
Полная версия
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt
Asiye onu getirtti. Musa, derhâl onun memesini aldı. Firavun’un çevresinden kimse farkına varmaksızın annesi, kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü.
Hazreti Musa, büyüdükten sonra, bir gün Mısır’da gezerken gördü ki Beni İsrail’den biriyle bir Kıpti kavga ediyor. Kıpti’nin göğsüne bir yumruk vurdu, kazara Kıpti’nin canı çıkıverdi.
Hazreti Musa, elinden böyle bir kaza çıktığına inanamadı, Firavun’dan korkup, hemen Mısır’dan firar ederek Medyen’e gitti. Orada Şuayb Aleyhisselam’ın bir kızını aldı. Bu şekilde on sene Medyen’de kaldı.
Daha sonra ailesini alıp Mısır’a giderken Tur Dağı’na uğradı. Orada Allah’la söyleşti ve oradan Mısır’a varıp büyük kardeşi Harun ile görüştü. Musa ve Harun Aleyhissselam, Firavun’u davete memur olduklarından, Firavun’un yanına gittiler ve onu Hak dine davet ettiler. Ve “Beni İsrail’i bırak. Onları alalım, ecdadımızın kadim vatanları olan Kenan diyarına gidelim.” dediler.
Firavun buna şaşarak, Hazreti Musa’ya, “Sen çocukken bizim sarayımızda büyüdün, sonra bir suç işledin ve buradan firar ettin. Şimdi dönüp gelmişsin, ne demek istiyorsun?” dedi.
Musa Aleyhisselam da “Evet, elimden bir kaza çıktı. Bir Kıpti’yi vurdum, hataen öldürdüm ve korkumdan kaçtım. Şimdi Rabbi’lâlemin, bana nübüvvet ve risalet verdi ve seni davet için beni gönderdi.” diye cevap verdi.
Firavun sordu: “Rabbi’l-âlemin nedir?”
Musa Aleyhisselam, “Yerlerin, göklerin ve tüm mahlukatın Rabb’idir.” dedi.
Firavun gazaba gelip, “Mısır’da benden başka rab yoktur. Eğer sen benden başka rab ve ilahlar tanırsan seni zindana atarım.” diye Hazreti Musa’yı korkuttu.
Musa Aleyhisselam, asasını yere bıraktı. Hemen bir büyük ejderha oldu, hareket etmeye başladı.
Firavun ondan ürktü ve daha önce kâhinin haber verdiği çocuğun o olabileceğini düşünüp endişeye kapıldı. Etrafındaki yakınlarına, “Ne buyurursunuz, Musa sanatında mahir ve büyük bir sâhirdir. Sihirbazlıkla sizin itikadınızı bozup da Mısır hükûmetini zapt etmek ister.” dedi.
Onlar da “Biraz mühlet ver. Etrafa memurlar gönder. Ne kadar mahir sâhirler varsa getirsinler. Musa ile Harun’a galip gelsinler.” diye görüş verdiler.
O zamanda sihirbazlık, âlemde pek revaçlı bir sanat olmuş ve her tarafta itibar bulmuştu.
Firavun tarafından her şehre memurlar gönderildi. Ne kadar sanatında mahir sihirbaz var ise Mısır’a getirildi ve Kıptilerin sene başındaki bayram gününde, belli bir yerde toplanmak üzere herkese ilan edildi.
O gün bütün Mısır halkı orada toplandı. Sihirbazlar da oraya getirtildiler. Sihirbazlar meydana çıkıp, “Firavun’un izzet-i hakkı için biz galibiz.” diyerek sihir alet ve edevatı olan iplerini ve değneklerini ortaya attılar. Göz bağcılık ile yılanlar geziyormuş gibi birtakım gösteriler yaptılar. Hemen Musa Aleyhisselam, asasını bıraktı. Asa, bir büyük ejderha olup alet ve edevatı yuttu.
Sihirbazlar gördüler ki ne ip var ne de değnek. Hâlbuki eğer Musa’nın işi de sihir olsaydı, yalnız kendi gösterileri mahvolmalı, fakat ip ve değnek gibi alet ve edevatları mevcut kalmalı idi. “Bu mutlaka insan kudretinin dışında bir mucizedir.” dediler ve Hazreti Musa’ya iman ettiler.
Firavun, onlara çok kızdı ve “Meğer Musa sizin ustanızmış. Önceden onunla işi pişirmişsiniz ve Beni İsrail ile birlikte Mısır’ı zapt etmeye karar vermişsiniz. Bakınız ben size ne yaparım. Ellerinizi ve ayaklarınızı keserim ve sizi hurma dallarına asarım.” dedi.
Onlar da “Bizim için problem değil. Biz, Musa’nın Tanrı’sına iman ettik. Biz ancak onun af ve merhametini isteriz.” dediler.
Bundan sonra da Musa Aleyhisselam, pek çok mucize gösterdi. Buna rağmen Firavun ve kavmi imana gelmedi. Bu arada Kıpti kavminden bir grup, “Musa’ya niçin bu kadar meydan veriliyor? Halkın zihinlerini karıştırıyor. Onun hareketi, âdeta memlekete fesat karıştırmak ve halkı isyana davet etmektir.” diyerek Firavun’u tahrik ettiler.
Hâlbuki Beni İsrail’in tamamı Hazreti Musa’ya tabi bir şekilde yekvücut olmuş ve böylece kendilerini esaretten kurtarabilecek bir hâle gelmişlerdi. Bunun üzerine Firavun da bir aralık, belayı defetme kâbilinde, Beni İsrail’in Mısır’dan çıkıp gitmesine ruhsat vermişti. Sonra pişman oldu.
Musa Aleyhisselam ise bir zaman tayin ederek bütün Beni İsrail ile haberleşti ve geceleyin onları Mısır’dan çıkardı ve Bahr-i Kulzem’in, yani Kızıldeniz’in kenarına götürdü. Firavun duyup, hemen etraftaki askerini topladı. Beni İsrail’in arkasına düştü ve sabahleyin onlara yaklaştı. Musa Aleyhisselam, asası ile denize vurdu. Deniz yarıldı, on iki yol açıldı. On iki soyun herbiri bir yoldan gitti. Firavun da askeri ile onları takip etti. Beni İsrail geçip kurtuldu. Sonra deniz birleşti; Firavun, askeriyle beraber boğuldu.
Bu şekilde Musa Aleyhisselam, düşmanlarına karşı zafer buldu. Beni İsrail ile beraber Kenan diyarına doğru haraket etti.
Yolda Amalikalı bir kavmin yurduna uğradılar. Gördüler ki öküz suretine tapıyorlar. Beni İsrail her ne kadar Hazreti Musa’ya tabi olmuşsa da Mısır’da iken gözleri buna benzer suretlere alışmış ve zihinlerinde henüz Tevhid-i Bâri yerleşmemiş olduğundan, o kavmin öküz suretlerini görünce onlara meylettiler. Hemen “Ya Musa, onların ilahları gibi, bize de bir ilah tedarik et.” dediler. Hazreti Musa “Siz cahil bir kavimsiniz. Onların ibadetleri batıldır. Allah’tan başka ilah olur mu? Siz Rabbü’l-âlemin Hazretleri’nin verdiği nimetin kadir ve şükrünü bilmiyorsunuz. Sizi diğer kavimlerden mümtaz kıldı. Firavun size eziyet eder ve oğullarınızı keser iken Allah sizi kurtardı.” diye nasihat etti. O zaman Kenan diyarındaki en büyük şehirler; Eriha, Nablus ve Kudüs olduğundan, hemen yol üzerinde bulunan Eriha beldesine doğru gittiler.
Fakat buralar o zaman Amalika kabilelerinden birtakım zorbaların elinde olup, onları oradan savaş ile çıkarmak gerekiyordu.
Beni İsrail, “Biz, zorbalar ile muharebe edemeyiz.” diye geri çekildi. Hazreti Musa da gücenip onlara beddua etti. Bu sebepten dolayı, Tih Sahrası’na düştüler ve kırk sene orada dolaştılar, bir tarafa çıkıp gidemediler. Mısır’da iken çektikleri onca eziyet ve sefaleti unuttular ve “Keşke Mısır’dan çıkmasaydık.” demeye başladılar. Tih Sahrası’nda bulundukça Cenabıhak onlara kudret helvası gönderir ve bıldırcın indirirdi. Onlar da bu sayede hoşça geçinirlerdi.
Kudret helvası ile bıldırcın kuşundan usandılar, “Biz, bakla ve soğan gibi hububat ve sebze isteriz.” dediler.
Hazreti Musa’nın artık canı sıkıldı. “Haydi Mısır’a gidiniz. İstediğiniz şeyler orada vardır.” diye ret cevabı verdi.
Allah katından Hazreti Musa’ya bir kitap indirileceği vadedilmiş olduğundan Tur Dağı’na davet buyuruldu. Musa Aleyhisselam da kardeşi Harun’u yerine vekil tayin etti ve kendisi Tur’a gitti.
Kırk gün Tur’da halvet ve ibadet edip doğrudan Cenabıhakk’ın kelamını işitti. İşte o vakit ona Tevrat-ı Şerif nazil oldu. Hâlbuki Beni İsrail, Mısır’da iken düğün ve bayram nedeniyle Kıpti kavminden geçici olarak, altından yapılmış birtakım süs eşyaları almış ve ansızın Mısır’dan çıkıp onları sahiplerine verememişti.
Tih Sahrası’nda ise köy ve kasaba olmadığından, altının ve gümüşün itibarı yok idi. Bu ekilde Beni İsrail, bu süs eşyalarını, boyunlarındaki günahları gibi boşuna kendilerine yük edip taşıyorlardı.
İçlerinde Sâmirî adında bir münafık vardı ve onları aldattı, o süs eşyalarını toplattı. Hepsini ateşe koyup eritti. Sanatla, altından bir buzağı sureti yaptı ki buzağı gibi ses verirdi: “İşte sizin ilahınız ve Musa’nın da ilahı budur. Musa onu arayıp bulmak için Tur’a gitti. Geliniz, buna tapınız.” dedi. Onlar da o buzağıya tapmaya başladılar.
Harun Aleyhisselam, her ne kadar nasihat ettiyse de kulak asmadılar. “Musa gelinceye dek biz buzağıdan vazgeçmeyiz.” deyip, Harun’a muhalefet ettiler.
Musa Aleyhisselam, Tevrat-ı Şerif ile Tur’dan geldi. Bir de görsün ki Beni İsrail buzağıya tapıyor. Pek fazla gazaplandı. Sâmirî’yi lanetledi, buzağı suretini yaktıktan sonra denize attı ve “Niçin kavmi gözetmedin de Sâmirî’ye aldandılar?” diye Harun Aleyhisselam’ın sakalından tuttu.
Harun, “Ben ne yapayım? Bu kadar nasihat ettim, dinlemediler. Az kaldı ki beni öldüreceklerdi!” diye şikâyet etti. Buzağıya tapmış olanlar da ettiklerine pişman oldular. Yalvardılar ve günahlarından dolayı tövbe ve istiğfar ettiler. Bu şekilde Hazreti Musa’nın hiddeti geçti ve sonra Tevrat-ı Şerif’i ortaya koydu. Ondan sonra Beni İsrail, onun içeriğiyle amel etmeye başladı. Tevhid-i Bârî’yi güçlükle zihinlerine yerleştirebildiler.
Bunun üzerinden nice yıllar geçti ve bir asır değişti. Zorbalar ile muharebeden ürküp de geri dönenlerin çoğu öldü. Onların yerine çölde büyümüş, şehir ve kasaba görmemiş, yürekli yiğitler yetişti. Bu şekilde Beni İsrail, düşman karşısına çıkacak ve savaşa kadir olacak bir hâle geldi.
Hazreti Musa, Beni İsrail’i alıp Lut Gölü’nün güney tarafına getirdi. Oradan ileri hareket ederek Uvc Ubnü Unk adlı melik ile savaş yaptı ve ona galip geldi. Bu şekilde Şeria Nehri’nin doğu tarafındaki beldelere sahip oldu. Hatta Ürdün denilen Şeria Nehri’nin kenarına indi ve Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktı, oradan Beni İsrail’e mevut olan Kenan diyarını seyretti.
Önce Harun Aleyhisselam vefat etmiştir. Musa Aleyhisselam ise Yusuf Aleyhisselam’ın oğlu Efrayim’in soyundan Yûşa adlı zatı yerine halife olarak seçti ve kendisi de vefat etti. Beni İsrail’in Tih Sahrası’nda geçirdiği süre, Hazreti Musa’nın vefatı sırasında tam kırk seneye varmıştı.
Dünya yaratılalı kaç yıl olmuştur? Bunu Allah’tan başka kimse bilmez. Hazreti Âdem’in yeryüzüne indiği zamandan Nuh Tufanı’nın çıkışına kadar ve tufandan Hazreti Musa’nın vefatına kadar kaç yıl geçmiştir? Bu da tarihçiler arasında ihtilaflı bir meseledir. Doğrusunu ancak Allah bilir. Zira o zamanlarda yazılmış bir tarihî kaynak yoktur. O vakitlerin durumu, yalnız Tevrat-ı Şerif’te anlatılmıştır. Hâlbuki şimdi elde bulunan Tevrat nüshaları birbirine uymaz. Hangisi doğrudur, ne bilelim?
Fakat tarihçiler arasında meşhur ve muteber olan rivayete göre Âdem zamanından Tufan’a kadar iki bin iki yüz kırk iki ve tufandan Hazreti Musa’nın vefatına kadar bin altı yüz yirmi altı yıl geçmiştir. Bu hesaba göre Âdem zamanından Musa’nın vefatına kadar üç bin sekiz yüz altmış sekiz yıl geçmiştir.
Hazreti Musa’nın şeriatı, Hazreti İsa’nın peygamberliğine kadar baki kaldı. İkisinin arasında gelip geçen peygamberler, hep Hz. Musa’nın şeriatı ile amel etmek üzere görevlendirilmişlerdir.
Musa Aleyhisselam’dan sonra pek çok zaman Beni İsrail’in işlerini birbiri ardı sıra gelen hâkimler düzenleyip idare ettiler. Bu hâkimler, melik olmayıp Beni İsrail halkının reisleri ve kadıları makamında idiler.
Fakat Beni İsrail soyunun on iki kolu da onların hükmüne itaat ederdi. Bu şekilde onlar, meliklerin yerini tutarlardı. İşte bunlara, Beni İsrail’in hâkimleri denilir ki ilki Yûşa ve en sonuncusu İşmoîl Aleyhisselam’dır. İkisi de Beni İsrail peygamberlerindendir.
Hz. Yûşa (a.s.)’ın Kıssası
Musa Aleyhisselam’dan sonra yerine Yûşa Aleyhisselam geçti. Hazreti Musa’nın vefatından üç gün sonra Beni İsrail’i alıp çölden çıkardı ve Şeria Nehri’nin kenarına getirdi. Köprü ve kayık olmadığı hâlde mucize olarak Beni İsrail’i Şeria Nehri’nin beri yakasına geçirdi ve hemen ileri yürüyüp Eriha beldesini fethetti. Böylece Beni İsrail çöllerde dolaşmaktan kurtuldu. Dedelerinin eski vatanları olan Kenan diyarına girmiş oldular.
Hazreti Musa, Mısır’dan çıkarken Hazreti Yusuf’un tabutunu alıp Tih Sahrası’na götürmüştü. Vefatında onu Yûşa Aleyhisselam’a teslim etti. Eriha’yı fethettikten sonra Nablus’a gitti ve Hazreti Yusuf’un kemiklerini, daha önce kardeşleri tarafından satılmış olduğu yerde defnetti. Ondan sonra Yûşa Aleyhisselam, Şam’ı zapt etti ve her tarafa memurlar dağıttı. Yirmi sekiz sene Beni İsrail’in işlerini idare ettikten sonra dar-ı bekaya göçtü.
Ondan sonra sırasıyla pek çok hâkimler gelip Beni İsrail’e reis oldular. Beni İsrail, kâh doğru yolda gitti kâh isyan ve tuğyan ile şeriata muhalif hareket etti. Onlar öyle yolsuz hareket ettikçe Cenabıhak, onların üzerine bir düşman musallat eder, kâh esarete kâh başka türlü musibete uğrarlardı. Bazen de hâkimsiz kalıp perişan olurlar ve sonra Allah’a yalvarıp bu gibi felaketlerden kurtulurlardı. Nihayet İşmoîl Aleyhisselam hâkim olup on bir sene Beni İsrail illerini idare etti.
Bu on bir senenin sonunda Hazreti Musa’nın vefatından dört yüz doksan üç sene geçmişti. İşte o vakit Beni İsrail’in hâkimlerinin devri bitti ve Beni İsrail hükümdarları devri başladı. Şöyle ki: O esnada Filistin diyarında hükûmet eden Amalika’nın geri kalanı Beni İsrail’e galip gelmişti.
Beni İsrail, kendilerini derleyip toparlayarak, Amalika’dan intikam alabilmek için içlerinden birinin melik tayin olunmasını Hazreti İşmoîl’den istediler. O da Tâlût’u seçtirdi. İşte Beni İsrail hükümdarlarının ilki budur.
Tâlût, saltanat tahtına geçtikten sonra İşmoîl Aleyhisselam’ın tedbiri üzerine Beni İsrail’den bir ordu hazırlayarak Filistin üzerine gitti. Amalika ordusu karşı geldi ve reisleri olan Câlût ki gayet boylu ve yürekli bir şahıs idi. Meydana çıkıp karşısına adam istedi. Yahuda soyundan, yani Hazreti Yakub’un oğlu Yahuda’nın neslinden olan Hazreti Davud da Tâlût’un tarafındaydı ve Câlût’u öldürdü.
Bunun üzerine Amalika ordusu bozuldu ve Beni İsrail maksadına ulaştı. Hazreti Davud da fazlasıyla şöhret buldu. Ondan sonra İşmoîl Aleyhisselam vefat etti. Beni İsrail, Hazreti Davud’a meyil ve muhabbet besledi ve Davud’un kadir kıymeti bir kat daha yükselmiş oldu.
Tâlût ise kıskançlık duyarak Hazreti Davud’u öldürmeye kalkıştı. O da kaçıp bir tarafa savuştu ve ondan sonra Tâlût yine Amalikalılar ile muharebeye girişti ve sonunda Amalika kabilelerinin elinde öldürüldü. Yerine oğlu geçti fakat Beni İsrail soyu arasına tefrika düştü. Bir kısmı, yani Yahuda, Davud soyuna tabi olup, geri kalan on bir kabile Tâlût’un oğlunun emrinde kaldı.
Fakat sonra bu on bir kabile de Hazreti Davud’a biat etti ve bütün Beni İsrail ona bağlandı.
Hz. Davud (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.)’ın Kıssaları
İşmoîl Aleyhisselam’ın vefatından sonra Davud Aleyhisselam’a peygamberlik geldi ve Tâlût’un vefatından sonra yukarıda geçtiği üzere, önce Yahuda Kabilesi ve sonra diğer kabileler ona biat etti. Kısacası Beni İsrail’in bütün kabileleri onun hükmüne geçti.
Bu suretle Davud Aleyhisselam peygamberlikle hükümdarlığı birleştirmiş oldu. Kenan bölgesinde henüz Beni İsrail’in eline geçmemiş olan Kudüs taraflarını ve diğer yerleri zapt ederek Kudüs-i Şerif’i başkent yaptı. Bunlardan başka; Amman, Halep, Nusaybin ve Ermenistan’ı da fethetti. Bu arada Hazreti Davud’a Zebur nazil oldu. Fakat Zebur, hep nasihatler ve ilahilerden ibarettir. Onda şeri hükümler yoktur. Bundan dolayı Davud Aleyhisselam da Beni İsrail’in diğer peygamberleri gibi Musa’nın şeriatı ile amel etmiştir.
Kırk sene bu gidiş üzere hükmetti ve Hazreti Musa’nın vefatından beş yüz otuz beş sene geçtikten sonra ahirete göçtü. Oğlu Süleyman Aleyhisselam, on iki yaşında iken onun yerine geçti ve o da babası gibi hükümdarlık ile peygamberliği birleştirdi. Dört sene sonra babasının vasiyeti üzerine Beytü’l-Makdis’in, yani Mescid-i Aksa’nın inşasına başladı ve yedi senede tamamladı. Ondan sonra Kudüs-i Şerif’te bir büyük hükûmet sarayı inşasına girişti. Onu da on üç senede tamamladı ve bir sene sonra Himyer hükümdarlarından, Yemen melikesi olan Belkıs gelip onunla görüştü. Ondan sonra doğu ve batıda bulunan hükümdarların hepsi, ona itaatlerini gösterdiler ve pek çok hediye gönderdiler.
Hazreti Süleyman da kırk sene bu şekilde hüküm sürdükten sonra vefat etti. Oğlu hilafet tahtına geçti fakat yalnız Yahuda ve Bünyamin soyları onun itaati altında kaldı. Diğer on kabile ayrılıp, Efrayim soyundan ve Hazreti Süleyman’ın özel hizmetçilerinden birini kendilerine melik seçtiler ve başka bir devlet oluşturdular.
Bu suretle Beni İsrail, iki devlete ayrılmış oldu. Birisine Yahuda Devleti ve diğerine İsrail Devleti denildi. Yahuda Devleti’nin başkenti Kudüs-i Şerif olup, melikleri de Hazreti Süleyman’ın oğulları ve torunları idi ve bunlar sanki İslam halifeleri makamında idiler.
Bu devlet her ne kadar iki kabileden ibaretse de Beni İsrail âlimlerinin büyükleri hep Kudüs-i Şerif’teydi. Beni İsrail’in mabet ve idare yeri olan Beytü’l-Makdis, Tevrat-ı Şerif ve Hazreti Musa’nın asası gibi emanat-ı şerife hep orada bulunduğundan bu devlet, halkın gözünde muteber olup hükûmetlerine meşru ve sahih nazarıyla bakılırdı.
İsrail Devleti, on kabileden ibaret olup, meliklerine mülûk-i esbât denilir ve bunlar Hazreti Süleyman’ın neslinden olan Yahuda Devleti halifelerine asi ve bâgî sayılır idi. Mülûk-i esbâtın başkenti başlangıçta Nablus idi, sonra Sâmiriye, yani Sebastiye şehrini bina ettiler ve onu başkent yaptılar.
Beni İsrail’in on kabilesi, bu İsrail Devleti’ne tabi idi. Ancak içlerinde ahkâm-ı şeriyye layıkıyla uygulanmazdı. Hatta Kudüs-i Şerif ziyaretini de terk etmişlerdi. Bir aralık bu İsrail Devleti’nde putperestlik ayini dahi zuhur etti. Hatta Ba’al denilen puta tapar oldular ve gide gide bütün şeriat-ı Museviye’den ayrıldılar.
Her ne kadar Yahuda Devleti’nde de bir aralık buna benzer şirk ve günahlara dair bidatlar zuhur ettiyse de onun durumu, İsrail Devleti’ne nispetle daha ehven idi. Zira her zaman Kudüs-i Şerif’te pek çok ulema bulunur ve Mescid-i Aksa’da Tevrat-ı Şerif okunur idi.
İşte o asırda İlyas ve Elyasa Aleyhisselam, Beni İsrail’e peygamber olmuşlar idi.
Hz. İlyas (a.s.) ve Hz. Elyasa (a.s.)’ın Kıssaları
İlyas Aleyhisselam, peygamber olduğunda kavmi Ba’al adlı puta tapmakta idi.
“Ba’al’dan vazgeçiniz ve her şeyin yaratıcısı olan Allah’a ibadet ediniz.” diye nasihat etti. Dinlemediler. Allah’ın azabı ile korkuttu, kulak asmayıp Hazreti İlyas’ı beldelerinden kovdular.
Cenabıhak, onların beldelerinden bereketi kaldırdı. Yağmur yağmaz oldu. Açlıktan leş yediler ve nihayet Hazreti İlyas’ı arayıp buldular ve onun nasihatiyle amel ettiler. Allah da onların üzerinden bu belayı kaldırdı. Sonra yine kâfir ve günahkâr oldular. İlyas Aleyhisselam da usandı. Allah’a niyaz edip izin aldı ve onların içinden çıkıp başka tarafa gitti ve inzivaya çekildi.
Ondan sonra yerine Elyesa geçti ve halka vaz-ü nasihat ile meşgul oldu. Daha sonra kendisine peygamberlik geldi ve o da bir müddet Beni İsrail’in durumunu ıslaha çalıştı.
Beni İsrail ise günden güne azıttı. Kitabullah’ı terk etti ve hemen melik ve memleket münazalarıyla uğraşır oldu. Nihayet Cenabıhak onların üzerine Asur Devleti’ni musallat etti. İşte o zaman Yunus Aleyhisselam da Asur Devleti’nin başkenti olan Ninova şehri ahalisine peygamber olmuştu.
Hz. Yunus (a.s.)’ın Kıssası
Hazreti Yunus da Beni İsrail peygamberlerinden olup, Ninova ahalisine peygamber oldu ve onları tevhide davet etti. Onlar putlarını terk etmediler. “Allah tarafından azap gelecek ve kırk güne kadar Ninova şehri yere batacak.” diye onları korkuttu, yine kulak asmadılar.
Hazreti Yunus onlara darıldı ve kendilerinden ümidini kesti. Kızgınlık ve hiddet ile Dicle kenarına indi ve bir gemiye bindi. Hâlbuki Allah tarafından vahiy gelmedikçe peygamberlerin memuriyet yerlerini bırakıp da bir tarafa gidivermeleri caiz değildi. Onun için gemi yürümedi. Gemi kaptanı, “İçimizde bir suçlu adam olmalı. Kura çekelim, kime isabet ederse onu denize atalım.” dedi. Kura çektiler, Yunus’a isabet etti. O da “Suçlu benim.” deyip kendisini suya attı, derhâl onu bir büyük balık yuttu.
Hazreti Yunus, ettiğine pişman oldu. Tövbe ve istiğfar etti. Cenabıhak da tövbesini kabul etti ve hemen balık onu çıkarıp bir kenara attı. Balığın karnında Hazreti Yunus’un cismi pelte gibi olmuştu. Cenabıhak, ona taze kuvvet ve sıhhat verdi ve onu yine Ninova ahalisini davete gönderdi. Hazreti Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmış ve Ninova şehrini bir kara duman kaplamıştı. Ahali korkup Yunus’u aramış, bulamayınca gerçekten onun haber verdiği şekilde bir musibet geleceğini anlamış ve hemen şehir dışında Tövbe Tepesi denilen yere çıkmışlar. Feryat figan ederek Allah’a yalvarmışlar. Allah da onların tövbesini kabul buyurmuş ve vadedilen azabı üzerlerinden kaldırmış idi.
Hazreti Yunus, dönüp Ninova’ya gitti ve halkına ilahi ahkâmı tebliğ etti. Halk da onun nasihatiyle amel etti ve bir müddet azaptan kurtuldu. Sonraları doğuda ve batıda büyük vakalar meydana geldi. Nice devlet ve milletin bağlantıları bozuldu ve yeni devletler, topluluklar ortaya çıktı.
Bu gruptan, doğuda Medler ve Babil eyaletindeki Keldaniler itaat etmez oldular. Medler ile Babil valileri ittifak kurup, Asur Devleti’ne isyan ederek devlet başkenti olan Ninova şehrine saldırdılar. Ninova şehri muhasaradan kurtuldu ve Asur Devleti yeniden kuvvet buldu, Babil yine bir vali ile idare edilir oldu fakat doğu tarafı eski hâline getirilemedi, Medlerin hükûmeti başlı başına kaldı.
Asur Devleti yine eski büyüklüğünü kazanmak için doğu ve batıya ordular sevk ettiği sırada İsrail Devleti üzerine de musallat oldu ve bir aralık Beni İsrail’den birçok esir aldı.
Bir müddet İsrail Devleti, Ninova hazinesine vergi vermeye mecbur oldu. Sonra vergi vermekten imtina ederek Asur Devleti’ne karşı geldi.
Bunun üzerine Ninova hükümdarı, bir büyük ordu ile İsrail Devleti’nin üzerine gitti ve başkenti olan Sebastiye şehrini istila etti. İsrail Devleti’nin hükümdarını ve bütün ileri gelenlerini tuttu ve onları Horasan taraflarına dağıttı. Asurilerden ve Keldanilerden birçok halk getirip Beni İsrail’in beldelerine iskân etti.
İsrailîlerden olup da o olayda kaçıp kurtulanlar ve köşede bucakta kalanlar Yahuda Devleti’ne sığındılar. O zaman Hazreti Süleyman’ın torunlarından, Kudüs-i Şerif’te halife bulunan Hazkıya’nın başına toplandılar.
İşte bu suretle İsrail Devleti, Hazreti Musa’nın vefatından itibaren sekiz yüz otuz yedinci yılın sonunda battı. Ortaya çıkışı ise beş yüz altmış altıncı senenin başlarında idi. Bu hesaba göre İsrail hükümdarlarının hükûmet süreleri iki yüz altmış bir seneden ibarettir. Ondan sonra Beni İsrail hükümdarlığı, Hazreti Süleyman’ın torunlarına münhasır oldu ve Yahuda Devleti, İsrail Devleti’nin yıkılmasından sonra, yüz altmış bir sene devam etti.
Yahuda Devleti’yle İsrail Devleti, birbirlerini kıskanırlar ve daima birbirlerinin aleyhinde bulunurlardı fakat kardeş oğulları olduklarından, İsrail Devleti’nin o şekilde yıkılması ve bunca Beni İsrail halkının esir olması Yahuda Devleti’ne pek fazla tesir etmiştir. Hatta o zaman Kudüs-i Şerif’te yaşayan Hazreti Eş’iya Aleyhisselam Asurilere beddua etti.
Asur Devleti ise İsrail Devleti’ni mahvettikten sonra Yahuda Devleti’ne göz dikti ve aradan çok zaman geçmeden Kudüs-i Şerif üzerine bir ordu gönderdi fakat Hazreti Eş’iya Aleyhisselam, Asur askerinin Allah tarafından bozguna uğrayacağını önceden haber verdi. Gerçekten Asur ordusunda hastalık çıktı ve çok sayıda asker telef oldu. Ninova hükümdarı ümidini kaybederek Ninova’ya döndü. Bu suretle Yahuda Devleti kurtuldu.
Fakat Beni İsrail, ondan sonra yine yanlış hareketlere başladı ve Hazreti Eş’iya’nın nasihatlerini dinlemedi. Sonunda o muhterem zatı şehit ettiler.
Hazkıya’nın vefatıyla birlikte yerine geçen oğlu, halka zulüm ve eziyet eder oldu. Her türlü günaha, fisk ve fücura daldı. O zaman Asur Devleti, o gaddar ve günahkâr hükümdarın üzerine musallat oldu ve onu tutup bir müddet hapsettikten sonra yıllık bir miktar vergi vermek üzere yine Yahuda hükümdarı olarak Kudüs-i Şerif’e gönderdi.
Daha sonra Beni İsrail, yine azıttı. Şeri ahkâmı bir tarafa attılar ve Allah’ın emir ve nehyini unuttular.
İşte o vakit Kudüs-i Şerif’te Hazreti Ermiya Aleyhisselam, Beni İsrail’e peygamber olarak gönderildi ve Tevrat-ı Şerif’i meydana koydu. Şeri ahkâmı icra ettirmeye başladı.
O esnada Asur Devleti, şark tarafına hareket etti. Fakat zafere ulaşamadı. Ondan sonra batıya yönelerek Kudüs-i Şerif üzerine hücum etti. Fakat bir yahudi kızı, ordu başkomutanını çadırın içinde öldürdü. Bu şekilde Asur askeri bozuldu ve Yahuda Devleti kurtuldu.
Ama Asur Devleti, bu bozgunun uğursuzluğundan kurtulamadı. Zira o bozgun üzerine Asurlulara bağlı olan birçok kavim isyan etti. Ninova’nın hiçbir tarafta hükmü geçmez oldu ve Babil valisi kuvvetlenmekle bağımsız bir hükümdar mertebesine geldi.
Ondan sonra Medliler hükûmeti ile Babil valisi, Ninova aleyhine ittifak ettiler. Babil valisinin oğlu ve başkomutan olan Buhtunnasır bir büyük ordu ile gitti ve Medlerin asakiriyle birlikte Ninova’yı muhasara etti. Sonunda galip geldiler. Ninova şehrini yaktılar, yıktılar ve yok ettiler. O esnada Buhtunnasır’ın babası vefat etmiş olduğundan Babil’e döndüğünde saltanat tahtına oturmuştu. Bu suretle Asur Devleti, tamamen yıkıldı ve onun yerine iki devlet kuruldu. Biri Med Devleti’dir ki şimdi İran dediğimiz yerler onda kaldı. Diğeri Keldani Devleti’dir ki Asur Devleti’nin batı tarafı onun hissesine düştü ve Babil şehri ona başkent oldu.