
Полная версия
Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar
Bir yıla yaklaşan zaman içinde hep hislerimi yokladım. Bana her gün yazdınız; bir gün sizi çağırmaklığım ümidine kapılarak yaşamakta olduğunuzu söylediniz. Çağırmaktansa hüviyetimi açıklamayı münasip buldum. İşte Sermet Bey, ben böyle bir kadınım.
Zaman zaman ruhunda ihtilaller kopan, ele geçirdiği şeylerden çabuk soğuyan, gayritabii heveslere, muhal arzulara hayatında çok yer veren bir kadına güvenebilirseniz bana geliniz…
Nahide gece yarısına doğru kalemi elinden bıraktı. Artık ne olursa olsun bu garip münasebete bir nihayet vermek lazımdı. Onu bekletmemek, daha fazla üzmemek icap ediyordu. Mademki seviliyordu ve çekinmeden sevdiğini de itiraf edebiliyordu; işi uzatmanın manası yoktu. O da hayatta kendisi gibi kimsesizdi. Belki anlaşacaklar, Afet’in tahmini hilafına pekâlâ mesut olacaklardı. Şekil itibarıyla ne kadar uygun görünen evlenmeler vardı ki, üstünden daha bir yıl geçmeden bozuluyor, kadın veya erkek yahut her ikisi birden yanıldıklarını anlayarak mahkemeye koşuyorlardı. Artık lüzumsuz isteklerin arkası kesilmeli, babasının, Afet’in ve bütün makul insanların söyledikleri, yazdıkları gibi hayattan yalnız verebileceği şeyi istemeliydi. Rahat etmek için biraz uysal olmak, uzun uzun hissî tahlillere girişmemek, marazi hayallere yer vermemek lazımdı. Evlenirlerse mutlak ki gürültülü hayattan alakalarını kesmiş olacaklardı. Çünkü genç adamın inzivadan hoşlandığını, işiyle evi arasında yaşamakla mesut olacağını biliyordu.
Büyük bir yükten kurtulmuş gibi yatak odasına çıktı. Babasıyla annesinin resimlerine candan gülümsedi. Sanki onlar da kızlarının büyük kararı karşısında sevinmiş görünüyorlardı. Artık bu evlenmenin muhit üzerinde yapacağı tesiri, yeniden açılacak ağızları, mütalaaları nazar-ı itibara almayacaktı. Kim ne derse desin o, yalnız saadetini düşünecekti. Yatağına girdiği zaman, mektubunu alınca genç adamın neler düşüneceğini tahlil etmek istedi. Vazgeçti. Komodinin üstünden Afet’in resmini aldı. Onun, dünyada bir eşine daha rastlamadığı harikulade güzel gözlerine uzun uzun baktı. Bir gün gözleri için ona söylediği sözleri hatırladı: “Senin gözlerinde yeryüzü rengi yok Afet.” demişti. “Ne göklerin ne yosunların ne de neftî ormanların renklerini birbirine karıştırmasıyla meydana gelen renk bu… Hayır, hayır Afet. Bu harikulade rengin eşini bulmak için denizlerin dibine inmeli…” Sonra gülerek, şakalaşarak deniz nebatlarından, renkli balıklardan falan konuşmuşlardı.
Kararını verdiği hâlde yine istediği kadar sakin değildi. Yüreğinde bir düğüm vardı. Afet, katiyen mesut olamazsınız demişti. Onun görgülerine o kadar itimadı vardı ki, titremekten kendini alamadı. Sonra onun kırılacağını da düşünüyordu. Fakat o, o kadar iyi kalpliydi ki, mesut olduğunu görünce sesini çıkarmayacaktı. Çünkü şu kocaman dünya içinde yalnız ama yalnız Afet tarafından menfaatsiz bir şekilde seviliyordu. Biliyordu ki, kendi saadeti, biraz da yüksek ruhlu arkadaşının saadeti olacaktı.
Gece rüyasında hep Afet’i ve Sermet’i gördü. Bir aralık çocuğu oldu. Sonra ihtiyarladı. Öldü. Bir gecenin uzun rüyası içinde âdeta tabii bir insan ömrü yaşadı.
Sabahleyin mektubunu zarflamak üzere oturma odasına girdi. Gece içinden ne gelirse yazdığı satırları ara ara gözden geçirdi. Birden yüzü karıştı. Bu, bütün zaafları, suçları, gayritabiilikleriyle tamamen kendisiydi. Nihayet yabancı sayılan bir adama bunları apaçık göstermek ona müthiş bir azap verdi. Âdeta âlemin önünde soyunan bir maskaraya döndüğünü zannetti. Gece yazdığı uzun mektubu gündüz göndermek cesaretini gösteremeyecekti. Ona yazmaktansa anlatmayı tercih etti. Masasının üstünden ince uzun bir kâğıt çekerek sadece “Geliniz!” diye yazdı. Geliniz… O kadar… Kime, neye, neye doğru ve ne için?
Bütün bunları düşünmekle tekrar ruhunun karmakarışık olacağını hissediyordu. Şu hâlde düşünmemek, biraz da mütevekkil olmak lazımdı. Kalbinin derinlerinde yumuşak bir ses “Çok değil, ben hayattan bir tek yıl istiyorum. Bir yıllık saadet bütün ömrüme yetecek!” diye söyleniyordu. Genç kadın bu mazlum sese, ruhunun kapılarını ardına kadar açtı ve ılık, bol gözyaşları ile ağladı, ağladı.
***Sermet, hayatının en mesut hadisesini hazırlayan bu küçük mektubu, daha doğrusu tek kelimeciği alır almaz harekete geçti. Bir gün sonra sular kararırken sevdiği kadının karşısında idi.
Nahide’nin üstünde gayet sade, çok kapalı bir ev elbisesi vardı. Ağustosun durgun akşamlarından biri sularda titriyordu. Saçlarını dümdüz fırçalamış, küçük bir tarakla arkadan tutturmuştu. Yüzünün her çizgisi ayrı ayrı yumuşaktı. Başında harikulade bir mana vardı. Kendisine hiç de yabancı olmayan bir eski dostu karşılıyor gibi elini uzattı. Genç adam bir yıldır rüyasını gördüğü bu sevgili elin üstüne kapandı. Bir şey söylemeye muktedir olamadan ağladı. Yürekten kopan sıcak ve riyasız yaşlarla ağladı, ağladı.
Nahide titriyordu. Eline damlayan bu sıcak yaşlarda varlığını eriten, değiştiren bir tesir vardı sanki. Mazisi, hatıraları, muğlak ruhunun akisleri bu yaşlar içinde kayboluyor, yılları geri geri aşarak çocukluğunun en masum günlerine dönüyordu. Hüviyeti billur gibi temiz bir aşkın kaynağında yıkanıyor, hisleri yeni baştan yoğruluyor, sanki ikinci defa -fakat daha mükemmel ve daha iyi olarak- yaratılıyordu.
Serbest kalan elini alnının üstünde dolaştırıyordu. Gözlerinde biriken damlacıkları ona göstermemek için kurutmak istedi. Fakat içinden, varlığının en uzak ve hâkim köşelerinden bir ses yükseldi: “Mazini öldürdün artık. Eski huyları, eski alışkanlıkları bırakmalı, olduğun gibi görünmelisin. Kendini serbest bırak. Açık ol. Ruhunda gizli duyuşlara yer, kalbinde yabancı hislere sığınak bulunmasın, korkma. İçten taşan gözyaşları her acıyı temizler. Çok defa günahları bile!”
Sonra göz pınarlarında toplanan küçük damlacıklar irileştiler. Önce yavaş yavaş, daha sonra hızla solgun yüzünde yuvarlanmaya başladılar. Hayatları, aşkları, karşılıklı dökülen gözyaşları içinde bağlandı ve kati mahiyetini açıkladı.
İlk saatlerde Nahide her şeyini, hatta yazarken unuttuklarını bile dile düşürdü. Anlattı. Büyük, hayati kararlarını verirlerken ikisinin de içlerinde gizlenmiş düğümleri kalmadı.
Artık tamamıyla anlaşmışlardı.
***Araba Kazpınarı’na doğru yol aldı. Yavaş yavaş genç kadının rengi soluyor, bakışlarına elem doluyordu. Sevdiği kadının hüznünü, tam manasıyla kendi içinde duyan Sermet, onu rahatsız etmekten çekindiği için susuyordu.
Büyük mezarlığın önünde durdular. Sermet, yere atlayarak Nahide’nin inmesine yardım etti. Sonra yavaş yavaş arkasından yürüdü. Demir parmaklıklı kapıdan geçtiler. Sağ taraftaki ihtiyar çınar ağacı esrarlı bir sessizlik içinde esmer taşlara bakıyordu. Bu taşlar ki, bir zamanlar yaşayan, gülen, seven, ağlayan, mesut veya bedbaht olan insanların maveraî hayatlarının dilsiz birer nöbetçisi idiler.
Genç kadın boğazını, göğsünü yakan bir acıyla ilerliyordu. Sararmaya yüz tutmuş otların, baldıranların arasından geçerek, bazıları devrilmiş eski, kırık taşlara elemle bakarak kendi ölülerinin ebedî uykularını uyudukları yere kadar geldi.
Önce uçuk pembe renkli karanfilleri annesinin mezarına serpti. Sonra titreyen parmakları arasında ağlar gibi boynunu bükmüş olan bir tek siyah gülü babasının baş ucuna bıraktı. Sermet pembe karanfil yığını ile bir tek siyah güle bakarken, bir zamanlar bir yastığa baş koymuş, beraber gülüp ağlamış, uzun hayat yolunda bir müddet beraber yürümüş karı kocayı düşündü.
Her akşam saçlarının arasına uçuk renkli bir karanfil iliştiren narin, duygulu bir kadın… Sonra kendini yarı yolda bırakıp giden karısının yadigârı kızını dahi “siyah gülüm”, “tek gülüm” diye seven baba… Yanaşmış, içli hatıralara bağlı çiçeklere bakarken bu toprakların altında beraber uyuyan anne ile babayı da sevdiği kadını sevdiği gibi sevmekte olduğunu hissetti. Bu, ona tatlı bir zevk, âdeta bir dinlenme veriyordu.
Şimdi o da bu taşlara tutunmak, saadetini onlara duyurmak ihtiyacı içinde idi. “O, benim olduktan sonra hayat, ucu bucağı bulunmayan bir şenlik yoludur benim için.” diye söylenmek, içini onlara da dökmek istiyordu.
Nahide, sanki annesi ile babasının kollarına dayanmış gibi onların mezar taşlarına tutunmuştu. Muhakkak ki, içinden ölülerle konuşuyor, onlara bir şeyler söylüyordu. Belki ağlıyordu, fakat omuzları sarsılmıyor, tamamıyla hareketsiz görünüyordu. Onlarla konuştuğu muhakkak olunca genç adam “Acaba ne?” diye titredi. Acaba bir gönül kırgınlığından mı bahsediyor? Hayatında hâlâ şikâyet edilecek gizli noktaları mı açığa vuruyor? Yoksa belki de saadetini müjdeliyor? Sermet, bütün bunları tamamıyla anlayabilmek için birçok şeyler feda edebileceğini kendi kendine itiraf ediyordu.
Hâlbuki orada, biraz ötede, sonbahar rüzgârlarının hazin uğultularını dinleye dinleye uyuyan annesiyle babasına gözyaşları içinde bir kadın, ruh dinlenmesi diliyordu. Bir zamanlar onları üzdüğü, ağlattığı, dertlendirdiği için şimdi ne kadar pişman olduğunu söylüyor, af, sadece büyük bir af diliyordu. Şimdi küçük bir kız çocuğundan farkı yoktu. Ruhunu bembeyaz, duygularını tertemiz buluyordu. Birkaç saat sonra hayatının en mühim geçidinden geçecekti. Bu dönüm noktasını ruhunun dinlendirici, şifa verici bir kuvveti olarak tahayyül ediyordu. Bugün başlayacağı yeni hayatı, kendisini her dertten, hayal sukutlarından, tehlikelerden, yalnızlığın yarattığı sonsuz hücumlardan ve ızdıraplardan kurtaracak sanıyordu. Artık kendi ufkunda da bir saadet ışığının doğmuş olduğunu görmek, onun sıcaklığını varlığında hissetmek sonsuz bir teselli gibi benliğini sarıyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Müşekkel: Biçim verilmiş, gösterişli. (e.n.)
2
Suitefehhüm: Kötü anlayış. Yanlış anlama. (e.n.)
3
Rabıta: Bağ, ilgi, ilişki. (e.n.)
4
Namzet: Aday. (e.n.)
5
Mühlik: Tehlikeli. (e.n.)
6
Sergüzeşt: Macera. (e.n.)
7
İçtima: Toplanma, toplantı. (e.n.)
8
Mihaniki: Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle yapılan (iş, hareket vb.), mekanik. (e.n.)
9
Birincikanun: Aralık ayı. (e.n.)
10
Müstait: Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan. (e.n.)
11
Muhtelit: Karma, karışık. (e.n.)
12
Muhal: Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız. 8e.n.)
13
İnhina: Eğrilme, bükülme. (e.n.)
14
Holywood’un sessiz film döneminde ikonlaşan İsveç doğumlu film aktrisidir. (e.n.)
15
John Crawford, Amerikalı aktör. (e.n.)
16
Küfüv: Birbirine benzeyen ya da yakışan, denk, denkteş. (e.n.)
17
Muayyen: Belli, belirli. (e.n.)
18
İltizam etmek: Kayırmak, bir tarafı tutmak. (e.n.)
19
Tamik etmek: Derinleştirmek. (e.n.)
20
Tekaüt: Emekli. (e.n.)
21
İğbirar: Gücenme, güceniklik, kırgınlık. (e.n.)
22
Suitelakki: Lazım olduğu şekilde anlamama. Kötü anlayış. Kötü telakki etme. (e.n.)
23
Tahdit etmek: Sınırlamak. (e.n.)
24
Muhat: Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş. (e.n.)