyif oldular mı eşleri hakkında metreslerini katılırcasına güldürecek şeyler anlatırlar.”

Madam Hulot’nun güzel kirpikleri arasından damlayan utanç yaşları millî muhafızın birdenbire sözünü kesti, artık hazır ol vaziyeti almayı da düşünmedi:

“Devam ediyorum.” dedi. “Baron’la ben birbirimize yosmalarımız sayesinde bağlandık. Baron, bütün eğlence düşkünü insanlar gibi, sevimli, gerçekten babacandır. Oh! Bu maskara ne kadar hoşuma gitti! Aman Tanrı’m ne yaman buluşları vardır… Neyse, bırakalım bu hatıraları… İki kardeş gibiydik.”

“Régence Devri’nin adamı, o hain, beni bozmaya, kadınlar hakkında bana ortaklık vaazları vermeye, bana soylu fikirler aşılamaya, beni kafese koymaya çalışıyordu. Ama bilir misiniz, küçüğümü, çocuk sahibi olmaktan korkmasam, onunla evlenmeyi düşünecek kadar çok seviyordum. Bizim gibi dost olmuş iki baba varken çocuklarımızı evlendirmeyi düşünmediğimize nasıl hükmedebilirsiniz? Oğlunun Célestine’imle evlenmesinden üç ay sonra, Hulot (Bu kelimeyi nasıl telaffuz ediyorum, bilmem, alçak! Çünkü ikimizi de aldattı, madam.) evet, alçak, Josépha’yı elimden aldı. Bu hain, başarıları artık ayyuka çıkan Jenny Cadine’in kalbinde kendi yerini, genç bir devlet müşaviriyle, bir artistin (Kızcağızın elinden bu kadarı gelmiş!) aldığını biliyordu. Beni zavallı küçük metresimden, o cici bici kadından mahrum etti; şüphesiz, bu kadını, Hulot’nun itibarı sayesinde girdiği Italienslerde görmüşsünüzdür. Kocanız, bir nota kâğıdı gibi doğru olan benim kadar tutarlı değildir. Kendisine yılda aşağı yukarı otuz bin franga mal olan Jenny Cadine de epey para sızdırmıştı zaten. Şimdi de biliniz ki madam, iflasını Josépha ile tamamlıyor. Madam, Josépha bir Yahudi’dir, asıl adı Mirah’tır. Josépha adı Hiram’ın harflerinden türemiştir. Bu, kadını anlatabilecek İsrailî bir parola. Çünkü o, Almanya’da terk edilmiş bir çocuktur. Yaptığım araştırmalar onun zengin bir Yahudi bankerin gayrimeşru kızı olduğunu gösteriyor. Tiyatronun, bilhassa Jenny Cadine’in, Madam Schontz’un, Malaga’nın, Carabine’in şerefli ve masrafsız bir yolda tuttuğum bu küçüğe ihtiyarları kullanma tarzı hakkında öğrettikleri şeyler, onda ilk İbranilerin altına, mücevherlere, altından öküze karşı duydukları içgüdüyü ortaya çıkarmıştır. Yedikçe yiyesi gelen meşhur şarkıcı zengin, çok zengin olmak istiyor. Hem kendisine avuç dolusu harcanandan da metelik harcamıyor. Kendini ilk önce Hulot Efendi üstünde denedi, onu iyice yoldu, hem de sapına kadar yoldu! Bu kara bahtlı, meçhul âşıkları bir tarafa, Josépha’ya deli gibi âşık olan Kellerlerden birine, Marki d’Esgrignon’a karşı mücadele ettikten sonra, sonunda sanat hamisi şu fevkalade zengin Dük tarafından bu kadının elinden kapıldığını görecektir. Durun bakayım, adı neydi onun? Şu cüce, canım? Hah! Dük d’Herouville. Bu asilzade, Josépha’ya tek başına sahip olmak iddiasındadır. Bütün kibar fahişeler âlemi, onu ağzından düşürmüyor; hem de Baron bunların farkında bile değil. Koca gibi, âşık da her şeyi en geç öğrenen insandır. Şimdi, haklarımı anlıyor musunuz sultanım? Kocanız beni saadetimden, dulluk günlerimden beri sahip olduğum biricik sevinçten etti. Evet, gençlik taslayan bu ihtiyara rastlamak bahtsızlığına uğramasaydım hâlâ Josépha’ya sahip olacaktım çünkü ben, anlıyorsunuz, onu tiyatroya sokmayacaktım; cahil, uslu ve bana sadık kalacaktı. Oh! Onu sekiz yıl önce görseydiniz, ince ve sırım gibi, teni tam manasıyla Endülüslü bir kadınınki gibi altın renkli, saçları siyah ve saten gibi parlak, şimşek çakan uzun kumral kirpikli gözleri, hareketlerinde bir düşes inceliği, fakirlik alçak gönüllülüğü, namuslu bir şükran hissi, vahşi bir geyik kibarlığı… Hulot Efendi’nin hatası yüzünden bu güzellikler, bu saflık şimdi para kapmaya, para sızdırmaya yarıyor. Yavrucak bugün, tam manasıyla bir günahkârlar kraliçesidir. Nihayet, herkesle düşüp kalkıyor; o ki hiç, hiçbir şeyi, hatta bu kelimeyi bile bilmezdi!”

Bu anda, eski ıtriyatçı gözlerinden akan birkaç damla yaşı sildi. Bu ızdırabın samimiliği Madam Hulot’ya dokundu, onu daldığı hülyadan uyandırdı.

“Madam, insan elli iki yaşında mı böyle bir hazineyi bulur? Bu yaşta aşk, yılda otuz bin franga mal olur. Sayıyı kocanızdan öğrendim, hem ben Célestine’imi mahva sürüklemeyecek kadar çok severim. Bizim için verdiğiniz ilk partide sizi görünce Hulot haininin Jenny Cadine’le münasebette bulunmasına akıl erdiremedim… Bir imparatoriçe tavrınız vardı. Otuz yaşında değilsiniz madam…” dedi. “Gözüme genç görünüyorsunuz, güzelsiniz. Namusum hakkı için o gün üzüldüm; kendi kendime ‘Josépha’m olmasaydı…’ demiştim. ‘Mademki Hulot Baba karısını yüzüstü bırakıyor, ben de bu kadını bir eldiven gibi elime giyerdim.’ Ah! Affedersiniz! Bu, eski devrimden kalma bir kelime. Itriyatçı ben zaman zaman hortlar, mebusluğun icaplarına uymaktan beni alıkoyar. Baron tarafından alçakça aldatılınca -çünkü bizim gibi ihtiyar maskaralar arasında dostlarımızın metresleri mukaddes kalmalıydı- ben de onun karısını elinden almaya ahdettim. Adalet de budur. Baron’un söyleyecek sözü olmayacak, yaptığımız da yanımıza kâr kalacak. Size kalbimin hâlini anlatan ilk sözlerimi işitir işitmez beni uyuz bir köpek gibi kapı dışarı ettiniz; bununla aşkımı, isterseniz inadımı deyiniz, kuvvetlendirdiniz, yine benim olacaksınız.”

“Yaa, nasıl olacakmışım bakalım?”

“Bilmiyorum ama bu olacak. Görüyorsunuz ya madam, kafasında bir tek fikri olan bir ıtriyatçı -işten elini çekmiş!– budalası, kafasında binlercesi bulunan zeki bir adamdan daha kuvvetlidir. Size hem vurgunum hem de benim intikamımsınız! Sizi daha fazla seviyorum. Kararını vermiş bir adam gibi, apaçık konuşuyorum. Bana ‘Sizin olmayacağım!’ deseniz bile, sizinle soğukkanlılığımı muhafaza ederek konuşurum. Sözün kısası, hep söylendiği gibi, açık oynuyorum. Evet, ne zaman olursa olsun benim olacaksınız… Oh! Elli yaşında da olsanız yine benim metresim olacaksınız. Hem bu olacak çünkü ben kocanız olacak o…”

Madam Hulot bu hesapçı burjuvaya öyle bir bakış baktı ki Crevel onun delirdiğini sandı.

Son sözlerinin vahşiliğini mazur göstermek ihtiyacı duyan ıtriyatçı, “Bunu siz aradınız, beni hor gördünüz, benimle alay ettiniz, ben de söyledim!” dedi.

Madam Hulot, ağır hasta bir kadın sesiyle “Oh! Kızım, kızım!” diye bağırdı.

“Ah! Artık hiçbir şeyi gözüm görmüyor!” diye bağırdı Crevel. “Josépha elimden alındığı gün, yavruları çalınmış dişi bir kaplan gibiydim… Yani şu anda sizi gördüğüm gibiydim. Kızınız! O, sizi elde etmek için kullandığım bir vasıtadır. Evet, kızınızın evlenme işini ben suya düşürdüm!.. Hem benim yardımım olmadan onu evlendiremeyeceksiniz! Matmazel Hortense ne kadar güzel olursa olsun, ona drahoma lazım.”

Barones gözlerini silerek “Ne yazık ki evet!” dedi.

Yeniden hazır ol vaziyeti alan Crevel “İsterseniz Baron’dan on bin frank istemeyi bir deneyiniz.” dedi.

Bir boşluğa dikkati çeken bir aktör gibi bir an bekledi. Daha yüksek perdeden konuşmaya başladı:

“Parası olsa Josépha’nın yerini tutacak kadına verirdi.” dedi. “Onun yürüdüğü yolda durmak olur mu? Bir kere o, kadınlara çok düşkündür! Kral’ımızın da dediği gibi, her şeyin bir kararı vardır. Sonra da işe gurur karışıyor. Baron güzel adamdır! Keyfi için sizi hasır üstünde bırakacak. Zaten siz şimdiden hastane yolunu boylamışsınız. Bakınız, evinize ayağımı bastım basalı salonunuzun mobilyasını yenileyemediniz. Bu kumaş söküklerinden hep zaruret akıyor. Sefaletlerin en müthişinin, kibar insanların sefaletinin iyi örtbas edilememiş alametlerini görüp de sinirlenmeyecek hangi damat vardır? Ben esnaftım, bunları çok gördüm. Parisli tacirin bakışı, gerçek zenginlikle sahte zenginliği keşfedebilmekte emsalsiz bir kuvvete sahiptir.” Alçak sesle “Beş parasızsınız.” dedi. “Bu, her şeyde, hatta hizmetçinizin elbisesinde bile kendini belli ediyor. Sizden gizlenmiş olan korkunç birtakım sırları da açığa vurayım ister misiniz?”

Mendilini ıslatacak kadar ağlayan Madam Hulot “Mösyö, yeter artık!” dedi.

“Damadım parayı babasına veriyor, hem sözlerime başlarken gidişat hakkında size söylemek istediğim de buydu. Ama ben kızımın menfaatlerini de gözetirim, gönlünüz rahat olsun.”

Aklı başından giden bahtsız kadın “Oh! Kızımı evlendirmek ve ölmek!..” dedi.

“Peki ama ya bunun çaresi?” dedi Crevel.

Madam Hulot, Crevel’e çehresini süratle değiştiren öyle umut dolu bir ifade ile baktı ki yalnız bu hareket Crevel’i yumuşatabilir, onu gülünç niyetinden vazgeçirebilirdi.

Yine hazır ol vaziyeti alan Crevel “Daha on yıl güzel kalacaksınız.” diye konuştu. “Gönlümü hoş ediniz, Matmazel Hortense evlenmiş olur. Size söylediğim gibi, Hulot bana açıktan açığa işi halletmek salahiyetini verdi, hem kızmayacak. Üç yıldır sermayelerimin gelirini arttırdım çünkü israflarım azalmıştır. Servetim dışında üç yüz bin frank kârım var, bunun hepsi size…”

“Çıkınız mösyö!” dedi Madam Hulot. “Çıkınız, hem artık bir daha gözüme de görünmeyiniz. Hortense için tasavvur edilen evlenme işinde sırrını açığa vurduğunuz alçakça hareketinizin…”

Crevel’in bir hareketine karşılık “Evet, alçakça.” diye karşılık verdi. “Alçakça hareketinizin, hiçbir zaruret olmasa… Zavallı bir kıza, güzel, masum bir kıza bu türlü bir kötülük nasıl elden gelir? Annelik, kalbimi kemiren bu zaruret olmasa demek tekrar gelip benimle konuşmayacak, bir daha evime ayak basmayacaktınız. Otuz iki yıllık evli kadınlık şerefi, doğruluğu, Mösyö Crevel’in darbeleriyle mahvolmayacaktır. Mösyö Crevel’in…”

Crevel şakacı bir eda ile “Saint Honoré Sokağı’ndaki eski ıtriyatçı, à la Reine des Roses’nin sahibi César Birotteau’nun halefi.” dedi. “Tıpkı selefim gibi eski belediye reisi muavini, millî muhafız yüzbaşısı, Legion d’honneur şövalyesi…

“Mösyö.” dedi Barones. “Mösyö Hulot yirmi yıl sebattan sonra karısından bıkmış, usanmışsa bu ancak beni alakadar eder ama mösyö, görüyorsunuz ki sadakatsizliğine esrar da karıştırmış çünkü Matmazel Josépha’nın kalbinde size halef olduğunu bilmiyordum…”

“Oh!” diye Crevel bağırdı. “Altın pahasına madam. Bu dişi yırtıcı ona iki yılda yüz bin franktan fazlaya mal oldu. Ah! Ah! Hâlâ takatiniz tükenmedi demek…”

“Artık bu kadar konuştuğumuz elverir, Mösyö Crevel. Hatırınız için bir annenin kalbinde hiçbir sızı duymadan çocuklarını öpebilmekten, kendini ailesi tarafından hürmet edilmiş, sevilmiş görmekten duyduğu saadeti tepmeyeceğim, ruhumu Tanrı’ya kirlenmemiş olarak geri götüreceğim…”

Crevel, buna benzer teşebbüslerde yeniden muvaffakiyetsizliklere uğramış iddialı kimselerin yüzüne akseden şeytani bir acılıkla “Amin!” dedi. “Sefaletin insanı ne hâle getirdiğini bilmezsiniz; utanç, şerefsizlik… Gözünüzü açmaya çalıştım, kızınızla sizi kurtarmak istemiştim!.. Demek, zamanenin müsrif baba mecazını ilk harfinden son harfine kadar heceleyip duracaksınız…”

Crevel oturarak “Gözyaşlarınız, gururunuz bana dokunuyor çünkü insanın sevdiği kadını ağlar görmesi çok kötü şey!..” dedi. “Size vadedebileceğim şey, Sevgili Adeline, ne size ne de kocanıza karşı hiçbir kötülük etmemektir ama hakkımda tahkikat yaptırmak için hiçbir zaman evime adam yollamayınız, işte bu kadar!”

“Şimdi ne yapmalı?” diye Madam Hulot bağırdı.

Şu ana kadar Barones, bu izahların kalbini sızlatan üçlü işkencesine katlanmıştı çünkü hem kadın hem anne hem de evli kadın olarak ızdırap duyuyordu. Gerçekten, oğlunun kaynatası ters ve tecavüzcü davrandıkça esnafın kabalığına karşı gösterdiği mukavemetten kuvvet almıştı lakin Crevel’in bıktırıcı âşık hâlinde, tahkir edilmiş güzel millî muhafız öfkesi içinde gösterdiği safdillik Madam Hulot’yu sinirlerini koparacak kadar gerdi; elleri kasıldı, gözyaşlarını salıverdi. Öyle ümitsiz bir bitkinlik hâli içindeydi ki diz çöken Crevel tarafından ellerinin öpülmesine müsaade etti.

“Tanrı’m! Ne etmeli?” dedi gözlerini silerek. “Bir ana gözleri önünde kızının mahvolmasını soğukkanlılıkla seyredebilir mi? Annesinin dizi dibindeki iffetli hayatı kadar, mümtaz tabiatıyla da kuvvetli olan bu derece harikulade bir mahlukun akıbeti ne olacak? Bazı günler, bahçede tek başına, sebebini bilmeyerek kederli kederli dolaşıyor; onu gözleri yaşlı buluyorum.”

“Yirmi bir yaşındadır…” dedi Crevel.

“Onu manastıra mı koymalı?” diye Barones sordu. “Çünkü bu tür buhranlarda din, tabiat karşısında çoğu zaman kuvvetsizdir. En dindar şekilde terbiye edilmiş kızların bile akılları başlarından gider!.. Kalkınız mösyö, görmüyor musunuz ki şimdiden sonra aramızda her şey bitmiştir. Sizden nefret ediyorum, bir annenin son ümidini de yıktınız!..”

“Ya bu ümidi kuvvetlendirirsem?” dedi Crevel.

Madam Hulot, Crevel’e sayıklayan bir eda ile baktı. Bu hâli ıtriyatçıya dokundu lakin “Sizden nefret ediyorum!” sözlerinden ötürü merhametini kalbinde sakladı. Çoğu zaman fazilet eğilip bükülmez, onun için de ince farkları göremez ve nazik vaziyetlerde yan çizmek suretiyle vakit kazanmak yollarını bilemez.

Crevel gücenmiş tavrını takınarak “Bugün Matmazel Hortense kadar güzel bir kızla drahomasız kimse evlenmez.” dedi. “Kızınız erkekler için ürkütücü güzellerden biridir; tıpkı, fazla müşteri çekmek için pahalı ihtimamları icap ettiren bir lüks atı gibi. Kolunuzda böyle bir kadınla yürüdünüz mü herkes size bakacak, peşinize düşecek, karınızı arzulayacaktır. Bu muvaffakiyet, karısının âşıklarını öldürmeyi göze almak istemeyen kimselere fazla kuşku verir çünkü ne de olsa insan bunların ancak birini öldürebilir. Bulunduğunuz vaziyet içinde, kızınızı ancak şu üç tarzda evlendirebilirsiniz: Benim yardımımla. Bu bir. Altmış yaşında, çok zengin, çocuksuz lakin çocuk isteyen bir ihtiyar bularak; bu zordur ama rastlanabilir. Joséphaları, Jenny Cadineleri alan bu kadar ihtiyar var da aynı budalalığı kanunen yapacak birine niçin rastlanmasın? Célestine’imle iki torunumuz olmasa ben Hortense’la evlenirdim. Etti iki! Sonuncu da en basitidir…”

Madam Hulot başını kaldırdı, eski ıtriyatçıya merak ve korku ile baktı.

“Paris, Fransız toprağı üzerinde yabani ağaçlar gibi biten bütün müteşebbis adamların birbirleriyle buluştukları bir şehirdir; orada yersiz yurtsuz birçok kabiliyet, her şeye hatta servet yapmaya bile yetenekli cesaretler kaynaşır. Şu hâlde, bu bekârlar… Kulunuz da vaktinde böyle idi, neler gördü neler. Du Tillet’nin nesi vardı? Yirmi yıl önce Popinot ne idi? Biroteau Baba’nın dükkânında, zengin olmak hırsından başka bir sermayeleri olmaksızın -ki bence bu hırs sermayelerin en değerlisidir- ufak tefek şeylerle haşır neşir oluyorlardı… Sermaye biter ama maneviyat tükenmez!.. Benim de neyim vardı? Zengin olmak hırsı, cesaret… Du Tillet bugün en büyük şahsiyetlerle atbaşı gidiyor. Küçük Popinot, Lombards Sokağı’nın en zengin aktarı, mebus oldu; şimdi de bakan. Şu hâlde, deyim yerindeyse ticaret, kalem veya elbise fırçası erbabından biri, Paris’te beş parasız bir genç kızla evlenebilecek biricik insandır çünkü onlar her türlü cesaret sahibidirler. Mösyö Popinot, Matmazel Birotteau ile bir mangırlık drahoma ummadan evlendi. Bu adamların akılları yok! Servetlerine, kabiliyetlerine inandıkları gibi aşka da inanıyorlar! Kızınıza âşık olan müteşebbis bir adam arayınız, kızınızla mala hiç bakmadan evlenecektir. İtiraf edeceksiniz ki bir düşman için bile cömertliği esirgemiyorum çünkü bu nasihat kendi aleyhimedir.”

“Ah! Mösyö Crevel, benimle dost olmak isteseydiniz, bu gülünç fikirlerinizden vazgeçerdiniz!..”

“Gülünç mü? Madam, kendinize eziyet etmeyiniz, güzelliğinize bir bakınız… Sizi seviyorum, bana geleceksiniz! Bir gün Hulot’ya ‘Josépha’mı aldın, ben de senin karına sahibim!..’ demek istiyorum. Bu, eski kısasa kısas kanunudur! Hem ben maksadımın gerçekleşmesine çalışacağım, yeter ki siz pek çirkinleşmeyesiniz.”

Hazır ol vaziyeti alıp Madam Hulot’ya bakarak, “Muvaffak olacağım, bakın niçin…” dedi.

Biraz durduktan sonra, “Ne bir ihtiyara ne de âşık bir delikanlıya rastlayacaksınız.” diye devam etti. “Çünkü kızınızı ihtiyar bir hovardanın manevralarına terk etmeyecek kadar çok seviyorsunuz, siz Barones Hulot, eski muhafız kıtasının eski bombacılarına komuta eden ihtiyar korgeneralin yengesi, müteşebbis bir adamı o hâliyle almaya razı olmayacaksanız çünkü bugünün herhangi bir milyonerinin on yıl önce basit bir makinist, basit bir işçi, haşa, basit bir fabrika ustabaşı oluşu gibi, o da basit bir amele olabilir. O zaman da kızınızın yirmi yaşının zoruyla sizi lekelemeye kadar varabileceğini görerek kendi kendinize ‘Benim lekelenmem daha iyi, Mösyö Crevel bu sırrı saklarsa şu eski eldiven taciri ile… Crevel Baba ile on yıl birlikte yaşamanın karşılığı olarak kızımın drahomasını, iki yüz bin frangı kazanırım!..’ diyeceksiniz. Canınızı sıkıyorum, söylediğim şey çok ahlaksızca, değil mi? Ama siz de dayanılmaz bir ihtirasla kemirilmiş olsaydınız bana teslim olmak için her seven kadının yaptığı gibi, kendi kendinize bazı muhakemeler yapacaktınız… O hâlde, Hortense’ın menfaati için bunlar, bu vicdan muhasebeleri kalbinizde yer edecektir…”

“Geride Hortense’ın dayısı var.”

“Kim, Fischer Baba mı? Elinin eriştiği bütün kasaları silip süpüren Baron sayesinde onun da işleri yolunda…”

“Kont Hulot da var…”

“Oh, madam! Kocanız, ihtiyar korgeneralin biriktirdiği paraları ezdi. Bu para ile şarkıcının evini döşedi. Bırakın bunları canım! Bana birazcık olsun ümit vermeyecek misiniz?”

“Uğurlar olsun. Ben yaşta bir kadına karşı duyulan ihtirasın yarası kolayca kapanır, Hristiyanca fikirlere sığınırsınız. Tanrı bahtsızları korur.”

Barones, Yüzbaşı’yı geri çekilmeye zorlamak için kalktı, onu büyük salona sürdü.

“Güzel Madam Hulot bu paçavralar ortasında mı ömrünü geçirecekti?” dedi Crevel.

Eski bir lambayı, yaldızları dökülmüş bir avizeyi, halının ipliklerini, nihayet beyaz, kırmızı ve altın sarısı bu büyük salonu, imparatorluk bayramlarının cesedi yapan büyük zenginlik döküntülerini gösteriyordu.

“Bütün bunların üstünde fazilet parlıyor, mösyö. Bana atfettiğiniz güzelliği para sızdırmak için bir tuzak gibi kullanıp güzel bir döşemeye sahip olmak hevesinde değilim.”

Yüzbaşı, Josépha’nın para hırsını kötülemek için demin kendisinin kullandığı tabirleri işitince dudaklarını ısırdı.

“Peki ama bu vefakârlık kimin için?” diye sordu.

Bu esnada Barones, eski ıtriyatçıyı nezaketle kapıya kadar çıkardı. Crevel faziletli, milyoner bir adam hoşnutsuzluğu göstererek “Bir hovarda için!..” diye ilave etti.

“Haklıysanız, mösyö, asıl o zaman sadakatimin kıymeti olacaktır, işte bu kadar.”

Yüzbaşı’yı, bıktırıcı bir insanın elinden kurtulmak için selamladığımız gibi selamladıktan sonra bıraktı, onu son bir kere daha hazır ol vaziyeti almış hâliyle görmeyecek kadar süratle arkasını döndü. Kapadığı kapıları tekrar açmaya gitti, Crevel’in “Hoşça kal” demek için yaptığı tehdit edici hareketi fark edemedi. Colysée’deki bir Hristiyanlık kurbanı gururuyla, asaletiyle yürüyordu. Bununla beraber, takati kalmamıştı çünkü bayılması yakın bir kadın gibi, kendini maviler döşeli oturma odasının divanına attı, gözleri de kızının Kuzin Bette’le şakalaştığı harabe hâlindeki kameriyeye takıldı kaldı.

Evlenişinin ilk günlerinden bugüne kadar, Barones kocasını Joséphine’in eninde sonunda Napolyon’u hayran bir aşk, annece bir aşk, kölece bir aşkla sevişi gibi sevmişti. Crevel’in verdiği tafsilattan haberi yok idiyse de Baron Hulot’nun yirmi yıldır kendisine sadakatsizlik gösterdiğini gayet iyi bilirdi lakin gözlerinin üstüne kurşun bir perde germiş, sessiz sessiz ağlamış, ağzından gıybete dair hiçbir söz çıkmamıştı. Bu melekçe tatlılığın karşılığı olarak kocasının saygısını, etrafında dinî ibadet gibi bir şey kazanmıştı. Bir kadının kocasına gösterdiği sevgi ve saygı aileye de sirayet eder. Hortense, babasını evlilik aşkının tam bir numunesi sanırdı. Herkesin şahsında Napolyon’a yardım etmiş devlerden birini gördükleri Baron’a karşı da duyduğu hayranlık hisleriyle beslenmiş olan Hulot’nun oğluna gelince; mevkisini babasının adına, mevkisine, kazandığı şöhrete borçlu olduğunu bilirdi. Bundan başka, çocukluk intibaları uzun süren bir tesir yapar, oğul hâlâ babasından korkardı. Crevel tarafından açığa vurulan uygunsuzluklardan şüphe etmiş olsa bile o, bunlardan şikâyet etmeyecek kadar babasına karşı saygı beslediği için bu uygunsuzlukları, bu mevzuda erkekleri görüş tarzından elde edilmiş delillerle mazur görürdü.

Şimdi, bu güzel, bu asil kadının fevkalade fedakârlığını izah etmenin tam sırasıdır; işte birkaç kelime ile hayatının hikâyesi…

Lorraine hudutlarında, Vosges dağlarının eteğindeki bir köyde yaşayan Fischer adlı üç çiftçi kardeş, cumhuriyetin asker toplamaları neticesinde, sonradan “Ren Ordusu” adını alan birliklere katıldılar.

1799’da kardeşlerden ortancası, Madam Hulot’nun babası dul André, kızını, 1797’de yaralanıp askerlik edemeyecek bir hâle gelen ağabeyi Pierre’e bıraktı ve Levazım Amiri Hulot d’Ervy’nin himayesi sayesinde askerî nakliye işlerinde ufak tefek bazı teşebbüslere girişti. Strazburg’a gelen Hulot oldukça tabii bir tesadüfle Fischer ailesini gördü. Adeline’in babası ile genç kardeşi o sıralarda Alsace’ta ot ve saman müteahhidi idiler.

O zaman on altı yaşlarında olan Adeline, kendisi gibi Lorraine toprağının kızı olan meşhur Madam du Barry’ye benzetilebilirdi. Kusursuz, insanı çarpan güzellerden, tabiatın hususi bir itina ile yarattığı Madam Tallien’e benzer kadınlardan biri idi; tabiat onlara en kıymetli ihsanlarını saçar; kibarlık, asalet, letafet, zarafet, zevk sahibi, ayrı bir beden, tesadüfün o meçhul atölyesinde işlenmiş bir ten… Bu güzel kadınların hepsi birbirlerine tamamen benzerler. Portresi Bronzino’nun şaheserlerinden biri olan Bianco Cappello, aslı meşhur Diane de Poitiers olan Jean Goujon’un Venüs’ü, portresi Doria galerisinde bulunan la Signora Olympia, Madam Ninon, Madam du Barry, Madam Tallien, Matmazel Georges, Madam Récamier… Yılların ihtiraslarının veya gecesi gündüzü eğlence ile geçen ömürlerinin inadına güzel kalmış bütün bu kadınların boyda, endamda, güzellik hususiyetinde göze çarpan benzerlikleri vardır ve bizleri inandırır ki nesiller ummanında aynı tuzlu dalganın kızları olan bütün bu Venüslerin geldiği afrodizyen bir cereyan vardır!

Bu ilahi kabilenin en güzellerinden biri olan Adeline Fischer; kraliçe doğmuş kadınların yüksek meziyetlerine, yılankavi hatlarına, zehirli dokumasına sahipti. Havva Ana’mızın Tanrı’nın elinden aldığı sarı saçlar, imparatoriçe endamı, büyüklük tavrı, profilde muhteşem hatlar, köylü kızı tevazusu, yolu üstündeki hayran bütün insanları, Raphael’in bir tablosu karşısındaki hayran meraklılar gibi durdurdu; bu sebeple Levazım Amiri onu görünce büyüklerine karşı büyük bir saygı besleyen Fischerlerin hayretleri önünde, Matmazel Adeline Fischer’i kanuni müddet zarfında kendine eş yaptı.

1792’de asker olup Wissembourg hatlarının hücumunda ağır yaralanmış olan büyük kardeş, İmparator Napolyon’a, büyük orduya ait her şeye tapıyordu. André ile Johann, İmparator’un himaye ettiği, zaten kendi talihlerini de borçlu oldukları Levazım Amiri Hulot’nun saygıyla sözünü ederlerdi. Çünkü Hulot d’Ervy onları, zeki ve dürüst oldukları için bir fevkalade ihtiyaçlar levazım teşkilatının başına getirmek üzere ordu nakliye kıtalarından çekip çıkarmıştı. Fischer kardeşler, 1804 Seferi sırasında yararlık göstermişlerdi. Sulh zamanında Hulot, sonraları 1806 Seferi hazırlıklarını yapmak üzere Strazburg’a gönderileceğini bilmeyerek onlara Alsace’ta saman müteahhitliği koparmıştı.

Genç köylü kız için bu evlenme, Meryem’in miraca çıkması gibi bir şey olmuştu. Güzel Adeline köyünün çamurlarından, birdenbire imparatorluk sarayı cennetine geçivermişti. Gerçekten, o zamanlar, levazım sınıfının en dürüst, en canla başla çalışanlarından biri olan Amir Hulot; İmparator’un yanına çağırılmış, hassa kuvvetine alınmıştı. Bu güzel köylü kızı, çıldırasıya sevdiği kocasına karşı beslediği aşkla kendi kendini terbiye etmek dirayetini göstermişti. Bundan başka, kadın olarak Adeline neyse, başamir de erkek olarak o idi ve imtiyazlı güzel erkekler soyundandı. İri, sağlam yapılı, sarışındı; mavi ve ateşli, oynak, dayanılmaz incelikte gözleriyle, zarif endamıyla o, d’Orsaylar, Forbinler, Ouvrardlar, hasılı imparatorluğun güzel erkekler taburunda dikkati kendine çekmişti. Uçarı, çapkın olup kadınlar hakkında Direktuvar zamanından kalma fikirlere bağlı kalan bu adamın zendostluğu, karısına karşı beslediği muhabbet yüzünden o zamanlar epey bir müddet kesintiye uğramıştı.

Daha ilk günlerden başlayarak Baron, Adeline’in gözünde hatadan beri bir ilah gibiydi; kadın her şeyi ona borçluydu. Serveti, arabası, konağı vardı ve devrin bütün lüksüne sahipti. Mesuttu, herkes tarafından sevilmişti, asalet payesi kazanmıştı, Barones idi. Hasılı, şöhret sahibi idi, ona güzel Madam Hulot derlerdi. Nihayet kendisine pırlanta bir gerdanlık hediye eden, onu başkalarından daima ayırt eden İmparator’un ayartma tekliflerini reddetmek şerefine de nail olmuştu çünkü imparator, kendisinin yenildiği işte muzaffer çıkan kimseden intikam almaya gücü yeter bir insan tavrıyla zaman zaman “O güzel Madam Hulot, yine öyle akıllı uslu mu?” diye sorardı.

На страницу:
2 из 9