
Полная версия
Felsefesi ve Aforizmalarıyla Nietzsche
Nietzsche’ye Göre Hayat
Schopenhauer, yaşamın kaynaklarının izini aklın ötesinde iradeye kadar takip etmişti. İrade hayattır, demişti. Ancak iradenin kendini koruyan yönüne en büyük vurguyu yapması, öğretilerinin özelliğiydi. Yaşama iradesi, aslında, Schopenhauer tarzı bir keşif ifadesidir. Nietzsche, Schopenhauer’ın irade kavramını, yaşamın özü olarak kabul etti, ancak ona önemli bir tanım ekledi daha doğrusu ilave etti: hayat, güç iradesidir.
Nietzsche, canlıların görünüşüne (zira hayat, aslında, canlıların toplamından başka bir şey değildir) bakarken, onların yalnızca kendilerini korumak için değil, güçlerini artırmak ve genişletmek için de içgüdüsel olarak mücadele ettiklerini gözlemledi. Basit bir kendi kendine bakımla yetinmek şöyle dursun, tüm canlılar daha fazlasını arzuluyor gibi görünüyor. Uygun koşullar ortaya çıkar çıkmaz, belirli bir tür kendini evrenselleştirmek istercesine çoğalmaya ve yayılmaya başlamıştır. Darwin bu eğilimi gözlemleyememiş olsa da bitki ve hayvan dünyalarında durum kesinlikle böyleydi ve Nietzsche, aynı durumun insan için geçerli olduğuna inanıyordu.
Zira her insan; fikirler, kişilik veya eylem yoluyla, yaşarken veya ölümünden sonra gizlice ya da açıkça bir otokrasi kurmayı arzular aslında. İçindeki bu amansız evrenselleştirici irade o kadar köklüdür ki kendini koruma iradesi genellikle tamamen unutulur. Hayat, yaşama iradesinden ibaretse, fedakârlık ve vazgeçme eylemlerinin açıklamasını yapmakta zorlanırız. Hayattaki tek iradeye karşı gelebilecek ve onun üstesinden gelebilecek irade nerede olabilir?
Son derece faal bir mizaca sahip olarak Nietzsche, yalnızca yaşamın uzatılmasıyla tatmin edilemeyecek bir iradenin bilincindeydi. Yaşamın hiçbir sürekliliğinin karşılayamayacağı özlemleri ve arzuları (bazı açılardan yaşama istenciyle açıkça çelişen ve aslında yaşamın kendisini tehlikeye atan özlem ve arzuları) tekrar tekrar içinde hissetti. Kendisindeki ve diğerlerindeki bu fazla iradeye güç iradesi adını verdi çünkü bu irade, sadece mevcut yaşam için değil, daha fazla yaşam için; sadece mevcut gücün korunması için değil, daha fazla güç için; sadece süreklilik için değil, ilerleme için özlem duyuyordu.
İnsandaki bu iki iradenin (yaşama iradesi ve güç iradesi) birbiriyle ilişkisi, Nietzsche’nin teorik sorununun önemli bir bölümünü oluşturdu. Zira kendi içindeki mücadelelerinde, dünya dramının mücadelelerini küçük görüyordu. Dünya istencinin bir parçası olan kendisinin içindeyse hayatını sürdürme iradesiyle onu tehlikeye atma ve hatta bir fikir için çöpe atma iradesi arasında sonsuz bir çatışma vardı; dolayısıyla belki de aynı çatışma dünya meselelerinin genelinde gözlemlenebilirdir.
Nietzsche, yaşamı en geniş anlamıyla sonsuz bir oluş süreci olarak tasavvur ediyordu. Ama süreci devam ettiren nedir, diye de soruyordu. Yaşama iradesinin tek irade olduğu varsayımına göre, oluş süreci makul bir şekilde sona erebilir ve Platon’un Endymion dünyası hayali gerçekleşebilir. Yalnızca yaşam panoramasının süregelen varoluşunu değil, yaşamın sürekli yükselişini açıklamak, başka bir tür iradeyi, yani aşma arzusunu, artan güç istencini gerektirmiyor muydu?
Yaşam çarkı yaşama arzusunun kendisiyse, güç istenci onun itici gücüydü. Bu süreç, sadece bu fazlalığın faaliyetiyle artırılabilir ve yoğunlaştırılabilirdi.
Nietzsche, her zaman olduğu gibi, canlıları ve özellikle insanları gözlemleyerek teorilerini anında doğrulamaya başladı. İnsan toplumlarında yaratılan ve sürdürülen sayısız kurumu, düzenlemeyi ve yasayı gördü. Bunların amacı neydi? Bunlar açık bir şekilde hayatın sürdürülmesi için tasarlanmıştı. İnsanları dış ve iç düşmanlara karşı korudukları ölçüde, yaşama istencinin amacına hizmet ediyordu. Ama toplum üyelerinin güvenliğini tehdit eden içerideki ve dışarıdaki düşmanlar kimlerdi? Bu düşmanlar, saldırıda kullanılan bir fazlalığı karşılayabilecek kadar güçlü olan kuvvetli bireyler ve kuvvetli yabancı topluluklardan başkası değildir. Kısacası tüm insan kurumları, varlıklarını öncelikle yaşama iradesine, bir savunma olarak da güç iradesine borçludur.
Ancak bu iki irade arasındaki ilişki yalnızca bir çatışma değil, karşılıklı zorunluluk ilişkisidir. Her biri diğerinin var olmasını talep eder. Çünkü bir yandan, kendini açmasaydı, hayatın nasıl bir anlamı veya önemi olabilirdi? Tekdüze bir hayatın sıkıcı tekrarı, anlamdan ve ilginçlikten yoksun korkunç bir saçmalık olurdu. Yaşama istencinin kendisi, sürekli ilerleme iradesi dışında haksızdır. Hayat, yalnızca “ilerleme” ve her zaman yeni bir şey yaratmakla katlanılabilir hale gelir. Öte yandan, üstün gelme arzusu da yaşama arzusu tarafından koşullandırılır. Yaşama istenci olmadan, güç istenci imkânsızdır, mevcut değildir.
Ancak birbirleri için ne kadar gerekli olsalar da ilişkileri karşılıklı olarak çekişmelidir. Canlıların kendilerini tüketme isteklerine karşı kendilerini sürdürmek için giriştikleri daimî mücadele… Hayatın trajedisi… Sonsuz bir çatışmadaki Dionysos ve Apollon…
Ancak bireylerin üyesi oldukları toplumlara göre farklılık gösterdiği ve ağırlıklı olarak Apolloncu ya da Dionysosçu oldukları açıktı. Birbirleri için gerekli oldukları kadar; bireylerin, toplulukların ve ırkların onları ayırma girişiminde bulunabilecekleri de düşünülebilirdi. Güç istenci, onun fazlası ve aşırılığı olan yaşama isteğinden ayrı olarak var olamasa da belki de yaşama isteği, güç istenci olmadan varlığını sürdürmeye çalışabilir.
Ancak bu, yalnızca yaşam enerjisinin halihazırda yetersiz ve azalmakta olduğu bireyler arasında gerçekleşebilir. Bu bireylerde yaşam enerjisi o kadar zayıftı ki hiçbir fazlalık, hiçbir taşkınlık meydana gelemezdi. Bu tür bireyler veya toplumlar, kendileri için yalnızca zaten enerjisini kaybetmiş yaşamı korumak için tasarlanmış kurumlar yaratacaktır. Kısacası Nietzsche’nin modern Avrupa’ya ve modern Avrupa kurumlarına bakışı bu şekildeydi. Bunlar, birkaç istisna dışında yozlaşmışlardı ve yozlaşmış bir yaşamı yansıtıyorlardı. Açıkça ilan edilmiş amaçları insanların korunmasıydı. İlerleme, kültür, evrim gibi güzel isimlerle adlandırdıkları şu koruma! Ancak amaç, insanların üstesinden gelmek değil, sadece insan rahatlığıydı. İnsanlar huzur içinde ölmek istiyorlardı.
Bununla birlikte yaşam gücünün bu çöküşü Avrupa’da neredeyse evrenselken yaklaşan bir yükselişin işaretleri yok muydu? Yaşam, doğası gereği hem yaşama istenci hem de güç istenci olduğundan, güç istencinin sonsuza kadar uyuklaması mümkün değildi.
Artık hiçbir değeri olmayan hiyerarşiler halinde düzenlenmiş insan yığınları arasında, hâlâ sağda solda, yaşam fazlasına sahip güçlü bireyler vardı. Koruyucu kurumların boyun eğdirici etkilerine karşı olan böylesi insanlar, toplumun suçlu, ahlaksız ve ilkesiz olarak gördüğü eylemlere sürüklendi. Şimdiye kadar bu tür bireyler sayıca azdı, ancak yine de hayatın kurtarıcı ruhunu oluşturuyorlardı. Zira her türden kurumun bir savunma olmaktan başka bir anlamı yoktu ve düşmanlarının yok olması kurumları anlamsızlaştırdı.
Ne var ki Avrupa, yaşam standardını yükseltecekse bu tür insanların teşvik edilmesi ve kültürleri için kurumların yaratılması gerekiyordu. Hayatın trajik doğası, böyle olmasını gerektiriyordu. Bu birkaç Dionysosçu gizem arasında bir propagandaya ihtiyaç vardı. İnsanlar, hayatın doğasının farkına varmayı öğrenmeli; hayatın devamı için değil ama ona üstün gelmek için sorumluluklarını idrak etmelidir. Yaşamın oluş hızı onlara bağlıydı.
Hayatla İlgili Aforizmalar
Hayır, hayat beni aldatmadı. Aksine yıllar geçtikçe onu daha zengin, daha çekici ve daha gizemli buluyorum (büyük kurtarıcı bana geldiği günden beri, hayatın bilgi peşinde koşanlar için bir görev, kader, hile ve sahtekârlık değil ama bir deney olabileceği düşüncesindeyim). “Bilgiye ulaşmanın bir yolu olarak hayat”; insan bu ilkeyle sadece cesurca değil, neşe ve kahkahalarla da yaşayabilir.
* * *Hayatın değeri hesaplanamaz.
* * *İçgüdülere karşı savaşmak zorunda olmak, çöküşün formülüdür: yaşam yükseldiği sürece mutluluk içgüdüyle özdeştir.
* * *Yaşamı gelişme, devamlılık, güç birikimi, güç içgüdüsü olarak görüyorum; güç istencinin eksik olduğu yerde düşüş söz konusudur.
* * *Dünyanın varlığı ancak estetik bir olgu olarak meşrulaştırılabilir.
* * *Hayat, özünde ahlaka aykırı bir şeydir.
* * *Ancak elimizde işe yarar bir şeyler kalabilmesi için temelde bunu önemsiyoruz.
* * *Adil olmak her zaman olumlu bir davranıştır.
* * *Bir mabedin inşa edilebilmesi için bir mabedin yıkılması gerekir.
* * *Artık yaşam mabedine solmuş çelenk asmayın.
* * *Henüz yürünmemiş binlerce yol, binlerce sağlıklı durum ve gizli yaşam adaları var.
* * *Tüm canlılar itaat eder.
* * *Hayat, kendini aşması gereken neyse odur.
* * *Canlılara göre, birçok şey yaşamın kendisinden daha değerlidir.
* * *Yaşam, ölmek isteyene karşı sürekli bir mücadeledir; çürüme eğilimlerine karşı gaddar ve acımasız olmaktır.
* * *Gücün derecesi dışında hiçbir şey değerli değildir.
* * *Hayata katlanmak çok mu zor? Bu kadar zayıfmış gibi davranmayın.
* * *Öz, bizzat yaşamın içine giren yaşamdır.
* * *Nihayetinde insan ancak kendisini deneyimler.
* * *Cesaret şöyle dedi: “O, hayat mıydı? Yukarı! Bir kez daha!”
* * *Dünya, insan sevgisini korkutup kaçıracak kadar bir muammadır; insan bilgeliğini uyutmaya yetecek bir çözüm değildir.
* * *Neşeli bir hayatın sırrı, tehlikeleri göze alarak yaşamaktır.
* * *Canlıya rastladığım yerde güç istencini bulurum.
* * *Yaşama aykırı bir şeyi arzulamaktan daha tehlikeli bir şey yoktur.
* * *Her şikâyet bir suçlamadır, her sevinç övgüdür.
Nietzsche’ye Göre Erkek ve Kadın
Nietzsche’nin insanın gerçek doğasına ilişkin kavrayışını, Hindu filozofların ayrılığın sapkınlığı olarak adlandırdıkları şeye bağlı kaldığımız sürece kavramak zordur. İnsanlığın, bir bakıma, her biri kendi derisiyle tanımlanan ve kendi kendine yeten milyonlarca ayrı varlıktan oluştuğu doğrudur. Ancak bu görüş, maddeyi nihai bir gerçeklik olarak ele alan saf gerçekçilik görüşüdür. Daha önce gördüğümüz üzere Nietzsche’nin görüşüne göre, en nihai gerçeklik istençtir ve bu, tüm biçimlerde eşit ve kayıtsız bir şekilde tezahür ettiğinden ve aslında kendi saptırması için biçimin anlamını ve görünümünü yarattığından, insanlığın özü olarak görmemiz gereken istençtir.
Evrensel istenç açısından bakıldığında tüm biçimler, oluşumlarının yüzeyindeki baloncuklardan ibarettir. Ya da trajedinin tutarlı görüntüsünü benimsemek için ortaya çıkışının büyük dramasında dünya istencinin ardışık nitelendirilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla insan kendi başına bir amaç değildir ve evren de onun mutluluğu veya mükemmelliği için tasarlanmamıştır. İnsan, trajik varoluşun estetik gösterisinin yalnızca en soylu kahramanıdır. Birey olarak, genel anlamıyla kendi görüntüsünü değerlendirmekten aciz olması veya varoluşun amacına ve zirvesine inanması gerektiği, öz bilincin ilk aşamalarında son derece doğal olan hatalardır. Ancak Nietzsche, dramada rollerini oynarken, gösteriyi de takdir etmesi gereken zeki varlıkların yaratılmasını dört gözle bekliyordu. Böylece hayatı paylaşacaklar ve gerçekte gördükleri trajedinin yaratıcıları olacaklardı. Ancak insanlar, şu anki aşamadaki insandır, böyle bir görüş için fazlasıyla insandır. Trajedi önerisi onları dehşete düşürür. Her ikisi de trajedi için gerekli olan acı ve mücadeleden kurtulmayı arzular. Sanki trajik kupanın götürülmesi için dua ediyormuş gibi acınası bir şekilde, bir kurtuluş gününü ve bir kurtarıcıyı dört gözle beklerler. Ama Nietzsche’ye göre bütün bunlar, yalnızca çöküşün işaretidir. Zira oluş süreci ebediyse, o zaman onun ortaya çıkışının görüntüsünden nihai bir kaçış yoktur. Oluş çarkının dönmeye devam etmesini sağlayan güç istenci işliyorsa acı da trajedi de olmalıdır. Bu güç istenci, yaşamın kendi doğasında içkin olduğundan, acı ve trajedi ya dramada gerekli unsurlar olarak açıkça kabul edilmeli ya da uyutucular ve sakinleştiricilerle bilinçten gizlenmelidir. İnsan bir köprüdür; bir amaç değil, bir oluştur, bir varlık değildir. Bir varlık ve kendi içinde bir amaç olarak insan ona göre aşağılıktır. Değeri, anlam taşımasında yatar. Tüm mahlûklar arasında insan, en umut verici olanıdır; çünkü tüm mahlûklar arasında en maceracı, deneysel ve kendisine en çok acı çektiren odur. Böyle bir tarih, üstün ve haklı bir türün doğum öncesi durumu olarak görülmeseydi, insanın tüm trajik tarihi, anlamsız bir komediden ibaret olurdu. İnsan, her şeyden önce yaratıcı bir hayvandır, tam da bu nedenle fevkalade ilginçtir ve dolayısıyla dünya istencinin mevcut kahramanı olarak fevkalade önemlidir.
İnsanın mevcut parçalı doğasını doğrulamak için çok fazla gözleme gerek yoktur. Bugüne kadar yaşamış tüm insanlar arasında, içinde tüm insanlığın ruhunu barındıran tek bir kişinin adını verebilir miyiz? Carlyle gibi dindar bir adamın, Nasıralı İsa için bile pişmanlıkla şunları söylemesi mümkün olmuştur: “Onda Falstaff yoktur.” Peki ya Sezarlarımız ve Napolyonlarımız, Budalarımız ve Platonlarımız, bilgelerimiz, azizlerimiz, peygamberlerimiz ve şehitlerimiz? Hiçbir “birleşimli insan”, insanlığın tüm güçlerini bir araya getirip onun yansıtıcısı olmadı.
Yine de her bireyin arkasında ve her birinde az ya da çok vücut bulan büyük akıl, kudretli rab, benlik mevcuttur. O, (bu, insan ya da insanlıktır) kendisinin görünüşte izole edilmiş tüm parçalarının altında, üstünde ve çevresinde durur. Bize bir takımada gibi görünen onun büyük kıtası, tüm ayrı yaşamlarımızın evi, kaynağı ve varlığıdır. Ayrışmış bilincimizin, parçalı aklımızın, küçük benliğimizin ve “Ben”in başından sonuna kadar ve devamında da peşinden bu dünya bilinci rol oynar. Parçalar olarak henüz bilinçli şekilde kullanamadığımız tüm güçlerin kontrolü onun elindedir. Bu kozmik hayata ister içgüdü ister dürtü isterseniz ilham (nasıl arzu ederseniz) deyin, gerçek şudur ki mantıklı, kontrollü ve bilinçli yaşamımıza kıyasla içgüdüsel yaşamımız sonsuz derecede daha büyük, daha akıllı ve daha derindir. Tüm maharet bilinçaltında bulunur. Bilinçli olan her şey kusurlu, yanılabilir ve insanidir.
İnsana ve onun insanlık ruhuyla olan ilişkilerine dair böyle bir görüşle karşılaşan birey, umutsuzluğa düşebilir. İnsandan kaynaklanan umutsuzluk, gerçekten de Nietzsche’nin olağan tavrıydı. O, neredeyse bir annenin gözüyle, mücadele eden insan ırkına baktı ve önlerine konan büyük görev için yeterli olup olmadıklarından şüphe etti. Üstün bir varlık türü tarafından olağanüstü bir insan tasarlamak oldukça mümkündü, ancak insan olarak Nietzsche’nin, kendi türü dramada zafer kazandığı için doğal bir arzuya sahip olduğu varsayılabilir. Fakat üstün ırk, sadece dilemekle ya da mevcut ırkın önündeki ideallerle yaratılmamalıdır. Mevcut insan, tüm kusurlarıyla birlikte, şimdiye kadar tasarlanmış herhangi bir ideal insandan sonsuz derecede üstündü.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Pons asinorum (eşek köprüsü), ikizkenar üçgenlerde tabandaki açıların birbirine eşit olduğunu ve eşit düz doğrular daha fazla uzatıldığında, tabanın altındaki açıların birbirine eşit olduğunu belirtir. Aynı zamanda eleştirel düşünmeyi test eden bir sorun veya zorluk için mecazi bir ifade olarak da kullanılır ve “eşek köprüsü”nün muhakemede yetenekli olanlarla beceriksizleri birbirinden ayırma yeteneğine atıfta bulunur. (e.n.)