bannerbanner
ESRARENGIZ KELIMELER
ESRARENGIZ KELIMELER

Полная версия

ESRARENGIZ KELIMELER

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

Mert, “Saçmalama!” diye itiraz etti. “Bulup da ne diyeceğiz adama?”

“İstanbul’u dinlersek ne göreceğimizi sorarız.” İdil az önce oturdukları banka yönelmişti bile. Mert de çaresizce peşinden gitti.

Bankın oraya geldiklerinde yaşlı adamdan eser yoktu. İdil, “Buralarda bir yerde olmalı.” dedi. “Elinde bastonuyla bu kadar kısa sürede ortadan kaybolamaz.”

Hemen müzenin çevresine ve girişine göz attılar. Hatta girişteki birine, yaşlı adamı tarif ederek onu görüp görmediğini sordular. Yoktu. Sanki yer yarılıp içine girmişti.

İdil’in omuzları çöktü. “Anlaşılan bulamayacağız.”

Mert pek de üzülmüşe benzemiyordu. “Böylesi daha iyi.”

İdil, “Peki şimdi duyacaklarına hazır mısın?” diye sordu. Mert’in cevap vermesine fırsat tanımadan cümleler bir çırpıda ağzından döküldü. “Burada bir de mezarlık olduğunu biliyor muydun? Aşiyan Mezarlığı. Orada pek çok şair, yazar, sanatçı yatıyor ve aralarından biri de Orhan Veli Kanık. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”

Mert iyice şaşırmıştı. Belki de başka ilginç bir tesadüfle karşı karşıyaydılar. Diğer yandan bu ilginç tesadüflerin sayılarının artması, aslında tesadüf olmadıkları anlamına gelmez miydi?

İdil parıldayan gözlerle bakıyordu. Mert, “O hâlde gidip bulalım bu mezarı.” dedi.

Onca mezar taşının arasında, aradıklarını bulmaları hiç de kolay değildi. Üstelik her ikisi de bir an önce oradan uzaklaşmak için can atıyorlardı.

Sonunda Mert, “Bu böyle olmayacak.” dedi. “Birinden yardım istemeliyiz.”

İdil, “Kimden?” diye sormadan edemedi. Kollarını iki yana açtı. Etrafta sadece mezarlar vardı. “Burada kimden yardım istemeyi düşünüyorsun?”

“Yakınlarda mutlaka bir görevli olmalı.”

“Ben kimseyi görmüyorum.”

“Girişe doğru gidelim, belki birine rastlarız.”

Az sonra bir görevliyle değil, ama birkaç gençle karşılaştılar. Mert, “Orhan Veli Kanık’ın mezarı ne tarafta biliyor musunuz?” diye sordu.

Aralarından biri, “İç taraflara doğru gidin.” diyerek, eliyle bir noktayı işaret etti. “Mezar taşı dikkatinizi çeker.”

Gencin işaret ettiği yere vardıklarında, gerçekten de tarif edildiği gibi o dikkat çekici mezarı buldular. Taş, farklı yontulmuş, bilindik mezar taşlarına benzemeyen, kocaman bir kütleydi.

“Eee, şimdi ne olacak? Gözlerimizi kapatıp İstanbul’u mu dinleyeceğiz?” Mert’in sorusu cevapsız kalmıştı. Mezarın bir köşesinde öylece dikilip durdular.

Çok geçmeden, az önce karşılaştıkları grubu yeniden gördüler. Mezarı işaret eden genç yanlarına gelip, “Buldunuz demek.” dedi.

Mert hafifçe başını salladı. “Bulduk, ama aradığımızın Orhan Veli Kanık’ın mezarı olup olmadığını bilmiyoruz aslında.”

İdil birden, “İstanbul’u dinleyecektik…” dedi. Saçmaladığının farkındaydı.

Genç, duydukları karşısında gülümsedi. “Orhan Veli’yle birlikte dinlemek isterseniz İstanbul’u, sahildeki parkta heykeli var. Yakın sayılır. Oraya gidin derim. Buradan daha canlı, hareketli bir yer!” Son cümleyi nedense sır verircesine, kısık sesle söylemişti.

İdil bir yandan, “Teşekkür ederiz.” derken, diğer yandan başıyla Mert’e, gidelim, diye işaret etti. Ürpermişti; bir an önce kalabalığa karışmak istiyordu.

İkisi hızlı adımlarla mezarlığın girişine doğru yürürlerken, genç arkalarından, “Korkutmak istememiştim.” diye seslendi.

Sahil yoluna indiklerinde, İdil genci kastederek, “Pek yardımseverdi!” dedi.

Mert, “En azından varlığından haberdar olmadığımız bir heykelin yerini söyledi.” diye karşılık verdi. Ne de olsa o gruba mezarın yerini soran kendisi olmuştu.

Çiçekler ve yeşillikler arasındaki heykeli bulduklarında, İdil, “İstanbul’u dinlemek için uygun bir yer.” diye itiraf etti.

Heykel, elinde sayfaları açık bir kitapla, kocaman bir taşın üstünde oturuyordu. Hemen arkasında yükselen diğer taşın üstünde ise beyaz bir martı heykeli göze çarpıyordu.

İdil ve Mert herhangi bir ipucu bulmak umuduyla, heykeli ve çevresini incelemeye koyuldular.

Mert, “Keşke ne aradığımızı bilseydik.” diye hayıflandı.

“Bir not, işaret ya da şekil olabilir. Aklıma başka bir şey gelmiyor.”

“Hey! Selam!” Her ikisi de arkalarından gelen sesle oldukları yerde korkuyla sıçradılar. İdil hafif bir çığlık bile savurdu. Ardından, soruyu kimin sorduğunu görünce korkusunun yerini öfke aldı. Ellerini beline dayayıp neredeyse hırlar gibi, “Sen… senin ne işin burada?” diye çıkıştı. Başını karşısındakine saldıracak bir boğa gibi hafifçe eğmişti. Saçları yüzünün tamamını kapatıyordu.

Mert arkadaşının yüzünü göremese de burnundan soluduğunu tahmin edebiliyordu. Hatta İdil’in, kendisi gibi ufak tefek olan kıza gerçekten saldıracağını sandı.

Oysa kız hiç de İdil’den korkmuşa benzemiyordu. Pişkin bir tavırla, “Size yardıma geldim.” diye şakıdı.

“Senden yardım isteyen oldu mu? Hem bizi nasıl buldun? Sana izimi kaybettirdiğime eminim.”

Kız aynı İdil gibi üstüne birkaç beden büyük gelen siyah paltosunu açıp boynundan sarkan ufacık dürbünü gösterdi. Dürbünün askısı, kahverengi uzun saçlarına ve boynuna birkaç kez sardığı atkıya dolanmıştı.

Mert, kızın İdil’in kuzini olduğunu anlamakta gecikmedi. İlk bakışta kardeş oldukları bile düşünülebilirdi. Saç renkleri dışında aralarındaki diğer tek fark, kızın gözlük takmıyor olmasıydı.

İdil hayretler içinde, “Bizi dürbünle mi gözetledin?” diye atıldı.

“Ne yapayım, uzaktan takip gerekiyordu. Üstelik ne yapacağınızı kestirmek imkânsızdı. Kaç taşıt değiştirdiğinizin farkında mısınız? Oysa nereye gideceğinizi söyleseydiniz, ben sizi daha kısa yoldan getirirdim.”

Mert, “Sana izimizi kaybettirmek içindi…” diye araya girdi.

“Ah, o hâlde sizin için üzgünüm, çünkü gördüğünüz gibi başaramadınız.”

Mert de öfkelendiğini hissediyordu. Bir de İdil’in ukala olduğunu düşünmüştü. Bu kız ondan beş beterdi. Yine de kendine hâkim oldu. Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarırdı. O yüzden, “Bak, ben bir araştırma yapıyorum, İdil de bana yardımcı oluyor.” diye açıkladı.

Kız gözlerini şüpheyle kıstı. “Araştırma demek!” dedi. Hiç de inanmış gibi görünmüyordu. Ardından başıyla Mert’in sırt çantasını işaret etti. “Onun içindeki kitabı mı araştırıyorsunuz?.. Dün sizi gördüm. İdil kitabın sayfalarını karıştırırken, öylesine heyecanlıydı ki! Demek ki çok özel bir kitap!”

İdil’in gözlerinden ateş fışkırıyordu. “Her kitap özeldir.” diye tısladı.

Ancak karşısındaki ikna olacak gibi değildi. “Beni de alın aranıza, araştırmayı çok severim.”

İdil, “Ah, onu biliyorum işte!” diye atıldı. “Benden gizli odamı bile karıştırmaya kalktın!”

“Bence geçmişi unutup beyaz bir sayfa açalım. Hem barış güvercini de barışmamızı isterdi.” Bir yandan dik taşın üstündeki kuşu işaret etti.

“O barış güvercini değil, martı!”

“Ne fark eder kuş işte, hem rengi de beyaz. Uzatma artık İdil beni de aranıza alın.”

İdil sabrının taştığını hissediyordu. “Asıl uzatan sensin. Mert söyledi ya, araştırmasına yardım ediyorum. Başka birinin daha yardımına gerek yok!”

Kız masumane bir havaya bürünüverdi. “Peki, öyle olsun! Gerçi bunun işinize yarayacağını düşünmüştüm.” O sırada cebinden bir kalem çıkartıp havaya kaldırdı. “Heykelin elinde tuttuğu kitabın arasında duruyordu. Ama madem yardımımı istemiyorsunuz, kalemi de istemiyorsunuz demektir. Oysa kenarındaki metal çubuğu çekince bir kâğıt çıkıyor dışarı. Bir tür mesaj!” Metal çubuğu çekecekmiş gibi yaptı ama çekmedi. Hatta İdil’in elinden almasından korktuğundan, kalemi tekrar cebine soktu.

İdil, “Peki o kalemi gerçekten de heykelin üstünde bulduğunu nereden bileceğiz?” diye sordu.

“Niye uydurayım ki! Hem mesajı da uyduracak değilim ya! Yalansa zaten ortaya çıkar.”

Mert iki kızın arasında geçen konuşmayı şaşkınlık içinde izliyordu. İdil’in yelkenleri suya indirmek üzere olduğunun da farkındaydı.

İdil, “Tam bir baş belasısın!” dedi. Artık sesinde öfke yoktu.

Kız sanki iltifat almış gibi gülümsedi. “Evet, ama tatlı bir belayım.”

İdil kuvvetlice nefes verdi ve sorarcasına Mert’e baktı. Mert ellerini iki yana açıp omuzlarını silkti. Kalemin içindeki mesajı merak ediyordu. Hem gerçekten kitapla bağlantısı varsa…

İdil, Mert’in onayladığını görünce kuzinine döndü. “Önce şu kalemi yakından görelim.”

“Önce şu kitabı yakından göreyim.”

Mert artık dayanamayıp, “Önce gidip bir yere oturalım.” diye araya girdi.

Bunun küçük gruba dahil olduğu anlamına geldiğini düşünen kız, elini Mert’e uzattı. “Adım Nesli.” diye kendini tanıttı. “İdil’in kuziniyim.”

Mert de adını söyledi. Ardından hafifçe kaşlarını çattı. “Aklıma takılan bir şey var. Eğer bizi takip ediyorsan, buraya nasıl bizden önce vardın?”

“Mezarlıkta bir ara sizi gözden kaybettim. Sonra karşılaştığım gençlere, sizi tarif edip bulamadığımı, görüp görmediklerini sordum. Aralarından biri parka gitmekte olduğunuzu söyledi ve bir de en kısa yolu… Oldukça yardımseverdi.”

O sırada İdil kuzininin açıklamasını dinlemek yerine annesine, eve gecikeceğini bildiren bir mesaj göndermeye koyuldu. Bunu fark eden Nesli fırsatı kaçırmayıp, “Benimle birlikte, kitaplarla ilgili bir araştırma yürüttüğünü yazabilirsin.” dedi. İdil onu duymazdan geldi. Kütüphaneye gideceğini yazsa yeterdi. Annesi kütüphanede ne çok vakit geçirdiğini bilirdi ve kızının kitapları böylesine çok sevmesi ona hep gurur verirdi.

5. Bölüm

Sayıların Gizemi


Kütüphaneye varana dek, Mert kulaklıklarını çıkartmadan birbiri ardına bateri solo dinledi. Alçalıp yükselen ritimlere, İdil’le Nesli’nin tartıştıklarını gösteren el kol hareketleri karışıyordu.

Hafta sonu olduğu için kütüphanenin kafesi tıklım tıklımdı. Bunun üzerine üst kattaki en boş köşeyi seçip yerleştiler.

Mert, kızları, “Ses duvarını aşmayın!” diye uyardı.

İdil, “Çok komiksin!” diye karşılık verdi. Nesli ise yüzünü buruşturmakla yetindi.

Mert çantasından kitabı çıkartırken, aynı anda Nesli de kalemi cebinden çıkartıp masaya koydu. Hiç vakit kaybetmeden önüne çektiği kitaba heyecan içinde baktı. O da kuzininin yaptığı gibi önce ilk sayfasını, ardından son sayfasını çevirdi. İlk birkaç bölüme hızlıca göz attı. Sonunda, “Tuhaf bir kitap!” dedi. “Adı bile yazmıyor. Konusu ne peki?”

İdil, “Bilmiyorum.” diye itiraf etti. “Mert okumama izin vermedi… Henüz.”

Nesli gözlerini fal taşı gibi açtı. Kulaklarına inanamıyordu.

Mert durumu kurtarmak için, “Okuduğumuz kısımlar oldu ama…” dedi. Aslında sayfa kenarlarına alınan notları, altı çizili satırları kastediyordu. “Biraz karışık, bölük pörçük…”

Nesli kaşlarını çattı. “O da ne demek?”

İdil, “Daha bitmemiş, henüz düzeltmeleri yapılıyormuş gibi…” diye açıkladı.

Mert, “Özel bir kitap.” diyerek araya girdi. İdil’in, her kitap özeldir, diye tekrarlamamasını umarak… “İçinde yazılanlardan daha fazlasını anlattığını düşünüyoruz.” O sırada İdil’in belli belirsiz gülümsediğini fark edince aceleyle, “Kalemi görelim.” diye ekledi.

Mert kalemin bir yanında boydan boya uzanan metal çubuğu çekince, hayal kırıklığına uğradı. Çubuğa takılı dikdörtgen kâğıtta sadece sayılar yazılıydı.

İdil gözlerini kısıp tehditkâr bir tavırla kuzinine baktı. “Bu kalemi gerçekten heykelin üstünde mi buldun? Bizi kandırmaya çalışmadığına emin misin ya da bizden bir şey gizlemediğine?..”

“Tabii ki eminim!” Nesli her ne kadar itiraf etmese de aslında bir şey vardı. İdil ve Mert’ten önce parka varıp, saklandığı yerde o ikisinin gelmesini beklerken, yaşlı adam ortaya çıkmıştı. Daha önce müzenin önünde İdil’le Mert’in yanına oturan yaşlı adam… Ve kalemi usulca heykelin üstüne bırakmıştı. Sonra da yaşına göre çevik sayılabilecek hareketlerle uzaklaşmıştı. Nesli hiç düşünmeden kalemi alıp cebine atmıştı, kuziniyle arkadaşının neyin peşinde olduklarını bile bilmeden… Şimdi ise o kalem sayesinde aralarındaydı. Hem kalemi bulduğu yer konusunda yalan söylememişti ki! O yüzden kuzinine verdiği cevap konusunda içi rahattı.

Mert aslında ne beklediğini bilmiyordu ama sayılarla karşılaşabileceği aklına bile gelmemişti. “Bir anlamı olmalı.” diye mırıldandı. “Posta kodunda olduğu gibi…”

Nesli, “Hangi posta kodu?” diye sabırsızlıkla sordu.

İdil birini başından savmak istermişçesine elini havada salladı. “Müzeyi bulmamızı sağlayan…” Canı daha fazla açıklama yapmak istemiyordu.

Nesli ısrar etmedi. O da diğeriyle birlikte kâğıda bakıp sayıların ne anlama gelebileceğini düşünmeye koyuldu.



Ancak bu sayılar üçüne de bir şey ifade etmiyordu. Neden sonra Nesli, parmağını 27’nin ve V’in üstüne bastırıp, “27 Mayıs doğum günüm.” dedi.

İdil fırsatı kaçırmayıp alaycı bir tavır takındı. “Sayıların gizemini nasıl da çözdün!”

“Romen rakamları tarihlerde ayı yazarken kullanılır. O yüzden söyledim.”

“Yüzyılların yazılışında da kullanılır; acaba V. yüzyıldan mı kalmasın?”

Nesli karşılık vermek için ağzını açar açmaz, Mert araya girdi. Yeni bir tartışmayı daha çekmek istemiyordu. Hemen kitabın sayfalarını çevirip, “Ben kitapta da Romen rakamı kullanıldığını gördüm.” dedi. “Bakın, bölümleri belirtirken…”

Önce kitaba doğru eğilip sonra yine sayıları okudular. İdil not defterini çıkartıp hepsini yan yana ve üçer üçer gruplayarak yazdı. “Diyelim ki Romen rakamları bölümleri gösteriyor, ya diğer sayılar?.. Örneğin; II. bölümdeki 2 ve 7 sayıları ne anlama geliyor?”

Mert, “2. ve 7. sayfalar.” diye fikir yürüttü.

Bunun üzerine o sayfalara göz attılar. Dikkatlerini çeken bir nota ya da bir cümleye rastlayamadılar. Çoğunlukla betimlemelerle doluydu; bir adamı ve gün boyu yaptıklarını anlatıyordu. Gözlerine sıkıcı göründü.

Mert bu defa, “Eğer kastedilen sayfa numaralarıysa; II, sayıların arasında iki kere var.” dedi. “Yani II. bölümdeki 4. ve 12. sayfalara da bakmalıyız.”

Ancak II. bölüm sadece sekiz sayfaydı. Nesli, “Böylece bu teori tamamen çürümüş oldu.” dedi.

İdil gözlüğünü düzelterek, “Bence tamamen çürümedi.” diye atıldı.

“Zaten ne desem tersini söylemeye hazırsın.”

“Hiç de değil!.. Evet, bazen öyle ama bu kez değil. II. bölümün 2. sayfasındaki 7. satırı okumaya ne dersiniz?”

Mert gülümseyerek, “Sonra da 4. sayfasının 12. satırını…” diye devam etti.

Birdenbire üçü de heyecanlanmıştı.

İdil, “Adam aceleci adımlarla köşeyi döndü.” diye, II. bölümün 2. sayfasının 7. satırını okudu. Satırdaki diğer cümle yarım kalmış, alt satıra geçmişti. O yüzden onu dikkate almadı. Hiç vakit kaybetmeden aynı bölümün 4. sayfasını çevirdi. 12. satırda, “Kadın acul hareketlerle kahvesini içti.” diye yazıyordu.

Üçünün de hafifçe kaşları çatıldı. Cümleler arasında hemen bağlantı kurabileceklerini sanmışlardı. Oysa değil bağlantı kurmak, anlamını bilmedikleri bir kelimeyle bile karşılaşmışlardı.

İdil kararlı bir tavırla devam etti. “IV. bölümün 7. sayfası, satır 27: ‘Dükkân sahibi hep ivecen biri olmakla övünürdü.’”

Mert yüzünü buruşturdu. “İvecen ne demek ki?”

İdil omuzunu silkti. “V. bölümün 4. sayfası, satır 2: ‘Balıkçı boş ağları yavaş hareketlerle topladı.’” Parmakları yine sayfaların arasında kaydı. “VII. bölümün 5. sayfası, satır 2: ‘Tez canlıydı, işlerini bitiriverirdi.’”

Nesli, “Hepsi bu kadar mı?” dedi.

“Hepsi bu kadar.”

Mert, “Aralarında bağlantı kurabilen var mı?” diye sordu. “Ben kuramadım.”

İdil yeniden not defterini önüne çekti. “En iyisi yazmak.” diyerek cümleleri alt alta deftere geçirdi.

Adam aceleci adımlarla köşeyi döndü. Kadın acul hareketlerle kahvesini içti. Dükkân sahibi hep ivecen biri olmakla övünürdü.

Balıkçı boş ağları yavaş hareketlerle topladı. Tez canlıydı, işlerini bitiriverirdi.

Mert umutsuz bir ifadeyde arkadaşının yazdıklarına baktı. “Ben hâlâ bağlantı kuramadım. Aynı cümleleri defalarca yazsak da kuracağım yok.”

“Belki de bu kez bağlantı kurmak gerekmiyordur.” İdil bu sırada elini çantasına sokup bir sözlük çıkardı. “Önce anlamını bilmediğim kelimelere bakacağım. Tabii aranızda ‘acul’ ve ‘ivecen’ ne demek bilen varsa…” Kaşlarını sorarcasına kaldırmıştı.

Nesli olumsuzca başını sallarken, Mert şaşkınlık içinde arkadaşının elindekine bakıyordu. “Nasıl biri yanında sözlük taşır ki?..”

İdil alınmışçasına, “Her yerde kitap okurum.” diye atıldı. “Ve okuduğum binlerce kelimenin arasında bilmediklerim de oluyor. Bak şu işe ki, sözlükler ne anlama geldiklerini açıklarlar.” Sözlüğü iki eliyle tutup neredeyse Mert’in gözüne soktu.

Mert abartılı hareketleri olmasa, İdil’in ukala değil de hazırcevap olduğunu bile düşünebilirdi. “Sözlüğün ne olduğunu biliyorum.” diye karşılık verdi. Bu kez de o alınmıştı.

Neyse ki konu uzamadan yeniden cümlelere döndüler.

Çok geçmeden İdil, “Her ikisi de aynı anlama geliyor: Aceleci.” diye bildirdi.

Nesli, “Bak şu işe!” diye söze girdi, sabırsızca. Büyük bir keşif yapmış gibiydi. “Tez canlı da ‘aceleci’ demek. Ve elimizde bir de ‘aceleci’nin ta kendisi var.”

İdil ise hastalığı teşhis etmeyi başarmış bir doktordu sanki. “Tam tahmin ettiğim gibi…” diyerek başını salladı. Ancak tahmin ettiğinin ne olduğunu açıklamadı.

Nesli bu durumu fırsat bilip, “‘Yavaş’ anlam olarak diğer sıfatların zıttı.” dedi. “Son cümledeki gizli özne farkını göz ardı edersek…”

“4. cümleyle baş başa kalıyoruz; incelenmesi gereken de işte o…”

“‘Balıkçı’ diye başlayan cümle…”

İki kuzin konuşmayı sürdürürlerken, Mert’in bakışları, tenis maçı izlermiş gibi aralarında gidip geliyordu. Dayanamayıp, “Deli misiniz siz?” diye sordu. Ama öylesine sakindi ki, ses tonuyla sorusu arasında büyük bir tezat vardı. “Normal konuşamaz mısınız? Sürekli atışmak, birbirinize baskın çıkmaya çalışmak ya da süslü kelimeler kullanmak zorunda mısınız?” İdil kuzininin kendisini taklit ettiğini söylemişti. Oysa böyle bakınca kimin kimi taklit ettiği anlaşılmıyordu. Birbirlerine nasıl da benziyorlardı.

Mert, sözleri karşısında şaşıran iki kızın sustuklarını görünce devam etti. “Sonuç olarak; 4. cümle bize bir şey anlatmak istiyor, öyle mi?”

İdil, “Evet.” diye cevapladı. “Yol gösteriyor diyebiliriz.”

Mert, “‘Balıkçı boş ağları yavaş hareketlerle topladı’ diyerek, bize nasıl bir yol gösteriyor olabilir ki?” diye söylendi. “Ne yani, balıkçıların peşine mi düşeceğiz?”

İdil düşünceli görünüyordu. “Bizi uğraştıracak sanırım… Ancak eğer bunu da çözersek ve karşımıza başka bir soruyla ipucu çıkarsa…”

Mert kalp atışlarının hızlandığını hissetti. İdil’in dediği gibi olursa, kitabın özel ya da gizemli bir yanı olduğuna inanmaması için hiçbir neden kalmayacaktı.

Nesli, Mert’e döndü. “Bizi azarlaman da bittiğine göre, balıkçıya kafa yorabiliriz.”

Ancak not defterine uzun uzun bakmaktan öteye gidemediler. Bir ara İdil, düşünmesine yardımcı oluyormuş gibi, büyük bir ciddiyetle harflerin üzerinden kalemle geçti.

Mert yumruk yaptığı elini yanağına dayadı. “Özetlersek; aramamız gereken bir balıkçı var.” diye mırıldandı. “Hele bir de ağları yavaş hareketlerle topluyorsa, adamımızı bulduk demektir.”

Kızlar bu sözlere gülünce, Mert, “Aranızda balıkçı tanıdığı olan var mı?” diye ekledi. Bu defa iki kızdan da çıt çıkmadı, sanki nefeslerini tutmuşlardı.

İdil, “Benim tanıdığım bir balıkçı var!” diye ayağa fırladı. Nesli, “Hatta iki!” diye kuzinine katıldı. Bir ağızdan, “Hemen geliriz.” diyerek Mert’i masada bir başına bırakıp gittiler.

6. Bölüm

Şifreli Not


Mert saatine baktı. Yarım saat geçtiği hâlde, kızlar hâlâ ortada görünmüyorlardı. Çantaları orada olmasa, neredeyse çekip gittiklerini düşünecekti. Oyalanmak için tekrar kulaklıklarını takıp dakikalarca aynı ritme kendini bıraktı. Ama sonunda merakına yenik düştü. Nereye kaybolduklarına bakmaya karar verdi.

Alt kata inmek için merdivenlere yöneldiği sırada, tıka basa kitapla dolu kütüphane arabasını iten genç bir adamla karşılaştı. Katta dolaşıp iade edilen kitapları raflara yerleştiriyordu. Uzun saçları onlarca örgü hâlinde omuzlarına iniyordu. Sarı camlı gözlüğü, tıpkı bir güneş gözlüğünü andırıyordu. Mert’i görünce gülümsedi. “İki kız arkadaşın var mı?” diye sordu.

Mert sorunun nedenini merak etse de başını sallayarak onaylamakla yetindi.

Genç adam neşe içinde, “Harika! Doğru kişiyi buldum demektir.” dedi. “Aşağıda kütüphanecilerden biriyle konuşurlarken duydum. Hatta aramızda kalsın, galiba arkadaşların bugün sol taraflarından kalkmışlar. Aradıkları kitaplardan birini bulamıyorlardı, meğerse arabadaymış.” Sonra yığından bir kitap alıp Mert’e uzattı. “Sen verirsin onlara.” diye ekledi ve hiç vakit kaybetmeden, arabayı iterek koridor boyunca ilerledi.

Mert kitaba bakakalmış, şaşkınlıktan adama teşekkür bile etmemişti. Masadan niye kalktığını unutmuş gibi, kızları aramaktan vazgeçip geri döndü. Zaten oturmasıyla onların gelmesi bir olmuştu. Suratları beş karıştı.

İdil elindeki kalınca kitabı gösterip, “Ancak Halikarnas Balıkçısı’nın eserleriyle ilgili bilgi edinebileceğiz.” dedi. “Aradığımız diğer kitap yok. Koskoca kütüphanede sanki yer yarıldı da İhtiyar Balıkçı içine girdi. Bir türlü bulunamadı.”

Nesli sessizce kendini sandalyeye bıraktı. Aşağıda söylenip durmaktan âdeta yorgun düşmüştü.

İdil, “Kütüphaneciyi çıldırttık.” diye devam etti. “Haklıydık ama… Nobel ödüllü bir yazarın kütüpha…” Birden sustu. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Masanın üzerinde duran kitabı görmüştü. “Nereden çıktı bu?” diye sorarak kitabı kaptı.

Mert bir çırpıda az önce genç görevliyle arasında geçenleri anlattı. İdil, “Bunca yıldır kütüphaneye gelirim, hiç tarif ettiğin gibi rasta saçlı biriyle karşılaşmadım.” dedi. “Her neyse, İhtiyar Balıkçı elimizde ya!..”

Nesli de canlanmıştı. “Sıra büyük sırrı ortaya çıkartmaya geldi; boş ağları yavaş hareketlerle toplayan hangi balıkçı? Hemingway’in kahramanı İhtiyar Balıkçı mı, yoksa deniz hikâyelerinin ustası Halikarnas Balıkçısı mı?”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3