bannerbanner
Viking Kılıcı
Viking Kılıcı

Полная версия

Viking Kılıcı

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 4

Sonra uşak Duncan Graham devasa boyuyla öne geldi ve şöyle söyledi:

“Ben seninle dövüşürüm hain kont çünkü ölmeyi hak ediyorsun!”

“Sen!” diye haykırdı Roderic, adamın dev gibi boyutundan korkmuştu. “Olmaz. Bir kont ancak kendisine denk biriyle savaşabilir. Senin gibi alt tabakadan bir köylüyle kılıç çarpıştıracak değilim. Bana kılıcımdan daha değerli birini gösterin.”

“Korkak!” diye bağırdı Duncan. “Benimle savaşmaktan korkuyorsun. Daha ilk seferde seni öldürürüm.”

“Aranızda benim mertebemde tek bir kişi var,” dedi Roderic, “ve o da şurada duruyor.” Alpin’i işaret etti.

“Ve ben hazırım,” dedi Alpin. “Seninle ölümüne dövüşeceğim. Tanrı yardımcın olsun!”

IX

DÖVÜŞLE YARGILAMA

Duncan Graham ve muhafızlarından biriyle birlikte Alpin’le Roderic’in kılıçlarını getirmek için Rothesay Kalesi’ne dönerken Sör Oscar Redmain kurulu bitirdi ve böylece ölümcül dövüşe tanıklık etmek istemeyen Başrahip Godfrey ve birkaç kadın oradan ayrıldılar.

Ardından Roderic, İhtiyar Erland ve Sessiz Sweyn’le bir kenarda durarak onlara silahları beklememelerini, kalabalığın arasına sızarak gemilerine, oradan da kendi adalarına gitmelerini söyledi.

“Projemiz şimdiye dek başarısız oldu,” dedi, “ama emin olun yine de Bute’un lordu olacağım. Beni sürgün ettiler ve Redmain’in kesinlikle bu olayı İskoç Kralı’na ileteceğinden korkuyorum. Olsun, bakalım Alexander neler yapabiliyormuş. Bence bize karşı çok dayanamayacak. Sürgündeki üç yılım bittiğinde şaşırtacak şeyler göreceksiniz. Elveda Erland ve sen, sevgili Sweyn! İkiniz de hızla Kral Hakon’a gidin. Bu bizim en üst oyunumuz, o yüzden gücün ektiğini biçmek için ona korkmadan, iyi hizmet etmeliyiz.

“Tanrı’nın isteğiyle olur!” dedi Erland. “Norveç Kralı, İskoçya’yı fethetmeyi başaramazsa hepimiz adam kaybederiz. O halde elveda!”

Sör Oscar Redmain adalet koltuğundayken kızı Ailsa mahkemede Kenric’i buldu.

“Buraya gelirken,” dedi, “Elspeth Blackfell’i gördüm ve sana söylediği şeyin gerçekleşip gerçekleşmediğini sormamı istedi Kenric.”

“Ah,” dedi Kenric, “söyledikleri tam anlamıyla gerçekleşti. Alisa, senin karatavuk yuvana olanlar Rothesay Kalesi’nin başına geldi. Bu Roderic denen adam, yuvaya saldıran kakımla aynı değil mi?”

“Doğru,” dedi Ailsa. “Ama kakım anne ve baba kuşların yanında yavruları da öldürmüştü. Elspeth, Earl Hamish’in acımasızca öldürüldüğünü duyduğunda çok kötü hissetti ve ‘Aceleyle Rothesay’in oğullarına gidip onlara bu adam konusunda dikkatli olmalarını söyle Ailsa. O ölene dek tehlike bitmeyecek,’ dedi. Bunları söyledi Kenric ve belki doğruluk payı vardır diye hemen yanına geldim. Alpin ölümcül bir dövüşe girmek üzere. Ona dikkatli olmasını, iyi silah kuşanmasını söyle çünkü çobanlardan biri Roderic’in demir ağlı bir gömlek giydiğini ve o olmasa Alpin’in bıçakla durduğu yerde onu öldürebileceğini söyledi.”

“Ailsa,” dedi Kenric, “bu uyarıya duyduğumuz ihtiyaçtan korkuyorum. Yalvarırım bana yardım et. Kaleye koş ve Duncan’a mutlaka kardeşimin zırhını getirmesini söyle.”

Sonra Ailsa ortadan kayboldu ve kızkuşu misali kırlara koştu.

O gittikten kısa süre sonra Duncan elinde iki büyük iki ağızlı kılıçla geldi. Ancak zırhı getirmemişti; Kenric de bunu görünce kardeşini yanına çekip Ailsa dönene kadar dikkatli olmasını, bu düşmanla denk olabilmek için vücudunu korumasını söyledi.

Bute’un insanları Ascog’un yanındaki daha engin alanda büyük bir kalabalık oluşturdular, kutsal çemberin içinde dökülecek her kanın yasaların idaresinde olması eski bir gelenekti. Aşağıda, Earl Roderic’in iki elli kılıcıyla, güneş miğferine yansırken gururla başını kaldırarak tek başına durduğu yerin etrafında büyük bir yuvarlak oluşturdular.

Ve bağırışlar başladı.

“Alpin! Alpin nerede? Korkuyor mu?”

Fakat biraz sonra çemberde bir aralık oluştu ve Alpin cesurca ve hafif adımlarla öne çıktı.

Ailsa’yı yollayan Kenric, kızı hiçbir yerde göremeyince Sör Oscar ve Allan Redmain’in yanında durdu ve onlara Ailsa’nın Alpin’in zırhını getireceğini anlattı.

“O halde rahatladım,” dedi Sör Oscar. “Yine de Sör Piers de Currie dışında ağabeyin gibi kılıç kullanan yoktur ve bana göre Earl Roderic ona kolayca dayanamayacak. İkisine baksana. Alpin dinç ve genç bir geyik kadar kıvrak. Ah, Roderic, bence vaktin kesinlikle doldu!”

Alpin ekosesinin ucunu sol koluna geçirip kılıcını çekti. Düşmanından beş adım ileride durdu. Ardından ikisi de başlarını öne eğerek başka tarafa yöneldiler. Ayrı kalmaya devam ederek ve birbirlerine bakarak etraflarında döndüler. Sonra Alpin sırtını güneş ışığına verdi, kendini hazırladı ve kılıcını geriye doğru savurdu. Vahşi bir çığlıkla birbirlerine hücum ettiler ve kılıçları güçlü darbelerle çarpıştı. Sonrasında ikisi de dinlenmek için iki uzun adım geriye çıktı. Aynı şeyi tekrarlayıp asil adamların dövüşte sıklıkla yaptığı gibi zikzak çizdiler ve nefesleri kesilene dek ara vermediler; nefes nefese bir süre durdular, silahları yeniden başlamaya hazır ellerindeydi.

Dinlendikten sonra bir kere daha savaşa, birbirlerini takip etmeye, kılıçlarını savurmaya, birlikte kuvvetle atılmaya giriştiler, böylece onları izleyen kimse kimin kazanmaya yakın olduğunu anlayamadı. Kıyafetleri, zincir zırhlarının görüleceği kadar parçalanmıştı. Alpin’in dizi kesilmiş, Roderic’in kolu kanıyordu.

Roderic savaşta hilekâr bir adamdı ve hilekârlığı Alpin’e akıllı olup çıplak başını iyi kullanmayı öğretti zira Roderic sürekli orayı hedef alıyordu. Sık sık Alpin’i sendeleten ve dizlerinin üzerine çökerten darbeler yapıyordu ancak genç adam hemen ayağa kalkıp Roderic’in kolları ve yüzü kanla kırmızıya boyanana kadar düşmanına saldırıyordu.

Kalabalık Alpin’in usta dövüşünü takdir eden bağırışlarla selamladı ve hiç kimse yakında kendini beğenmiş hasmının sonunu getireceğinden şüphe duymadı. Fakat henüz ikisi de üstünlük kazanmış değildi.

Bu şekilde yarım saat boyunca, Alpin nihayet Roderic’in omzunu fena halde yaralayana dek dövüştüler. Bunun üzerine Roderic haddinden fazla öfkelenerek Alpin’e atıldı, güçlü darbelerini ikiye çıkardı. Kılıçları çarpıştı, çınladı ve havada parlak halkalar oluşturarak parladı. Ama en sonunda Roderic şans eseri Alpin’in kılıcını elinden düşürdü ve Alpin kesinlikle öldürüleceğini düşünerek onu almaya tenezzül etmedi.

Bir süre kıpırtısız durdu ve silahına acı dolu kalbiyle baktı. Kalabalıktan derin bir ıstırap iniltisi yükseldi ve kardeşinin durumunun vahametini gören Kenric, Duncan Graham onun da Earl Roderic’in gücünün karşısında kalmasından korkarak onu tutmamış olsa Alpin’in yardımına koşacaktı. Sonra Allan Redmain, Alpin’e yardım etmek istese de babası kolunu yakalayıp yerinde kalmasını emretti.

“Ne haber?” diye bağırdı Roderic. “Dün gece sende olan avantaj şimdi bende. Ama Gighalı Roderic’in silahsız bir adamı öldürdüğünü asla söyletmem. O yüzden kılıcını al Earl Alpin ve bu savaşı bitirelim.”

Ardından Alpin kılıcını alsın diye geri çekildi. Sonra Roderic’in gözlerinde sabit bir öfke oluştu ve Alpin o bakışta sonunu gördü.

Bir kere daha yerlerini aldılar ve bu kez ikisi de birbirine hücum etmekte sabırsız davranmıyordu. Ama sonunda genç Alpin, kılıcını iki elinin arasında kaldırarak vahşice düşmanına atıldı. Silahı güçle savurarak indirdi ve herkes bu darbenin Roderic’in sonu olacağını sandı. Ancak Roderic hafifçe yana koştu, böylece genç adamın aldığı hedef yumuşak zemine isabet etti. Roderic’in kılıcı tepeli miğferine daireler halinde yansıdı. Donuk bir çıtırtı, sonra da derin bir inleme çıktı.

Kenric hemen kardeşinin yanına koşarak onu yerden kaldırmaya çalıştı. Fakat Gighalı Roderic’in kılıcı görevini yapmıştı. Earl Alpin ölmüştü.

Genç krallarının düşüşünü gören Bute’un insanları, güneşli havayı yaran bir ağıt tutturdular ve ölen liderlerinin etrafında safları sıklaştırdılar.

Earl Roderic, bir an Alpin’e bakıp ardından kalabalığın arasından geçerken kan lekeli kılıcını sağa sola salladı.

Müzakere toplantısından yeni ayrılan adalıların hiçbirinde silah yoktu. O yüzden Roderic ortalarından giderken sallanan kılıcının alanından uzaklaştılar.

Dövüşün yapıldığı yerden birkaç adım uzaktaki gölün kıyısına doğru gittiğini gördüler. Çoğu ellerine büyük taşlar alarak ona fırlattı ve sırtına tutturdu.

“Geber hain!” diye bağırdılar.

Ama o ne attıklarına ne de tehditkâr bağırışlarına aldırış etti. Göle ayaklarını bilek seviyesinde sokana dek hızla ilerledi. Sonra da bir an dönüp ağabeyinin kılıcını almış genç Kenric’i gördü; yanında Sör Oscar Redmain, Allan, Duncan Graham ve daha nicesi vardı.

Kılıcını hafifçe kınına koyarken boş, alay eden bir kahkaha attı. Ardından gölde iyice ilerledi ve yüzeyde ancak parlayan miğferi görülebilecek halde kendini derin sulara attı. Earl Roderic insanların ve tazıların kovaladığı, süratle dağ gölünde yüzerek uçurumun güvenliğine sığınan boynuzlu bir geyik misali Butelu insanların öfkelerinin önünde yüzdü. Ve kimse onu takip etmeye cesaret edemedi çünkü tepeler ne kadar yüksekse gölün de o kadar derin olduğu söyleniyordu.

Böylece pek çok kişi onu bulmak ve taş yağmuruna tutmak umuduyla uzaktaki kıyıları dolaştı. Güneşin iki kere battığı kısa sürede bu adam, bu hain korsan iki kralı, küçük ulusu yirmi yıldır huzur ve refah içinde yöneten çok sevgili Hamish’le oğlu ve vârisi, krallığın gücünü bilemeden ölen Alpin’i katletmişti. Ve jürinin iki saat önce sürgün cezası verdiğini unutan Roderic üç günlük lütuf izinliydi ve bu süre boyunca onu rahatsız etmek suç olsa da hepsi vahşi bir öfke içindeydi, onun kanına susamışlardı.

Artık hainliğinin intikamı alınmadan adalarından gitmesi yeterli değildi, dünya artık kötülükleri Bute’un tanıdığı en yaşlı adamınkinden daha siyah ve korkunç olan bu zalimi barındırmasın diye canını almak istiyorlardı.

Ancak onlar gölün iki ucuna erişemeden Roderic çoktan batı kıyılarına ulaşmıştı ve üzerindeki suyu silkeleyerek büyük bir taşın üstüne oturup uzuvlarını dinlendirdi, kanayan yaralarını sardı.

Çok geçmeden insanların, kurt sürüsü havlamasına benzeyen sinirli bağırtılarının giderek yaklaştığını duydu. Ayağa kalkarak etrafına bakındığında bir sürü adamın kuzeyden ve Lochly’nin dereciğinin olduğu güneyden kendisine doğru koştuklarını fark etti, Loch Ascog’u Loch Fad’dan ayıran şerit şeklindeki karada olduğundan büyük ihtimalle kapana kısılmıştı.

Derinden sesi kırlarda, vadideki rakiplerine seslenen bir geyik gibi yankılandı. Uzun kılıcını sırtına alıp batıdaki Loch Fad’ın sessiz sularını gören yüksek yere geldi, orada vahşi kuğu sürüsünün gelişiyle ürkerek Barone ormanına doğru uçtular.

İki adalı grubu, şüphesiz onu hızla yakalayacaklarını düşünerek etrafını sardı. Grubun birini Sör Oscar Redmain ve oğlu, diğeriniyse Duncan Graham ve Kenric yönetiyordu.

Roderic suyun kenarına koştu ve ona tek bir taş bile ulaşamadan Loch Fad’a daldı ve yüzerken başının etrafına taşlar ve toprak parçaları düştü. Kenric’in attığı bir taş miğferine geldi. Derine battı ve herkes suyun ölümü olacağını düşündü. Ama o kendi sularındaki dalıcı bir kuş gibi batıp birkaç metre ileriden, ok dışında hiçbir silahın yetişemeyeceği bir yerden çıktı ki hiç kimsenin yanında ok yoktu.

Bute’un en geniş göllerinden Loch Fad üç buçuk kilometre uzunluğunda ve sekiz yüz metre genişliğindeydi ve kaçak kontu en uzak kıyıda bulacağını düşünmek gereksizdi. Sör Oscar Redmain’in emriyle adamlar kovalamadan vazgeçtiler ve Alpin’in ölü bedeninin çimende uzandığı yere döndüler ve sonrasında onu Rothesay Kalesi’ne götürdüler.

X

AASTA’NIN LANETI

Gighalı Roderic, Bute’tan uzakta olduğu yirmi yılda çocukken öğrendiği eski sınır işaretlerini unutmamıştı. Loch Fad boyunca yüzdükten sonra kendini Barone ormanının uzun çam ağaçlarının arasında buldu. Takipçilerinden ıslak ve yorgun bir halde kaçmıştı ve pek çok yarası şiddetle ağrırken ormanın içindeki aralıklardan geçerek bir önceki akşam Kenric’in girdiği noktaya geldi.

Kilmory topraklarının çevresinde gezerken kabarık tüylü, uzun boynuzlu bir sığır sürüsünün, bir sürü koyun ve keçiyle beraber orada otladığını fark etti. Jura ve Colonsay kontlarını sormak için çobanlarına bakındı. Arkadaşlarını öylece yolladığına pişman olmaya başlamıştı, onu gemileriyle Gigha’ya götürmek için beklemeleri daha iyi olabilirdi.

O anda büyük bir kayanın arkasından gelen sesler duydu. Genç bir çoban köpeği ortaya çıktı ancak onu görünce kuyruğunu görüp korkarak uzaklaştı. Ardından kayanın arkasından genç çoban Lulach çıktı ve yanında çok güzel bir kız vardı. Lulach bir süre durup tuhaf adama baktı.

“Ah, bu o! Az önce bahsettiğimiz kişi!” diye bağırdı ve yediği kahverengi ekmeği bırakarak dehşet içinde tepeden aşağı koştu.

Fakat kız elini kayaya yaslayarak yerinde kaldı.

Bu, ormandaki gece yolculuğunda Kenric’in karşısına gizemli bir şekilde çıkan garip genç kızdı. Uzun boylu ve çok açık tenliydi, karaçam kadar uzun ve üzerine kızıl sabah güneşi yansıyan bir kar tanesi kadar beyazdı. Gözleri yıldızlı gökyüzü kadar maviydi ve uzun saçları beyaz tenine koyu bir kan akışı gibi dökülüyordu. İnsanlar bu harikulade kadına Güzel Aasta diyorlardı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
4 из 4