bannerbanner
ESRARENGIZ KELIMELER 2-MALIKANEDEKI YABANCI
ESRARENGIZ KELIMELER 2-MALIKANEDEKI YABANCI

Полная версия

ESRARENGIZ KELIMELER 2-MALIKANEDEKI YABANCI

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 3

İdil, “Yüzyıllık kitaplar var.” dedi. Okulun en sevdiği bölümüydü. “Kitap sayısını tam olarak bilmesem de, fark ettiğiniz üzere çok kitap var. Dersleri göreceğimiz yer ise…” deyip onu izlemelerini işaret etti. Arka tarafa doğru yürüdüler.

İdil artık kesinlikle Mert’in alışık olduğu İdil’di. Kitapların arasında olmak kıza yetiyordu.

Odaları birbirine bağlayan iki kanatlı kapıların hepsi açıktı. En dipteki oda ise ovaldi ve tavanı diğerlerine göre daha basıktı. Yine duvarları çevreleyen kitaplarla, iki tane oval ve geniş masa içeriye hükmediyordu.

İdil, “İşte burası.” diye cümlesini tamamladı. Bir yandan kollarını iki yana doğru açmıştı. Genellikle yüzünü gölgeleyen siyah dalgalı saçları da iki yana doğru açılmıştı. Yüzünü örten tek şey kalın siyah çerçeveli gözlüğüydü. Gözlerinin parıltısı gözlüğün merceklerini delip geçiyordu.

Nesli, heyecanla, “Birkaç gün sonra bu masalara oturacağımıza inanamıyorum.” dedi.

Sarp, “Şimdiden oturacağımız yeri seçebilir miyiz, öğretmenim?” diye o sırada sorulabilecek en gereksiz soruyu sordu.

Ancak o zaman Bilge Öğretmen’in yanlarında olmadığını fark ettiler. Nesli, Sarp’a, “İşte sonunda saçma sapan sorularınla Bilge Öğretmen’i kaçırdın!” diye söylendi.

“Daha neler!” Sarp, Nesli’nin sözlerini ciddiye alıp alınmıştı. “Öğretmenim benim sorularıma alışkındır.” diye kendini savundu.

Mert, İdil’e döndü. “Başka görülecek yer var mı? Yoksa biz de geri dönelim.” Bilge Öğretmen’in yanlarından ayrılması turun sonuna geldiklerini mi gösteriyordu?

İdil, “Hepsi bu kadar!” diye karşılık verdi. “Bildiğim kadarıyla…”

Okuma salonunu gerisin geriye yürümeye başladılar. Yürürken gözlerini raflardaki kitaplardan alamıyorlardı.

Sarp bir ara, “Öğretmenim.” diye seslendi. Cevap alamadı. Nesli’nin sözlerinde haklılık payı olmadığını biliyordu; Bilge Öğretmen’i kaçıracak değildi ama nedense kendini suçlu hissetmişti.

Kitapları, dersler başlayana dek arkalarında bırakmak üzereyken yan odalardan gelen bir gürültü duyuldu.

Sarp, “Bilge Öğretmen!” dedi. Belli ki kadın kitaplara düşkün bu çocukları biraz kendi hâllerine bırakmıştı ve bu sırada oyalanıyordu.

Hep birlikte sesin geldiği odaya daldılar. Evet, orada biri ayakta dikiliyordu. Ancak Bilge Öğretmen’e hiç benzemiyordu. Uzun boylu, göbekli, geçkin yaşına göre kahverengi saçları fazlasıyla gür bir adamdı bu. Öyle ki adamın peruk taktığını düşündüler. Yelekli takım elbisesi, sanki saçlarına uysun diye seçilmişti; saçıyla tıpatıp aynı tondaydı. Elinde birkaç tane ciltli kitap tutuyordu. Çocuklarla karşılaştığına hiç de şaşırmışa benzemiyordu.

Mert herkesin sessizce birbirine bakmakla yetindiğini görünce konuşma gereği hissetti. “Affedersiniz, içeri böyle girmek istemezdik, ses duyunca…”

Adam, yüzünde küçücük duran yuvarlak tel çerçeveli gözlüğünü hafifçe indirip, “Kitapları düşürdüm.” dedi. “Ağır olduklarında çıkardıkları ses de artıyor.”

Bu cevap öylesine tuhaftı ki, ne diyeceklerini bilemeden dikilmeyi sürdürdüler. Sonunda Mert, “Aslında öğretmenimizi arıyoruz.” diye devam etti. “Gördünüz mü acaba?” Bir an Bilge Öğretmen’i tarif etmeyi düşündüyse de vazgeçti. Adını söylemesi yeterli olacaktı muhtemelen.

Sarp, Mert’ten önce davranıp, “Bilge Öğretmen’imizi.” dedi.

Adam başını olumsuzca salladı. “Sanmam, karşılaşsak hatırlardım.” Ardından raflara dönüp kitap seçmeye devam etti.

Nesli adamdan yeterince uzaklaştıklarına karar verince kuzininin kulağına doğru eğildi. “Tavrı sana da başka birini hatırlatmadı mı?” diye sordu.

İdil, “Oğuz Öğretmen’i!” diye karşılık verdi. “Ama eğer öyle olsaydı, Bilge Öğretmen onun da okulda olduğunu bize söylerdi. Ya da Oğuz Öğretmen kendini tanıtırdı.”

Nesli başını hafifçe sallayarak kuzinini onayladı.

Adamın kim olduğuna dair İdil’in bir fikri yoktu; geçen yaz okulda görmemişti. Gerçekten de kılık değiştirmek konusunda çok başarılı tiyatro öğretmenlerinden biriydi belki de. Aynı Oğuz Öğretmen gibi! O da, Mert’in kitabındaki ipuçlarının peşindeyken çocukların karşısına her seferinde farklı kılıkta çıkmış, kimi zaman çocukların anlam veremedikleri cümleler sarf etmişti.

Okuma salonunun girişine geldiklerinde, Bilge Öğretmen’in koşar adım kendilerine yaklaştığını gördüler.

Sarp sevinçle, “Sizi arıyorduk öğretmenim, öyle çok merak ettik ki!” diye atıldı. “Kayboldunuz sandık. Hele ben!” Abartmak konusunda Sarp’ın üstüne yoktu. Feridun’la Narin, Sarp’ın huyunu bilmedikleri için söyledikleri karşısında şaşırmışlardı. Nesli gözlerini devirmekle yetindi. İdil’le Mert ise hiç tepki göstermediler.

Bilge Öğretmen’in yüzüne, hiç huyu olmadığı hâlde abartılı bir gülümseme yayıldı. “Buldunuz işte!..”

“Sizi ararken biriyle karşılaştık.” Sarp neredeyse kadının cümlesini tamamlamasına izin vermeyerek devam etti. “Kimdi ki o? Hem bugün okulun sadece bize ait olduğunu söylememiş miydiniz?”

Mert, Sarp’ın başka yersiz sorular sormasına engel olmak için kısaca karşılaştıkları adamı tarif etti.

Bilge Öğretmen yüzünde aynı gülümsemeyle, “Okulun emektarıdır.” diye geçiştirdi. “Peki okuma odalarını nasıl buldunuz?”

“Çok beğendim. Kitapları incelemek için sabırsızlanıyorum, öğretmenim.”

“Ders dışındaki her anımı burada geçireceğim. Blog’umu bile burada yazabilirim.”

“Aile kütüphanemizden daha zengin olduğunu kabul etmeyelim.”

“Harikulade, göz ucuyla da olsa gördüğüm müzik seçkileri gerçekten harikuladeee…”

Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Mert’le İdil dışında hepsi bir şeyler söyledi. Onlar ise bakışmakla yetindiler. Konu birden değişivermişti; her ikisi de Bilge Öğretmen’in bunu nedense bilerek ve büyük bir beceriyle yaptığını hissetmişti.

Öğretmen, “Seveceğinizi tahmin etmiştim.” diye karşılık verdi. Ardından hızlı adımlarla okulun giriş kapısına yöneldi. “Sanırım yağmur bastıracak, gökyüzü karardı. Oyalanmadan evlerinize dönseniz iyi olacak. Birbirinize eposta adreslerinizi ya da telefon numaralarınızı verebilirsiniz. Okul açılana kadar iletişimde kalmak için… Çünkü ne de olsa hayatınıza yön verecek bir dönemin ilk gününe burada birlikte adım attınız. İlk kez, burada kurduğunuz bu arkadaşlık hayatınız boyunca devam edecektir. Arada anlaşmazlıklar, çekişmeler olsa bile devam edecektir. Lütfen bunu düşünerek hareket edin ve bunun bir oyun olmadığını aklınızdan çıkartmayın!” Bilge Öğretmen’in sesi her cümlede biraz daha yükselmişti.

Hiçbiri kadının sözlerine bir anlam veremedi. Sarp ise kendini tutamayıp, “Ama öğretmenim, Mert’le arkadaşlığımızı, hatta İdil’le ve Nesli’yle olan arkadaşlığımızı burada kurmadık ki, önceye dayanıyor.” dedi.

Bilge Öğretmen, “Elbette Sarp, ama Narin’le Feridun’u unutma istersen.” demekle yetindi.

Kapıya vardıklarında boğuk ve derinden gelen rüzgârın uğultusu iyice artmıştı. Sırt çantalarını bıraktıkları yerden aldılar. Sırf öğretmenlerini kırmamak için birbirlerinin iletişim bilgilerini not ettiler ve okul açıldığında görüşmek üzere vedalaştılar.

Mert, İdil, Nesli ve Sarp otobüse binecekleri kavşağa ulaşmak için Uğuldayan Tepe Yolu’ndan yokuş aşağı koştururlarken, Narin ve Feridun’u geride bırakmışlardı.

Nesli, “Umduğumdan daha hızlı bir tur oldu.” dedi.

Tam o sırada İdil de, geçen seneki okul turunun daha uzun olduğunu aklından geçiriyordu. Bu düşüncesini kendine saklamayı uygun buldu.

Sarp, “Güzel şeyler çabuk biter!” diye bilgiçlik tasladı. Diğerleri Sarp’ın bu cümleyi bir yerde okuduğunu ve kullanmak için fırsat kolladığını tahmin etmişlerdi.

Kavşakta otobüse bindiklerinde hepsi kendi dünyasına çekildi. Ortak düşünceleri, önlerinde uzanan o birkaç günün hızla geçmesi ve bir an önce Hayallerinizdeki Okul’a dönmekti.


Bilge Öğretmen, çocukların gittiklerinden emin olunca hafifçe kaşlarını çattı. “Okulun emektarı mı!” diye kendi kendine mırıldandı. Bu da nereden gelmişti aklına? İnsan paniğe kapılınca ne diyeceğini şaşırıyor, aklına ilk gelen neyse, onu söylüyordu. Çocukların sözünü ettiği adamın kim olduğuna dair bir tahmin yürütebilirdi elbette! Okulun emektarı olmadığına ise kesinlikle emindi. Uzun süredir, her konuyla öğretmenler ilgileniyordu; okul öğretmenlerin idaresindeydi. Ancak Bilge Öğretmen o sırada idare etmesi gereken durumun, görevleri arasında olmadığına emindi.

3. Bölüm

Birbirinden Kopuk Cümleler


Mert eve dönünce çantasından Esrarengiz Kelimeler’i çıkardı. Sanki onu göstermeden okula giremeyecekmiş gibi yanında taşımış, kitap öylece çantasında durmuştu. Kitabındaki tüm o şifrelerin ve bilmecelerin ucunda okula kabul edilme ihtimali olduğunu bilseydim, acaba nasıl davranırdım, diye aklından geçirirken sayfaların arasına sıkıştırılmış sarımsı kâğıdı gördü. Kalbi birden yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Dörde katlanmış kâğıdı açarken duyduğu heyecanı engelleyemiyordu. Süslü harfler siyah mürekkeple yazılmıştı.

Daha önce fark etmediği, eskiden kalma bir kâğıt parçası olmadığına emindi. Belli ki biri yeni koymuştu. Neredeyse nefesi kesildi. Kâğıttaki cümleyi ancak dudaklarını kımıldatarak okuyabildi:

15 santimi kısa bulma,Eğer bulursan birlikten doğan gücehiç şaşırma

Bu da ne demek oluyordu. Hemen bilgisayarının başına geçti. Parmakları hızla klavyenin üstünde kaydı. Sadece birkaç saniye sonra cümleyi kısacık bir notla birlikte İdil’e, Nesli’ye ve Sarp’a göndermişti.

Esrarengiz Kelimeler’in arasındaydı. Sizce ne anlama geliyor?”

Bu defa sadece birkaç dakika içinde ekranında İdil’den ve Nesli’den gelen cevaplar belirdi. Aynı Mert’in yaptığı gibi okula kabul edilmelerini sağlayan kitapları yanlarında taşıyan iki kuzin de vakit kaybetmeden çantalarına el atmıştı. Mert’e cevap yazarken ise ünlemden kaçınmamışlardı.

Nesli, Kitap Kurdunun Düşleri’nin arasında da bir not var!!!” Nesli’nin kitabına verdiği addı bu! Kuzini gibi sıkı bir kitap kurdu olduğunu daha nasıl gösterebilirdi ki! “Gezmeyi sevsen de iki taneyle yetin, abartma, diye yazıyor. Ne demek bu şimdi?

“Öyle durup bakma, ihtiyacı olana yardım etmekten kaçınma. Bendeki cümle de bu!!! Tamamlanmamış Hikâyeler’in ilk sayfalarının arasındaydı.” İdil de kitabının adını belirtmek istemişti.

Mert o sırada arkadaşlarının da kendisi gibi heyecandan yerlerinde duramadıklarını tahmin ediyordu. Sadece Sarp’ın sesi soluğu çıkmamıştı. Mert, Sarp’a bu defa cep telefonundan mesaj gönderdi. O üçüne sonu gelmeyecekmiş gibi görünen dakikaların ardından ekranda Sarp’ın adı belirdi.

“Benimkinden bir şey çıkmadı!!!”

Mert arkadaşlarının ünlem işaretine kafayı taktıklarını düşündü. “Nasıl çıkmadı?”

“Çıkmadı işte!”

Bu cevap karşısında İdil’le Nesli’nin mesajları art arda geldi.

“Bizde olduğuna göre sende de olmalı.”

“Sen de okulun öğrencisisin.”

“Emin misin? İyice baktın mı?”

Hat yazısı!”

“Çok güzel bir el yazısıyla yazılmış.”

“Tabii ki iyice baktım, Örnek Öğrencinin Güncesi’nin her sayfasını tek tek kontrol ettim. Hat yazısının ne demek olduğunu biliyorum, açıklamanıza gerek yok.” Sarp alınmak için eline geçen her fırsatı değerlendiriyordu.

“Şu durumda bile laf yetiştirdiğine inanamıyorum.”

“Asıl ben şu durumda bile, bilgiçlik taslamanıza inanamıyorum.”

Mert arkadaşlarının konudan saptıklarını anlayıp araya girdi. “Şuna bir son verir misiniz lütfen? Elimizde üç tane cümle var. Bu ne demek oluyor sizce?”

“Benim cümlem eksik kalmış demek oluyor.” Sarp’ın bu duruma çok içerlediği anlaşılıyordu.

O sırada ekranda, İdil’in art arda sıraladığı üç cümle belirdi:

Öyle durup bakma, ihtiyacı olanayardım etmekten kaçınmaGezmeyi sevsen de iki taneyle yetin,abartma15 santimi kısa bulma,Eğer bulursan birlikten doğan gücehiç şaşırma

“Cümleler bunlar! Anlamlı bir sıralama yapmaya çalıştım. En üstteki en alta da gelebilir. Ama yine de eksik.”

“Çünkü biz eksiğiz!” Sonunda Mert de ünlem işaretinin gücüne yenik düşmüştü.

İdil, “Narin’le Feridun!” diye yazdı. “Onların çantalarına da cümleler bırakıldığına eminim.”

“O kadar emin olma! Benim çantama bırakılmadığına göre…”

Mert heyecandan yerinde duramasa da sakin kalmaya çalışıyordu. “Onlara da soralım.”

İdil hazırdı. “Ben hemen yazıyorum.”

Sarp, “Acaba önce Bilge Öğretmen’e mi haber versek?..” diye yine araya girdi. Onu ilgilendiren tek şey cümlesiz kalmasıydı. Belki öğretmeni bunun nedenini bilirdi.

Nesli, “Belki de kâğıtları Bilge Öğretmen koydu.” diye yazdı. Sanki Sarp’ı iyice çıldırtmak istiyordu. “Hani bir ara onu bulamadık, sonra koşar adım geldi ya yanımıza. İşte o sırada!”

“Olamaz, Bilge Öğretmen’im beni cümlesiz bırakmaz.” Sarp her ne kadar belli etmese de içten içe endişelenmişti.

Nesli, artık neredeyse Sarp’a hitap ediyordu. “Okulu turlarken oyalanmak kelimesini ne çok kullandığını fark etmedin mi? Hep acelesi var gibiydi.”

“Olamaz, Bilge Öğretmen’im bana bunu yapmaz!” Sarp utanmasa oturduğu yerden vızıldayacaktı. Birden aklına gelmiş gibi, “Kâğıtları kesin şu karşılaştığımız adam koydu.” diye yazdı. “Bir tuhaflık vardı o adamda. Hem ne işi vardı okulda?”

Nesli, adamın tuhaf olduğu konusunda Sarp’la aynı fikirdeydi. Ancak bunu kendine sakladı. “Okulun emektarıymış ya.”

“Evet ama yaptığı işi ya da görevini bilmiyoruz ki! Emektar meslek değildir, bir işe uzun süre emeği geçmiş kişiye denir.”

“Bunu da Bilge Öğretmen’e sorarsın o zaman. Çünkü adamın okulun emektarı olduğunu da söyleyen o değil miydi?”

Yazışmaları takip eden Mert, Nesli’nin sırf Sarp’ın damarına basmak için işi abartmaya başladığını görünce dayanamadı. “Gerekirse sorarız Bilge Öğretmen’e; hep tek amacı bize yol gösterip yardım etmek oldu. Yine öyle olacaktır. Şimdi atışmayı kesip şifreye odaklanabilir miyiz?”

O sırada İdil, “Sıkı durun!” diye bildirdi. “Narin’in kitabının arasından da bir kâğıt çıkmış. Yazışmaya o da dâhil oluyor. Feridun ise çantasına bakıp yazacak.”

Aslında Feridun tam olarak, “Henüz çantama bakacak zamanım, vaktim olmadı, aile büyükleriyle birlikte büyük salonda yemekteydim.” diye yazmıştı. Ancak İdil bu cümleyi arkadaşlarıyla paylaşmaya gerek görmedi. Çünkü üst üste büyük kelimelerinin vurgulandığı ve içinde gizli bir böbürlenmenin olduğu gereksiz ayrıntılar taşıyordu. Feridun’u sempatik buldukları söylenemezdi, bu düşüncelerini pekiştirmenin bir anlamı yoktu.

Hem kitaplarının arasından çıkan şifreli cümlelere bakılırsa yine ekip olarak çalışmaları gerekecekti. Birbirlerini oldukları gibi kabul edip anlaşmaya çalışmak iş birliği yapabilmenin tek yoluydu.

Az sonra, hepsi birden bilgisayarlarının başındaydı. Narin’le Feridun aynı anda kitaplarının arasından çıkan cümleleri yazdılar. Narin’in cümlesi oldukça kısaydı.

Dört yeri birden dolaşmaya kalkma

Feridun’a verilen cümle ise burnu büyük biri için özellikle seçilmişti sanki.

Hem kim bilir, bir yerde kocamankendiğerinde ufalırsın bir anda

Kısa bir süre sessiz kalıp cümleleri farklı şekillerde art arda sıraladılar. Birbirlerine belli etmeseler de her biri şifreyi oluşturan parçaları düzgün bir sıraya koyan ilk kişi olmak istiyordu. Neredeyse birbirleriyle yarışıyorlardı.

Çok geçmeden Mert, “Arkadaşlar ne dersiniz, oldu mu sizce?” diye sordu. Kendince en uygun hâle getirdiği cümleleri yazıp paylamıştı.

Dört yeri birden dolaşmaya kalkmaGezmeyi sevsen de iki taneyle yetin,abartma15 santimi kısa bulma,Eğer bulursan birlikten doğan güce hiçşaşırmaÖyle durup bakma, ihtiyacı olanayardım etmekten kaçınmaHem kim bilir, bir yerde kocamankendiğerinde ufalırsın bir anda

Belki de henüz tanıştığı iki çocuğa da, arkadaşlar, diye hitap etmesi hepsini birbirine yakın hissettirmişti. En azından gelen mesajlardan öyle anlaşılıyordu. Kızlar da cümleleri Mert gibi sıralamışlardı. Sarp’la Feridun ise sıralamayı onaylamakla yetindiler. Diğer yandan, hiçbirinin şifrenin çözümüne dair bir fikri yoktu.

İdil, “Yarın halk kütüphanesinde buluşalım mı?” diye sorunca hepsinden aynı anda İdil’i onaylayan benzer cevaplar geldi. Bunun üzerine İdil, “10.00 uygun mu?” diye ekledi. Uygundu.

Nesli yine sırf kuzininden geri kalmamak için, “Yarın 10.00’da kütüphanenin girişinde buluşmak üzere…” diye yazdı.

Mert, elinde cümlenin olduğu kâğıtla uykuya dalarken, tam da okula başlamak üzereyken ortaya çıkan şifreli cümlelerin nedenini ve onları nelerin beklediğini merak ediyordu.

4. Bölüm

Sil Baştan!


Sözleştikleri saatte, halk kütüphanesinin girişindeydiler. Sabah olmasına rağmen hava fazlasıyla sıcaktı. Hiç vakit kaybetmeden kendilerini kütüphanenin kafesine attılar.

Mert, elinde Esrarengiz Kelimeler’le ve yanında İdil’le kafeye geldiği ilk anı aklından geçirdi. Sadece birkaç ay önceydi ama köprünün altından çok sular akmıştı. Kitaplarla arası iyi olmayan o Mert gitmiş, yerine başka biri gelmişti. Artık kitaplar Mert’in ayrılmaz bir parçasıydı.

Kafenin serinliği hepsine iyi geldi. Yine de birer soğuk içecek almayı ihmal etmediler. Etraf epey boştu. Köşedeki en büyük masaya yerleştiler.

Her biri kitaplarının arasından çıkan kâğıdı ve şifrenin tamamını yazdıkları kâğıtları çıkardılar. Narin cümleleri üstü nota resimleriyle bezeli ince bir bloknota yazmıştı. İdil’le Nesli, kızın kullandığı eşyaların bile ismi gibi olduğunu düşündüler; ince, narin…

Sadece Sarp’ın eli boştu ve oldukça endişeli görünüyordu. İdil Tamamlanmamış Hikâyeler’in arasından çıkan kâğıdı Sarp’a uzattı. “Bu senin!”

Sarp da dâhil hepsi şaşkınlıkla kıza baktılar. İdil ise kendinden oldukça emin görünüyordu. “Dünkü tur aslında sadece okula ilk kez kabul edilenler içindi. Bilge Öğretmen beni kırmayıp aranıza kattı. Demek istediğim, şifreleri hazırlayıp çantalarımıza bırakan her kimse, hesaba katmadığı ya da oyuna dâhil etmediği Sarp değil, bendim. O kişinin hangi çantanın kime ait olduğunu bildiğini sanmam. Beş cümleye altı çanta!” İdil birine haksızlık yapmayı kesinlikle istemezdi. Hele tura katıldığı için bile içten içe huzursuz olmuşken!

Sarp belli etmemeye çalışsa da sevincine engel olamıyordu. İdil’in sözlerine karşı çıkmayı düşünmedi bile. Yalnızca Sarp değil, diğerleri de bir şey demediler. İdil’in söylediği mantıksız sayılmazdı. Kâğıdı koyan kişi, Nesli’nin düşündüğü gibi Bilge Öğretmen olsa bile, okula ilk kez kabul edilenleri göz önüne alacaktı elbet.

Mert hemen, “Bu cümleler size ne ifade ediyor?” diye sordu. Cümlelerin neden gönderildiği konusuna girmek istememişti. Bunu zamanla anlayacaklarını umuyordu.

Böylece İdil’in masanın ortasına koyduğu, şifrenin yazılı olduğu sayfaya gözlerini diktiler. Bazı şeyler hiç değişmiyordu; İdil’in her şeyi not etmesi ya da hepsi not etse bile, yine kendi notlarını arkadaşlarıyla paylaşmayı görev sayması gibi…

Feridun, “Evdeki aile kütüphanemize bakma fırsatım olmadı.” dedi.

Narin, cümlelerin ona bir şey çağrıştırmadığını göstermek için dudaklarını bükmekle yetindi.

Aslında hiçbiri şifrede ne demek istendiğini anlamamıştı.

İdil, “Gezilecek dört yer var ama sadece ikisine git, diyor.” diye fikrini belirtti.

Kuzini, “Birlikten doğan güce dikkat çekiyor.” dedi.

Mert yumruk yaptığı elini yanağına dayamıştı yine. “Yardımsever ol, burnu büyük olma, diyor.”

Sarp hemen karşı çıktı. “Onu da nereden çıkardın? Ne burnu büyük ne de kibirli sıfatları geçiyor!”

“Geçiyor sayılır! Bir yerde kocamanken diğerinde ufalırsın, yazıyor! Sıfatları kullanmadan taşıdıkları anlamı veriyor. Vücudun ufalacak değil ya!” Nesli de Mert’i haklı bulmuştu.

Feridun hafifçe öksürdü. “Tüm bu konuşmalar bizi bir sonuca ulaştırmıyor. Netice olarak çözüme ulaşmaktan uzağız.”

İdil, “Hiç ummadığımız anda aklımıza bir fikir gelebilir.” diye karşı çıktı. “Çünkü beyin fırtınası yapıyoruz.”

Nesli başıyla onayladı. “En sevdiğimiz fırtına türüdür!”

Sarp ağzını bir tarafa yamultup güldü. “Hem gerçek fırtınayı kim sever ki! Hele denizdeysen yandın demektir! Çalkantılı deniz beni tutar mesela. O yüzden içinde deniz, gemi ve fırtına olan kitapları okuduğumda, üstelik hepsi de oldukça kalındır, kitaptaki kahramanlardan biri olmadığıma sevinirim. O kitaplarda genellikle gemi şiddetli bir fırtınada rotasından çıkıp bilinmeyen bir yere savrulur. Hayatını ıssız bir adada ya da haritada bile görünmeyen bir yerde kazazede olarak geçirmek zorunda kalabilirsin. Düşünsenize! Sizce de korkunç bir durum değil mi?”

Sarp susacağa benzemiyordu. Başka zaman olsa Nesli ya da İdil çocuğu çoktan susturmaya çalışırlardı. Ancak onun yerine birbirlerine bakıp yerlerinden fırladılar.

Mert, Sarp’ın sözlerinin iki kuzinin aklına ne getirdiğini merak etti. Narin’le Feridun şaşkın gözlerle kafeden hızla çıkan kızlara bakarlarken arkasına yaslandı. Belli ki beyin fırtınası ve Sarp’ın susmak bilmemesi işe yaramıştı.

Bu sırada Sarp kimsenin sözünü kesmemesini, hatta İdil’le Nesli’nin gitmesini fırsat bilmiş, okuduğu kitaplardaki kazazedelerin başına gelenleri anlatma kısmına geçmişti. Anlatırken yüzüne acıklı bir ifade yerleştirmeyi de ihmal etmemişti.

İdil’le Nesli çok geçmeden kafeden çıktıkları hızla geri döndüler. İdil, “Galiba bulduk!” derken uzun saçları yüzünün neredeyse tamamını örtüyordu. Gulliver’in Gezileri’ni masanın tam ortasına bıraktı. “Beyin fırtınasının sonucu.”

Nesli, Feridun gibi yapıp, “Neticesi!” diye eklememek için kendini zor tuttu. Onun yerine, “Ve Sarp’ın fırtınaya dair söyledikleri…” dedi.

“Şu işe bakın ki, tam da blog’uma yazmayı planladığım kitaplardan…” İdil böbürlenmeye kalkmıyor, sıradan bir bilgi veriyordu.

Nesli de hemen atıldı. “Benim de!”

İdil kuzinini duymamış gibi devam etti. “Aslında fırtına deyince önce aklıma Shakespeare’in Fırtına adlı oyunu geldi ama şifreye uyan bir tarafı yoktu.”

Sarp Gulliver’in Gezileri’ni önüne çekti. İpucunun bulunmasında farkında olmadan rol oynadığı için memnundu. Kitabın ilk birkaç sayfasını karıştırıp bölümlere göz attı. Şimdiye dek nasıl olmuştu da okumamıştı. “Burada Gulliver’in gittiği iki yerden söz ediyor sadece.” dedi.

İdil, “Tam de şifrede yazdığı gibi.” diye karşılık verdi. “Dört yeri birden dolaşmaya kalkma, iki taneyle yetin.

Nesli blog yazısını yazmadan önce kitapla ilgili araştırma yaptığını göstermek için can atıyordu. Az önce, benim de, diyerek İdil’e katılırken laf olsun diye konuşmamıştı. “Aslında Gulliver’in yolculuk yaptığı dört yer var ama mesela bendeki kitapta da sadece iki yolculuğunu anlatıyordu.” Sarp’la aynı anda, “Lilliput ve Brobdingnag.” dediler. Sarp önündeki kitaptan okumuştu. Ancak ikisinin de Brobdingnag demeye çalışmaları kendileri de dâhil hepsinin gülüşmesine neden oldu. Söylemesi gerçekten zordu.

İdil, “Biri 15 santimlik küçük insanların yaşadığı ada.” diye ekledi.

Nesli, “Diğeri ise devlerin yaşadığı yer.” dedi.

“O devlerin de bir adı vardı.”

“Neydi hatırlamıyorum ama onun da söylenişinin oldukça zor olduğunu hatırlıyorum.”

“Dilimin ucunda…”

Mert’le Sarp, iki kuzinin birbirlerinin cümlelerini tamamlayarak neredeyse yarışırcasına konuşmalarına alışkınlardı. Mert aralarına yeni katılan iki çocuğa baktı. Yakında Narin’le Feridun da alışır, diye düşündü. Ardından o da konuşmaya katıldı. “Bir yerde kocamanken diğerinde ufalırsın bir anda cümlesi de böylelikle anlam kazandı.”

“Evet, Gulliver küçük insanların yanındayken kocamandı, sonra devlerin yanında ufacık kaldı.” İdil kitapla ilgili hatırladığı ne varsa söylemek istiyordu.

“Demek ki şifrenin son cümlesi yalnızca kibirli olmayı kastetmiyormuş.” Sarp illa haklı çıkmaya çalışıyordu. Neyse ki kimse bunun üstünde durmadı.

Feridun kitabı okumadığına hayıflanmış, bu hararetli konuşmalara katılamadığı için kendini rahatsız hissetmişti. “Eğer Gulliver yardımsever de biriyse?..” deyip cümlesini yarım bıraktı.

İdil, “Lilliput halkına yardım ediyor.” diye açıkladı. “Şifrenin bu cümlesi de kitabın konusuna uygun.”

Mert, kitabı Sarp’ın önünden çekip masanın ortasına koydu. “Bütün cümleler doğru iz üstünde olduğumuzu gösteriyor. Şimdi sıra bir sonraki adım için ne yapacağımızı bulmaya kalıyor.”

Narin, “Bir sonraki adım mı?” diye sordu. Sesi olduğundan tiz çıkmıştı. “Her şeye baştan mı başlıyoruz?” Aslında soruyu İdil’e bakarak sormuştu. Ne de olsa İdil geçen yaz okula devam etmişti. Yeniden başlıyorlarsa bilirdi.

İdil omuzlarını silkmekle yetindi. O sırada dudağını da bükmüştü ama saçları hâlâ yüzünü örttüğü için diğerleri bunu fark etmedi. Bu soru arkadaşları gibi İdil’in de kafasını kurcalıyordu.

На страницу:
2 из 3