
Полная версия
KAR ILE KARA
Ejderha daha önce ona hiç kimse yalan söylemediğinden buna hemencecik inanmış tabii. Öfkeyle bir sağa bir sola gidip gelmiş. “Peki bana böğürtlenleri vermeleri için onları nasıl ikna edebilirim?” diye sormuş.
Bu sefer baba cevap vermiş. “İkna etmen mümkün değil güzel ejderha.” demiş. “Yapacağın tek şey çiftliklerine zorla el koymak.”
Ejderha, uzun bir müddet düşünmüş. Zor kullanmak hiç de ona göre değilmiş. Ama öte yandan aç kalırsa kışı çıkaramaz, ölür gidermiş. Sonunda bunun dışında bir çözüm yolunun bulunmadığına karar vermiş.
Baba ile kızı orada bırakıp hemen havalanmış. Önüne çıkan bütün çiftlikleri ağzından çıkan alevlerle ateşe vermiş. Zavallı çiftlik sahipleri korkup kaçmışlar. Bir tek Kara Böğürtlen Çiftliği’ndeki insanlarla hayvanlar bodrum katına inip orada bir sığınakta saklanmışlar.
Ejderha civardaki bütün çiftlikleri aramış. Ama hiçbirinde böğürtlen bulamamış. Oyuna getirildiğini anlamış anlamasına ama iş işten geçmiş. Kötü kalpli baba, kızları ve emrindeki hayvanlarla onu bir ağla sımsıkı yakalayıp bir mağarada esir etmiş. Sonra da bütün çiftliklere el koymuşlar. Kara Böğürtlen Çiftliği’nin sahipleriyle çalışanlarının da korkup kaçtığını düşündüklerinden gelip oraya yerleşmişler.”
“Peki, sonra ne oldu?” diye sordu.” Kar, kekliğe.
“Şimdi geç oldu.” dedi keklik. “Birazdan çoban eşeklerle katırları getirir. Belki bir gün devamını siz bana anlatırsınız.”
“Anlamadım.” dedi Kara. “Masalın devamını bilmiyoruz ki…”
“Masalın içindeyiz zaten.” dedi keklik. “İpuçlarını size söyleyeyim. Ejderha’yı güç, Kara Böğürtlen Çiftliği’ni Güzel Sular Ülkesi ve kötü kalpli baba ile kızlarını da Kozman devletinin yöneticileri olarak düşünün. Hadi şimdi bana müsaade…”
Keklik sözünü bitirir bitirmez uçtu gitti.
İki kardeş ne masaldan ne de kekliğin verdiği ipuçlarından bir şey anladılar. Birbirlerine şaşkın şaşkın bakarken çoban Ahmet’in sesini duydular. Sonra içeriye yorgun argın giren hayvanları gördüler. Heyecanla anne ve babalarını görmek ümidiyle kapıya diktiler gözlerini ama onları yine göremediklerinden hayal kırıklığıyla köşelerine çekildiler.
Zincirlerini Kıran Boğa

Ertesi gün Kar ve Kara uyandıklarında ahırda diğer hayvanları göremediler.
Kara kısa bir süre kardeşini sevgiyle süzdükten sonra kendinden emin bir sesle, “Bugün anne ve babamıza ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Bu yüzden dışarı çıkacağım ben.” dedi.
Kar, sıkıntıyla baktı kardeşine, “Anne babamız ya da insanlar olmadan çıkmamalıyız Kara.” dedi korkuyla. “Bu çok tehlikeli…”
“Ben artık dayanamıyorum Kar. Dört gündür anne babamız yok. Onların nefesini hissetmeden yaşayamayız kardeşim. Başlarına bir felaket gelmesinden korkuyorum. Bu yüzden ne yapıp edip buradan çıkmalıyız!”
“İstesen de buradan çıkamayacağını bilmiyor gibi konuşuyorsun Kara. Kilitli kapıyı açman mümkün mü?”
“En azından deneyeceğim Kar.”
Kara, başıyla ve ön bacaklarıyla kilitli kapıyı açmaya çalıştı, ne var ki başarılı olamadı. Sonra Kar da yardımına geldi. İkisi birlikte oldukça uğraştılar. Kapı hakikaten çok sağlamdı.
Ama o anda hiç beklemedikleri bir şey oldu. Boğa, zincirlerini koparmış, kapıya doğru son süratle geliyordu. Sesi öyle ürkütücüydü ki Kar korkudan ne yapacağını bilemedi. Bu da nereden çıktı, der gibi kardeşine baktı. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama dilinden yarım yamalak birkaç ses döküldü ancak. Kara da şaşkındı bu ani gelişen olay karşısında. Boğanın kapıya doğru ilerleyişiyle yer zangır zangır titredi.
Kara da Kar da kendilerini güçlükle geriye attılar. Bir saniye daha geç kalmış olsalardı, boğa onları önüne katıp boynuzlarıyla kırarak açtığı kapıdan alıp götürecekti.
Boğanın bedenine sarılı zincirlerle kapıyı açıp çıkmasıyla insanlar bir anda belirdiler. Hızla koşan boğanın peşinden gittiler.
Boğanın peşinden bağırış çağırışlar da gittiğinden bir süre sonra ortalık müthiş bir sessizliğe kesti. İki kardeş de şoka girmişlerdi âdeta. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sonra kendine gelen Kara, son derece sakin adımlarla ahırdan çıktı. O an Kar, “Kara, gitme ne olursun!” dedi.
Kara, usulca ona doğru döndü yüzünü. Gayet sevecen bir sesle, “Boğa bizim için kırdı kapıyı, hadi durma da gel.” dedi.
“Olmaz.” dedi Kar. “Ben çok korkuyorum. Bütün gün neden öyle uyuduğumu hiç merak etmedin mi? Korkuyu aklıma getirmemek için en iyi yol uykuydu Kara. Oysa sen her zaman cesur bir eşek oldun. Gözlerini sonuna kadar açıp etrafı izledin. Ben senin gibi değilim.”
Kara, kardeşinin düşündüğünün aksine umursamaz olduğundan değil de korktuğundan öyle uyuduğunu öğrenince çok şaşırdı. Demek ki korkan, yalnız kendisi değilmiş. Kardeşine yaklaşıp alnını alnına değdirdi.
“İyi ya.” dedi. “Ben çıktığıma ve sen de burada yalnız kalamayacağına göre tek çaren var: Benimle gelmek… Hem anne ve babamızı özlediğini söyleyip duruyordun ya onları da buluruz bakarsın.”
Kar, kardeşine bu defa hak verdi. Burada yalnız başına kalamazdı. Anne ve babasını bulup onlara yardım da edebilirlerdi.
Gün ışığına alışamadı ikisi de bir süre. Başını kaldırıp gözlerini yummuştu Kara. Derin bir nefes aldı ve kendini tamamen doğaya bıraktı. Kar da hemen arkasında duruyordu. O da gözlerini sımsıkı yummuştu.
İkisi de gözleri kapalı bir müddet öylece bekledi. Doğanın bütün renklerinin ışıltısı üzerine sinmiş gibi alabildiğine huzurluydu Kara. Kar ise onunkinin tersine huzursuz bir yüz ifadesiyle dikiliyordu.
Kara, hiç acele etmeden gözlerini yavaş yavaş açtı. Böyle yaparak doğadaki her şeyi alışa alışa görmeyi arzular gibiydi. Önce içinde bulunduğu bahçeyi gördü. Çeşit çeşit, farklı renk ve büyüklükteki elmaları, armutları, kayısıları ve erikleri… Sonra yan tarafta uzayıp giden gri binayı. Onun ötesinde aynı düzende yapılmış pek çok binayı da görünce içi sıkıldı. Acele etmezlerse şayet, oradaki görevlilerin kendilerini görmeleri işten değildi. Yine de ona dışarıdaki hayat öyle büyük, öyle ışıltılı geldi ki kendini hiç de kötü hissetmedi. Dağın dibine kadar el ele vermiş ağaçların görüntüsü harikaydı örneğin. Söğütler, akasyalar, huşlar, kavaklar, köknarlar, sığlalar ve dişbudaklar… Ağaçların arasından kendine bir yol bularak akan dere bazı yerlerde gözüküyor, bazı yerlerde de ağaçların içinde kayboluyordu. Ama Kara, derenin sesini duyuyor ve sanki dünyanın en güzel müziğini dinliyormuş gibi hissediyordu. Böyle olunca da yüzüne oturmuş huzur daha da belirginleşiyordu. Sonra başını kaldırdı Kara. Dağın yan tarafında kıvrılarak giden demiryolunu görünce heyecanlandı birden. Derken dağın diğer yüzünde harıl harıl çalışan iş makinelerini gördü. Buradaki ağaçlar sökülmüş, dağın içine doğru kocaman oyuklar açılmıştı. Kara, insanların bunu neden yaptığını anlayamadı. Yüzünü çevirip dağın diğer tarafına baktı. Hatta zirveye doğru bakışlarını kaydırınca oradaki karı gördü. Annesinin, doğduğundan bu yana sözünü ettiği kar oradaydı işte. Oraya bir an önce gitmek için tarifi imkânsız bir istek duydu. Bahçenin dışına doğru yönelmişti ki Kar korkuyla seslendi.
“Nereye gidiyorsun böyle?”
“Hiç!” dedi Kara. “Dağın zirvesine çıkacağım.”
“Olmaz.” dedi Kar. “Öncelikle anne ve babamızı bulacağız. Oraya belki sonra gideriz.”
Kara, kardeşine hak verdi, eğer acele etmezlerse, insanlar yokluklarını fark edecek ve peşlerinden gelecekti. Kara, bu düşünceyle hiç durmadan koşmaya başladı. Belki saatlerce koştuktan sonra yorulduğunu anladı. Durduğu yer, ahırın karşısındaki tepenin düzlüğüydü. Düzlüğün bittiği yerde geniş gövdeli bir dut ağacı vardı. Dut ağacının gölgesine oturdu. Yorulmuş olmasına rağmen kendini enerjik hissediyordu. Ayağa kalktı. Güneş yavaş yavaş yükseliyordu. Başını kaldırıp gökyüzüne dikti gözünü. Her biri farklı şekildeki bulutları görünce tuhaf sesler çıkardı. Dünya harika bir yerdi gerçekten de, bunca zaman ona bu manzarayı göstermeyen insanlara içerledi. “Ne güzel bir aydınlık bu.” dedi içinden. Bir müddet öylece göğe baktı. Kar’ı unutmuş muydu? Elbette unutmamıştı. Bakışlarını gökyüzünden alıp geldiği yöne baktı. Ahırda sürekli uyuklayan ve korkağın teki olan Kar’ın kendisi kadar hızlı koşamayacağını biliyordu. Şayet birkaç dakika daha gözükmezse geldiği yoldan geri dönüp kardeşini arayacaktı. Kar, onu beklememesine kızacaktı kesinlikle ama ilk kez kendisini özgür hisseden bir eşek ne yapabilirdi ki koşmaktan başka! Yeniden dut ağacının altına oturdu ve geldiği yöne baktı pürdikkat. Hakikaten birkaç dakika sonra Kar, nefes nefese göründü. Kendisini kardeşinin yanına zor bela attı.
“Nasıl olur da beni beklemeden gidersin?” dedi hayal kırıklığıyla.
“Çok gitmedim ki… Bak bekliyorum işte.” dedi Kara.
“Senin kadar hızlı değilim ben.” dedi Kar. “Bir daha beni beklemeden böyle koşup gitme!”
“Bir daha seni arkamda bırakmayacağım, özür dilerim.” dedi Kara.
Kar, iyice dinlendikten sonra, “İnsanların şu ana kadar arkamızdan gelmemeleri tuhaf değil mi sence?” diye sordu.
“Bu insanlar sadece kendilerini akıllı sanıyor Kar. O yüzden bizim onların izni olmadan ahırdan çıkıp gidebileceğimizi düşünmüyorlar. Düşünmesinler, daha iyi… Hem onların şu an tek derdi boğa bana kalırsa.”
Kar, kardeşine hak verdi. Onun bu kadar çok şeyi ne zaman öğrendiğine şaşırdı. “Anne ve babamızı bulalım Kara.” dedi ardından da.
“Onların nerede olduğunu bilmiyoruz ki…”
“Olsun, her yere bakalım.”
Kara, hemen karşılarında dikilen dağın zirvesini işaret ederek, “Aslında niyetim oraya tırmanmak, karın içinde dilediğimce oynamak ama oraya gitmek çok zamanımızı alır.” dedi. “O yüzden de önce eşeklerin sözünü ettiği Sihirli Göl’e gidelim, derim. Anne ve babamızı nasılsa buluruz. Baktık ki onları bulamıyoruz, ahıra geri döneriz.”
“Peki.” dedi Kar. “Belki bahçeler de o taraftadır. Annemiz, bir seferinde kocaman ağaçların olduğu bahçelere götürüldüklerinden söz etmişti.”
İki kardeş, tepeden aşağıya inerken çiçeğe durmuş ağaçların görüntüsüne hayranlıkla bakıyor, onlardan yayılan kokuyu içlerine çekiyorlardı. Kara, Sihirli Göl’ü göreceği için çok mutluydu. Lakin gölün nerede olduğunu kardeşi gibi o da bilmiyordu. Kuşların gittiği yolu takip etmek ona göre en doğrusuydu. Ayrıca göl yüksekte olamazdı. Aşağıda ormanın içinde bir yerde olmalıydı. Sezgileriyle hareket ederek insanlardan olabildiğince uzak yolları tercih ediyordu. Arada bir istemsiz bir şekilde duruyorlardı öylece. Durup ağaçlara, kuşlara, kelebeklere ve böceklere bakıyorlardı hayranlıkla. Böyle böyle giderken zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar tabii. Birden karşılarına küçük bir şelale çıkınca Kar sevinç naraları attı ve hemen koşarak suyun altına girdi. Sanki korkak biri değil de oldukça cesur bir eşek gibi göründü kardeşine. Kara, suyun böyle yukarıdan aşağıya gürül gürül ve tok bir sesle akmasına hayran kaldı. O da Kar gibi hemen şelalenin altına girmek için dayanılmaz bir arzu hissetti ama öyle yapmadı. Biraz uzakta durup kardeşinin sevincine gülümseyerek baktı. Bir yandan da temkinli olması gerektiğini düşündü. Doğalı daha birkaç ay olmuşken babası, canlılar içinde en az güvenebileceği kişilerin insanlar olduğunu söylemişti. O zamanlar babasının bu sözünü sık sık düşünmüş, tam olarak neyi kastettiğini anlayamamıştı. Ta ki bahar geldiğinde anlamıştı babasının ne demek istediğini.
O gün iri yarı iki insan ahırda Kar’ı emziren annesini ite kaka, zorla çekip almış, dışarıya çıkarmıştı. Annesinin giderkenki o bakışı uzun bir zaman gözünün önünden gitmemişti. İnsan denilen canlının bir gününün bir gününe uymadığına karar vermişti o gün Kara. Hatta, insanın kendi çıkarı için diğer bütün canlılara zarar verebileceğini birdenbire kavramıştı. Bunu bildiğinden temkinli olmayı elden bırakmaması gerektiğini söyleyip durdu kendine. Şelalenin yan tarafındaki büyük bir ceviz ağacının gövdesine sırtını verdi. Kardeşinin sevinç çığlıkları ortalığı inletiyordu. Bir ara kardeşine sessiz olması gerektiğini söyleyecekti ama sonra bundan vazgeçti. Böyle bir günü bir daha yaşarlar mıydı, bilmiyordu. İyi ki boğa birdenbire ortaya çıkıp bize yolu açtı diye düşündü. Yoksa ne kardeşinin bu kadar sevindiğini görecekti ne de kendisi şu anki kadar mutlu olacaktı bir daha.
Bu düşüncelerle kardeşini izlerken garip bir ses kulağına çarptı. Ses, belli ki oldukça uzaktan geliyordu. Sesin onları özgürlüklerine kavuşturan boğaya ait olup olmadığını anlamaya çalıştı. Belki de insanlar, onu yakalamıştı ve o da böyle tuhaf bir şekilde bağırıyordu. Yine de ne olursa olsun insanların bir şekilde faydalandıkları hayvanlara zarar vermeyeceklerine inanıyordu. O yüzden boğayı yakalamışlarsa bile ona zarar vermeyeceklerdi. Sonra katırlardan birinin anlattığı avcı hikâyelerini hatırlayınca bu seslerin av peşinde koşan insanlardan da gelmiş olabileceğini düşündü. Bir an önce buradan ayrılmaları gerektiğini biliyordu. Kar, hâlâ şelalenin altında, vücuduna değen suyun uyandırdığı hisle garip sesler çıkarıyordu. Kara, kardeşine doğru birkaç adım atıp onu uyaracaktı ki o sesi şimdi çok daha yakından duydu. Kar da bu kez sesi işittiğinden şelalenin altında kaskatı kesilmişti. Derken üst üste aynı sesi birkaç kez daha duydular. Kar hemen sudan çıktı. Sevimli kulakları yana düşmüş, gözleri korkuyla büyümüştü. Kara, hızlıca etrafı kolaçan etti. Ceviz ağacının yan tarafından uzun otların neredeyse görünmez kıldığı daracık bir yolu fark eder etmez, kardeşini oraya doğru sürükledi. Yolun iki tarafında da yan yana çok sayıda ağaç olduğundan sırtlarına, göbeklerine ve ayaklarına dallar batıyordu. Onlara temas eden her daldan sonra sanki yakalanmış gibi kalpleri daha bir hızla çarpıyordu. Özellikle Kar, neredeyse her iki adımda bir, bundan dolayı çığlık atıyordu. Onun bu hâlinin çok geçmeden yakalanmalarına neden olacağını biliyordu Kara. Bu yüzden her çığlık attığında ağzını sımsıkı kapatmaya çalışıyordu.
Duydukları sese yeni sesler karışmıştı. Sanki birbirinden farklı çok sayıda canlı aynı anda bağırıyordu. Her an yakalanacaklarmış gibi bir hisse kapıldı Kara. Yine de korku, onu tamamen ele geçirecek kadar güçlenmemişti daha. Kar’ın önden gitmesini istedi. Onu böyle korumak daha kolay olacaktı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.