Полная версия
Samuray Hikâyeleri
Düşme sesi Şogun’u uyandırdı. Kalktı, peşinde karısı ve birkaç hizmetkârıyla verandaya çıktı ve sürgülü panjuru açarak aşağı baktı. Hizmetkârlardan birinin tuttuğu fenerin ışığıyla hemen alttaki zeminde uzanan oğlanı fark etti. Chōshirō şimdi bilincini geri kazanmıştı ve bedeninin her yerinde hissettiği acı hatırı sayılır bir zorluğa sebep olurken doğrulmaya çalışıyordu. Fenerin ışığı ona verandadakileri gösterince fena halde şaşırdı.
“Chōshirō, sen misin?” diye seslendi lordu, oğlanı bir çırpıda tanıyarak. “Gecenin bu vakti çatımda olman pek tuhaf! Derhal yukarı gel de yaptığını açıkla. Bunu soruşturmak gerek.”
Ölü serçeler hâlâ elinde olan oğlan boyun eğdi. Şogun’un önünde secde ederek konuşmasını bekledi.
“Ellerindeki nedir, Chōshirō?”
“Serçe, lordum.”
“Serçe mi? Gece yarısı çatıya serçe yakalamak için mi tırmandın öyleyse? Ne tuhaf zevk!”
“Evet, lordum. Size gerçeği söyleyeceğim. Takechiyo Sama’yla bu sabah koridordan geçerken dikkatini çatıdaki bu küçük serçeler çekti ve onları izlemek için durduk. Takechiyo Sama, ‘Ne sevimli şeyler!’ dedi, ben de o anda onlarla oynasın diye serçeleri ona getirmeyi aklıma koydum. O yüzden bu akşam herkes uyurken aziz zatınıza göstermem gereken hürmeti gözetmeden dairelerinizin çatısına tırmandım ve iki yavru serçe yakaladım. Ama cennet, suçumu hızla cezalandırdı! Gördüğünüz gibi düştüm ve günahkârlığım fark edildi. Lort hazretlerinin uygun gördüğü her cezayı çekmeye hazırım.”
“Lordum,” diye araya girdi Şogun’un karısı Leydi Eyo. “Müdahalemi mazur görün lakin bana kalırsa Chōshirō’ya o serçeleri yakalamasını Takechiyo emretti. Bundan şüphem yok.”
Leydi Eyo’nun Takechiyo ve Kunimatsu adında iki oğlu olduğunu açıklamak gerek. Büyük olan Takechiyo zeki ve hareketli olsa da tavırları kabaydı. Kardeşiyse tam aksine sessiz ve kadınsıydı. Bu yüzden ve muhtemelen başka bilinmeyen nedenlerden ötürü küçük oğlu annesinin gözdesiydi. Şogunluk vârisliğine de küçük oğlunu yakıştırıyordu. Dolayısıyla vakti gelince gayesini yerine getirmeyi umarak Takechiyo’yu babasının önünde kötüleme fırsatını kaçırmadı.
“Ne düşüncesiz çocuk şu Takechiyo!” diye ona katıldı Şogun. “Bunu onun azmettirdiği su götürmez. Gece vakti çatıdan kuş yakalamasını emrederek Chōshirō’nın hayatını tehlikeye atması ne zalimlik! Daha çocuk olsa da bahanesi yok. Atasözü der ki: ‘Yılan henüz bir santimken bile sokar.’ Küçükken hizmetkârlarına karşı bu kadar düşüncesiz davranan birinin ellerine güç verildiğinde bilge ve iyi bir yönetici olması beklenemez. Peki, Chōshirō,” hâlâ ayaklarının dibinde diz çöken oğlana döndü, “sana serçeleri getirmeni Takechiyo emretti, doğru mu değil mi?”
Chōshirō, Şogun ile hanımının hayran olduğu efendisi hakkındaki kaba sözlerini şaşkınlıkla dinlemişti. “Yılan henüz bir santimken bile sokar,” derken neyi kastetmişlerdi? Oğlanla ilgili hisleri bu kadar düşmancaysa olayın gerçekleri açığa çıkarsa ne düşünür ve ne yaparlardı? Chōshirō kesinlikle hayatı pahasına dahi olsa tüm suçu üzerine alacağına karar verdi.
“Ah, hayır lordum,” dedi ciddiyetle. “Takechiyo Sama bana hiç öyle bir emir vermedi, hiç! Bu serçeleri kendi rızamla yakaladım. Birini Takechiyo Sama’ya vermeyi, birini de kendime saklamayı planlıyordum.”
“Bu serçeleri kendi rızamla yakaladım.”
“Saçmalık! Sen ne dersen de, Takechiyo’nun başının altından çıktığını biliyorum. Cesur bir delikanlısın, bana yalan söylemeye cüret ediyorsun! Bakayım, sana ne yapsam acaba? Buldum, bana şu çantalardan birini getir.”
Şogun, yangın veya deprem durumunda dozō veya yanmaz depoya koymadan önce değerli eşyalarını içine yerleştireceği, şekli para kesesini anımsatan büyük ve sağlam deri çantaları işaret etti.
Çanta getirildiğinde şöyle dedi:
“Chōshirō, gerçeği itiraf etmezsen seni bu çantanın içine koyacağım ve ne eve tekrar dönmene izin ne de sana bir lokma yiyecek vereceğim. Hâlâ yalanında ısrarcı mısın?”
“Yalan değil, lordum. Serçeleri kendi rızamla yakaladığım doğrudur. Kabahatimden benden başka kimse sorumlu değildir. Çatıdan düşüşüm cennetin bana verdiği cezaydı. Sizin de beni cezalandırmaya hakkınız var. Öyle yapmanız için yalvarıyorum.”
Bu sözler üzerine Chōshirō herhangi bir korku ibaresi göstermeden çantanın içine girdi.
“Ne inatçı oğlan!” diye haykırdı Şogun öfkeyle.
Ardından karısının yardımıyla, içinde oğlanın durduğu çantanın ağzını sıkıca bağladı ve onu koridorun duvarındaki bir çiviye astırdı. Zavallı çocuğu bu durumda bıraktılar ve hepsi bir kez daha bozulan istirahatlerine döndü.
Ertesi sabahın ilerleyen saatlerinde kahvaltısını yapan ve hazırlanmasını tamamlayan Leydi Eyo iki nedimesiyle çantanın hâlâ asılı durduğu koridora çıktı ve indirilmesini emretti. Açıldığında oğlan hâlâ elinde ölü serçeleri tutuyordu.
“Günaydın, hanımefendi hazretleri,” dedi Chōshirō¸ kapalı yumruklarıyla gözlerini ovalarken.
“Serçeleri almanı Takechiyo emretti, değil mi?” dedi Leydi Eyo nazikçe, oğlana gerçeği itiraf ettirmeyi umarak.
“Hayır, leydim. Bizzat benim fikrimdi. Takechiyo Sama’nın bu konuyla alakası yok.”
“Gel çocuk. Bu kadar inatçıysan daima hapis kalacak ve asla bir şey yemeyeceksin. Ama doğru olduğuna inandığım şeyi itiraf edersen serbest kalacak ve hemen yiyecek alacaksın. Şimdi gerçeği anlat.”
“Leydim, bana emrettiğiniz gibi gerçeği anlatacağım fakat öyle açım ki konuşacak mecalim yok. Öncesinde biraz yiyecek isteyebilir miyim? Birazcık musubi yememe dahi izin verirseniz dilediğinizi söyleyeceğim.”
“Aferin oğlum, sana hemen musubi verilecek.”
Leydi emri verdi ve çok geçmeden oğlan pirinç keklerini şevkle yiyip bitirdi. Ayağını yere vuran Leydi Eyo, Şogun’un odasına koştu ve olanları ona abartarak anlattı. Şogun son derece sinirliydi.
“Küçük velet,” diye bağırdı, ayağa kalktı ve Yoshimitsu kılıcını eline alarak, “Onu bizzat öldüreceğim. Tango Hasegawa, Chōshirō’yu buraya getir,” dedi.
Tango suçluyu çantada, elleri kucağında otururken buldu.
“Chōshirō,” dedi, “Lort Hazretleri sana fena kızgın, inatçılığın ve arsızlığın dayanma sınırını aştı. Seni kendi elleriyle öldürmeye niyetli. Hemen öldürülmeye hazırlan.”
“Epey hazırım, efendim.”
“Baban eski bir arkadaşımdır,” diye devam etti adam acıklı bir şekilde. “Ona veda mesajın varsa ulaştırmakla yükümlüyüm.”
“Sağ olun, efendim ama babama söyleyecek bir şeyim yok. Hayatını sadakat uğruna feda etmek samurayın görevidir. Ölümümden sonra efendim Şogun’un itiraf isteğini neden reddettiğim anlaşılacaktır. Babama yalnızca yazgımı lordumun kendi kılıcıyla, korkusuzca karşıladığımı söyleyin. Tek üzüntüm annemin şu anda hasta olması ve bu haberin onun da ölümünü getirebilme ihtimalidir. Tek pişmanlığım bu.”
“Sahiden kahramanca bir azim!” diye haykırdı Tango, gözyaşlarını tutamadı. “Ona ölümü nasıl karşıladığını anlattığımda baban seninle gurur duyacak, oğlum.”
Chōshirō’yu elinden tutan Tango onu Şogun ile hanımının huzuruna götürdü. İçeri girdiklerinde sert soylu ayağa kalktı ve elini kılıcının kabzasına koyarak onlara yaklaşmalarını işaret etti. Cesur oğlan dizleri üstünde dururken boynunda kalan saç tutamlarını itti ve ellerini birleştirip gözlerini kapayarak sakince başının kesilmesini bekledi. Şogun’un erkeksi merhameti bu acınası görüntü karşısında kayıtsız kalamadı. Kılıcını uzağa fırlatarak “Chōshirō, bağışlandın!” diye bağırdı. “Genç efendine duyduğun üstün vefayı görüyorum, ölümüne sadıksın! Tango, şimdiden söylüyorum; Takechiyo Şogun olarak vârisim olduğunda hiç kimse bu yiğit genç samuray kadar insanları yönetmesine yardım etmeyi beceremeyecek. Chōshirō, affedildin!”
Katsuno’nun İntikamı
I
Bir adam ve bir kadın, kısmen kar beyazı çiçekleri ay ışığında parlayan unohana ile çevrelenmiş sessiz, ayrı bir odadaki loş ışıkta birbirine fısıldıyordu. Gecenin durağanlığını yalnızca yakındaki çeltik tarlasında vıraklayan kurbağalar bozuyordu.
Adam, Oda Nobuyuki’nin meclis üyesi, Owari vilayetindeki Iwakura Kalesi’nin lordu Sakuma Shichiroyemon’du. Yaklaşık elli iki yaşında, güçlü kasları ve sık gri bıyıkları olan sert görünüşlü bir adamdı. Kibirli, çabuk sinirlenen ve son derece kıskanç biri olduğundan astlarına zulmediyordu ve bu sebepten klanın tamamı ondan nefret ediyordu. Şu anda konuştuğu kişi yaşına yakın bir kadın olan Lort Oda’nın nedimelerinin amiri O-Tora-no-Kata’ydı. Huysuz, kurnaz ve paragöz bir kocakarı olduğundan hizmetçiler ona dehşet ve tiksintiyle bakıyorlardı. “Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” Kadın, mevkisini güvenceye almak için saygıdeğer Shichiroyemon’un sinsice gözüne girmiş, adamsa onu lordunun, aynı zamanda meslektaşlarının ve astlarının eylemlerini gözetlemeye göndermişti.
“Ne oldu, Madam Tora?” diye sordu Shichiroyemon, yüzü öfkeyle kızarırken. “Lordumuzun o Hachiyalı toy oğlanı benim yerime baş meclis üyesi olarak atayacağını mı söylemeye çalışıyorsun?”
“Ben duyduğumu tekrar ediyorum, bütün hizmetçiler öyle diyor…”
“Öf! O Hachiya’dan, nerede doğduğu bilinmeyen köylünün oğlundan nasıl nefret ediyorum! Kim bilir nereden geldi! Solgun, kılsız yüzlü, kadınsı delikanlı! Lordumuza nasıl rahatça dalkavukluk ediyor! Hiç savaşa girmedi, savaş döneminde kitap kurdu ne işe yarar? Ama bu tecrübesiz genç adam Baş Meclis Üyesi olacak! Hıh, ne sevdaymış! Ha, ha, ha!”
“Henüz kaynamayacak. Ateş yeterince harlanmadı.”
“Ha! Ateş mi?”
“Ha, ha!” dedi O-Tora nahoş bir gülümsemeyle. “Burada seni tutuşturmak için güzel yakıtım var.”
“Beni böyle sinirlendirmeye çalışma,” dedi adam sabırsızca. “Derhal anlat.”
“Bu sırların sırrıdır. Hemen… eh işte… satamam.” Yavaş konuştu, “satmak” kelimesine özellikle vurgu yapmıştı.
“Ne açgözlüsün! O zaman sırrını bununla satın alacağım.” Bunu söyledikten sonra Shichiroyemon göğsünden bir paket para çıkardı ve minderin üzerine fırlattı. Kocakarı sessizce paraları eline aldı, dudaklarında kurnaz bir gülümseme belirdi.
“Bay Sakuma, tetikte olmayı bırakmalısınız.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Ee, K…; ondan vazgeçmelisiniz.”
“Ne! Katsuno’dan vazgeçmek mi?” diye haykırdı Shichiroyemon, ürkmüştü. “Niçin? Çabuk söyle!”
“Şaşırmayın, efendim. Lordumuz onu evlendirerek Hachiya’ya vermenizi istiyor.”
Katsuno, Oda Nobuyuki’nin en sevdiği nedimesiydi. On dokuz yaşında genç bir kadındı; güzelliğin, zarafetin, tatlı huyun nezaket ve ağırbaşlılıkla birleşiminin vücut bulmuş haliydi. Yaşına rağmen Shichiroyemon bu güzel genç kıza delice âşıktı ancak O-Tora aracılığıyla ona her şekilde kur yapmış olsa da kız teklifine cevap vermeye hiç meyletmemişti.
“Hachiyo, Katsuno’yla münasebet mi kurdu?” diye sordu Shichiroyemon endişeyle.
“Öyle değil, ikisinin de son derece dürüst ahmaklar olduklarını biliyorsun. O iş için fazla aptallar. Meyilleri varsa bile uyanık gözlerimden sakınamazlar, onu şeytan dahi yapamaz!”
“O halde lordumuzun emri mi?”
“Öyle. Bugün hanımımız bana dedi ki: ‘Hachiyo’nun daha fazla yalnız kalması uygun değil; Katsuno güzel ve müthiş akıllı bir genç kız, vefakâr hizmetlerinden ötürü yakında onu Hachiya’yla evlendireceğim!’ Evet, kesinlikle bana hanımımız söyledi.”
“Sahiden öyle mi?” dedi Shichiroyemon. Kaşları çatıldı ve gözleri kıskançlığının yoğunluğuyla dik dik baktı. “O toy, köylünün oğlu Hachiya! Benim gibi yetenekli ve tecrübeli biri yerine onu seçmeleri ne rezillik, üstelik onu Katsuno’yla evlendirmeleri bir o kadar yanlış. Nasıl bir hakaret bu! Benim yaşımda biri için nasıl bir aşağılama! Buna katlanamam! O Hachiya’ya, can düşmanıma karşı birkaç adım atmadan rahata ermeyeceğim! İntikamımı alacağım! Beni dokunulmazlığıyla kışkırtamaz!” Öyle şiddetle konuşuyordu ve yüzündeki ifade öyle şeytaniydi ki ihtiyar kadın korktu.
“Öfkeniz son derece doğal efendim ama biliyorsunuz, ‘Öfke kayba yol açar.’ Bu meseleyi daha sakince düşünmelisiniz.”
“Önereceğin bir şey var mı?”
“Eh… Elbette ilk olarak Hachiya’ya suikast düzenlenmeli ve sonra Katsuno’yu bir bahaneyle lordumuzun ellerinden almalıyız. O konuyu ben üstleneceğim.”
“Ben de diğer işin icabına bakacağım! Lakin dikkatli ol, Madam Tora!”
Bunun üzerine serin rüzgâr odayı arşınladı ve lambanın ışığını söndürerek şimdilik konuşmalarına da bir son verdi.
II
Sonbaharın hoş bir öğleden sonrasıydı, Iwakura Kalesi’nin bahçesindeki kızıl akçaağaçlar ve çeşitli renklerdeki kasımpatılar güzelliklerinin zirvesindeydiler.
Bugün Nobuyuki’nin babasının ölüm yıldönümü olduğundan kalede oturanlar sabahın erken saatlerinden beri dini törenlerle, merhumun mezarını ziyaretle meşgullerdi ve bu akşam samurayların tamamına bir ziyafet verilecekti.
Saat neredeyse dört olmuştu ve dinlenme molası vermek için özel odaya çekilen birkaç nedime uzun uzun konuşuyordu.
“Ne çenebazsınız siz, nedimeler! Serçe gibi gevezelik ediyorsunuz.” O anda içeri giren O-Tora neşeli sohbetlerini etkili bir şekilde kesmek için küçümseyen bir yorumda bulundu. Kendisi de oturduğu sırada yılışık, genç bir kız vakur bir gülümsemeyle konuşmaya cüret etti. “Ama Madam, kadınlar doğaları gereği çenebaz değiller midir? ‘bülbüller erik çiçeklerini ziyaret eder’ ve ‘serçeler ve kaplanlar bambu korularını ziyaret eder’, o yüzden biz serçe gibi çene çalarak Madam Tora’yı (kaplanı) yanımıza getirmeyi umarız.”
Bu hazırcevaplık üzerine diğer hizmetçiler yüksek sesle kahkaha attılar ve huysuz mürebbiye bile ekşi bir gülümsemeyi bastıramadı.
“Serçelerden bahsetmen bana Takané’yi (akgözgillerden birinin adı) anımsattı,” dedi kadın. “O kuş gün boyunca tek bir nota bile söylemedi sanki. Yemi verildi mi?”
Kızlar suçlulukla bakıştılar zira bütün gün öyle meşgullerdi ki lortlarının diğer hediyelerle birlikte Şogun’dan askeri hizmetleri dolayısıyla aldığı harika evcil hayvanı olan kuşla ilgilenmeyi unutmuşlardı. Nobuyuki, şarkılarından ötürü, ayrıca kendisine bağışlayan kişi nedeniyle de kuşu pek severdi.
O-Tora, hizmetçilerin donup kaldıklarını fark ederek nispet edercesine onlardan şöyle öç aldı:
“Aylakça çene çalmalarınızı tüm işleriniz bitene kadar bıraksanız iyi edersiniz, beceriksiz kızlar.”
“Hepsinin zavallı küçük kuşu unutması ne utanç verici!” dedi refakatçilerinin yanındaki Katsuno.
“Zavallı şey, ne kadar da açtır! Hemen gidip ona biraz yiyecek vereceğim.”
Bahçeye çıkıp yaşlı erik ağacına yöneldi ve kollarını uzatarak hoş bir şekilde süslenmiş kuş kafesini üstüne asılan daldan aldı. Bunu yaparken kancası çıktı ve kafes yere düştü, kapısı açıldı ve içindeki küçük tutsak teşekkür edercesine öterek kaçtı. Kız dehşet çığlığı atarak peşinden koştu fakat çok geçti, kuş çoktan ağaçların arasından gitmişti ve şimdi mavi gökyüzünde uzaklara uçarak özgürlüğünü kutluyordu.
“Ne yaptın sen, Katsuno?” diye bağırdı O-Tora verandadan. İçten içe Katsuno’yu gözden düşürme planını gerçekleştirmek için bulduğu bu büyük fırsattan memnun olsa da keyfini korku ve hayret maskesi altında sinsice gizledi. “Heyhat! Takané’nin kaçmasına izin verdin. Ah, ah, ne dikkatsizlik! Nasıl yaparsın!”
Süratle ortadan kaybolan kuşa gözlerini dikmiş olan Katsuno biraz sersemlemiş görünüyordu. O-Tora’nın sözleriyle kendine geldi, sonra da yaptıklarının sonuçlarını düşünüp hafifçe sarsıldı ve ağlayarak yere düştü. Verandada duran genç refakatçileri şaşkınlık nidaları çıkardı ancak hiçbiri ona yardım etmeye gelmedi ya da onu yatıştırmaya çalışmadı. “Ne yapacaksın, Katsuno?” diye devam etti, o sırada mutsuz kızın uzandığı yere gelen ve onu elbisesinin boynundan tutan yaşlı cadaloz. “Takané’nin sıradan bir kuş değil, Şogun Hazretleri’nin değerli bir hediyesi olduğunu biliyorsun. Kaçmasına izin vererek ne yaptığının farkında mısın? Sadece birkaç damla gözyaşı hatanı telafi edebilir mi? Bana verdiğin zararı nasıl tamir edeceksin? Zira bu talihsizlik için ben suçlanacağım, ben sorumlu tutulacağım! Gel, ayağa kalk, kızım; ne söyleyeceksin?”
“Katsuno, ölüme hazırlan!” Yüksek ve öfkeli bir ses hepsinin yerinden sıçramasına yol açtı. Olanlardan haberdar edilen fevri Nobuyuki olay yerine koşmuştu ve şimdi de zapt olunmayan öfkesiyle kılıcını çekmiş, yere serilen kızın tepesinde duruyordu.
Bu önemli anda başka bir ses duyuldu.
“Lordum, lordum bekleyin!” Yeni Baş Meclis Üyesi Tsuda Hachiya araya girdi. “Sakinleşin lordum, yalvarıyorum. Hangi gün olduğunu unuttunuz mu? Bugün saygıdeğer babanızın kutsal vefat yıldönümü değil mi? Bu önemli günü anlık öfkenizle gerçekleştireceğiniz kanlı eylemle lekeleyebilir misiniz? Kendinizi dizginleyin ve bu meseleyi benim takdirime bırakın.”
Nobuyuki’nin öfkesi yükseldiği kadar çabuk indi. Gözdesinin itirazı üzerine Nobuyuki kılıcını kınına koydu ve verandaya döndü.
O zamana dek akşamki ziyafet için çoğu hizmetli kaleye varmıştı ve kazayı duyup aceleyle olay yerine gelmişlerdi. Shichiroyemon da aralarındaydı; kafa karışıklık maskesi altında suç ortağına bir şeyler fısıldadı, sonra öne çıkıp “Katsuno’nun cezalandırılmasına ne dersiniz, lordum?” dedi. “Muhterem ellerinizle ölüme sebebiyet vermeyerek bilgece davranıyorsunuz ama bu, Şogun Hazretleri’nden özür dilemek ve klana bir örnek teşkil etmek adına gereklidir. Kızın hak ettiği cezayı alması şarttır.”
“Pe… peki…” Nobuyuki tereddüt etti, ardından Hachiya’ya döndü. “Senin görüşün nedir, Hachiya? Shichiroyemon’un söylediğini yapmalı mıyım?”
“Hayır, lordum. Tarihin söylediğine göre çok uzun zaman önce, İmparator Takakura’nın hükümdarlığı sırasında buz gibi bir sabah düşüncesiz bahçıvanlar genç İmparator’un pek düşkün olduğu güzel akağacın birkaç dalını kesmiş ve o dalları sakélerini ısıtmak için yakmışlar. Ağacın resmi sorumlusu Fujiwara Nobunari buna fazlasıyla şaşırmış ve suçlularının elleriyle ayaklarını bağlayarak olayı İmparator’a bildirmiş. Ne var ki yüce gönüllü hükümdar hiç sinirlenmemiş, sakince şöyle demiş: ‘Çinli bir şair der ki:
‘Ormanda akağaç yaprakları topladık3Ve yaktık onları, sakémizi ısıttık.’Bu sıradan bahçıvanlar bu kadar ince bir zevki nereden öğrendiler acaba? Ne şairane bir fikir!’ Bunun üzerine dikkatsiz bahçıvanları suçsuz bulmuş. İmparator Takakura bu yüzden yüzyıllar geçmesine rağmen şimdi bile muhteşem bir hükümdar kabul edilir. O yüzden İmparator kadar iyi kalpli lordumun, bu kazaya neden olacak kadar talihsiz olmaktan başka suçu olmayan genç bir kıza merhamet edeceğini umuyor ve bunun için dua ediyorum.”
“Yeter, Bay Tsuda!” diye araya girdi Shichiroyemon. “Şüphesiz büyük bir âlimsiniz ve dilbazsınız fakat önerdiğiniz laçka kararlar kötü bir örnek olur. Kadınlara karşı her daim merhametli ve anlayışlısınız ancak böylesi bir meseleyle ilgilenirken cinsiyet ayrımı yapmamalıyız. Kaleyi küle çeviren bir yangın çıkaran suçluları sırf kadın ve ‘hata yaptı’ diye bağışlamakla aynı şey bu! Adalet bu mu?”
“Savınız abes,” diye yanıtladı genç adam kibirli bir biçimde. “Şiddet, idare için iyi bir kaideymiş gibi konuşuyorsunuz. Öyleyse eski Çin’in kralları Chow ve Chieh ile bizim ülkemizin kralları Tairas ve Ashikagas neden bu kadar hızlı çöktü? Bugün, lordumuzun babasının vefatının kutsal yıldönümü olduğunu ve lordumuzun amacının, saygıdeğer ruh adına akgözü serbest bırakmak olabileceğini hatırlayın.4 Bu hatayı istemsizce Katsuno’nun yapması zavallı, kafese hapsedilmiş kuşun özgür kalması gibi insancıl bir duruma neden oldu. Bir yerde şu dizeleri okumuştum:
‘İnsan kafesteki kuşun tatlı şarkılarını sevse de,Kim bilir kalbinin içinde ne üzüntüler var.’Bana kalırsa Katsuno tamamen suçsuzdur, aksine iyi bir eylemde bulunmuştur.”
Shichiroyemon ve O-Tora dışında orada bulunan herkes Hachiya’nın güzelce konuşarak Katsuno’yu müdafaa etmesini hayranlıkla dinledi. Kara kalpli çiftse kızın kaleden kovulmasında ısrar etti ancak Nobuyuki bu tartışmaları duymazdan gelerek meseleyi dinlendirmeye karar verdi. Bunca zaman bahçede dizlerinin üzerinde duran Katsuno şimdi duyduğu minnet sayesinde neredeyse kurtarıcısına tapacaktı.
III
Tsuda Hachiya artık otuz bir yaşındaydı. Bir çiftçinin oğlu olarak doğmuştu fakat yakışıklı ve iyi eğitimli bir zat olduğundan on altıncı yaş gününde Nobuyuki’nin evinde uşaklığa atandı ve çok geçmeden efendisi ona büyük bir yakınlık göstermeye başladı. Genç samuray boş vakitlerini edebiyat çalışmalarını ilerletmeye ve kılıç alıştırmaları yapmaya adadı ve o günlerin entelektüellikten yoksun samuraylarının arasında nadir bulunan idare becerisi hızla açığa çıkınca çabucak yükseldi, en sonunda hâlâ genç bir adamken hem Baş Meclis Üyesi hem Kâhya olmuş ve büyük bir yetki kazanmıştı. Fakat böylesi genç biri için mevki ve güç baş döndürücü olsa da o hem insan içinde hem de özel yaşamında mütevazı davrandı ve lorduna sadakat ve gayretle hizmet edip böylece şahsiyeti ve fazileti sayesinde bütün klanının takdirini kazandı.
Bir akşam Hachiya, acilen çağrılması üzerine lordunun huzuruna çıktı.
“Hachiya,” diye söze girdi Nobuyuki ansızın, cana yakın bir gülümsemeyle. “Bence tam zamanı, değil mi?”
“Affedin, lordum ama sizi anlayamadım,” dedi Hachiya şaşkınlıkla bakarak.
“O mühim meselenin.”
“Hangi mühim meselenin?” dedi genç adam tekrar edercesine, öncekinden daha da şaşkındı.
“Ha, ha! Bugün ne kadar kalın kafalısın! Katsuno meselesini diyorum!”
Hachiya konuşmadı. Hachiya’nın evlenmesi konusunda heyecanlı olan Nobuyuki ilk kez onunla Katsuno’ya aracılık etmeye çalışmıyordu. Önerilen geline karşı çıkmak şöyle dursun, gerçi Hachiya’nın eğilimi o yöndeydi ancak ihtiyatlılığı buna şimdiye dek engel olmuştu; “Dolunay mutlaka küçülür,” sözünü hatırladı. Yaşlı adamların yerine Baş Meclis Üyeliği’ne atanması zaten insanları gücendirmişti, bir de klanın meşhur güzeli Katsuno’yla evlenirse kıskançlığa ve düşmanlığa daha fazla sebep olmaz mıydı? Üstelik Shichiroyemon’un ona olan çılgın ilgisinden bihaber değildi ve bu kini daha fazla kışkırtmaya niyeti yoktu. Bu yüzden çeşitli bahanelerle aylarca lordunun ısrarlarından kaçındı.
“Yine ‘sonraki aya’ mı diyeceksin?” dedi Nobuyuki, genç adam sessiz kalırken tehdit edercesine. “Beni öyle kandıracağını sanma sakın!”
Hachiya yanıt vermedi, başını saygılı bir şekilde eğmişti.
“Derhal cevap ver bana! Hâlâ sessiz mi kalıyorsun? Söyle, o kızdan haz etmiyor musun?”
“Ah, hayır lordum ama beni reddedeceğinden korkuyorum.”
“Bu yani! O konuda için rahat olsun, kendisini dinledim. Zavallı kız! Akgözlü vakasından beri ‘hastalığı’ iyice ilerledi ve pek zayıfladı!”
Dikkatli ve anlayışlı Nobuyuki, Katsuno’nun Hachiya’nın aşkından hastalandığını öğrenmişti.
“Benimle alay etmeyin, lordum! Bu tereddüdün gerçek nedenini anlatacağım.”
Ve bu girişle beraber Hachiya nedenlerini saydı, her birinde yaşlı adam katılarak başını salladı.
“İhtiyatını ve sağduyunu takdir ediyorum,” dedi, Hachiya konuşmayı bitirdiğinde. “Ama unutma, başkalarının hislerini bu kadar düşünürsen asla bir şey yapamazsın. O ahmak, yaşlı Shichiroyemon’a gelecek olursak; ondan korkma. Ben senin mutluluğuna gönül verdim ve asla yarım iş yapmam. Ayrıca dileğim Katsuno’ya kalbinin arzuladığını vermek. Fakat yıl sonu çok yakın olduğundan düğünü yeni yıla erteleyeceğiz, sonrasında daha fazla reddetmeyeceksin. Evet, evet, işte böyle yapacağız Hachiya.”
Bunu söyledikten sonra Nobuyuki bir hizmetçi çağırdı ve kısık sesle bir emir verdi. Hemen bir şişe saké ve birkaç kadeh getirildi. Bu odayla yandaki arasındaki fusuma açıldı ve eşikte zarafet dolu hareketlerle çömelmiş, canlı renkli uchikaké, yani elbise giymiş genç ve güzel bir kadın belirdi. Bu, Katsuno’nun ta kendisiydi.
“Arzunuz nedir, lordum?” dedi, önce Nobuyuki’ye sonra da Hachiya’ya saygıyla selam vererek.
“Ah, sen misin Katsuno? Senden bize saké doldurmanı istiyorum. Yakınıma otur, Hachiya; gel, biraz saké içelim.”
“Affedin beni, lordum. İçimden bir ses bana evde ihtiyaçları olduğunu söylüyor, üstelik saat geç oldu. İzninizle hemen eve döneyim.”
“Hayır, hayır, henüz olmaz, Hachiya. Geç olsa da dönmeni bekleyen bir sevdiğin yok tahminimce. Ha, ha! Gel, reddedemezsin. Katsuno, ona bir kadeh saké doldur!”
Hachiya’nın kadehini ağzına kadar doldurdu.
Katsuno çekinceyle tereddüt etse de Nobuyuki emrini tekrar edince şişeyi aldı ve titreyen eliyle Hachiya’nın kadehini ağzına kadar doldurdu. Bakışları buluştu ve ikisi de kıpkırmızı oldular.
“İçtiysen kadehi Katsuno’ya ver,” dedi Nobuyuki.
“Kadehi lort hazretlerine iade etmem uygun düşer.”
“Hayır, ben ondan sonra alacağım. Katsuno’ya ver.”
Hachiya’nın söyleneni yapmaktan başka çaresi yoktu, o yüzden biraz daha saké doldurduğu kadehi nedimeye uzattı; genç kız utangaçlığını yenip onu aldı ve dikkatle yudumladı.