
Полная версия
1000 Mitolojik Karakter

Edward S. Ellis
1000 Mitolojik Karakter
Edward S. Ellis: Ohio’da doğmuş; hayatı boyunca öğretmenlik, okul yöneticiliği ve gazetecilik yapmıştır. Kendi adıyla ve birkaç takma adla yazdığı çok sayıda kitabı ve dergi makalesi bulunmaktadır. Eserleri arasında biyografiler ve tarih kitapları da vardır. Bir dönem Amerikalı genç erkek çocuklarının başucu kitabı olmuş Deerfoot serisiyle geniş bir okur kitlesi edinmiş olan yazar, 76 yaşındayken hayatını kaybetmiştir.
Macidegül Batmaz, İzmir’de doğdu. İzmir Kız Lisesi’nde ortaöğrenimini tamamladıktan sonra Ege Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümlerinde eğitim gördü. Ardından Hacettepe Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde ‘’Eski Uygur Türkçesinde Tıp terimleri’’ adlı tez çalışmasıyla yüksek lisansını tamamladı. Almanya ve Belarus’ta dil eğitimi aldıktan sonra çevirmenlik alanına yoğunlaşarak çeşitli yayınevleri ve web siteleri için çeviri ve içerik üretme projelerinde yer aldı. Halen Uluslararası İlişkiler alanında yüksek eğitimini tamamlamaya çalışmakta ve Maya Kitap için kitap çevirileri yapmaktadır.

Titanlar
Giriş
Nice kelimeler vardır ki tek başlarına basit gözükmesine karşın insanlar tarafından asla tam olarak kavranıp anlaşılamayacaktır. Sonsuzluk gibi… Ne sonu ne de başlangıcı olan sonsuzluğu kavramakta en bilge insan zihni dahi aciz kalmaktadır. Ötesinde kesinlikle hiçbir şeyin olmadığı bir noktayı düşünmek ya da bitişine bir gün veya bir dakika bile yaklaşmaksızın milyonlarca yılın geçişini tahayyül etmek imkânsızdır. Nihai noktada karar kıldığımızı varsayalım. O zaman bile o noktanın ötesinde bir şeyleri hayal edeceğiz. Ardından daha da uzaklarda bir dönem belirecek ve bu böylece ad infinitum1 devam edecektir.
Aynı aşılmaz güçlük, bir İlk Neden tahayyül etmeye çalıştığımızda da karşımıza çıkmaktadır. Tanrı başlangıçtır fakat sınırlı zihinlerimiz Tanrı’yı da bir şeyin meydana getirmiş olması gerektiğini düşünür. Bu yüzden, o yaratıcı kudrete ait bir diğer ilk nedenin olması gerektiği sonucuna varırız. Hatta belki onun öncesinde de bir başka ilk neden vardır ve bu böylece sonsuza dek devam eder.
Yine de her şeyin bir boşluktan ibaret olduğu, başka bir deyişle hiçbir şeyin var olmadığı bir dönemin olması gerektiğini biliyoruz. Ne kadar uygarlaşmamış olursa olsun her halk, İlk Neden’e dair bir tür kavrayış, açıklama ve öyle ya da böyle sağlam bir inanca sahiptir. Bu kavrayış, toplumdan topluma hatta kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Biri için erdem olan öteki için ahlaksızlık olabilir. Vücut veya yüz güzelliği ya da çirkinliği de göreceli şeyler olduğundan farklı halklar tarafından birbirinin zıddı olarak algılanabilir.
Yunanlar ile Romalılar, kendi varlıklarını ve her şeyin başlangıcını izah eden bir teori oluşturmak zorunda kalmışlardı. Bu teorinin temeli ise çevrelerini saran muhteşem doğa harikalarında yatıyordu. Küçücük tohumdan biten kocaman ağaç, patlayan tomurcuklar ile goncalar, çiçeklerin değişen renk ve kokuları, gündüz ile gecenin birbirini takip etmesi, kayaları yaran yıldırımlar ve çakıp sönen şimşekler, fırtınanın hiddeti, nehirlerin akışı, yükselen dağlar, şirin vadiler ile çiy, yağmur, bulutlar ve dört bir yanda değişen manzara, uzay boyunca yanıp sönen dünyaların görkemli hareketi hep birlikte kesin olarak bir İlk Neden’e işaret etmektedir. Bütün bu şeyleri en başta meydana getiren o İlk Neden’dir. Eşyanın daimi düzenini, gezegenlerin mucizevi şekilde dizilişini ve asla değişmeyen doğa kanunları uyarınca mevsimlerin muntazam biçimde birbirini izlemesini sağlayan odur.
Yunanlar ve Romalılar için tarihin bize anlattığından çok daha uzak bir zaman vardı. Bu zamanda ne kara ne de su mevcuttu. Ayrıca yeryüzü ile içindeki ve üzerindeki her şey de “biçimsiz ve boş”tu. O sisli ve bulutlu karmaşanın üzerini ise tanrı Kaos kuşatmıştı. Tahtını gece tanrıçası Nox ile paylaşmaktaydı. Zamanla bu birlikten sayısız mit türeyip gelişti. Bu mitler kendilerine özgü yaratıcı ama çoğu zaman da grotesk üslupla yaratılışın çeşitli safhalarını izah etmekteydi. Nihayet bütün bu efsaneler belirginleşerek o zamandan beri şair ve yazarlara ilham veren tek bir literatüre ya da mitolojiye dönüştü.
En bilgili mitoloji uzmanları günümüze ulaşmış çok sayıdaki mite dair farklı analizler yapmaktadır. Gelgelelim, onların bu farklı analizleri iki belli sınıfa veya bölüme ayrılabilir. Bunların ikisi de kendi taraftar ve destekçilerine sahiptir.
İlk ekolde filologlar, ikincisinde ise antropologlar yahut karşılaştırmalı mitoloji uzmanları vardır.
Filoloji, bilhassa da felsefi bir şekilde ele alınarak dilin incelenmesiyle ilgilidir. Bu ekole göre “tıpkı istiridyenin bir hastalık nedeniyle inci yapması gibi” efsaneler de “dilin geçirdiği bir hastalığın” sonucudur. Bu yüzden, tüm mitolojilerin anahtarının dillerde gizli olduğunu söylerler. Tanrılara atfedilen isimler başlangıçta bulutlar, rüzgârlar, yağmur, gün ışığı gibi doğa olaylarına işaret etmekteydi. Filologlar Latince, Yunanca ve Sanskritçe gibi antik dönemin büyük dillerinin çok daha eski tek bir kaynağa dayandığını ortaya koymaktadır. Ayrıca bu düşüncelerine kanıt olarak aynı aileye ait farklı dillerde en sıradan kelimelerdeki benzerliğe işaret etmekte ve bu kelimelerin çok az ya da önemsiz bazı değişimler geçirdiklerini göstermektedirler.
Filologlar arasındaki en büyük otorite “ilk dönem” süresince Orta Asya’da bir kabile olduğunu, bu kabilenin tek heceli sözcüklerden oluşan bir dil konuştuğunu ve bu dilin de Turan, Aryan ve Semitik dillerin çekirdeklerini içerdiğini iddia etmektedir. Bu çağa Rematik2 Dönem adı verilir. Ardından Göçebelik Dönemi ya da Eklemeli Dönem gelir. İşte bu dönemde dil yavaş yavaş “formatif sistemin o özel mührünü kazanmıştır ki Aryan ya da Semitik adı altında oluşmuş tüm diyalektler ve milli deyimlerde bu mührü hâlâ görmekteyiz.” Söz konusu diller üç binin üzerinde diyalekti kapsamaktadır.
Aynı otoriteye göre Eklemeli Dönemin ardından “her yerde aynı karakteristik özelliklerle temsil edilen Mitolojik ya da Mit-sel Çağ” gelir.
İsminin işaret ettiği üzere bahsi geçen bu son dönemde mitsel bilgi evrilip gelişti. Günümüzde Amerikan yerlilerinin yaptığı gibi, ilkel insan da kendine has tarzıyla fizik kanunlarının işleyişini açıklamak için kendi tutku ve duygularını cansız varlıklara aktarmıştı. Fırtına hiddetlendiğinde ve göğü delip geçen yıldırım, dağ meşesini paramparça ettiğinde Kızılderili “Yüce Ruh kızdı,” der. Tabiat sakin ve huzurluyken, Büyük Ruh mutludur. Onun etrafını sarmış olan ve savaşçının zarar görmesi için uğraşan habis güçler ise kötücül bir ruhun işleridir. Hatta gökcisimleri bile kişileştirilir. “Şiir o eski ve canlı doğa teorisini zihinlerimizde o denli diri tutmuştur ki okyanusta çıkan bir hortumu korkunç bir dev yahut deniz canavarı olarak hayal etmemiz ve uygun bir mecazla onun okyanusu aşmasını tasvir etmemiz hiç zor değildir.”
Yunan tanrıları ve kahramanlarının adları, Sanskritçede fiziksel şeylere verilmiş adlarla genel bir benzerlik gösterdiğinden yaşamış olan en eski insanların ilk hayallerini ve düşüncelerini anlamak nispeten kolaydır. Filologların savına göre bu hayaller ve düşünceler, bugün dünyanın en uzak köşelerine yayılmış ulusların pek çoğunun birlikte yaşadığı ve ortak bir dil kullandığı o uzak dönemde kesin şekline kavuşmuştur. Bu yekpare ve birleşik halkın yavaşça dağılmasının ardından dil değişime karşı hassas hale geldi. Pek çok kelime yalnızca orijinal anlamlarını yitirmekle kalmayıp bazı durumlarda tam tersi bir anlam da kazandı. Yine zaman içinde başka kelimeler de tamamen kayboldu. “Gökyüzü ya da Güneş gibi kişileştirilmiş varlıklardan bilinçli bir şekilde mitsel bir dil kullanılarak bahsedildiği sürece bunlara dair efsanelerin anlamı tartışmaya açık değildir ve onlara atfedilmiş eylem ise genellikle tabi ve uygundur.” Ne var ki bu isimlerin yalnızca ilahlara ya da kahramanlara ait olduğu zaman gelecekti. Bunu izleyen çağların karmaşa ve düzensizliği arasında mitleri başlangıçtaki kaynak ve anlamlarına geri götürmek neredeyse imkânsızdır. İşte filologların mit yorumlarına dair yaptığı özet böyledir.
Tüm tabiatıyla ele alındığında antropoloji, insanı inceleyen disiplin şeklinde tanımlanabilir. Antropologlar, mitolojiyi açıklarken şöyle der: “Antik masalların bu tuhaf kümesini doğal ve zorunlu olarak meydana getirmiş olan insandır, insan düşüncesi ile dilinin birleşimidir.” Dolayısıyla, bu ikinci sınıf mitlerin kökenini dilde aramak yerine “tüm halkların geçtiği düşünce halinde” bulur.
Antropologların savına göre filologlarca da öne sürüldüğü üzere tüm uluslar tek bir atadan gelmiş olmasına karşın, çeşitli halklar ilkel veya yabani hallerindeyken benzer bir düşük entelektüel durum ve gelişimi yaşamıştır. Tüm ülkelerin folkloru, yabanilerin kendilerini hayvanlarla aynı tabiata sahip olarak kabul ettiklerini ve “bitkiler, cansız nesneler ve en soyut olayları dahi insan organlarına ve duygularına sahip kişiler” olarak gördüklerini ortaya koymaktadır. Hıristiyanlık öncesindeki her din, genellikle hayvanların şeklini alan putlara tapınmayı telkin etmekteydi. Mitleri incelerken tanrıların sık sık kuşların ve hayvanların kılığına büründükleri görülecektir. Tabiatımıza ve çevremize Karaayaklar3 veya Patagonyalılar yahut da Güney Afrikalıların yaptığı gibi bakabilmek için bir süreliğine zihinsel olarak uygarlaşmamış milletlere dönüşmeye muktedir olsaydık, söz konusu evreyi aydınlığa kavuşturma yönünde uzun bir adım atmış olurduk.
Bu kitapta ifade edilenler, okurlara kökeni asla kesin olarak bilinemeyecek bir hikâye şeklinde tanımlayabileceğimiz “mit” kelimesinin anlamına dair fikir verebilecektir. Pek çok insan için mit kelimesi bir fabl, efsanevi bir masal veya hayal mahsulü bir hikâye anlamına gelmektedir. Belli bir çağ veya halka ait mitlerin tamamı mitolojidir. Bu mitleri tasnif edip yorumlayan disiplin de aynı adı taşır.

Apollon
A
Abas: Meganira’nın oğullarından biri olup kurban törenlerini alaya aldığı için bir semender ya da su kertenkelesine dönüştürülmüştür.
Absyrtos: İason altın postu koruyan ejderhayı öldürdükten sonra güzel büyücü ve Aietes’in kızı Medea ile birlikte kaçmıştır. Aietes kızını var gücüyle takip edecektir zira Medea kardeşi Absyrtos’u da yanında götürmüştür. Absyrtos, kralın en kıymetli hazinesidir çünkü onun tek oğlu ve veliahtıdır. Fakat Medea peşindekileri geciktirmek için kardeşini öldürüp cesedini parçalara ayırarak gemisinin kenarından denize atar. İşte zalim kız, bu şekilde kaçmayı başarmıştır.
Acidalia: Venüs’e verilen bir isim olup Böotya’daki bir pınardan gelir.
Acis: Su perisi Galatea’nın âşık olduğu Sicilyalı bir çobandır. Acis’i kıskanan kikloplardan biri üzerine bir kaya fırlatarak onu ezer. Galatea ise onun dökülen kanını bir nehre dönüştürür. İşte bu, Etna Dağı’nın eteğindeki Acis Nehri’dir.
Açlık: Bkz. Erysikhton.
Adalet: Bkz. Astrea, Nemesis.
Ades: Bkz. Hades.
Adonis: Venüs’ün yakışıklı hizmetkârı olup bu tanrıçanın elbisesinin kuyruğunu tutar. Bir yabandomuzunun saldırısına uğrayarak ölür ve Venüs tarafından bir kır lalesine dönüştürülür.
“Erguvan renkli yüzüyle Güneş artık ayrılırken, Ağlayıp duran sabaha son veda edişiydi bu.Gül yanaklı Adonis avına doğru koştu hemen, Ava âşıksa da aşkı küçümseyip gülüyordu.”William Shakespeare – Venüs ile AdonisAdrasteia: Adalet tanrıçalarından biri olan Nemesis’in bir diğer ismidir.
Adscriptitii Dii: İkinci kademedeki tanrılardır.
Aedepol: Hem kadınlar hem de erkeklerce kullanılan bir ant olup Polluks Tapınağı’yla ilgilidir.
Aegeon: Elli başı ve yüz eli olan bir devdir. Jüpiter tarafından Etna Dağı’nın altına hapsedilmiştir. Bkz. Briareus.
Aegis: Jüpiter’in kalkanıdır ve keçi derisinden yapıldığı için bu ismi almıştır.
“Yüreklere korku salan Aegis Pallas’ın neredeydi?” Lord Byron – Childe Harold’s Pilgrimage“Heybetli Gorgon kaşlarını çatıp meydana baktı, Etrafı saran dehşetler o etkileyici kalkanı doldurdu. Gorgon’un başını kalkanın tam ortasına koydular, Bozulmuş yüzünde gözleri ölümle yuvarlanıyordu.”Pope (Homeros’un İlyada’sı)Aekastor: Yalnızca kadınlarca kullanılan bir ant olup Kastor Tapınağı’yla ilgilidir.
Aello: Harpialardan birinin ismi.
Aeneas: Ankhises ile Venüs’ün oğludur. Truva’nın yıkımından kaçan birkaç büyük komutandan biridir. Kuşatma sırasında büyük bir cesaretle hareket ederek Diomed’in ve hatta Akhilleus’un karşısına çıkmıştır. Yunanlar şehri ateşe verince Aeneas yaşlı babası Ankhises’i sırtında taşımıştır. Karısı Kreusa ile oğlu Ascanius ise onun giysilerine tutunur. Aeneas hepsini alevlerden kurtarır. Birkaç yıl boyunca amaçsızca dolanıp çeşitli güçlüklerle karşılaşır. Nihayet İtalya’ya varır. Burada Latinlerin kralı Latinus tarafından sıcak bir şekilde karşılanır. Latinus’un ölümünden sonra Aeneas kral olur.
“Ağırlığı yüzünden öne eğiliyormuşçasına gözüküyordu sırtı, Zira Aeneas ateşlerin arasında sırtında taşıyordu babasını.Oysa bizim şövalyemizin sırtında ancak kendi poposunun yükü vardı.”(Samuel) Butler – HudibrasAfrodit: Venüs’ün Yunanca ismi.
Agamemnon: Pleisthenes’in oğlu ve Menelaos’un kardeşidir. Ayrıca Argos kralıdır. Kardeşi Menalaos’un karısı ise Sparta kralı Tyndareos’un kızı meşhur Helen’dir. Helen’in Paris’le kaçması üzerine Agamemnon, Truva’ya yapacakları seferde Yunanların kralı olarak atanır.
Aganippides: İlham perileri için kullanılan bir isim olup Aganippe pınarından türetilmiştir.
Agineus: Bkz. Apollon.
Aglaia: Üç letafet perisinden biridir.
Agni: Hindu şimşek tanrısı.
Ağaç: Bkz. Aristaeus.
Ağaçkakan: Bkz. Picus.
Ağır İş: Bkz. Atlas.
Ağırlıklar ve Ölçüler: Bkz. Merkür.
Ağıt: Bkz. Kokitos.
Ahır: Bkz. Augaeas.
Ahlaksızlık: Bkz. Belphegor.
Aiakos: Minos ve Rhadamanthys’le birlikte cehennem yargıçlarından biridir. Bkz. İakos.
Aias: Truva Savaşı’ndaki en cesur kahramanlardan biridir. Babası Telamon ve annesi Eriboea’dır. Bazı yazarlar Ulysses tarafından, başkaları ise Paris tarafından öldürüldüğünü ileri sürer. Ulysses’e yenilince delirerek intihar ettiğini iddia edenler de vardır. Oileus’un oğlu olan bir başka Aias da Truva Savaşı’nda önemli bir rol oynamıştır.
Aietes: Kolhis krallarından biri ve Medea’nın babasıdır.
Aiolos: Rüzgâr tanrısıdır. Babasının Jüpiter olduğu varsayılır, annesinin ise Hippotus’un kızlarından biri olduğu söylenir. Aiolos, rüzgârları bir mağarada hapsetme ve zaman zaman dünya üzerine esmeleri için onları serbest bırakma gücüne sahip olarak temsil edilir. Rüzgârlar üzerinde muazzam bir hâkimiyeti vardır. Öyle ki Truva’dan dönünce onu ziyaret eden Ulysses’e yeni yolculuğunun başarılı geçmesini engelleyebilecek bütün rüzgârları koyduğu çuvalı verir. Fakat Ulysses’in yol arkadaşları çuvalda bir hazine olduğunu düşünürler. Bu yüzden, varmayı planladıkları İthaka limanı görüldüğü sırada çuvalı kesip açarlar. İşte o anda hücum eden karşı rüzgârlar gemiyi fersahlar boyu geriye götürür. Aiolos’un yaşadığı yer, bugün Stromboli olarak bilinen Strongyle’dır.
“Havadar tahtından bakan Aeolus, o muazzam kudretiyle, Debelenen rüzgârlar ile uğuldayanfırtınaları karanlıklara hapseder.”(John) Dryden – Kral ArthurAison: İason’un babasıdır ve Medea tarafından genç bir adam olarak diriltilmiştir.
Akhelous: Bir nehir tanrısıdır. Ayrıca Deianeira’ya duyduğu aşk sebebiyle de Herkül’ün rakibidir. Herkül ile Akhelous aradan geçen yüzyıllar boyunca unutulmayacak bir güreşe tutuşmuştur. Bu şiddetli mücadelede Akhelous bir boğa kılığına girip boynuzlarını yere indirerek düşmanına hücum eder. Onu kenara fırlatıp atmayı amaçlamıştır. Herkül bu saldırıdan kurtulmayı başarır ve o devasa boynuzlardan birini kavrayarak öyle sıkı bir şekilde tutar ki Akhelous var gücüyle kurtulmaya çalışırken kendi boynuzunu kırar. Bunun üzerine sağır kalır ve nihayet kendini bir nehre atar. İşte o zamandan beri o nehir Akhelous’un adıyla anılır.
Akheron: Efsaneye göre yeraltı dünyasının tanrısı Plüton’un buyruğunu işitebilmek için tüm ruhların Akheron Nehri’ni aşması gerekmekteydi. İşte bu nehir öyle hızlı akıyordu ki en gözü pek yüzücüler dahi suların akıntısına karşı koymaya cüret edemezdi. Nehrin üzerinde bir köprü de olmadığı için ruhlar, Kharon isimli ihtiyar bir kayıkçının yardımına muhtaçtı. Kharon mevcut tek kayıkla sefer yapardı. Yolculuk ücreti olan obolosu4 almadan hiçbir ruhun su sızdıran bu kayığa binmesine izin vermezdi. Antikçağda yaşayanlar, Plüton’un yanına gitmekte gecikmesin diye bu ücreti ölünün dilinin altına dikkatlice yerleştirirdi. Parası olmayanlar ise yüz sene beklemek zorundaydı. O zaman Kharon gönülsüzce de olsa onları para almaksızın karşıya geçirirdi.
“… Sularını yanan göle akıtan dört cehennem nehrinin kıyılarındadır, Kara ve derin kederle bürünmüş üzgün Akheron…”John Milton – Kayıp CennetAkhilleus: Truva Savaşı’ndaki Yunan kahramanlar arasında en cesur olanıdır. Teselya Kralı Peleus’un oğludur. Annesi Thetis onu henüz bir bebekken Stiks Nehri’nde yıkamıştır. Bu sayede Akhilleus asla zarar görmeyecektir. Fakat annesi onu suya batırırken topuğundan tutmuştur. Dolayısıyla Akhilleus’un topuğu ıslanmaz ve korunmasız kalır. Truva Savaşı esnasında Paris tarafından topuğundan vurulur ve bu yara yüzünden ölür.
Akşam Yıldızı: Bkz. Hesperus.
Akteon: Aristaeus’un oğlu olup ünlü bir avcıdır. Yıkandığı sırada Diana’yı rahatsız eder. Bu yüzden, Diana tarafından bir geyiğe dönüştürülür ve bu kılıktayken kendi köpeklerince avlanarak parçalanır.
Alacaklılar: Bkz. Jani.
Alcyone: Pleiadeslerden ve Aeolus’un kızlarından biridir.
Aldatıcı: Bkz. Apaturia.
Alekto: Erinyelerden biridir. Başında saç yerine yılanlarla temsil edilir ve gittiği her yerde salgın hastalıkları yaydığına inanılır.
Alektryon: Mars’ın bir hizmetkârıdır. Güneş doğduğunda efendisini uyandırmadığı için onun tarafından bir horoza çevrilmiştir.
Alfadur: İskandinav mitolojisindeki yüce tanrı, her şeyin babası.
Alkestis: Admetus’un karısıdır. Kocasının canını kurtarmak için onun yerine kendi canını verir ve Herkül tarafından diriltilir.
Alkides: Herkül’ün adlarından biridir.
Alkmene: Herkül’ün annesi ve Argos kralı Elektryon’un kızıdır.
Alkyonelar: Yunanistan’a ait yalıçapkınları olduğu düşünülen deniz kuşlarıdır. Yuvalarını dalgaların üzerine yaparlar ve bu kuşların kuluçka döneminde deniz daima sakin olur. İngilizcede “kış ortasındaki güzel havalar” anlamında kullanılan “halycon days” sözü de buraya dayanır.
Alma Mammosa: Ceres’in bir adıdır.
Alpheus: Bir nehir tanrısıdır. Bkz. Arethusa.
Altın Elma: Bkz. Atalanta.
Altın Post: Bazen beyaz, bazen de mor ve altın rengi olarak tasvir edilen bir koç postudur. Phriksos, kendisine verilen bu postu Kolhis’e götürür. Burada Kral Aietes tarafından ağırlanır ve post Mars’ın koruluğuna asılır. İason ve kırk dokuz arkadaşı ise altın postu geri getirir. Bkz. Argonotlar.
Altın Post: Bkz. Argonotlar ve İason.
Amalthea: Jüpiter’i emzirmiş keçidir.
Amazonlar: İskitya’da yaşamış kadın savaşçılardan oluşan bir ulustur. Herkül onları tam bir yenilgiye uğratarak kraliçeleri Hippolyte’i Theseus’a eş olarak vermiştir. Savaşın ardından bu ulusun yok olduğu anlaşılmaktadır.
Ambarvalia: Romalı çiftçilerin tarlalarını temizlemek için başlattığı ve Ceres şerefine düzenlenen festivallerdir. Bahar festivalinde her ailenin reisi, genellikle bir domuzu ya da koçu meşe dallarıyla süsleyip tarlasının etrafında dolaştırırdı. Ayrıca süt ve yeni şarap sunardı. Hasattan sonra bir başka festival yapılırdı. Burada Ceres’e hasat döneminin ilk meyveleri sunulurdu. Bkz. Ceres.
Ambroisa: Bacchanalia festivalleridir.
Amfitriti (ya da Salatia): Neptün’ün karısıdır. Oceanus ile Tethys’in kızlarından biridir. Ayrıca bir deniz tanrısı olan Triton’un annesidir.
“Yorgun arabacı Amfitriti ile hizmetindeki perilerin çardaklarını arıyordu.”(James) Thomson – The SeasonsAmica: Venüs’ün bir adı.
Amphion: Jüpiter ile Antiope’nin oğludur. Müzik konusunda çok yeteneklidir. Efsaneye göre lavtasının sesi öyle bir etkiye sahiptir ki taşlar kendiliğinden muntazam bir şekilde düzenlenerek Tebai şehrinin surlarını oluşturmuştur.
“Rivayet öyledir ki Amphion bir kez seslendi mi, İtaatkâr taşlar Tebai surlarını yapmak için yan yana dizilirdi.”Horace“Tebai için yeni surlar yaparak başladı işe Amphion.”William King“Bir zamanlar Amphion’un çaldığı türden nağmeler söylüyorum ben de.Hani onu işiten kayalar bile o güçlü emre itaat ederdi.”ElphinstonAmykos: Bebrycia kralıdır. Neptün’ün oğullarından biri olup Polluks tarafından öldürülmüştür.
Anayol: Janus.
Ancaeus: Neptün’ün oğullarından biridir. Bir yabandomuzunu avlamak üzere elindeki şarap kadehini bırakır ve bu hayvan tarafından öldürülür. İngilizcede “dereyi görmeden paçayı sıvamak” anlamına gelen “There’s many a slip twixt the cup and the lip,” deyiminin kökeni buraya dayanmaktadır.
Ancilia: On iki kutsal kalkandır. İlk Ancile’in Numa Pompilius tarafından dillendirilen bir duaya cevaben gökten düştüğü varsayılır. Bu kalkan büyük bir itinayla saklanmıştır zira kehanete göre Roma halkının kaderi onun korunmasına bağlıdır. Ancilia’yı gözetmek üzere bir rahiplik kurulmuştur. Her yıl mart ayının birinci gününde tören alayı kalkanlar taşırdı ve akşam da Coena Saliaris denilen büyük şölen düzenlenirdi.
Andromeda: Etiyopyalıların kralı Kepheos’un kızı ve Perseus’un karısıdır. Bir kayaya zincirlenmiştir. İşte bu halde bir deniz canavarı tarafından mideye indirilmek üzereyken Perseus tarafından kurtarılır.
Anemon: Kır lalesi. Venüs, Adonis’i bu çiçeğe dönüştürmüştür.
Angeronia: Volupia olarak da bilinir. Elem ve kederi dağıtma gücüne sahip tanrıçadır.
Anna Perenna: Kır tanrılarından biridir.
Ant İçmek: Bkz. Lapis.
Antaios: Herkül’ün hakkından geldiği bir devdir. Herkül onu her yere çaldığında dev, toprağa dokunarak yeni bir güç kazanır. Bunun üzerine, Herkül onu yerden kaldırıp ezerek öldürür.
Anteros: Venüs’ün oğulları kupidlerden yani iki aşk tanrısından biridir.
Antiklea: Ulysses’in annesi.
Antiope: Tebai kralı Lycus’un karısıdır. Bir satir kılığına giren Jüpiter onu baştan çıkarmıştır.
Anubis: (ya da Hermanubis): “Yarı köpek bir tanrı, yarı insan bir köpek.” Vergilius ve başka şairlerce Havlayan diye adlandırılır.
Aonides: Aonia diyarından gelen ilham perilerinin bir ismidir.
Apaturia: Adını, aldatma anlamına gelen Yunanca bir kelimeden alan Atina festivalidir.
Apis: Argivia kralı. Daha sonraları Serapis adını alır. Mısırlıların en büyük tanrısıdır.
Apis: Aşağı Nil sakinlerinin Jüpiter’e verdiği bir isim. Ayrıca Mısır’da tapınılan mucizevi öküz.
Apollon: Bir zamanlar Arkadya kralı olan bu meşhur tanrı Jüpiter ile Latona’nın oğludur. Farklı isimlerle tanınır. Bu isimlerin başlıcaları şunlardır: Sol (Güneş); Delos Adası’ndaki Cynthus Dağı’ndan gelen Cynthius ve bu ada aynı zamanda Apollon’un doğduğu yer olduğu için Delius; zaman zaman bir yunus balığı kılığına girmesi nedeniyle Delphinius. Ayrıca meşhur kehanetlerini dile getirdiği muhteşem Delfi Tapınağı’yla olan bağlantısı nedeniyle Delphicus olarak da bilinir. Bazı yazarlar İsa Mesih doğduğunda bu kâhinin dilsiz kesildiğini kaydeder. Apollon’un diğer yaygın isimleri ise Didymaeus, Nomius, Paean ve Phoebus şeklindedir. Yunanlar ona Agineus demiştir çünkü sokaklar onun koruması altındadır. Ayrıca Pithon adlı yılanı öldürdüğü için Pythius diye de anılır. Apollon genellikle sakalsız, genç ve yakışıklı bir adam olarak tasvir edilir. Başında defne yapraklarından bir taç bulunurken, bir elinde bir yay, öteki elinde ise bir lir vardır. Apollon’un en sevdiği yer Yunanistan’ın Fokida bölgesinde yer alan Parnassos Dağı’dır. Burada İlham Perileri’ni yönetir. Apollon’un pek çok çocuğu olduğuna inanılır ama bunlar arasında en ünlüleri Asklepios ile Phaeton’dur.