
Полная версия
SEMBOL AVCILARI
“Ali! Çık artık!”
“Hipnotize olmuş gibi duruyor…”
“Ali! Ne yapıyorsun?”
Ali ona seslenen arkadaşlarına dönüp bakmadı bile. Endişelenmeye başlamışlardı artık. Ne yapabilecekleriyle ilgili fısır fısır konuşuyorlardı. En sonunda Aslı dayanamadı, cesaretini toplayıp Memo ile Nisa’nın arasından sıyrılarak pencereden içeri girdi. Dışarıda kalanlar Aslı’nın bu kararlılığı ve becerisi karşısında şaşkınlıkla onu izliyorlardı. Aslı, parmak uçlarında ve sağa sola değmeden, çok zarif hareketlerle Ali’nin yanına kadar gitti. Memo ve Nisa biraz olsun rahatlamıştı. Aslı’nın Ali’yi kapıp dışarı çıkarması an meselesiydi artık.
Bu arada çocuklar hâlâ farkında değillerdi ama Şahin onları göz takibinden çıkarmış değildi. Onları daha iyi görebilmek için biraz daha yaklaşmıştı ama şimdilik bahçenin dışındaydı hâlâ. Çocukların onu göremeyeceği bir yere saklanmıştı ve kuşkulu bakışlarla ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordu.
Memo ve Nisa, Aslı’dan bir haber gelir sandılar ama içeri tekrar bakınca bir de ne görsünler: Aslı da Ali’nin yanına çömelmiş, dakikalardır hiç kıpırdamadan Ali’nin baktığı şeye bakıyordu. Aslı dışarıdakileri fark etmiş olacaktı ki gözlerini o odaklandığı şeyden hiç ayırmadan, “Gelin gelin…” anlamında bir el işaretiyle abisi ve Nisa’yı yanına çağırdı.
İstop veya herhangi bir oyununun kıymeti kalmamıştı artık.
Ne olur ne olmaz diye Ali’nin dışarıda bıraktığı çantasını da yanlarına alıp birer birer içeri süzüldüler. Memo ve Nisa içeri adım atar atmaz tanımlayamadıkları ama baş döndürücü hoşlukta bir koku geldi burunlarına. Nisa bu kokuyu kendi anneannesinin kıyafet dolabından tanıyordu ama ismini bilmiyordu. Koku onun için öylesine huzur vericiydi ki bu kadar tozlu bir yerde olmasına rağmen derin bir nefes aldı. Kokudan biraz başı dönmüştü. Memo da o sırada Ali ve Aslı’ya doğru yürürken etraftaki ilgi çekici eşyaları inceliyordu. Fakat Ali ve Aslı’nın yanına yaklaşınca ikisinin de dikkatleri dağıldı, çevreye yayılan kokuyu ve etraflarındaki ilgi çekici eşyaları bir süreliğine unuttular.
Topu almak için girdikleri bu eski yerde ilgilerini çekebilecek bir sürü eşya vardı ama şu an karşılaştıkları en büyük sürpriz çocukların tam karşısında duruyordu.
4
Semboller
Burada böyle bir şeyle karşılaşacaklarını hayal bile edemezlerdi. Bu şeyin adını duymuşlardı elbette ama daha önce hiç görmemişlerdi. Günümüzde kullanılıp kullanılmadığını bile bilmiyorlardı. Bir süre sessizce inceledikten sonra, “Aaa! Bu ne böyle?” diye sordu Nisa. Memo da, “Ne olacak? Bu bir para kasası.” diye cevapladı.
Üstünde örtü varken Ali’nin sehpa sandığı şey aslında siyah renkli, sağı solu biraz paslanmış, küp şeklinde, çok da büyük olmayan eski bir para kasasıydı. Ali’nin az önce üstünden kaldırdığı kalın örtüye rağmen kasa biraz tozluydu. “Çok uzun zamandır burada olmalı.” dedi Aslı. Haklıydı da. Deponun en derinlerinde, bir çalışma masasının tam yanındaydı bu para kasası. Ali, çocuklar gelmeden önce kasayı yerinden kımıldatmaya çalışmıştı ama kasa çok da büyük olmamasına rağmen olduğu yerden hareket etmiyordu.
Arkadaşlarının yanında olmasını fırsat bilerek yine denemek istedi Ali. Sessizliğini bozdu ve “Haydi bakalım!” diyerek bir kez daha kasayı hareket ettirmeye çalıştı. Çekti, çekti… Ama küçük kasa bir türlü hareket etmiyordu. İçinde ağır bir şey olmalı, diye düşündüler. Altın mıydı acaba?
“Yardım etmeyi düşünüyor musunuz arkadaşlar?”
Nisa Ali’ye şüpheyle baktı. “İyi de bizim değil ki bu!”
“Bizim bahçenin sınırları içinde olduğuna göre benim sayılır.”
“Anneannene sorman gerekmez mi önce?”
“Sorduğum zaman hepimizin evlere dağılacağını biliyorsun değil mi Aslıcığım?”
Üçü de Ali’ye hak vermiş olmalıydı ki hep bir ağızdan, “Haydi! 3 deyince!” dediler ve kasanın dört bir tarafından tutup 3’e kadar saydıktan sonra çekiştirmeye başladılar. Çekiştirdiler ama bir faydası yoktu. Kasayı biraz daha aydınlık bir yere almak içindi bunca çaba ama kasa bir türlü yerinden oynamıyordu maalesef.
Biraz olsun soluklanmak için yere oturdular ve arkalarına yaslandılar. Yorgunluklarını atmak için bir süre sessizce etrafı izlediler. Çevrelerine göz gezdirirken şaşkınlıkları daha da fazla artıyordu. Buldukları kasanın heyecanıyla etrafta ne olduğuna hiç dikkat etmemişlerdi ama iyice incelediklerinde duvarları çevreleyen kitaplığı gördüler. Bu kitaplığın raflarında çeşit çeşit, büyüklü küçüklü yüzlerce kitap vardı. Üşenmeyip saysalar belki binin üstünde bile çıkabilirdi kitapların sayısı. Ama raflarda sadece kitaplar yoktu; kitapların arasında çeşitli resimler, ufak heykelcikler ve hatta hayvan maketleri bile vardı.

Memo sırtını dayadığı masaya tutunarak ayağa kalktı ve raflarla çevrili odanın ortasındaki masayı incelemeye başladı. Sağında ve solunda ikişer çekmecesi olan sade, ahşap bir çalışma masasıydı bu. Uzun zamandır kullanılmadığı anlaşılıyordu çünkü tozla kaplıydı. Masanın üstünde pek bir şey yoktu ama yine de bir göz gezdirmek istedi.
Onun meraklı bakışlarını fark etmiş olacaktı ki masanın etrafında dört dönen Memo’ya Nisa da katıldı. Herhangi bir şeye dokunmadan bunun kime ait olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bu sırada Ali ve Aslı da ayaklanmış, rafların önünde dolaşıyorlardı. Raflarda kitapların haricinde o kadar çok şey vardı ki… Bir müzik kutusundan tutun da rengârenk cetvel takımına, eski siyah bir telefondan tutun da koca bir deniz kabuğuna kadar her şey vardı. Nisa arkadaşlarının onunla aynı fikirde olup olmadığını merak ederek, “Burası fazla mı gizemli yoksa bana mı öyle geliyor?” diye sordu.
“Ben buranın depo olduğunu sanıyordum ama meğerse kütüphaneymiş.”
“Çok fazla eşya var, depoyla kütüphane karışık galiba.”
Aslı, “Çalışma odası desek daha doğru olur sanırım.” diyerek Nisa’yı düzeltti.
“Onu nasıl anladın?”
“E odanın tam ortasında bir çalışma masası var Nisa.”
“Ben en çok, nasıl oluyor da daha önce burayı merak edip girmediğimizi düşünüyorum şu anda.” dedi Memo.
Gerçekten de daha önce, kedi köpeklerin birbirleriyle neden anlaşamadıklarından tutun da aslında etçil olan martıların simit yemeye neden bu kadar düşkün olduklarına kadar bir sürü şeyi merak etmişlerdi ama şu anda bulundukları yerin içinde ne olduğunu hiç merak etmemişlerdi. Merak güzel bir duyguydu, ama her şeyde olduğu gibi fazlası bazen zarar verebilirdi. Bu merak duygusunun onlara zarar mı yoksa yarar mı getireceğinden habersiz bir şekilde gizemli kasanın etrafına yeniden toplandılar. Artık kasayı hareket ettiremeyeceklerini kabul etmeleri gerekiyordu.
Şimdi deneme sırası kapaktaydı. Kasanın kapağını el yordamıyla açmaya çalıştılar ama bir türlü açılmıyordu. Bu depo, kütüphane ya da çalışma odası o kadar loştu ki bir türlü kasanın kilit yerini bulamadılar. En sonunda Ali arkadaşlarının içeri getirdiği çantasını açtı ve el fenerini çıkarıp kasanın kilit yerine ışık tuttu. Derin bir nefes alıp kilidin üstündeki tozlara tıpkı bir doğum günü pastasının üstündeki rengârenk mumlara üfler gibi kocaman üfledi. “Püfffffffff…”
Gizemli kasanın kapağı ışıkla aydınlanıp üstündeki tozlar kalkınca kilit yeri daha da seçilebilir oldu. Kasanın kapağının tam orta yerinde çevrilebilir yuvarlak bir mekanizma vardı. Bu mekanizmanın kendi içinde iç içe geçmiş 5 ayrı şifre çarkı, her çarkın üstünde de birbirinden farklı onlarca sembol vardı. Bunun kasayı açmaya yarayan şifre sistemi olduğunu ilk bakışta anladılar.
Dört afacan şimdi ayakta durmuş, tam ortalarında bulunan gizemli kasaya ve onun sırlarla dolu kilidine bakıyorlardı. Açmaya çalışmakla çalışmamak arasında tereddüt ediyor, içinden çıkacak şeyi merak ettikleri kadar tehlikeli bir şey çıkmasından da endişe ediyorlardı. Endişe etmekte haklıydılar ama merak tohumları bu dört güzel yüreğe saçılmıştı bir kere…
El yordamıyla, üstünde semboller olan her bir şifre çarkını çevirdiler. Çevirdiler ama “çıt çıt” diye çıkan çevirme sesinin duyulması dışında başka bir şey olmuyordu. Tüm çarkların en üst hizasında tek bir ok vardı ve anladıkları kadarıyla beş doğru sembolü bulup bu okun olduğu hizaya getirmeleri gerekiyordu. Yani aslında kasanın şifresi beş basamaktan oluşan bir sembol dizilimiydi.
Bir süre uğraştıktan sonra Memo kilidi açmanın imkânsız olduğunu düşündü ve kasanın başından kalktı. Aslında Memo’nun kasayı açmaya çalışmaktan vazgeçmesinin sebebi farklıydı: Karnı acıkmıştı. Annesinin ona hazırladığı köfte ve patatesleri düşünüyordu. Öğle menüsünü nasıl mı biliyordu? Çünkü daha kahvaltısını yaparken sormuştu annesinin öğle yemeği için ne hazırladığını.
“Bu sembollerin bir anlamı olmalı.” dedi Aslı. “Ve anlamları da bu odanın bir yerlerinde gizli olmalı.” diye ekledi Nisa.
Bunları konuşurken bir yandan da etrafı karıştırıyorlardı. Meraklı gözleri ve parmakları, bir şeyler bulma ümidiyle rafların üstünde dolaşıyordu. Gizli bir kapak, çekmece gibi bir bölme aradılar ama yoktu. Çalışma masasının çekmecelerini çekip baktılar ama içleri boştu. Kapağı olan ve içine ulaşamadıkları tek şey bu siyah demir kasaydı.
Ali çerçevelerin içinde gördüğü fosile benzeyen deniz canlılarına bakıyordu. Aslı taştan yapılma, büyükten küçüğe sıralanmış üç mızrak ucu bulmuştu ve uçları o kadar sivriydi ki denemek için bir ucuna dokununca parmağına batmıştı. Memo’nun ilgisini en çok bir pusula çekmişti, onu eline alıp hangi yönün kuzey, hangi yönün doğu olduğunu anlamaya çalıştı. Çocukların ilgisini çekebilecek bir sürü şey vardı etrafta ama onların akılları hâlâ para kasasındaydı.
“Kasanın içinde dolar da var mıdır sizce?”
“Bence inci kolye, mücevher gibi şeyler vardır.”
“Arkadaşlar… Öyle bile olsa bundan bize ne? Kasa Ali’nin ailesine ait.”
“Öyle tabii ama hayalini kurmak bile çok güzel…”
Bu sırada çocukların dördü de masanın etrafında toplanmıştı. Belki bir şey buluruz ümidiyle masaya göz gezdiriyorlardı ama masanın üstünde bomboş beyaz sayfalar, bir dolma kalem ve bir resim çerçevesi haricinde hiçbir şey yoktu. Bunlar çocukların ilgisini çekmemişti ama yine de incelemek istediler. Kasa kilidinin üstündeki sembollere ait bir şeyler bulmak içindi bu arayışları.
Aslı dolmakalemin kapağını açtı. Kalemi elinde evirip çevirdi. Sembollere ait hiçbir şey yoktu kalemin üstünde.
Nisa kâğıtları inceledi. Kâğıtlar inci gibi bembeyazdı. Üstlerinde hiçbir şey yazılı değildi.
Memo resim çerçevesini aldı ve incelemeye başladı. Tozdan dolayı çerçevenin içindeki resmin kime ait olduğu seçilemiyordu. Parmaklarıyla tozları sildiğinde fotoğrafta yaşlı bir adam ve kucağında bir bebek olduğunu gördü. İlk bakışta fotoğraftakilerin kim olduğunu anlayamadı Memo. “Baksanıza ne buldum!” diye seslenince sembollere ait bir ipucu bulduğunu sanan arkadaşları hemen Memo’nun etrafına toplandılar. Aslı fotoğraf çerçevesini Memo’dan alıp inceledi. “Ay Ali! Ne tatlıymışsın.”
“Nasıl anladın hemen bu bebeğin Ali olduğunu?”
“E fotoğraf renkli. Yanındaki de rahmetli Celal dede işte.”
“Doğru ama sen nereden biliyorsun bunu?”
“Elbette bilmiyorum Ali, sadece tahmin ediyorum.”
Gerçekten de bu fotoğraf Ali’nin bebekliğine ve rahmetli Celal Bey’e aitti. Vefatından yaklaşık 6 ay kadar önce çekilmişti ve Celal Bey de çok sevdiği torunuyla olan bu fotoğrafı bastırıp sonra da çerçeveletmişti.
Ali duygulanmadan edemedi. Kendi bebeklik fotoğraflarını annesiyle babası telefonlarından ayrı ayrı sürekli gösteriyorlardı zaten. Hatta bu, Ali için sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı zamanla ama dedesiyle birlikte çekilmiş yeni bir fotoğrafı görmek, üstüne üstlük bu fotoğrafın özellikle çerçeveletildiğini görmek onu duygulandırmış, dahası gururlandırmıştı.
Ali, “Ver bakayım.” dedi ve fotoğraf çerçevesini Aslı’nın elinden aldı. Ali bu fotoğrafı ilk defa görüyordu. Önce kendisini inceledi. Bebekken giydiği ve annesinin hâlâ sakladığı sarı renkli tulumuna ve mavi patiklerine baktı uzun uzun, sonra da bebekken bile yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesine. O fotoğrafa dalmışken arkadaşları da bir yandan sembollere ait bir ipucu arıyorlardı kütüphanede.
Ali daha sonra dedesine baktı. Celal Bey, boynunda renkli papyonu ve gömleğinin üstündeki pantolon askılarıyla yine her zamanki gibi çok şıktı. Ali küçük yaşına rağmen bir şeylerin eksik yaşandığını hissetmiş olacaktı ki derin bir şekilde içini çekti.
Dedesinin yüzünde yumuşak, bağışlayıcı ve anlamlı bir gülümseme vardı. Ali bunu görünce fotoğraftaki dedesi gibi tebessüm etti. Bu tebessümüyle sanki dedesine selam yolluyordu. Çok geçmedi ki fotoğrafı incelerken şöyle bir ayrıntı fark etti: Dedesi Celal Bey fotoğraf çekilirken kameraya doğru değil, yana doğru bakıyordu. Hatta neredeyse arkasına dönecek gibiydi.
Ali kendi kendine düşünmeye başladı. Dedem hem yan tarafa bakıp hem de neden anlamı bir şekilde gülüyordu? Acaba yanında anneannem vardı da ona mı gülüyordu? Ya da o sırada yanımızdan bir kedi mi geçiyordu? Yoksa sadece hatalı bir poz muydu bu?
Ali’nin uzun süredir bu fotoğrafa odaklandığını gören Nisa merak edip, “Neden takıldın fotoğrafa bu kadar?” diye sordu. Ali dudaklarını büküp, “Bilmiyorum. Dedem sanki bir şey anlatmak istemiş gibi duruyor.” diye cevap verdi.
“Yok artık daha neler… Bu sadece bir fotoğraf Ali.”
“Biliyorum… Biliyorum da…”
“Biliyorsun da ne? Gel de şu ipuçlarını ara bizimle birlikte.”
“Bir fotoğraf çekilirken neden arkaya bakarsınız?”
Memo, “Açık büfe varsa ve hemen arkamdaysa…” diyerek güldü.
Nisa, “Tam fotoğraf çekilirken arkadan biri bana seslenirse…” dedi.
Aslı da tahmin yürüttü. “Arkamdan kedi köpek geçerse…”
“Ya da arkanızdaki bir şeyi göstermek istiyorsanız…”
“Nasıl yani?” dedi üçü de.
Ali yavaşça elinde tuttuğu çerçevenin arkasını çevirdi. Çerçevenin arkasında fotoğrafı tutan dört kopça haricinde bir şey görünmüyordu. Bu sırada çocuklar anlamsızca bir Ali’ye bir de elinde tuttuğu çerçeveye bakıyorlardı. Ali kopçaların dördünü de ağır ağır çevirdi ve çerçevenin arka kapağını çıkardı. Sonra çerçeveyi ters çevirip buruşturmamaya çalışarak içindeki fotoğrafı özenle çıkardı. Arkadaşları Ali’nin ne yapmaya çalıştığını artık anlamışlardı ve meraklı gözlerle ne olacağını izliyorlardı. Ali fotoğrafa son bir kez baktıktan sonra fotoğrafın arkasını çevirdi.
Çocuklar şok üstüne şok yaşıyorlardı. Fotoğrafın arkasında ”1-15-18” yazıyordu.
Meğer deminden beri aradıkları ipucunu dakikalardır elinde tutuyormuş Ali. Ya da onlara öyle geliyordu… Bir süre devam eden sessizliği sonunda Nisa bozdu.
“Yok artık daha neler!”
“Helal sana be Ali, buldun ipucunu!”
“İpucu olduğu ne belli? Fotoğrafçı yazmış olamaz mı bunu? Belki de fotoğraf baskısının kod numarasıdır.”
Aslı’nın söylediği çok olası bir ihtimaldi. Fotoğrafçının yazdığı basit bir numarayı ipucu sanıp üstünde uğraşarak boşa zaman harcayabilirlerdi. Üçü de dudaklarını bükerek, “Evet, olabilir.” dediler Aslı’nın söylediği ihtimale cevap olarak.
Nisa tatmin olmuşa benzemiyor, sayıları evirip çevirip bir sağına bir soluna bakıyordu. “Vazgeç…” dedi Aslı. “O sayıları bence fotoğrafı basan kişi yazmış.” Nisa hâlâ kafasını eğip fotoğrafın önüne arkasına bakıyordu. Kısa bir süre sonra gözleri parladı Nisa’nın. Fotoğrafı bırakıp masanın üstündeki dolmakalemi aldı ve hemen yanındaki beyaz kâğıtların üstüne aynı sayıları yazdı.
“Buldum işte! Fotoğrafçı değil! Ali’nin dedesi yazmış bu rakamları.”
“Nasıl emin olabiliyorsun bu kadar?”
“Evet. El yazısını karşılaştırsan tamam da…”
“Peki ya fotoğrafın arkasındaki yazının rengiyle bu dolmakalemin mürekkebi aynı renkse?”
Nisa gibi diğer ikisinin de gözleri parlamıştı ama Aslı yine de temkinli tavrını elden bırakmak istemiyordu. Bu sayıları Ali’nin dedesi yazmış olsa bile sembollerle ne ilgisi olabilirdi? Kasadaki kilidin üstünde beş sembol bölümü vardı. Buldukları sayılar da yan yana konunca beş basamaklıydı ama aralarında boşluk vardı. Bir süre boyunca sayılara baktılar, topladılar, çıkardılar, çarptılar, böldüler ama yok… Sayılarla konunun hiçbir ilgisi yoktu.
Çocuklar hâlâ ümitsizce odanın içinde dört dönüyor, karşılarına çıkabilecek başka bir ipucu arıyorlardı. Raflarda bulunan ilginç ve hatta hayatlarında daha önce hiç görmedikleri şeylere göz gezdirirken bazen de masanın başına geçiyor, kâğıdı kalemi alıp bir şeyler yazıp çiziyorlardı.
Bir süre sonra gözleri açılmış bir şekilde, “Alfabe!” dedi Memo. Herkes Memo’ya baktı. “Alfabe?” diye sordu üçü birden. Kalemle kâğıdın önünde olduğunu gören Nisa’ya, “Alfabeyi yazar mısın?” diye sordu Memo. Üç beş saniye geçmeden, “Al bakalım. Yazdım.” dedi Nisa. Kâğıda baktılar, “Alfabe” yazıyordu. “Öyle değil Nisa! Alfabeyi baştan sona kadar yazar mısın lütfen?” diye sorusunu daha açıkça yineledi Memo. “Yok artık daha neler! O kadar uzun yazamayacağım.” dedi Nisa. “Üşenmiyorsan buyur sen yaz.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.