
Полная версия
Şanlı Olaf
“Belki memleketimizde bunu yapmak hakkın olabilir Olaf,” diye karşılık verdi Sigurd sertçe, “ama şu anda içinde yaşadığımız bu krallıkta huzura önem veriliyor ve öfkeyle insan öldüren birinin canının alınması yasalarca emredilmiştir. Seni kurtaramam. Huzuru bozdun, Kral’ın misafirlerinden birinin canını aldın ve Kral’in misafirperverliğine hakaret ettin. Korkarım ölmek zorundasın.”
Durdu, dışarıdaki kalabalığın öfkeli bağırtılarını dinledi. “Dinle!” diye devam etti. “O vahşi deniz kurtları kan davası istiyorlar. Gel! Hemen benimle gel. Tek bir umut kaldı ve o da benim umutsuzluğumda ve felaketimde yatıyor.”
Böylece insanlar genç huzur bozanın hayatı için yaygara koparırken Sigurd, Olaf’ı evin arka kısmından geçirerek gizli geçitlerden Kraliçe’nin avlusuna götürdü. Orada görkemle oyulmuş odunlar ve duvar halılarıyla süslenmiş geniş salonda iğneleriyle güzel, nakışlı ipekten bir cüppenin üzerinde çalışan iki hizmetçisiyle beraber Kraliçe Allogia oturuyordu.
Sigurd kapıdaki silahlı nöbetçiyi geçerek daireye girdi, oğlan onu ardı sıra takip ediyordu. Kraliçe şaşkınlıkla beklemediği misafirlerine baktı.
“Yardımınıza muhtacım kraliçem,” diye bağırdı adam heyecanla.
Kraliçe endişeyle ayaklandı. Dışarıdaki gürültüleri duymuştu.
“Bu bağırışmalar ne oluyor?” diye sordu.
Sonra Sigurd ona Olaf’ın Viking’i öldürdüğünü, onu bu beladan çıkarmak için yardımını dilediğini söyledi.
“Heyhat!” dedi Kraliçe olanları öğrendiğinde. “Benim böyle konularla uğraşacak pek gücüm yok. Cinayetin cezası ölümdür ve yasalara engel olamam.” Konuşurken Olaf’a baktığında gözlerindeki yalvarışı fark etti. “Ne var ki,” diye ekledi hızla acıyarak, “böyle yakışıklı bir oğlan öldürülmemeli. Mümkünse onu kurtaracağım.”
Bunun üzerine Sigurd’a, kendisi Kral’ın odasına gidip Valdemar’a kan akıtılmaması için yalvarırken çocuğu koruması için tam silahlı muhafızını çağırmasını emretti.
Bu sırada öfkeli Vikinglerle diğer kasabalılar dışarıdaki avlunun girişinde toplanmıştı ve geleneklerine ve kanunlarına göre suçlunun canını almak üzere ilerliyorlardı. Uzun bir süre bekleyerek Olaf’ın sığındığını bildikleri salonun meşe kapılarına vurdular. Ancak kapı nihayet açıldığında eşikte, pek çok silahlı adamıyla birlikte Kral Valdemar belirdi. Kalabalık geri çekildi; geriye sadece adlarına konuşup adalet arayacak Viking şefi kaldı. Adam Kral’a sınırları içindeyken Klerkon’un altın saçlı genç Ole tarafından saldırıya uğradığını, oğlanın herhangi bir şey söylemeden ya da uyarıda bulunmadan baltasını kaldırıp Klerkon’un kafasına geçirdiğini, bıçağının adamın beynine girdiğini anlattı.
Kral, Ole kadar genç birinin Klerkon Düzyüz gibi güçlü bir adama saldıracak yeteneği ve cesareti olduğuna inanmadığını belirtti. Fakat Viking dönüp gemi arkadaşlarından Şef’in cesedini getirmelerini istedi; onlar da cesedi Kral’ın önüne bıraktılar. Valdemar cesede baktı, ölümcül yarayı inceledi. Kafatası tek bir temiz vuruşla üstünden kızıl sakallı çenesine kadar yarılmıştı.
“Ne harikulade güçte bir vuruş!” diye mırıldandı Valdemar. “Ama önden yapıldığını görebiliyorum. Klerkon kendini neden savunamadı?”
“Pek zamanı yoktu,” diye yanıtladı Viking. “Oğlan bir kartal saldırısı hızında üzerine çullandı ve efendim silahlı olsa da kılıcını kaldıramadan ayaklarımızın dibine düştü, sonra Ole dönüp hiç kimsenin takip edemeyeceği bir hızla kaçtı.”
“Böylesi bir eylem,” dedi Kral, “nedensiz gerçekleşmiş olamaz. Bu çocukla Klerkon arasındaki husumetin sebebi nedir?”
“Amaçsız fesatlıktan başka sebep yok,” dedi savaşçı. “Nedensiz bir cinayetti, tam ve adil bir ceza istiyoruz.”
“Adalet yerini bulacak,” diye karşılık verdi Kral. “Ama önce huzur bozanın kendini nasıl savunacağını bilmek istiyorum. Bu yüzden yalvarıyorum, cezanın belirleneceği gün doğumuna dek kargaşadan uzak durun.”
Bu sözü duyan kalabalık sakince dağıldı. Pek çoğu ölüm cezasının alışılageldiği gibi hemen uygulanmamasından şikâyet etti. Fakat Kral Valdemar’ın ertelemesine yol açan, ona genç katilin canını bağışlaması ya da onu en azından Vikinglerin öfkelerinden koruması için yakaran Kraliçe’nin ricasıydı.
Kalabalık avludan çıktıktan sonra Allogia idareciyle Olaf’ın muhafızların korumasında beklediği salona geri döndü. Adamları göndererek Sigurd Erikson’a baktı.
“Benden oğlanın hayatını kurtarmamı istiyorsun hersir,” dedi, “ama heyhat! Öyle bir şey yapamam. Kral yalnızca soluklanmak için birkaç saat verdi. Güneş doğduğunda yasalar uygulanacak ve korkarım cezası ölüm olacak.”
Olaf bunları duymasına rağmen beklenen ceza karşısında herhangi bir korku belirtisi göstermedi. Hatta birden bir insan öldürmek gurur duyulacakmış bir şey gibi acımasız ve gözü pek bir hal aldı. Ona göre Klerkon’un canına kıymanın ceza gerektiren bir suç olmadığı belliydi. Yıllar önce Viking gemisinde gördüğü şeyi anımsadı. Ganimetler ayrılırken Yaşlı Thoralf, Klerkon’a düşmüştü. Geminin güvertesinde dururlarken Thoralf, küçük Olaf’ın elinden tutmuş ve Klerkon gelip onları sertçe ayırarak Olaf’ı genç Thorgils’in olduğu yere itmişti. Ardından Thoralf’ın pelerinini yırtan Viking, “Yaşlı, dişsiz bir tazı burada işe yaramaz ama eti balıklara iyi yemek olur,” demiş, kılıcını çekip yaşlı adama ölümcül bir darbe indirmiş ve onu denize atmıştı. Böylece Olaf’la Thorgils Viking’den intikam almaya yemin etmişlerdi ve Olaf intikamlarını almıştı.
Kraliçe Olaf’a yaklaştı, ona dikkatle baktı. “Çok yazık,” dedi. “Böyle güzel biri erkekliğe adım atamadan ölmek zorunda. İyi bir eğitimle ünlü bir savaşçı olabilirdi ve onu Kral’ın hizmetinde görmek çok hoşuma giderdi.”
Sözünü kesip Sigurd’a döndü. “Hersir Sigurd,” dedi, idarecinin gözlerine sertçe bakarak. “Bu oğlana olan ilginin sıradan olmadığını çok kez fark ettim. Şu anda, ülkenin yasalarını çiğnediğinde bile onu müdafaa ediyorsun. Bu kadar korumanın güçlü bir nedeni olmalı. Kimin oğlu? Ya da hangi soydan? Bilmek benim hakkım.”
Sigurd, Kral’ın izni olmadan kral soyundan birinin Gardarike’de yaşamasının yasalara aykırı olduğunu hatırlayarak duraksadı. Olaf’ın soylu olduğu anlaşılırsa başının fena halde belaya gireceğini düşündü.
“Hanımefendi, size söyleyemem,” diye mırıldandı.
“Oğlanın ölmesini mi yeğlersin?” diye sordu Kraliçe sinirli bir ses tonuyla.
“Hayır,” dedi Sigurd, duruşunu iyice düzeltti. “Çocuk ölüme mahkûm edilirse onun yerine ceza almayı teklif edeceğim.”
Kraliçe gözlerini sessizce ona dikti.
“O halde,” dedi, “hayatını vermen dünyaya yalnızca ona kendinden çok değer verdiğini gösterir.” Bir süre durduktan sonra ekledi: “Ben kraliçenim, Hersir Sigurd ve sana soruma cevap vermeni emrediyorum. Oğlanın gerçek ismi ne ve annesiyle babası kim?”
Büyük şöminenin yanına geçerek büyük, meşe sandalyelerden birine oturup Sigurd’la Olaf’a yaklaşmalarını işaret etti. Daha önce üzerinde çalıştığı ipek cüppenin ucundan tutup iğnesine iplik taktı.
“Ben hazırım,” dedi.
Böylece bu zorluktan herhangi bir kaçış yolu olmadığını gören ve sırrını söylemenin Olaf’a fayda sağlamasını uman Sigurd, Kraliçe’nin emrini yerine getirerek Norveç krallarının öyküsünü ve Klerkon’un katili Olaf’ın doğrudan Kral Harald Güzelsaç’ın soyundan geldiğini anlattı.
V
NORVEÇ KRALLARININ ÖYKÜSÜ
“Çok uzun zaman önce,” diye başladı Sigurd, Kraliçe Allogia’nın karşısında Olaf’la birlikte otururken, “Norveç’in güneyinde hüküm süren Siyah Halfdan adında genç bir kral vardı. Ülke o zamanlar birçok bölgeye ayrıldığından ve hepsinin kendi kralları olduğundan toprakları pek geniş değildi. Ancak savaş ve talihli evlilikler sonucunda Halfdan çok geçmeden babasının bıraktığı varlıkları artırdı, böylece o diyarın en büyük kralı oldu. Karısının adı Kraliçe Ragnhild’di, çok güzel bir kadındı ve Harald adını koydukları bir oğulları oldu.
“Harald büyüdüğünde son derece yakışıklı, uzun boylu, güçlü ve müthiş zeki bir genç oldu. Erkeksi sporlara düşkündü ve yetenekleriyle güzelliği kuzeydeki bütün erkeklerin beğenisini ve hayranlığını kazanmasını sağladı. Harald henüz on yaşlarındayken bir gün Randsfjord’daki buzdan geçen babasının altındaki buzlar kırıldı ve boğulmasına sebep oldu, böylece krallığı oğluna kaldı. Bunun üzerine Siyah Halfdan’ın fethettiği toprakların kralları kaybettikleri yerleri geri kazanacaklarını düşünerek aynı anda genç krala savaş açtılar. Pek çok savaş verildi ama Harald hep kazanan taraf oldu. Düşmanlarına teslim olmak yerine mülkünü, Orkadale’in kuzeyine kadar genişletti. Ancak böyle doyuma ulaştı.”
Sigurd bundan sonra kafasını kaldırarak sessizce kullandığı iğneye eğilmiş Allogia’ya baktı.
“Bu uzun bir öykü hanımefendi,” dedi, “ve size pek de yeni gelmeyebilir.”
“Sonuna kadar anlat,” diye yanıtladı Kraliçe.
“O zamanlar Valders’da Gyda adında bir genç kız yaşardı,” diye devam etti Sigurd. “Hordaland kralı Erik’in kızıydı ve onun inanılmaz güzelliğini ve görgüsünü duyan Kral Harald karısı olmasını istedi. Bu yüzden ona elçiler yollayarak evlilik teklif etti. Güzel olduğu kadar gururlu genç kız mesajı aldığında şöyle cevap verdi: ‘Efendine de ki,’ dedi, ‘kendimi birkaç ülkeden başka hükmettiği toprağı olmayan bir kralın karısı olarak feda edecek değilim. İsveç Kralı Erik, Danimarka Kralı Gorm gibi Norveç’i tek başına yönetecek bir kral olmaması bana inanılmaz geliyor. Bu mesajı Kral Harald’a ver ve sadece benim için bütün Norveç’i kontrolü altına alması koşuluyla onunla evlenmeye söz vereceğimi söyle.’ Gyda’nın bu sözleri gereğince Kral’a iletildi ve aklına daha önce gelmemiş bir şeyin uyanmasına yol açtı. Pek çok adamın karşısında dedi ki: ‘Şimdi bir ant içiyor ve beni yaratan ve her şeyi yöneten Tanrı’nın önünde yemin ediyorum ki Norveç’in tamamını fethedene, Norveçlilerin yegâne hükümdarı olana kadar ne saçımı keseceğim ne de tarayacağım. Ve yeminimi yerine getirmezsem bunun uğruna öleceğim.”
“Gerçek bir kral gibi konuşmuş!” diye araya girdi Allogia. “Gururlu genç kızın hatırı için eminim yeminini gerçekleştirmesi uzun sürmemiştir.”
“On yılını aldı,” dedi Sigurd. “Muazzam ordusuyla kuzeye yelken açtı ve Orkadale, Trondelag, Naımdale’i ve Thrandheim’e kadar fethedip ülkeyi fethederek sonrasında kontları ve vasalları olacak eski kralları alt etti. Ona boyun eğmeyenler ya öldürüldü ya da sakat bırakıldı. Yeni yasalar koydu, köylülerden bağımsız mülklerini alıp toprakların hepsinin Kral’a ait olduğunu ilan etti. Fethettiği yerlerdeki çoğu insan ona ve katı feodal yasalarına isyan etti ve bazı bölgeleri iki kere fethetmek zorunda kaldı. Ancak her yıl hedefine daha da yaklaştı, ona karşı çıkanlarsa sadece kendi yıkımlarını getirdiler.
“Nihayet buyruğu altına aldığı eski krallar kadim haklarını savunmak için bir araya gelerek büyük bir kavgaya giriştiler. Devasa bir savaş gemisi toplayıp Hafrsfjord’deki fatihle karşı karşıya geldiler. Deniz savaşında Harald’ın cesur adamlarının çoğu öldü, her yanlarına kalkanlar ve taşlar düştü, hava kış sağanağıymışçasına uçan oklarla doldu. Fakat Kral’ın berserkerleri2 en sonunda öfkelerine tutunarak Norveç’teki en büyük savaşta efendileri için zafer kazandılar. Böylece on yıllık mücadelenin ardından Harald yeminini gerçekleştirmiş oldu.
“Savaştan sonraki ziyafette saçları kesilmiş ve taranmıştı. Ona eskiden Harald Şokkafa diyen adamlar artık bu yeni güzelliğinden büyülenmiş halde ona Harald Güzelsaç diye sesleniyorlardı. Yapması gerekeni yaptıktan sonra Gyda’yla evlendi ve karısı ölene dek beraber yaşadılar.
“O günden sonra,” diye devam etti Sigurd, “Harald Güzelsaç büyük bir titizlikle ülkesini yönetti ve öyle ciddi vergiler koydu ki çoğu soylu ve kibirli olan halkı bundan memnun olmadı ve denizin karşısında yeni yuvalar aramak üzere Norveç’i terk etti. Birçoğu Viking olarak sularda dilediğince dolaştı, diğerleri batıdaki Faroe Adaları’na yelken açtı, bazıları Shetland ve Orkneys’e yerleşirken bazıları da kuzeye, zengin ülke İzlanda’ya gitti. Ama Harald, hâkimiyetinden kaçan bu maceracıları takip edip sonucunda tüm o adaları egemenliği altına aldı.”
İdarecinin öyküsünün bu kısmında Kraliçe sabırsızlıkla kıpırdanıp şöyle dedi:
“Bunlar pek iyi olabilir, Hersir Sigurd. Ama bu hikâyenin Ole’ninkiyle alakasını anlayamadım.”
“Alakasını yakında göreceksiniz,” diye karşılık verdi Sigurd. “Ama dilerseniz kısa keserim.”
“Yok, istediğin gibi anlat,” dedi Kraliçe. “Vaktim önemli değil.”
“O halde bilmelisiniz ki,” diye devam etti Sigurd, “Kral Harald Güzelsaç’ın Gyda dışında pek çok karısı vardı. Bu yüzden bir sürü de oğlu oldu. Bu çocukların erkekliğe adım atmaları onun için ciddi bir soruna dönüştü. Birbirlerini kıskanıyorlar ve sürekli kendi aralarında yarışıyorlardı. Anlaşmazlıklarının esas nedeni Harald’ın hepsinden üstün tuttuğu oğlu Erik’e duydukları kıskançlıktı.
“Erik daha oğlan çocuğuyken, yani Ole’nin yaşlarındayken babası ona beş savaş gemisinin kontrolünü verdi ve Erik, seçilen kuvvetli bir savaşçı ekibiyle kıyılarda Vikinglik, yağma, soygun, savaş yaptı ve gemilerle nereye gitse kendisinden güçsüzleri katletti. Halkın huzuru için bir dehşet haline geldi; denizdeki ve karadaki cinayetleri sebebiyle Erik Kanlıbalta adını aldı.
Vahşi oğluna duyduğu aptalca sevgi yüzünden Harald Güzelsaç hayatı boyunca başardığı müthiş işleri bozacak bir şey yapmak zorunda kaldı. Norveç’in tamamını tek bir ulus haline getirmeyi becermişti ve bu iyi bir şeydi. Ama şimdi kendisine uygun olmayan bir şekilde büyük topraklarını bir sürü bölgeye ayırması gerekiyordu. Bu yüzden her oğlunu kral yaptı ve her birine, kendisi öldükten sonra Erik Kanlıbalta’nın yönetimini kabul etmeleri şartıyla ülkenin bir kısmını verdi.
Ancak çok geçmeden bu mantıksız hareket oğullarının daha da beter münakaşa etmelerine neden oldu. Aralarından sadece biri kendi payının gönül rahatlığıyla tadını çıkarıp huzuru korudu. Bu Kraliçe Swanhild’in oğlu Olaf’tı. Kral Harald ona Norveç’in güneyindeki Viken ülkesini vermişti. Olaf, Triggvi’nin babası ve karşınızda duran oğlanın dedesiydi.”
Bunun üzerine Allogia’nın gözleri, karşısında tembelce uzun, altın bukleleriyle oynayarak rahat bir şekilde oturan genç Olaf’a sabitlendi.
“Gerçekten de tahmin etmiştim,” dedi, “bu oğlanın kanında krallık olduğunu biliyordum. Böyle ipeksi saçlar, açık renk ten ve güzel mavi gözler düşük sınıftan gelen birine ait olamaz. Ve şimdi anlıyorum ki Yul vaktindeki ziyafette Kral’ın annesinin Holmgard’a geleceğini ve ünlü bir prens olacağını söylediği kişi oydu.” Bunu söylerken oğlana tatlı tatlı gülümsedi. “Şimdi hersir,” diye ekledi, “efsanenin geri kalanını dinleyeceğiz.”
Sigurd banktan kalkıp ellerini arkasında bağlayarak ileri geri dolanmaya başladı.
“Kral Harald’ın oğulları arasında,” dedi, “en hırslısı ve kardeşlerinin hayranlığını kazanmak için en çok savaşan Erik Kanltıbalta’ydı. Mücadelesi boyunca adaletsizlik yaparken tereddüt etmedi. Hainliğe, hatta cinayete başvurdu. Önce büyücü olduğu söylenen erkek kardeşi Rangvald Çıngırakkemik’i öldürdü. Ardından kardeşi Biorn’u öldürdü çünkü kendisini biat etmeyi ve haraç vermeyi reddediyordu. Erik yasaları kendi eline almaya izinliyken Harald’ın oğullarından hiçbiri güvende değildi, bu yüzden kardeşlerden ikisi ziyafet verdiği bir çiftlik evini ateşe vererek Erik’i öldürmeye çalıştı. Ama Erik dört adamıyla kaçarak babasının korumasına sığındı ve bir süre barış sağlandı.
Kral Harald Güzelsaç’ın yaşlıyken doğan, Hakon adında küçük bir oğlu vardı ve çocuk yıllar sonra ülkede müthiş bir adam olarak ün kazandı ve İyi Hakon adını aldı.
O günlerdeki İngiltere Kralı’nın adı Muzaffer Athelstane’di ve Harald Güzelsaç’ın gücünü kıskandığından Norveç’e, Kral Harald’a hediye olarak değerli bir kılıç taşıyan elçisini gönderdiği söyleniyordu. Bu kılıcın kabzası altından ve değerli mücevherlerden yapılmış ve bıçağı iyi tavlanmıştı. Elçi, Harald’ın kaldığı Thrandheim’deki Lade’e gitti ve dedi ki: ‘İşte İngiltere Kralı’nın size gönderdiği ve kabul etmenizi umduğu kılıç.’ Kral kılıcı eline aldı. Ardından elçi tekrar konuştu: ‘Kralımızın istediği gibi kılıcı aldınız ve böylece onun kılıcının sahibi ve vasalı oldunuz.’
Kandırıldığına sinirlenen Harald, Kral Athelstane’e bunu nasıl ödeteceğini düşünüp durdu, o yüzden sonraki yıl genç oğlu Hakon’u bir gemide, müthiş bir berserker ya da şampiyon olan Hawk ve otuz savaşçıyla birlikte İngiltere’ye gönderdi. Kralı Londra şehrinde buldular ve silahlarını kuşanmış halde oturduğu ziyafet salonuna girdiler. Hawk, çocuk olan Hakon’u alıp Kral Athelstane’in dizine yerleştirdi ve şöyle dedi: ‘Norveç Kralı sizden bu çocuğa bakmanızı istiyor.’
Athelstane fena halde kızmıştı, yanında duran kılıcını aldı ve oğlanı öldürecekmiş gibi çekti. Bunun üzerine Hawk dedi ki: ‘Dizinize koyulan çocuğu isterseniz öldürebilirsiniz ama Kral Harald Güzelsaç’ın oğullarının hepsinin sonunu getiremezsiniz.’
Çocuğuna bakan kişi, çocuğun babasından daha az soylu sayıldığından Norveç Kralı, İngiltere Kralı’na misilleme yapmış oldu. Mamafih, Kral Athelstane çocuğu yanında tutup iyi de yetiştirdi. Sonrasında küçük Hakon’la nazikçe ilgilendi, ona iyi ahlak ve her tür maharet öğretti ve nihayetinde onu kendi soyundan biri kadar sevdi. Hakon, İngiltere’de İskandinav tanrılarına duyduğu inancı terk ederek herkesin Hıristiyan olduğu, Thor’la Odin’in gücünün olmadığı topraklarda Beyaz İsa’ya tapınır oldu.
Hakon İngiltere’deyken ağabeyi Erik Kanlıbalta Viking gemileriyle İskoçya, Galler, İrlanda, Normandiya ve Finlandiya’nın kuzeyi gibi pek çok yere savaşa gitti. Ve Finlandiya’da gezileri boyunca görmediği güzellikte bir kadına rastladı. Adı Gunnhild’di ve Finlerin arasında her tür büyücülük ve cadılığı öğrenmişti. Erik bu kadınla evlendi ve sonrasında Gunnhild Norveç’e Erik’ten daha çok kötülük yaptı. Kocasını hainliğe ve şiddete başvurması için cesaretlendiren, böylece herkes tarafından hor görülmesine yol açan bir kötülük dehasıydı.
Yıllardır hasta olan Güzelsaçlı Harald artık hükmetmenin yükünü taşıyamayacağını ilan ettiğinde Gunnhild sevindi. Kral artık seksen yaşındaydı. Tahtına oğlu Erik’i geçirdi ve onu kral yaptı, böylece Gunnhild kraliçe olup kötülüğünü dilediği gibi gerçekleştirebildi.
Üç yıl sonra, Norveç’i yetmiş üç yıl boyunca yöneten Harald Güzelsaç yatağında hayatını kaybetti.”
Sigurd durdu ve Olaf’ın yanına oturdu. Kraliçe’nin yeğenine olan ilgisinin artık güvenli ve Olaf için iyiye işaret olduğunu hissediyordu. Allogia iğnesini yanına bıraktı ve efsaneye devam etmesini söylercesine idareciye başını salladı. Sigurd oturduğu yerde geriye yaslandı, bacak bacak üstüne attı ve devam etti.
“Artık Kral Erik, Norveç’in büyük kısmını kontrol ediyordu,” dedi. “Ama ona biat etmeyen ve babaları tarafından yerleştirildikleri toprakları barış içinde yöneten iki kardeşi vardı. Kral Harald’la Kraliçe Swandhild’in oğlu Olaf, Viken’de hâkim kraldı ve aynı şekilde kardeşi Halfdan Thrandheim’i yönetiyordu. Erik, bütün Norveç’i hükmü altına alamadığı için hoşnutsuzdu. Ancak destek gören bir kral olamadığından başka yöntemlere başvurdu. Erik’in tahta çıkmasından iki kış sonra kardeşi Halfdan, Thrandheim’deki bir ziyafet sırasında aniden ve acı içinde öldü. Kraliçe Gunnhild tarafından kurnazlıkla zehirlendiği söyleniyordu. Erik hemen ölen kardeşinin krallığında hak iddia etti ama Thrandheimliler onu istemeyip karşı geldiler ve diğer kardeşleri Sigrod’u kral kabul ettiler. Ağabeylerinin baskısından korunmak için Sigrod’la Olaf güçlerini birleştirdi. Ne var ki Erik onları Tunsberg’de büyük bir orduyla gafil avlayarak saldırdı ve o günün galibi oldu. Savaş kahramanı Olaf ve Sigrod orada öldürüldü. Olaf’ın oğlu Triggvi yine de kaçabildi ve Uplands’a gitti; Erik Kanlıbalta toprakların efendisi olduğu müddetçe orada kaldı. Triggvi gelmiş geçmiş en büyük, en güçlü, en güzel yüzlü erkekti.
Erik Kanlıbalta artık dört kardeşini öldürmüş ve beşincisinin ölümüne neden olmuştu. Kendini tıpkı babası gibi Norveç kralı yapmıştı. Buna rağmen insanlar ondan fena halde hoşnutsuzdu; sürekli onu tahttan indirip yerine Triggvi Olafson’u geçirmeye çalışıyorlardı. Sonra Kraliçe Gunnhild, Erik hükmünü kesinleştirmezse kocasının soyu dışındaki Harald Güzelsaç ırkının tamamını yok edene dek durmayacağına dair yemin etti.”
Olaf burada ileri doğru eğilip Sigurd’un yüzüne bakarak konuştu.
“Bence,” dedi, “babamın yerinde olsaydım dünyayı katil ve hain Erik Kanlıbalta’dan kurtarırdım.”
“Baban barıştan yanaydı,” diye cevap verdi Sigurd. “Buna karşın o zamanlar onun kadar müthiş bir savaşçı yoktu. Ama başka nedenler vardı. İlki Triggvi’nin Ofrestead’in en bereketli topraklarına sahip kontla arkadaş olduğundan ve Kont’un Norveç’in en güzel genç kızı olan kızı Astrid’e âşık olduğundan yaşadığı yer Uplands’te memnun olmasıydı. Astrid’le evlendi ve birlikte mutlu, ülke ve savaş kaygılarından tamamen özgür oldular. Bunu çok iyi biliyorum,” diye ekledi Sigurd, Allogia’ya dönerek, “çünkü Kraliçe Astrid sevgili kardeşim, Ofrestead Kontu Erik’se öz babamdı.”
“O halde,” dedi Kraliçe Allogia, “şimdi uğruna yalvardığın bu çocuğun annesi Astrid olmalı ve öyleyse genç Ole’mizin dayısı sen misin?”
“Evet, öyle,” diye yanıtladı Sigurd. “Ve şimdi Triggvi’nin Kral Erik’i öldürmeye çalışmamasının ikinci nedenini anlatmalıyım. Kraliçe Gunnhild çoktan yeminini yerine getirmek üzere aramaya başlamıştı; genç Triggvi’yi öldürmek için aşağılık büyülerini kullanıyordu. Bu sebepten Triggvi, Astrid’i babasının yanına bırakıp Viking olarak savaşmaya gitti. Gemiyle batıdaki İskoçya’ya geçti ve orada kıyıları yağmaladı, ardından adalardaki Vikinglerle pek çok savaş verdikleri Orkneys’e vardı. Böylece insanlar kralları yapmak için onu aradığında bulamadılar.
Bu sırada tahtta hak iddia eden biri daha ortaya çıktı. Athelstane’in baktığı Hakon, Kral Harald’ın öldüğünü duyarak İngiltere’den dönmüştü. Artık yetişkin bir adam ve yiğit bir savaşçı olmuştu. Trondelag’a indiğinde insanlar onu neşeyle karşıladılar ve yaşlı Harald Güzelsaç’ın çok daha nazik, cömert ve bir o kadar kuvvetli ve güzel halde geri döndüğünü söylediler. Onu kralları ilan ettiler, İyi Hakon adını verdiler ve Hakon yıllarca Norveç’i yönetti; bu sırada yeğeni Triggvi Olafson’a kötülük etmedi, aksine onun Viken Kralı olduğunu doğruladı.
İyi Hakon döndüğünde insanların iyice öfkeli olduğu ağabeyi Erik Kanlıbalta bir türlü huzur bulamadı. Başta ordu toplamaya çalıştıysa da kendisine hizmet edecek kimseyi bulamadı ve karısı, çocukları ve birkaç zayıf takipçisiyle beraber topraklardan kaçmaya zorlandı. Böylece bir gemi alıp Viking seferlerine başladı. Batıya, Orkneys’e gitti ve pek çok Vikingin kendisine katılmasını sağlayıp oradan güneye yelken açtı ve İngiltere’nin kuzey kısımlarını yağmaladı. İngilizlere o kadar sıkıntı verdi ki nihayetinde Kral Athelstane huzuru tekrar sağlamak için Erik’e, Kral’ın vasalı olması ve toprakları Danimarkalılar ve diğer Vikinglerden koruması koşuluyla Northumberland’ı verdi. Erik kabul ederek kendisini vaftiz etmelerine izin verdi ve sadakat yemini etti.
Artık Northumbria, İngiltere’nin beşinci parçası sayılıyordu ve işler Erik’in lehine iyileşmişti. York kasabasına yerleşti, Danimarkalılar ve Norveçliler başlarda oraya sık sık sefer düzenlerken ülkeyi güvenle korudu. Ancak çok geçmeden Kraliçe Gunnhild tarafından kışkırtılarak zenginliğini artırmaya ve topraklarını genişletmeye karar verdi. Athelstane ölüp İngiltere’nin hükümdarı Kral Edmund olunca Erik Kanlıbalta ülkede iyice ilerleyerek insanları zorla evlerinden çıkardı. Başarısına o kadar güveniyordu ki kral, kendisi gibi birini toprakları korumak üzere görevlendirdi. Bu diğer kişi bir ordu toplayıp Erik’e saldırdı. Büyük bir savaş gerçekleşti ve İngiliz halkından çok fazla insan öldü ama gün bitmeden Erik savaş alanında can verdi ve böylece sonu gelmiş oldu.
Kraliçe Gunnhild artık İngiltere’de istediği gibi kalamazdı. Kocasının mülkleri işgal edilmişti ve gidecek bir evi yoktu. O yüzden çocuklarını alarak gemiyle Danimarka’ya gitti. Orada Danimarka Kralı Harald Mavidiş onu yanına aldı. Ancak talihsizliğine rağmen hırsı sönmemişti; büyüyecek bir sürü oğlu vardı ve hepsini Norveç kralı yapmayı kafasına koymuştu. Tahmin edeceğiniz gibi bu çocuklar onları miraslarından mahrum bırakan İyi Hakon’dan pek hazzetmiyordu. En büyükleri bir süre Viking olarak dolaştı; savaşta yetenekliydi, o yüzden Gunnhild onları gemi ve takipçi bulmaya zorlayarak dediğim gibi Norveç’in Triggvi Olafson’un hüküm sürdüğü kısmı Viken’e gönderdi. Triggvi’yle bir hayli savaştılar ama onu yenemediler. Fakat en sonunda Kral Hakon yeğenine yardım ederek Gunnhild’in oğullarını Danimarka’ya kovaladı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.