
Полная версия
Anadolu'nun Kültürel Kökleri

Hasanoğlan MÖ 3000
Hacı Bektaş Veli'nin yaşamını söylencelere göre anlatan Vilayetname'ye göre Çepniler onun ilk müritlerindendi. Hacı Bektaş türbesinde, Bektaşilerin “üç” sayısına ve “üçgenlere” verdiği önem sergilenir.

Meryem – Deisis (Kariye Müzesi)

Çatalhöyük

Üç güzeller
“Üç” sayısı yalnız Anadolu'da değil, başka pek çok uygarlıkta da önemli sayıldı. Yıl, hemen her uygarlıkta dörder aydan oluşan üç mevsime ya da üçer aydan oluşan dört mevsime ayrılır. Evren üç kattan oluşur: Gök, yer ve yeraltı. Yaşamın üç dönemi vardır. Hamileliğin de.
Hindu Tanrıçası Kali Ma, evrenin üç temel gücünü kişiliğinde birleştirmişti: Yaratma, yaşatma ve öldürme. Kali Ma, doğuran ve öldüren, ana ve mezardı.
Tanrıça, üçlü kişiliğiyle pek çok uygarlıkta görülür. Onu, Mısırlılar Mut, Yunanlılar Mera ve Romalılar Uni adıyla tanıdı. Yaşamın gizemli ipini bir bakire eğirir, bir anne ölçer ve yaşlı bir kadın keserdi. Kuzeyliler, yazgıyı üçlü tanrıça Mors'un yazdığına inanırdı.

Doğurma ve öldürme güçlerinin aynı tanrıçada birleşmiş olması tuhaf görülebilir. Ama yaşam ve ölüm, aynı gerçeğin iki yüzü değil mi? Tanrıça, her şeye can veren, yaşatan ve sonra kendi yarattıklarını yanına alan toprak anayı simgeler: “Her biçimin özü sensin… Her şeyi sen bilirsin, ama seni kimse bilemez… Anlayamaz… Yalnız sen sözlerle anlatılamaz, anlaşılamazsın… Senin başlangıcın yok, ama sen her şeyi başlatansın. Yaratan, Koruyan, Yok edensin.” (Woodroffe 2011, 47-50)
Vratya gizli tarikatına üye kadınların çağımızdan binlerce yıl önce Hindistan'da başlattığı Tantra dininde, yaşamın dişi özünü üçgen simgelerdi. Üçgen, eski Mısır hiyerogliflerinde kadını simgeliyordu. Çingeneler de anavatanları Hindistan'dan getirdikleri bu simgeye aynı anlamı verirler. Eski Yunan'da, bir üçgenle gösterilen delta harfinin anlamı “kutsal kapı”ydı (B. Walker 1983, 1016).
Geçmiş pek çok uygarlıkta insanlar, haça tapar gibi üçgene taptı.
Ank, Ankora, Ankara
On yedinci yüzyıl Osmanlı gezgini Evliya Çelebi'ye göre Ankara kenti adını, kent dolaylarında yetişen “engür” üzümünden alır. Ankara adının, Ankara kalesinin “angarya” ile yaptırılmasından kaynaklandığını ileri süren yazarlar da vardır.
İkinci yüzyılda basılan Ankara paraları üzerinde çapa resimleri görülür (Erzen, Arif 1946). Grekçe anküra ve Latince ankora ya da ankira sözcükleri (İngilizce anchor) “çapa” anlamındadır.
Kimi ilkçağ yazarları Ankara kentinin adıyla, “çapa” anlamındaki bu sözcükler arasında ilişki kurdu. MÖ üçüncü yüzyılda Afrodisias'ta yaşayan tarihçi Apollonius'a göre, Ankara kentine adını Galatlar verdi. Anadolu'ya MÖ 278 yılında gelen Galatlar, burada Mısırlılarla savaştı ve onları Akdeniz'e sürdü. Mısır gemilerinin çapalarını ganimet olarak bugünkü Ankara dolaylarına getiren Galatlar, burada kurdukları kente “çapa” anlamında Ankura adını verdi (Erzen, Arif 1946, 16-17).
İkinci yüzyılda yaşayan tarihçi Pausinas'a göre, Ankara'yı efsanevi Frig Kralı Gordion'un oğlu Midas kurdu. Çapayı da Midas'ın babası Gordion bulmuştu. Midas, kurduğu kente bu yüzden Ankura ya da “çapa” adını verdi (Erzen, Arif 1946, 16-17).
Apollonius ve Pausinas'ın öykülerini, var olan bir ismi açıklama çabaları olarak değerlendirebiliriz. Çünkü Ankara'yı Galatlar kurmuş olamaz. Galatlardan 55 yıl önce, MÖ 333 yılında Ankara'ya gelen Büyük İskender, orada kurulu bir kent bulmuştu. Arkeolojik bulgular, insanların Ankara dolaylarında taş devrinden bu yana yaşadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla, Anadolu'ya MÖ on ikinci yüzyılda gelen Frigler de Ankara'nın kurucusu olamaz. Ankara adının anlamını öğrenebilmek için Frig döneminden de geriye gitmek gerekiyor (Erzen, Arif 1946).
Kimi çağdaş tarihçiler, Ankara'nın Hitit kayıtlarında Ankuwa adıyla geçen kent olduğunu ileri sürdü. Ancak daha sonra Ankuwa'nın Ankara değil, Alişar olduğu anlaşıldı (Erzen, Arif 1946, 24).
İlkçağda, biri Batı Anadolu'da diğeri Makedonya'da olmak üzere, Ankara adını taşıyan iki kent daha vardı. Arkeolog Arif Erzen'e göre bu kentlere “Ankara” adını, İç Anadolu'dan göç eden halklar verdi.
Erzen'e göre, eski Anadolu dillerinde ra ekiyle biten yer adları genellikle özel isimlerden türetilmiştir. Eski Ankara'da tapınılan Anadolu yeraltı tanrısı Men'in omuzlarında birer çengel görünür. Hint-Avrupa etimolojisinde ank kökü “çengel, eğri” anlamında kullanılır. Erzen bu yüzden, Ankara sözcüğünün, ank kökünden türemiş olabileceğini ileri sürer (Erzen, Arif 1946, 25).
Hint-Avrupa dillerinde ank kökünden türetilmiş, anlam bakımından birbiriyle ilişkili pek çok sözcük var: Sanskritçede anka, “olta” (çengel biçiminde); Latincede uncus, “çengel” anlamındadır. Yunanca onko, “köşe” demektir. Eski İngilizcede angul ya da an-gula, “çengel biçimli” anlamına gelir.
“Ankara” adı, Men tapımından çok (ya da Men tapımı yerine) tanrıça tapımıyla ilişkili olabilir. Yaşam enerjisini simgeleyen spiralin basitleştirilmiş biçimi olan çengel, tanrıçanın simgelerinden biriydi. İngilizcede angle sözcüğü “açı”; angel sözcüğü “melek” anlamındadır. Danimarkalılar, ölülerin ruhlarını taşıyan tanrıça Angurboda'yı “Açıların Anna”sı adıyla anarlardı. Eski Mısır'da, erkek ve dişi cinsel simgelerin birliğini simgeleyen “yaşam haçının” adı “ankh”tı. Bu haçın kökeni, tepesinde haç bulunan, üçgen biçimli Libya tanrıça simgesidir. Roma'nın adı Angerona olan sessiz tanrıçasının bir parmağı dudağının üzerindedir ve “sus” işareti yapar (B. G. Walker 1988, 36-38).
Arı, Artemis, Mevlana
Roma döneminde basılan kimi Efes sikkelerinin birer yüzünde arı resmi vardır. Arı, Efes kentinin simgelerinden biriydi. Kentin adının, eski Anadolu dillerinde “arı” anlamına gelen apasos sözcüğünden türediği ileri sürülmüştür. Ancak Prof. Bilge Umar'a göre apasos, Luwi dilinde “akarsu ya da su kenti” anlamındaki apa – assa sözcüklerinden türemiştir (Umar, Bilge 1993, 82).
Selçuk Müzesi'ndeki Artemis heykellerini bezeyen türlü bitki ve hayvan kabartmaları arasında, arı kabartmaları da var. Bu heykellerde Artemis'in göğsü yumurta benzeri çıkıntılarla kaplıdır. Bunların bereketi simgeleyen yumurtalar ya da memeler olduğu düşünülür. Ancak meme uçları yoktur. Halikarnas Balıkçısı, aynı şekillerin, yine bereketi simgeleyen hurmalar olduğunu düşünür. Bir başka görüşe göre bu yuvarlaklıklar, kraliçe arının çevresinde öbeklenmiş erkek arıları gösterir. Çünkü Artemis, Melissai yani kraliçe arıdır.
İsviçreli araştırmacı G. Sheiterle'ya göre, Artemis yontularının göğsünü kaplayan yuvarlak şekiller, boğa husyeleridir (Türkoğlu 1986, 25). Artemis'in, Selçuk'taki tapınağında bulunan tahtadan yapılmış kült yontusunun göğsüne, kendisine kurban edilen boğaların kanlı husyeleri asılırdı.
Eskiler, ölü boğaların arılara can verdiğine inanırdı. Örneğin MÖ 250 yıllarında yaşayan Karystos'lu Antigonos şöyle der (Hist. Mir. 19): “Söylenceye göre, Mısır'ın bazı kesimlerinde, ölü boğaları sadece boynuzları toprağın üzerinde kalacak biçimde toprağa gömer ve sonra boynuzları testereyle keserseniz, kestiğiniz yerden arılar uçacaktır. Çünkü ölü boğa çürüyünce arıya dönüşür.” Arıları bal yapmadan ölen arı üreticisi Aristaeus, annesinin önerisi üzerine bir büyücüye danışır. Büyücü Proteus, Aristaeus'un arılarına yeniden kavuşması için ölü bir boğayı toprağa gömmesi gerektiğini söyler (Ovid, Fasti I, 393). Bu gibi işler için en uygun koşulların güneş boğa burcundayken oluştuğuna inanılırdı (Gimbutas 1974, 4:183).
Mitolojide ölüsünden arılar ürediğine inanılan bir diğer hayvan aslandır. İlk arı sürüsü, Pelengi Herkülü Aristaeus'un öldürdüğü aslanın bedenindeki yaradan üremiştir. Samson'un elleriyle öldürdüğü aslanın üzerinde de arılar dolaşır (Graves, Robert 1988, 316).
Açıkta bırakılan hayvan ölülerinin ve çöplerin üzerinde yabanarıları toplanabilir. İnsanlar, bu tür gözlemlerden yola çıkarak, ölü boğanın (ya da aslan ya da diğer hayvanların) arılara can verdiğini düşündü.
Arılar hayvan ölülerinden ve çöplerden üremez. Fakat yaşam ve ölüm doğada sürekli devinim içindedir. Artemis, yalnız yaşama değil, ölüme de hükmederdi. Onun heykelinin genel biçimi, bir krizaliti (böceğin koza içindeki durumunu) çağrıştırır.
Efes'teki Artemis Tapınağı'nın örgütlenmesi arı kovanını çağrıştırırdı. Artemis'in rahibeleri melissai (dişi arı) ve rahipleri essene (bal üretmeyen erkek arı) adıyla çağrılırdı2 (Gimbutas 1974, 4:183).
Artemis rahipleri arasında kuretler adıyla anılan bir grup vardı. Kuretler dönerek dans ederken tef ve zil çalardı. Virgil (Fourth Georgic: 63) kuretlerin “tanrıçanın zillerini” çalarak yaptıkları dansla, arıları çağırdıklarını söyler (Gimbutas 1974, 4:183).
Mitolojide kuretler yarı tanrılardı. Tanrı ya da tanrıçaların engellemek istediği doğum süreçlerini, onların gazabından korurlardı. Rhea, Zeus'u doğururken tunç kalkanlarını birbirine çarparak dans eden kuretler çıkardıkları gürültüyle, Kronos'un yeni doğan oğlunun ağlama sesini duymasını engellediler. Eğer kuretler gürültü yapmasaydı, ağlama sesini duyan Kronos, Zeus'un doğduğunu anlayacak ve onu öldürecekti. Kuretler aynı yöntemi kullanarak Hera'nın, Apollon ve Artemis'in doğumunu engellemesine de fırsat vermemiştir. Apollon ve Artemis'in annesi Leto, babası ise Hera'nın kocası Zeus'tur. 1582 yılında Anadolu'yu gezen Avrupalı bir gezgin, Mevlevi dervişlerinin tef ve zil eşliğinde yaptıkları dansları, tanrıça rahipleri koriban ve kuretlerin danslarına benzetir (Halman 1983, 56).
Bosporos, İnek, Balta
İstanbul kentinin eski adlarından biri Byzantion. Bu adı “Byzas” adlı kişiye bağlayan değişik öyküler var. Bu öykülerin birinde Byzas, MÖ 660 yıllarında bugünkü Sarayburnu bölgesine yerleşen Megaralı göçmenlerin önderidir. Bir başka öyküde Byzas, İo'nun Zeus'tan olma kızı Kerossea ile Deniz Tanrısı Poseidon'un oğludur. Kerossea'yı nympha Semystra büyütmüştür. Yine bir başka öyküde Byzas, nympha Semystra'nın oğlu ve Trakya kralıdır ve İstanbul kentini onun karısı Phidaleia kurmuştur.
Bu öykülerde geçen adlar, bize kentin nasıl oluştuğu konusunda ilginç ipuçları verir. Prof. Bilge Umar, (öykülerde Byzas'ın bakıcısı ya da annesi olan) Semystra'nın Helence adının, Anadolu'nun yerli halkı Luwilerin dilindeki Sama-Istra “Samsat Ana'nın Akarsuyu” sözcüklerinden geldiğini ileri sürer (Umar, Bilge 1993, 721). Haliç'e akan iki derenin birleştiği yerde Semystra sunağı vardı. Öykülerin birinde Byzas'ın karısının Helence adı olan Phidaleia, yine Luwi dilinde “suyolu, boğaz” anlamında kullanılan pela/pella sözcüklerini çağrıştırır (Umar, Bilge 1993, 648). Byzas'ın anası Kerossea'nın Helence adı da, Luwi dilinde “yüce ana tanrıça yerleşimi” anlamına gelen kora-(a)ssos adıyla ilişkili olabilir (Umar, Bilge 1993, 466).
Byzantion adının etimolojisini inceleyen Prof. Umar, bu adın “Buzanda Yeri” anlamında olduğunu söyler. Hellence ion takısı “yeri” anlamındadır. Luwi dilinden gelen ve “buza-lı” ya da “buza tapınıcısı” anlamında “buzanda” sözcüğündeki buza kökünün anlamını çözmenin daha güç olduğunu belirten Prof. Umar'a göre bu sözcük, “inek” anlamındaki Latince bos ve Hellence bous sözcüklerinin karşılığı olabilir (Umar, Bilge 1993, 180).
Türkçe “boğa” ve “buzağı” sözcükleri de buza sözcüğüyle ilişkili olabilir mi? Nişanyan'ın etimolojik sözlüğünde, Orhun Yazıtları'nda boğa yerine buka denildiği, erken Türkçede buğra'nın her hayvanın, özellikle devenin erkeği anlamında olduğu, “fakat erken Türkçe ile Hint-Avrupa dilleri arasındaki iletişimin yön ve mahiyetinin açık olmadığı” belirtilir.
Byzantion adının etimolojisinden ve Bizans'ın kuruluş öyküsünde geçen adların anlamlarından yola çıkarak Byzantion'un “suyolu üzerinde”, “akarsuyun limana kavuştuğu yerde”, “inekle ilgili, ineğe tapan kişilerin yaşadığı” bir “yüce ana tanrıça yerleşimi” olduğunu düşünebilir miyiz? Öyleyse Bizanslıların “inekle ilgisi” neydi?
“İnek” birçok mitolojide vardır. Samanyolu'nun Mısır'da tapınılan göksel inek Hathor'un sütünden oluştuğuna inanılırdı. Aaron'un ve İsrailoğullarının da taptığı altın buzağıyı (güneşi), Hathor her gün yeniden doğururdu (Eski Ahit, Exodus-“Mısır'dan Çıkış” 32:4). İnek, Kali'nin sembolü olarak Hindistan'da günümüzde de kutsal sayılır (B. G. Walker 1988, 180-81).
Avrupa kıtası adını Zeus'un beyaz bir boğa kılığında sırtında gezdirdiği Europa'dan alır. Hera'nın, “Yüce Ana Tanrıça Yerleşimi” Byzantion'da, bir inek olarak temsil edildiği tapınağı vardı. Hera, “İo” adıyla İyonyalıların anasıydı.
Mitolojide İo, Zeus'un ölümlü sevgililerinden birinin de adıdır. Zeus, karısı Hera'nın öfkesinden korumak amacıyla İo'yu bir ineğe dönüştürür. Ancak Hera, İo'yu inek kılığında da olsa tanır ve onu peşine taktığı bir atsineği aracılığıyla rahatsız etmeyi sürdürür. İo, sinekten kurtulmak için Avrupa'dan Asya'ya kaçarken, üzerinde Byzantion'un kurulu olduğu su geçidinden geçer. Bu su geçidinin adı, bu yüzden “inek geçidi” anlamında Bosporos ya da Romalıların daha çok kullandığı biçimiyle Bosphorus'tur.
Eski Yunanlar, diğerleri gibi bu mitolojik öyküyü de kendileri oraya gelmeden önce var olan bir adı açıklamak amacıyla uydurmuş olmalı. Gerçekte Byzantion da olasılıkla bir sığır ticareti merkeziydi ve Bosporos “inek geçidi” değil, inek pazarıydı. “Bosporos” sözcüğünde inek anlamındaki Bos'u izleyen poros, Trak dilinde “geçit, pazaryeri” anlamında para sözcüğünden bozmadır (Umar, Bilge 1993, 172).
Sığır, ilkçağda yalnız ticareti yapılan bir ürün değil, kolaylıkla nakledildiği ve bölünebildiği için sıklıkla kullanılan bir değişim birimiydi de. İlyada'da pek çok şeyin, sığır cinsinden değeri bildirilir. Latincede pecu “sığır” ve pecunia “para” anlamındadır. Değerli metal külçelerinin değişim birimi olarak kullanılmasına başlayınca, bunlara sığır derisi biçimi verildi. Kıbrıs'ta üretilen sığır derisi biçimindeki bakır külçeleri, bütün Akdeniz'e dağıldı (Silver 1992, 29).
Amazonların ve tanrıçanın törensel silahı “çift yüzlü balta” (labrys) biçimini, sığır derisi biçimindeki metal külçelerden almış olabilir (Silver 1992, 29). Boğa kültünün yaygın olduğu Girit'te, Minos uygarlığı döneminde, Knossos'ta bir tünel vardı. Burası, “çift yüzlü baltanın yeri” ya da “çift yüzlü balta tapkısının yeri” (Silver 1992, 29) anlamında labyrinthos (labirent) olarak tanınır. Labar, Luwi dilinde balta anlamındadır (Umar, Bilge 1993, 498). Labyrinthos, olasılıkla “çift başlı balta” biçimindeki bakır külçelerin saklandığı bir depo-tapınaktı ya da kutsal hazineydi (Silver 1992, 29).
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Matrilineer sistem: Soyun anne tarafından geçtiği sistem.
2
Arı kolonisinde kraliçe arıyla çiftleşen arı hemen öldürülür. İngiliz ozan ve mitoloji yazarı Robert Graves, geçmişte kraliçeyle çiftleşen kralın da kraliçe arıyla çiftleşen erkek arı gibi öldürüldüğünü anlatır. Graves'e göre, zamanla, öldürmenin yerini hadım etme ve topal bırakma aldı. Daha sonra sünnet, hadım etmenin; topuklu ayakkabı giymek, topal bırakmanın yerini aldı (Graves, s. 333).