Полная версия
Özgür Zihin
Takuan Soho
Özgür Zihin
Takuhan Soho, zen Budizminin Rinzai okulunun büyük figürlerinden biri, zen rahibi, ressam, kaligraf ve çay ustasıdır.
Takuan 1573’te Tajima bölgesindeki Izuşi köyünde, Miura klanından bir samuray ailesinde doğdu. Samuray ailesinde doğmasına karşın on yaşında Budizmin Jodo mezhebi üzerinde çalışmak için manastıra girdi, on dört yaşında bir zen mezhebi olan Rinzai’yi uygulamaya başladı ve 1608 yılında Kyoto’da Daitoku-ji manastırına başrahip oldu. Efsaneye göre tüm Japon kılıç dövüşçülerinin en ünlüsü olan Miyamoto Musashi’nin öğretmeniydi. Yagyū Shinkage-ryū sisteminin kurucusu Yagyu Munenori, Şogun Tokugawa Iemitsu ve Japon İmparatoru Go-Mizuno ile de temasları olmuştu. Zen’in ruhunu kılıç dövüşü ve kaligrafiye taşımıştı. Yazmaları toplam altı cilttir ve günümüz savaş sanatı uygulayıcılarının üzerinde hâlâ etkili olmaya devam etmektedir. Takuan’ın düşünceleri zamanın Yagyu Munenori ve Miyamoto Musaşi gibi büyük ustalarının da eserlerini etkilemiştir.
Giris
Takuan Soho (1573-1645) zen Budizminin Rinzai mezhebinin güçlü karakteri ve keskin zekâsıyla hatırlanan büyük bir öncüsü, bununla birlikte bahçıvan, şair, çay ustası, üretken bir yazar, dahası zen resmi ve kaligrafisinde de önemli bir figürdü.
Takuan’ın kaligrafi, şiir, bahçıvanlık ve sanat gibi hayatta ilgisini çeken her yöne zen ruhunu aşılamaya çalıştığı, bunu da kılıç sanatıyla yaptığı söylenir.
Bu çeviride yer alan üç denemeden ikisi mektuptu: Yagyu Shinkage kılıç ustalığı okulunun başkanı ve iki nesil şogun1 yetiştirmiş Yagyu Munenori’ye yazılan Fudochishinmyoroku, yani “Değişmez Bilgeliğin Gizemli Kaydı” ve belki Munenori’ye belki de Itto kılıç ustalığı okulunun başkanına, aynı zamanda şogun ailesine ve yakın hizmetlilerine resmi olarak eğitmenlik yapmış Ono Tadaaki’ye yazılan Taiaki, yani “Taia Kılıcı’nın Yıllıkları”.
Üçü de genel olarak samuray sınıfına hitap eder ve zen ruhunu, kılıcın ruhuyla birleştirmeye çalışır. Hem bireysel hem de toplumsal olarak konuşursak Fudochishinmyoroku’nun sadece teknikle değil, aynı zamanda çatışma sırasında benliğin bir diğeriyle nasıl bağlantılı olduğu ve bireyin nasıl bir bütün haline geldiğiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan Taiaki ise daha çok benlik ve öteki arasındaki ilişkinin psikolojik yönleriyle ilgilenir. Bunlar arasında Reiroshu, yani “Mücevherlerin Berrak Sesi”, insanın temel doğasıyla, bir kılıç ustası, daimyo2 veya bunlardan başka herhangi bir kişinin neyin doğru neyin bencillik olduğunu nasıl bilebileceğiyle ve ne zaman, ne şekilde öleceğini bilmeyle ilgili temel soruyu nasıl anladığıyla ilgilenir.
Her üç deneme de insanı kendi benliğine ilişkin bilgiye ve dolayısıyla da yaşam sanatına yöneltir.
Sarsılmaz Bilgeliğin Gizemli Belgeleri
Cehalet İçinde Kalmanın Istırabı
Cehalet terimi aydınlanmanın yokluğu, bir başka deyişle aldanma anlamına gelir.
Ebedi yer, zihnin durduğu yerdir.
Budizm çalışmasında elli iki aşama olduğu söylenir ve bu elli iki aşamanın içinde zihnin durduğu yere “ebedi yer” denir. Ebedi yer, durmak; durmak ise zihnin herhangi bir konu tarafından hapsedildiği anlamına gelir.
Başka dövüş sanatları açısından konuşacak olursak, sizi hedef alan bir kılıcı ilk fark ettiğinizde, o kılıcı olduğu gibi karşılamayı düşünürseniz, zihniniz tam o an, kılıç o pozisyondayken duracak, siz kendi hamlelerinizi gerçekleştiremeyecek ve rakibiniz tarafından yere serileceksiniz. İşte bu, durmak demektir.
Sizi hedef alan bir kılıcı görmenize rağmen zihniniz onun tarafından durdurulmuyorsa, ilerleyen kılıcın ritmiyle bir araya geliyor, rakibinize karşılık vermeyi düşünmüyorsanız ve hiçbir düşünceniz ya da yargınız kalmadıysa, hareket eden kılıcı gördüğünüz anda zihniniz en ufak bir tutukluk yapmaz ve siz doğruca içeri girip kılıcı rakibinizden uzaklaştırırsınız; böylelikle sizi kesecek olan kılıç size ait ve tam tersine karşınızdakini kesecek kılıç olur.
Zende buna, “mızrağı kapmak ve seni vuracak adamı vurmak” denir. Mızrak bir silahtır. Bunun özü, rakibinizden aldığınız kılıcın onu kesen kılıç haline gelmesidir. Bu sizin deyişinizle “kılıçsız olmaktır”.
Düşmanın vuruşu, kendi vuruşunuz, kılıcı kullanan insan ya da o kılıç, pozisyon veya ritim; sebebi ne olursa olsun zihniniz başka bir yöne saparsa, hareketleriniz duraksar ve bu da yenileceğiniz anlamına gelir.
Eğer kendinizi rakibinizin üstünde görürseniz, zihniniz onun tarafından ele geçirilecektir. Zihninizi kendinizle sınırlamayın. Zihni bedende canlandırmak, yalnızca eğitimin başında olanlar için yapılan bir şeydir.
Zihin kılıçla ele geçirilebilir. Zihninizi mücadelenizin ritmine uydurursanız, ritim tarafından; kendi kılıcınıza koyarsanız, o kılıç tarafından ele geçirilebilir. Zihniniz herhangi bir sebepten duraksarsa, sadece boş bir kabuktan ibaret olursunuz. Mutlaka kendiniz de bu tür durumları hatırlarsınız. Böyle durumlarda Budizme başvurulduğu söylenebilir.
Budizmde zihnin bu şekilde durmasını aldanma diye adlandırırız. Bu yüzden “cehalet içinde kalmanın ıstırabı” deriz.
Tüm Budaların Sarsılmaz Bilgeliği
Sarsılmaz, hareket etmez anlamına gelir.
Bilgelik, zihnin bilgeliğidir.
Bilgelik sarsılmaz, hareket etmez olarak ifade edilse de bu, tahta veya taş benzeri herhangi bir cansız nesne gibi olduğu anlamına gelmez. Zihin alışkın olduğu şekilde ileri veya geri, sola, sağa, on yöne ve sekiz noktaya doğru hareket eder ve hiç durmayan zihne de sarsılmaz bilgelik denir.
Fudo Myoo3 sağ elinde bir kılıç, sol elinde de bir ip tutar. Dişlerini gösterir ve gözleri öfkeyle parlar. O, Budizm ilkelerine mani olacak kötü ruhları yenmeye hazır, sağlam bir şekilde duruyor. Bu hiçbir ülkede, hiçbir yerde gizli değildir. Onun duruşu Budizmin koruyucusu olmayı, vücut bulmuş hali ise sarsılmaz bilgeliği temsil eder.
Bu duruşu gören sıradan insan korkar ve Budizmin düşmanı olmayı düşünmez. Aydınlanmaya yakın olan insan ise bunun sarsılmaz bilgeliği temsil ettiğini ve tüm yanılsamaları ortadan kaldırdığını anlar. Sahip olduğu sarsılmaz bilgeliği ortaya koyabilen ve dharma’yı fiziksel olarak Fudo Myoo kadar başarılı uygulayabilen insan içinse artık kötü ruhlar ortaya çıkmaz. Fudo Myoo öğretilerinin de verdiği mesaj budur.
Kişinin değişmez zihni ve sağlam bedeninin Fudo Myoo diye anıldığı söylenir. Sağlam durmak, hiçbir şey tarafından alıkonmamak demektir.
Bir şeye baktığınızda zihninizin durmaması sarsılmaz olarak adlandırılır. Zihin bir yerde durduğunda göğüs çeşitli düşüncelerle zihinde hareketler meydana getirir. Hareketler sona erdiğinde duran zihin çalışmaya başlar fakat aslında hiç kıpırdamaz.
Hepsi bir kılıca sahip olan on adam keskin kılıçlarıyla üzerinize gelirse, her bir eylemde her bir kılıcı zihninizi durdurmadan savuşturabilir ve sonra bir diğerine geçebilirseniz, on kişinin karşısında hiçbir eksikliğiniz olmayacak demektir.
Zihniniz on adam karşısında on kat çalışırsa, birinde bile duraksamazsa ve siz hepsine birer birer karşılık verirseniz uygun hamleden yoksun kalır mısınız?
Fakat zihniniz bu adamlardan birinin karşısında durursa, siz onun kılıcını savuşturabilseniz bile sıradaki adam geldiğinde doğru hamle elinden kayıp gitmiş olacaktır. Bin Kollu Kannon’un4 tek bedeninde bin kolu olduğunu düşünürsek, zihni yayı tutmakta olan bir kolunda durursa, diğer dokuz yüz doksan dokuz kol hiçbir işe yaramaz. Bunun sebebi, zihnin tüm kolların işe yarayacağı o tek bir yer tarafından alıkonmamış olmasıdır.
Kannon’a gelince, tek bir bedende bin kola sahip olmasının amacı ne olabilir? Bu biçim, insanlara sarsılmaz bilgeliklerini serbest bıraktıkları takdirde, bedenleri bin kola sahip olsa bile her kolun işe yarayacağına dikkat çekmek için yaratılmıştır.
Bir ağacın karşısında durup onun kırmızı yapraklarından sadece bir tanesine bakarsanız diğerlerini göremezsiniz. Gözleriniz herhangi bir yaprağa ilişmediğinde, ağaca aklınızda hiçbir şey olmadan baktığınızda, sınırsız sayıda yaprağı görebilirsiniz. Ancak gözünüz tek bir yaprağa takıldığında, diğer yapraklar sanki orada değilmiş gibi gelecektir.
Bunu kavrayan kişinin bin kollu, bin gözlü Kannon’dan hiçbir farkı olmaz.
Sıradan bir insan, bin kolu ve gözü olduğu için onun kutsandığına inanır. Henüz olgunlaşmamış bir bilgeliğe sahip insan, birinin nasıl bin tane göze sahip olabileceğine hayret ederek bunun bir yalan olduğunu söyler ve karalamaya başlar. Fakat eğer insan işin özünü daha iyi anlayabilirse, ilkelere bağlı ve saygılı bir inanca sahip olacak, sıradan birinin inancına ya da bir başkasının karalamalarına ihtiyaç duymayacaktır. Dahası, Budizmin bu tek örnekle, ilkesini başarılı bir şekilde ortaya koyduğunu anlayacaktır.
Bütün dinler böyledir. Özellikle Şinto dininin böyle olduğunu biliyorum.
Sıradan insan sadece yüzeysel düşünür. Budizme dil uzatan insanın ise durumu daha kötüdür.
Dünyada birçok din vardır fakat en derinlerinde hepsi aynı sonuç üzerine kurulmuştur.
Her halükârda, kişi disiplini uygulayıp acemilikten sarsılmaz bilgeliğe ulaştığında bir dönüş yapar ve ebedi yere, başlangıca geri döner.
Bunun bir sebebi vardır.
Bir kez daha kendi dövüş sanatınızla ilgili olarak konuşabiliriz. Acemi insan, vücudunun duruşu ve kılıcının konumu hakkında hiçbir şey bilmediğinden zihni de bedeninin hiçbir yerinde durmaz. Eğer bir adam ona kılıcıyla saldırırsa, saldırıyı aklında hiçbir şey olmadan karşılar.
Bu kişiye çeşitli konuları inceleyip nasıl bir tavır alacağı, nasıl kavrayacağı ve zihnini nereye koyacağıyla ilgili farklı yollar öğretildiğinde, zihni birçok yerde durabilir. O anda bir rakibe saldırmak isterse alışılmadık şekilde rahatsızlık duyar. Daha sonra günler geçip zaman ilerledikçe çalışmaları doğrultusunda artık ne vücudunun duruşunu ne de kılıcı nasıl tuttuğunu zihninde tartması gerekir.
Bu durumda, birden ona kadar sayıldığında ilk ve son rakamların yan yana olması gibi başlangıcın da sonla aynı anlamı taşıdığı görülür.
Diğer konularda, mesela müzikal perdede, başlangıçtaki en alçak perdeden sondaki en yüksek perdeye hareket edildiğinde en alçaktaki ve en yüksekteki bitişik hale gelir.5
En yüksek ve en alçak perdenin birbirine benzediğini söyleriz. Budizm, en derinlerine ulaştığınızda, Buda veya Budist Yasası hakkında hiçbir fikri olmayan bir insana benzer. Ne bir süsü ne de insanın dikkatini çekecek bir yanı vardır.
Başlangıcın cehaleti ve ıstırabı ile sonradan gelen sarsılmaz bilgelik bir olur. Akıl işlevini yitirir ve kişi, zihnin ve düşüncenin olmadığı bir hale gelir. En derin noktaya gelindiğinde, kollar, bacaklar ve beden ne yapması gerektiğini anımsar ve zihin bu işe karışmaz bile.
Budist rahip Bukkoku6 şöyle der:
“Her ne kadar düşünerek tutmasa da nöbeti, korkuluk boşuna durmaz küçük dağ tarlalarında.”
Her şey böyledir.
İnsanlar, dağdaki tarlalarına korkuluk yapmak için bir insan figürü oluşturup eline bir yay ve ok yerleştirir. Kuşlar ve hayvanlar da bunu görüp kaçarlar. Bir akla sahip olmamasına rağmen geyikler ondan kaçıyorsa, bu figür görevini yerine getiriyor demektir ve boş yere yapılmamıştır.
Bu, herhangi bir yolun derinliklerine ulaşmış insanların davranışlarına bir örnektir. Eller, ayaklar ve beden hareket edebilirken zihin hiçbir yerde durmaz ve nerede olduğu da bilinmez. Kişi, düşüncenin ve zihnin olmadığı ruh haline büründüğünde, tarladaki korkuluğun seviyesine ulaşmış demektir.
Yolunu bulamayan sıradan insanın en başından beri bilgeliğe sahip olmadığını ve ne olursa olsun asla sahip olamayacağını söyleyebiliriz. Her şeyden yüksekte, olabilecek en uzak noktada duran bilgelik, asla ortaya çıkmayacaktır. Son olarak, yeterince olgunlaşmamış kişi, bilgeliğini düşünmeden hemen açığa vuracaktır ve bu gülünç bir durumdur. Günümüz rahiplerinin sahip olduğu edep hiç kuşkusuz bu ışığın rehberliğinde değerlendirilebilir. Bu utanç vericidir.
Eğitim, prensip ve teknik olarak ikiye ayrılır.
Prensip, yukarıda açıkladığım gibidir; oraya vardığınızda hiçbir şey fark edilmez. Tüm konsantrasyonunuzu bir kenara atmaya benzer. Yukarıda bunları uzun uzun anlattım.
Eğer teknikle çalışmaz ve kafanızı sadece prensiplerle doldurursanız, bedeniniz ve elleriniz işlemeyecektir. Teknikle çalışmak, sizin savaş sanatınızla ifade etmek gerekirse, beş beden duruşunu bir bütün haline getiren çalışmadır.
Prensipleri bilseniz bile tekniklerin kullanımında kendinizi tamamen özgür kılmalısınız ve taşıdığınız kılıcı iyi kullansanız bile, eğer prensibin en derin yönleri hakkında aklınız bulanıksa, ustalık için yetersiz kalmanız muhtemeldir.
Teknik ve ilke, bir arabanın iki tekerleği gibidir.
Bir Saç Telinin Bile Giremeyeceği Aralık
Bir saç telinin bile giremeyeceği aralık dediğimiz bir şey vardır. Bu konuda sizin savaş sanatınız üzerinden konuşabiliriz.
Bu “aralık”, iki şeyin üst üste geldiği ve aralarında bir kıl payının bile söz konusu olmadığı durumdur.
Ellerinizi çırpıp tam o anda bir çığlık attığınızda, ellerinizi çırpma ve çığlık atmanız arasındaki aralığa bir saç teli bile giremeyecektir.
Bu, el çırpmak, bağırmayı düşünmek ve sonrasında bağırmakla – ki bu da aralarında boşluk kalmasına neden olacak bir şeydir – ilgili değildir. Ellerinizi çırpıp tam o anda bir ses çıkarıyorsunuzdur.
Aynı şekilde, eğer zihniniz bir adamın size saldıracağı kılıçla birlikte durursa bir aralık olacak ve hamleniz boşa gidecektir. Ancak rakibinizin kılıcıyla kendi eyleminiz arasında bir saç telinin girebileceği bir aralık yoksa, rakibinizin kılıcı size ait olacaktır.
Zen tartışmalarında da aynı şey vardır. Budizmde zihnin durmasından, o veya bu şekilde kalmasından nefret ederiz ve bu durumu ıstırap olarak adlandırırız.
Bu, hızlı bir akıntıda ilerleyen bir top gibidir; akıp giden ve bir an bile durmayan zihne saygı duyarız.
Kıvılcım ve Taşın Hareketi
Kıvılcım ve taşın hareketi dediğimiz bir şey vardır. Bu, az önce bahsettiklerimizle aynıdır. Taşı sürttüğünüzde ışık belirir. Işık, taşı tam sürttüğünüz anda belirdiğine göre ne bir aralık ne de bir boşluk söz konusudur. Bu aynı zamanda zihni durduracak bir aralığın olmaması demektir.
Bunu sadece hız olarak anlamak yanlış olur. Aksine bu, zihnin alıkonmaması gerektiğinin altını çizip hızlıyken durmaması gerektiğini ifade eder. Zihin durursa rakip tarafından ele geçirilir. Diğer yandan eğer zihin, hızlı olmayı düşünür ve hızlıca hareket ederse, kendi tefekkürüne kapılır.
Saigyo’nun bir şiiri vardır:
Bir tek seni bilir dünyadan nefret eden bir adam,Umarım ki alıkonmasın zihnin bu fani mesken tarafından.Saigyo bu şiiri Eguchi’nin7 cariyesine atfeder.
Eğer bu şiirin son dizesine bakarsanız, “Umarım ki alıkonmasın zihnin…” cümlesinin dövüş sanatlarının özünü ifade ettiği söylenebilir çünkü zihnin alıkonmaması esastır.
Zende “Buda nedir?” diye sorulduğunda, kişi yumruğunu havaya kaldırmalıdır. “Budist Kanunu’nun nihai anlamı nedir?” diye sorulduğunda, kelimeler yitip gitmeden önce “çiçeklenen erik ağacının tek dalı” veya “bahçedeki servi” diye yanıtlamalıdır.
Bu iyi ya da kötü bir cevap verme meselesi değildir. Biz duraksamayan bir zihne saygı duyarız. Durmak bilmeyen zihin ne renkten ne de kokudan etkilenir.
Sarsılmaz zihin biçiminin bir tanrı olarak kutsanmasına, bir Buda olarak saygı duyulmasına ve zen Zihin ya da Nihai Anlam olarak adlandırılmasına rağmen eğer kişi baştan sona düşünüp sonra konuşursa, dudaklarından altın sözler ve gizemli dizeler dökülse bile ebedi yerde kalmanın ıstırabı baş gösterecektir.
Taş ve kıvılcımın hareketinin şimşek hızında olduğu söylenemez mi?
Çağrıldığında hemen “evet” diye yanıtlamak, sarsılmaz bilgeliktir. Diğer yandan, çağrıldığında bu isteğin nedeni konusunda tereddüt etmek, ebedi yerde kalmanın ıstırabıdır.
Duran, bir şeyden etkilenen ve karışan zihin, ebedi yerde kalmanın ıstırabı ve sıradan insan demektir. Seslenildiğinde aralıksız yanıtlamak ise tüm Budaların bilgeliğidir.
Buda veya sezgileri olan tüm varlıklar birbirinden ayrı değildir. Tanrı veya Buda denilen, işte böyle bir zihindir.
Pek çok yol olmasına rağmen – Tanrıların Yolu, Şiirin Yolu, Konfüçyüs’ün Yolu – hepsi bu tek zihnin duruluğunu paylaşır.
Zihni kelimelerle anlatırken “Herkes aynı zihne sahiptir,” veya “Gündüz ve gece, iyi ve kötü olaylar Karma’ya bağlıdır,” veya “Kişinin evini terk etmesi, ülkesini harap etmesi onun yansımasıdır çünkü hem iyi hem de kötü, kişinin zihnine bağlıdır,” gibi şeyler söyleriz. İnsanlar bu zihnin neye benzediğini merak edecek olursa, onlara bunu gösterebilecek gerçekten aydınlanmış biri olmadığı sürece sadece kafaları karışacaktır.
Bu dünyada zihnin ne olduğunu bilmeyenler mutlaka vardır fakat bunu anlayan insanların da az bile olsa var olduğu açıktır. Zihni anlayan insanlar var olsa da buna uygun davrandıkları pek sık görülmez. Yani, zihni iyi açıklayabilseler bile onu derinlemesine anladıkları şüphelidir.
Bir insan suyu anlatabilir ama ağzı ıslanmayacaktır. Bir insan ateşi tüm yönleriyle izah edebilir ama ağzı ısınmayacaktır.
Kişi, gerçek suya ve gerçek ateşe dokunmadan onları tanıyamaz. Bir kitabı açıklamak bile o kitabın anlaşılmasını sağlamaz. Yiyecekler kısaca tanımlanabilir ama bu tek başına kişinin açlığını gidermez.
İnsanın bir başkasının açıklamasıyla anlayışa erişmesi mümkün değildir.
Bu dünyada zihni açıklayan Budistler ve Konfüçyüsler vardır ancak yaptıklarıyla söyledikleri birbirini tutmaz. Bu tür insanların zihinleri gerçekten aydınlanmış değildir. İnsanlar kendi zihinleri hakkında tam olarak aydınlanmadıkları sürece anlayışa sahip olamayacaklardır.
Eğitim alan birçok kişi zihni anlamaz ama bu, sayılarla ilgili bir mesele değildir. Onların arasında doğru bir düşünce yapısına sahip tek bir kişi yoktur. Bir kişinin zihninin aydınlanmasının, o insanın çabalarının derinliğine bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanın Zihnini Koyduğu Yer
Biz şöyle deriz:
Eğer insan, zihnini rakibinin hareketine koyarsa, zihni rakibin hareketi tarafından ele geçirilecektir.8
Zihnini rakibinin kılıcına koyarsa, zihni o kılıç tarafından ele geçirilecektir.
Zihnini rakibinin kendisine vurma niyetine koyarsa, zihni rakibinin ona vurma niyetiyle ilgili düşünceler tarafından ele geçirilecektir.
Zihnini kendi kılıcına koyarsa, zihni o kılıç tarafından ele geçirilecektir.
Zihnini vurulmama niyetine koyarsa, zihni vurulmama niyeti tarafından ele geçirilecektir.
Zihnini rakibinin duruşuna koyarsa, zihni o duruş tarafından ele geçirilecektir.
Bu da, zihnini koyacak bir yer olmadığı anlamına gelir.
Bir zamanlar bir adam şöyle demişti: “Zihnimi nereye koyarsam koyayım, niyetlerim zihnimin gittiği yerde alıkonuluyor ve rakibime karşı kaybediyorum. Bu yüzden zihnimi göbeğimin altına koyuyor ve gezmesine izin vermiyorum.9 O zaman rakibimin hareketlerine göre değişebiliyorum.”
Bu akla yatkındır fakat Budizmin en yüksek noktasından bakıldığında zihni göbeğin, vücut merkezinin altına koymak ve gezmesine izin vermemek yüksek değil, düşük bir anlayış düzeyidir. Bu, disiplin ve eğitimle aynı düzeydedir. Ciddiyetle aynı düzeydedir. Ya da Mencius’un, “Kayıp zihnin peşinden git,”10 sözüyle aynı düzeydedir. Bu da en yüksek seviyeyi işaret etmez, sadece ciddiyet duygusuna sahiptir. “Kayıp zihin” konusuna gelince, bununla ilgili başka bir yerde yazmıştım, göz atabilirsiniz.
Zihninizi göbeğinizin altına koyup gezinmesine izin vermemeyi düşünürseniz, zihniniz bu planı düşünen zihin tarafından alıkonulacaktır. Böylelikle ilerlemeye gücünüz olmayacak ve özgürlükten son derece uzak olacaksınız.
Bu da bizi bir sonraki soruya götürür: “Eğer zihnimi göbeğimin altına koymak beni işlevsiz ve özgürlükten mahrum bırakıyorsa, bunun hiçbir faydası yoktur. O zaman zihnimi bedenimin hangi bölümüne koymalıyım?”
Ben de, “Eğer zihnini sağ eline koyarsan, zihnin sağ elin tarafından ele geçirilecek ve bedenin de işlevini kaybedecektir. Eğer zihnini gözüne koyarsan, gözün tarafından ele geçirilecek ve bedenin işlevini yitirecektir. Eğer zihnini sağ ayağına koyarsan, zihnin sağ ayağın tarafından ele geçirilecek ve bedenin işlevini yitirecektir. Eğer zihnini bir yere koyarsan, bedeninin geri kalanı işlevini yitirecektir,” diye cevap veririm.
“Peki, öyleyse insan zihnini nereye koyar?”
“Eğer zihnini herhangi bir yere koymazsan, bedeninin her bölümüne ilerleyecek ve tümünde var olacaktır. Böylelikle, eline geldiğinde elinin işlevini gerçekleştirecektir. Ayağına geldiğinde ayağın, gözüne geldiğinde de gözün işlevini gerçekleştirecektir. Eğer bir yer seçip zihnini oraya koyacak olursan, zihnin o yer tarafından ele geçirilecek ve işlevini kaybedecektir. İnsan düşünürse, düşüncelerine kapılır. Bu yüzden düşünceleri ve ayrımsamayı bir kenara bırak, zihnini bedeninden uzaklaştır, orada veya burada durmasına izin verme. Zihnin bu yerleri ziyaret ettiği zaman işlevini yerine getirecek ve görevini hatasız yapacaktır,” diye yanıtlarım.
Zihni bir yere koymaya, tek taraflılığa kapılmak denir. Tek taraflılığın, bir yöne meyilli olmak olduğu söylenir. Doğruluk her yöne hareket eder. Doğru Zihin, bedenin tümünde var olarak kendini gösterir. Herhangi bir yere meyilli değildir.
Zihin bir yere meyilli, başka bir yerden eksik olduğunda buna tek taraflı zihin denir. Tek taraflılık değersizliktir. Herhangi bir şey tarafından tutsak edilmek, bu şey ne olursa olsun, tek taraflılığa kapılmaktır ve Yol’da yürüyenler tarafından hor görülür.
İnsan “Zihnimi nereye koysam?” diye düşünmediğinde, zihni tüm bedeni boyunca uzanacak ve her yere ulaşacaktır.
İnsan zihnini bir yere koymayarak rakibinin hareketlerine karşılık vermek üzere onu bir yerden başka bir yere götürerek kullanamaz mı?
Eğer zihin tüm bedenle hareket ediyorsa, ele ihtiyaç duyduğunda kişi eldeki zihni kullanmalıdır. Ayağa ihtiyaç duyduğunda, ayaktaki zihni kullanmalıdır ama eğer zihni koyacak tek bir yer belirlerseniz, onu oradan çıkarmaya çalıştığınızda olduğu yerde kalacak ve işlevsiz olacaktır.
Zihni, bağlı bir kedi gibi kontrol altında tutup gezinmesine izin vermediğinizde, zihin kendi içinizde alıkonmuş olacaktır. Onu bedeniniz içinde terk ettiğinizde, hiçbir yere gitmeyecektir.
Zihni tek bir yerde durdurmamak için çabalamak, işte bu disiplindir. Zihni durdurmamak amaç ve esas olandır. Hiçbir yere koymadığınız sürece her yerde var olacaktır. Zihin bedenin dışına hareket ettiğinde bile eğer sadece bir yöne gönderilirse diğer dokuz tanesinde olmayacaktır. Zihin sadece bir yönle sınırlandırılmazsa, onunda da var olacaktır.
Sağlıklı Zihin ve Bulanık Zihin
Sağlıklı zihin, tek bir yerde kalmayan zihindir. Tüm beden ve benlik boyunca uzanan zihindir.
Bulanık zihin, bir şey üzerinde düşünürken olduğu yerde donup kalan zihindir.
Sağlıklı zihin bir yerde donup kaldığında, bulanık zihin dediğimiz şeye dönüşür. Sağlıklı zihin yolunu kaybettiğinde, her yerde işlevini yitirir. Bu nedenle onu kaybetmemek önemlidir.
Sağlıklı zihin, bir yerde durmayışı açısından suya benzer. Bulanık zihin ise buza benzer ve buzla elleri ve başınızı yıkayamazsınız. Buz eridiğinde suya dönüşüp her yere akar. Böylece elleri, ayakları ve diğer her şeyi yıkayabilir.
Zihin bir yerde donup kaldığında donmuş suya benzer ve özgürce kullanılması olanaksızlaşır. Elleri ve ayakları yıkayamayan bir buz gibi… Zihin eritilip su gibi kullanıldığı zaman tüm beden boyunca uzanarak her yere ulaşır.
Sağlıklı zihin budur.
Var Olan Zihnin Özü ve Olmayan Zihnin Özü
Var Olan Zihin, tıpkı Bulanık Zihin gibidir ve kelimenin tam anlamıyla “var olan zihin” demektir. Bu, konu ne olursa olsun tek bir yönde düşünen zihindir. Zihinde düşünecek bir şey olduğunda, ayrımsama ve düşünceler ortaya çıkacaktır. İşte bu nedenle Var Olan Zihin olarak bilinir.
Olmayan Zihin, Sağlıklı Zihin gibidir. Bir yerde donup kalmaz. Ayrımcılığa ve düşünceye sahip olmayan, tüm bedence uzanıp gezinen zihne, Olmayan Zihin denir.
Olmayan Zihin, hiçbir yere yerleştirilmemiştir ancak tahta ya da taş gibi de değildir. Duracak yerin olmadığı yere Olmayan Zihin denir. Durduğunda, zihinde bir şey var demektir. Zihinde bir şey olmayan duruma, Olmayan Zihnin Özü denir. Bir başka deyişle, zihnin ve düşüncenin yokluğudur.