
Полная версия
Nutuk
Efendiler bu son arz ettiklerimle bir hakikat üzerinde daha fikirleri aydınlatmak isterim. Trabzon valisi Galip Bey ile Zeki Bey’in Saray ve Ferit Paşa ile münasebetleri vardı. Bir heyet hâlinde İstanbul’da gerekenleri aydınlatmak ve bazı tedbirler tavsiye etmek ve yeni emirler almak gibi maksatlara dayandığı bence şüphe götürmüyordu. Nitekim Zeki Bey daha sonra İstanbul’a gittiğinde, arkasından gerektiği kadar para ve cephane gönderilmek vaadiyle ve özel talimatla Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında teşkilat yapmak üzere gönderilmiştir. Kendisini, İnebolu’da tevkif ettirmiş ve Ankara’ya getirtmiştim. Bana, bu söylediğim şeylerin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul’u aldattığını, alacağı para ve silahları sözde bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna, o gün ve hatta bugün inanacak safdiller bulunabilir mi? Bununla beraber, ben bu zatı, Erzurum Kongresi’ndeki münasebet hatırasına hürmet göstererek, yalnız gerekli ihtar ve nasihatlerde bulunmakla yetinerek serbest bırakmıştım.
İlk Bozkır Hadisesi ve İzmit Mutasarrıfının Muhalefeti
Efendiler, İstanbul hükûmeti tarafından, kolordu komutanı olarak Konya’ ya gönderilen Sait Paşa’yı 30 Eylül’de İstanbul’a geri gönderdik. Konya Valisi Cemal Bey’in kaçmasından önce tertip ettiği ilk Bozkır hadisesinin önüne geçmek için, 20’nci Kolordu ve Niğde’de 11’inci Tümen’in vasıta ve yardımlarıyla gerekli tedbirler alınarak İstanbul’un çıkmasını beklediği hadiseleri önledik. Ereğli; Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmaya çalışılan Kuvayımilliye teşkilatı, eylül ayının son günlerinde büyük hassasiyet göstermeye başladı ve o civarlardaki Kuvayımilliye liderleri kabinenin direnmesi hâlinde İstanbul’a harekete hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu hususu, 28 Eylül’de bütün memlekete ve tabiatıyla İstanbul’a da bir genelgeyle bildirdik. Ancak İzmit şehrinde 2 Ekim gününde menfi denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O tarihte İzmit mutasarrıfı, Suat Bey adında bir zattı. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerdeki tebliğlerimizin tamamen alınıp gerekenlerin yapılıp yapılmadığını sordum. Mutasarrıf Bey verdiği izahatta diyordu ki: “Tebliğleri aldım. Anlaşmazlık ve karışıklık olmaması için halkı serbest bırakarak dinlemeyi en doğru hareket bildim. Menfi söylentiler vardır. Heyetitemsiliye’den açıklama istemek ve bilhassa maksadın (İttihat hükûmetini önceki şekliyle ihya etmek olup olmadığını kesin olarak anlamak kararındalardır. Bendeniz tarafsız bir adam olmak üzere sükûn ve asayişi korumakla mükellefim. Bendeniz her kim ve her ne için olursa olsun, neticesi meçhul bir maceraya başkalarını sürüklemeyi doğru görmem; tedbirli ve ihtiyatlı hareket edilmesi taraftarı olduğumu tam bir tecrübem üzerine arz ederim.” (Ves.120).
Verdiğim cevap, aynen şuydu:
Suat Bey’e,
Sivas, 2 Ekim 1919C. İzmit’te zerre kadar anlaşmazlık ve karışıklığa meydan vermemek, esas vazifeniz olduğu gibi tarafımızdan da bilhassa rica edilmiş bir husustur. Millî teşkilat ve mücadelemizin meşru maksat ve mahiyetini, gerek zatıalinize ve gerek İzmit’te birçok kimselere ve bütün dünyaya karşı yazmış ve yazmakta bulunduğumuz beyanname ve açıklamalarla en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza şüphemiz kalmamıştır. Artık ancak ayak takımının dedikodusundan başka bir mahiyeti olmayan söylentilerin karar vermek hususunda tesiri olabileceğini imkân tasavvur etmiyoruz. Bundan başka, halkın öğrenmek istediği noktalar vardıysa bunlar neden derhâl bize sorulup mesele halledilmemiş bulunuyor? Zatıaliniz tarafsız durumda kalmayı tercih buyuruyorsunuz. Hâlbuki takip ettiğiniz yol, kesinlikle tarafsızlık olamaz. Çünkü zatıaliniz milletin meşru mücadelesine karşı tarafsızlığınızı iddia ettiğiniz hâlde, haince hareketleriyle gayrimeşru ve esasen yok hükmünde olan Ferit Paşa kabinesinin emirlerini yerine getirmekle meşgulsünüz. İttihatçılığın ihyasıyla uğraşacak kısır görüşlülerden olmadığımızı zatıaliniz pek güzel takdir buyurabilirsiniz. Zatıalinize pek samimi ve fakat bütün kesinliğiyle şunu arz ederim ki zatıaliniz henüz Ferit Paşa kabinesine itimat beslemiyorsanız bunu, Dâhiliye Nezaretine resmen bildirmelisiniz. Eğer milletin hüküm ve arzusuna aykırı olarak Ferit Paşa kabinesine güveniniz varsa İzmit’in muhterem halkını meşru olan millî mücadelesinde serbest bırakmak üzere derhâl mevkinizi terk ile İstanbul’a hareket ediniz. Bu iki noktadan herhangi birine uymamanız hâlinde, yüksek şahsınızın uğrayacağı akıbetin yaratıcısı ve sorumlusunun yine zatıaliniz olmuş bulunacağını büyük bir samimiyetle bildirmeyi vicdani bir vazife sayarım.
Heyetitemsiliye adına Mustafa KemalMutasarrıf Bey’in “Kulunuzu sükûnetle dinleyiniz efendim, bendeniz iyi ifade edemedim. Maksadınızın yüce ve meşru olduğundan zaten şüphe edilemez.” cümleleriyle başlayan cevabında yazılan satırlar “Bizi, yarınki cuma namazı toplantısına kadar kendi halimize bırakınız. Ferit Paşa’ya, kim bilir kaç defa kalemle hücum eden bendenizi ne kadar kötü gözle görüyorsunuz, efendim.” cümleleriyle son buluyordu (Ves. 121).
Bunun üzerine ertesi günkü cuma namazı toplantısına kadar bekleyeceğimize dair yazdırdığım telgrafa, şu iki cümleyi ilave ettim: “Zatıalinizi kötü gözle gördüğüm hakkındaki zan doğru değildir. Çünkü vicdanımız sızlamaksızın verebileceğimiz hükümler ancak fiilî neticelere bağlıdır, efendim” (Ves. 122).
O tarihte, İzmit’te, Albay Asım Bey adında bir zat tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey’e de bir iki günden beri, telgraf başında tebligatta bulunulmuştu. Fakat hiçbir cevap alınamıyordu. Onu da, 2 Ekim günü makine başına çağırdım, konuştum. Kendisine: “Kabinenin düşeceği ve belki de düşmüş olması muhakkaktır; bu bakımdan milletin azim ve iradesi her türlü tereddütün üstünde bir kudrete sahiptir.” dedikten sonra kesin düşünce ve kararını beklediğimi söyledim (Ves. 123). Tümen Komutanı Asım Bey’in uzun mazeretler ve düşüncelerle dolu cevabından çıkan müspet mana, şimdiye kadar cevap vermeyişinin sebebinin İstanbul’daki Kolordu Komutanından sorduklarına cevap almayışından ileri geldiği (Ves. 124) ve yarınki cuma namazında karar alınacağı cümleleriyle özetlenebilir (Ves. 125). Bazı nasihat ve teşvikleri ihtiva eden cevabımızda ayrıca şunları da söyledim: “Ferit Paşa’nın yarına kadar çekilmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu takdirde, yarınki toplantınız neticesinde zatışahaneye ve belli olduğu takdirde yeni hükûmet başkanına kabinenin millî gayeyi tamamen benimsemiş tarafsız şahsiyetlerden kurulmasını istirham etmek hususunu ve bunun beklendiğinin arz edilmesini sağlayınız. Bir de vatanımızı ve millî istiklalimizi kurtarmak için kurulacak yeni kabineyle birlik olarak daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan tamamen sükûnet içinde Heyetitemsiliye kararıyla arz ettiğim hususları göz önüne alarak teşkilata devam buyrulmasını rica ederim.” (Ves. 126).
Ferit Paşa’nın İstifası
Efendiler, ben, Asım Bey’e bu son cümleleri yazdırırken (2 Ekim 1919, saat 3.40 sonrada) araya imzasız şöyle bir özel telgraf girdi:
Paşa Hazretleri, İstanbul’da samimi arkadaşlar söylediler. Bütün akşam gazeteleri yazıyormuş. Ferit Paşa sıhhi durumu sebebiyle istifa etmiş. Tevfik Paşa kabineyi kurmaya memur buyrulmuş. Daha sabahtan söyleniyordu fakat doğrulanmamıştı. Şimdi doğrulandı efendim.
Bu telgrafı kim veriyor? Anlayınız, dedim. Sormaya zaman kalmadan telgraf şu şekilde devam etti:
Biz, Ankara telgrafçıları, Paşa hazretlerinin eteğine yüz süreriz ve vatanımızın başına bir bela kâbusu olan bu kabinenin devrilmesi için milletin başında bulunarak kazandığı bu başarıyı tebrik ederiz. Lütfen söyleyiniz.
Telgraf haberleşmesi kesildi. Hakikaten 2 Ekim’de Ferit Paşa kabinesi düşmüş bulunuyordu. Fakat yeni kabineyi kuran Tevfik Paşa değil, âyandan (senatörler) Korgeneral Ali Rıza Paşa idi.
Efendiler, sırası gelmişken arz edeyim; bütün telgrafçılarımızın Millî Mücadele ve teşebbüslerimize yaptıkları fedakârca hizmetlerinin millî tarihimizde önemli yeri vardır. Kendilerine bugün açıkça teşekkür etmeyi bir vazife bilirim.
Ali Rıza Paşa Kabinesi
Efendiler, Ferit Paşa kabinesinin düştüğünü ve Ali Rıza Paşa’nın kabine kurmaya memur edildiğini 2-3 Ekim 1919 tarihinde yazdığım bir genelgeyle bütün millete bildirdim. Bu genelgenin bir suretini de bilgi edinmesi için yeni sadrazama verdim.
2 Ekim günü, yeni sadrazamla temas aramıştık. Ertesi günü, Meclis-i Vükelanın (Bakanlar Kurulu) toplantısı esnasında, Heyetitemsiliye ile görüşecekleri vadedilmişti.
Arz ettiğim bu genelgede belli başlı noktalar şunlardı:
1- Yeni kabine, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tespit edilen millî teşkilat ve gayelere saygılı olduğu takdirde, Kuvayımilliye ona yardımcı olacaktır.
2- Yeni kabine, Millî Meclisin toplanmasıyla fiilî denetleme görevine başlayıncaya kadar milletin mukadderatı hakkında herhangi bir taahhüde girmeyecektir.
3- Barış konferansına tayin olunacak delegeler, millî davayı hakkıyla kavramış ve milletin güvenini kazanmış bilgili ve muktedir kimselerden seçilecektir.
Beyannamede, bu saydığım esasların yeni kabine tarafından kabul edilmesinin teklif edileceği belirtildikten sonra, “bu hususta başkaca görüşleri varsa yarın öğleye kadar bildirilmesi” dileğinde bulunuldu.
3 Ekim 1919 günü, Sadrazam Ali Rıza Paşa’ya yazdığım telgrafta “Millet, şimdiye kadar başına geçenlerin, Kanun-i Esasiye ve millî emellere aykırı hareketlerinden üzüntü duydu. Bundan dolayı meşru haklarını tanıtmak ve mukadderatını ehliyetli ve güvenilir ellerde görmek hususunda kesin kararını verdi. Gereken sağlam teşebbüslere girişti. Düzenli teşkilata tabi olan Kuvayımilliye, milletin kesin iradesini tamamen gösterme ve ispat etme kudretini kazandı.
Millet, Padişah’ın güven ve itimadını kazanmış olan yüksek şahsiyetiniz ile muhterem arkadaşlarınızı, güç durumda bırakmak istemez. Aksine yardımcı olmaya bütün samimiyetiyle hazırdır. Ancak Vekiller Heyeti içinde Ferit Paşa ile beraber çalışmış nazırların bulunması, yüksek heyetinizin görüşleriyle, millî emellerin ne derecede uyuştuğunu büyük bir samimiyetle anlamak mecburiyetini ortaya çıkarmıştır. Milletçe, tam bir güven duyulmadıkça atılmış olan kurtuluş adımının durdurulması ve yarım tedbirlerle yetinilmesi uygun görülmemektedir. Bu bakımdan şu hususların, sizce kabul edilip edilmeyeceğini kesin ve açık olarak anlamak isteriz.” dedik ve genelge dolayısıyla belirttiğim üç esası saydık. Daha sonra, “Bu noktalarda uyuşma meydana geldiği anlaşıldıktan sonra, olağan dışı durumların ortadan kaldırılması maksadıyla bazı ikinci derecede arz edeceğimiz hususların da…” bulunduğunu bildirdik (Ves. 128).
Ali Rıza Paşa, bugün yemin merasimi için Saray’a gideceklerinden, telgrafımıza, yarın cevap verileceği bildirildi.
Ali Rıza Paşa Kabinesinde Sezilen Tereddüt
Biz bazı tavırlardan, Ali Rıza Paşa kabinesinde bir tereddüt, bu kabineyi teşkil eden zatların da kafalarında bir bulanıklık keşfeder gibi olduk. Onun için bazı tedbirler almayı uygun gördük.
Aynı günde, bir genelge yazdık. Bunda “Hükûmet ile millet arasında görüş ve gaye birliği meydana geldiği, bir genelgeyle bildirilinceye kadar eskisi gibi resmî haberleşmenin kesilmiş bir hâlde bulundurulması” lüzumunu bildirdik (Ves. 129).
Bundan başka, her taraftan gelen teklif ve görüşleri birleştirerek, bütün kolordu komutanlarına ve Millî Mücadele’ye yardımcı olan valilere de 3 Ekim günü bazı tebliğlerde bulunduk. Yeni kabine ile ilk temasımızla ilgili olan bu vesikaları, aynen, yüksek heyetinizin gözleri önüne sermeyi, bundan sonraki haberleşme ve münasebetlerin kolaylıkla anlaşılabilmesi için uygun görüyorum. Müsaade buyurur musunuz.
Şifre
Sivas, 3.10.1919Bütün Kolordu Komutanlarına ve Millî Mücadele’ye Yardımcı Olan Vali ve Vali Vekillerine,
Aşağıdaki telgrafın Harbiye ve Dâhiliye Nazırlarına çekilerek neticenin bildirilmesi rica olunur:
Dâhiliye Nazırının haince hareketlerine alet olarak halkı fiilen silahlandırmaya ve birbirini öldürtmeye kalkışan Konya Valisi Cemal ve Elazığ Valisi Ali Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Beylerin tevkifleriyle harp divanına verilmeleri ve Trabzon Valisi Galip, eski Kastamonu Valileri İbrahim ve Ali Rıza Beyler ile Ankara Valisi Muhittin Paşa’ya herhangi bir vazife verilmemesi ve milletin kanuni haklarına tecavüz etmediklerinden ve millî dava ve mücadeleye yardımlarından dolayı, azledilen Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eski görevine iadesi, eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit ve eski Van Valisi Haydar Beylerin derhâl açık bulunan vilayetlere tayin edilerek vazifelendirilmeleri istenilmektedir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaaihukuk CemiyetiHeyetitemsiliyesi adınaMustafa KemalŞifre
Sivas, 3.10.1919Bütün Vali ve Kolordu Komutanları ile Müstakil Mutasarrıflıklara,
Aşağıdaki şekle uygun olarak Sadrazam’a müracaat buyrulması ve neticenin bildirilmesi rica olunur:
Müslüman halkı silahlandırmaya ve birbirlerini öldürtmeye kalkışan ve orduyu içten yıkmak ve sonunda vatanı savunmasız bırakmak için emir verdiklerinden ve ordunun sırlarını, şifreleri çalmak için fiilî tertiplere girişmek suretiyle açığa vuran ve Kanun-i Esasi hükümlerince dokunulmazlığı bulunan milletin hususi haberleşmelerine engel olan eski nazırlardan Ali Kemal Bey, Süleyman Şefik Paşa, Dâhiliye Nazırı Adil Bey’in, Millet Meclisi açılınca Yüce Divana sevk edilmek üzere herhangi bir tarafa kaçmalarına meydan verilmemesini ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit Bey’in aynı sebeplerden dolayı derhâl tevkifiyle ilgili mahkemeye verilmesini kanunun dokunulmazlığı ve kutsallığı adına istemekteyiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaaihukuk CemiyetiHeyetitemsiliyesi adınaMustafa KemalTabii ki, Harbiye Nezaretine geçen Cemal Paşa, orduya bir resmî tebliğ yapacaktı. İşte ona ilk cevap olmak üzere kolordulara şu telgrafın verilmesini tavsiye ettik:
Şifre
3’üncü, 20’nci, 12’nci, 15’inci, 13’üncü Kolordu Komutanlıklarına;
20’nci Kolordu Komutanı Fuat Paşa’ya (ayrıca),
Konya’da Refet Bey’e (ayrıca),
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın ilk tebliğine cevap olmak üzere aşağıdaki telgrafın gizli olarak kendisine çekilmesi ve neticenin bildirilmesi rica olunur:
“Zatıdevletlerinin meşru olan Millî Mücadele’nin başlangıcından beri büyük bir kanaat ve imanla başında bulunduğunuzu biliyoruz. Harbiye Nezaretine tayininiz memnunlukla karşılanmıştır. Zatıdevletlerinin muvaffak olması için bütün ordu ve bütün Kuvayımilliye yardımcı olacaktır. Sırf başarınızı sağlamak maksadıyla aşağıdaki hususların bir an önce yerine getirilmesini rica ederiz:
a) Cevat Paşa veyahut eski Birinci Ordu Müfettişi Fevzi Paşa’yı Erkânıharbiyeiumumiye Riyasetine,
b) GalataIı Albay Şevket Bey’i veyahut Yusuf İzzet Paşa’yı, İstanbul’daki Kolordu Komutanlığı ve İstanbul Merkez Komutanlığına. Yusuf İzzet Paşa, İstanbul Merkez Komutanı ve Galatalı Şevket Bey 25’inci Kolordu Komutanı şeklinde olabilir.
c) Albay İsmet Bey’in Harbiye Nezareti Müsteşarlığına, d) Tümen Komutanı Yarbay Kemal Bey’in Emniyet Genel Müdürlüğüne tayinine yardım edilmelidir.
e) Ordu üzerinde kötü tesir yapmış olan ve Harbiye Nezaretini âciz ve kıymetsiz bir hâle düşüren ve rütbeleri, Millî Meclisten geçmeksizin iade edilen ve sırf siyasi fikirleri yüzünden memuriyet verilmiş bulunan emeklilerin derhâl vazifelerine son verilerek, önemli ve hassas makamların emniyetli ellere teslimi lazımdır.
f) Eski 3’üncü Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, hiç sebepsiz istifaya mecbur edildiğinden, bu muamelenin düzeltilerek kendisinin şimdi bulunduğu Konya’da 12’nci Kolordu Komutanlığına tayini ve Fuat Paşa hakkındaki muamelenin düzeltilmesiyle 20’nci Kolordu Komutanlığına iadesi.
g) Fuat Paşa’nın yerine tayin edilen Hamdi Paşa ve 12’nci Kolorduya tayin edilen Sait Paşa derhâl asıl vazifelerine döndürülmelidir.
h) İlk fırsatta müfettişliklerin yeniden kurulmasıyla Doğu Anadolu’daki kolorduların, 13’üncü Kolordu da dâhil olduğu hâlde, Kazım Karabekir Paşa’ya ve Batı Anadolu’daki kolorduların, İstanbul ve Edirne de dâhil olduğu hâlde, Ali Fuat Paşa’ya verilmesi ve şimdilik iki müfettişlikle yetinilmesi uygun görülmüştür.
Heyetitemsiliye adınaMustafa KemalEfendiler, yeni sadrazamdan beklediğimiz cevap, nihayet geldi, şudur:
Çok aceledir.
Sadaret, 4.10.1919Sivas’ta Müdafaaihukuk Cemiyeti Heyetitemsiliyesine,
C: 2 ve 3 Ekim 1919
Ali Rıza Paşa Kabinesi Millî Teşkilat ve Gayeleri Soruyor
“Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tespit edildiği telgraflarında bildirilen, teşkilat ve gayelerin neden ibaret olduğu hükûmetçe bilinmediğinden, durumun gereği incelenmek üzere, her şeyden önce bahis konusu kongrelerin zararlarının acele bildirilmesi temenni olunur, efendim.”
Sadrazam Ali Rıza, Sadrazam Paşa ve muhterem arkadaşlarının içlerinde, biraz sonra görüleceği gibi, Kuvayımilliyenin temsilcisi olarak kabineye girdiğini söyleyen Cemal Paşa bulunmuş olmasına rağmen hükûmeti kurdukları güne kadar millî gayelerin neden ibaret olduğunu bilmediklerini söylemeleri garip görülmeye değer bir husus değil midir?
Bundan daha çok dikkati çeken nokta, millî gayelere uyup uymamak hususunda ilk iş olarak kongrelerin kararlarını istemeleridir. Hâlbuki bu kadar gürültüye ve uygulanması Ferit Paşa’nın düşmesine sebep olan kongrelerin kararlarını bilmemelerine imkân tasavvur olunabilir miydi? Maksatlarının zaman kazanmak ve bize karşı hiçbir taahhüde girmeksizin, yeni ve şeytanca tedbirlerle milleti kandırarak meydana gelmiş olan dayanışma ve bağlılığı gevşetmek olduğuna asla şüphe etmedim. Fakat köprüler atılacaksa, ben de her şeyden önce onların bütün içyüzlerini milletin gözü önüne serecek bir hareket tarzını tercih ettim. Bu bakımdan, Sadrazam’ın ve muhterem arkadaşlarının isteğini yerine getirdim. 4 Ekim 1919 tarihli telgrafla, kongre beyannamesini aynen ve nizamnamenin yalnız teşkilatla ilgili temel noktalarını da özet olarak bildirdim (Ves. 130). Hükûmet ile resmî yazışmalara hiçbir taraftan girişilmemesi hakkında tekrar umumi tebliğler yapıldı (Ves. 131).
Efendiler, aynı günde şöyle bir telgraf aldık:
Sadaret,
4.10.1919C: Başkanlığım altında kurulan yüksek kabine, milletin arzusuna uygun olarak vatan ve memleketin saadet ve selametini sağlamak için sarsılmaz bir azimle çalışmak hususunda tam bir görüş birliğine varmıştır. Osmanlı topluluğunun güvenliği, millî istiklalin korunması ve yüce Hilafet ve Saltanat makamının dokunulmazlığı, Kanun-i Esasi hükümlerince bütün milletin kuvvet ve iradesine dayanılarak sağlanacağı şüphesiz bulunduğu gibi, Ateşkes Anlaşması’nın yapıldığı tarihteki sınırlar içinde kalan bütün Osmanlı toprakları ve vilayetlerinin Ateşkes Anlaşması’nın esası olan Wilson Prensipleri’ne göre doğrudan doğruya Osmanlı Saltanatının idaresi altında bırakılması ve sınırlar içinde kalıp nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan vatanın parçalanmasını önlemek suretiyle bu topraklar üzerindeki tarihî ve dinî ve coğrafi haklarımızın ve bu şekilde hak ve adalete uygun bir karar alınmasının sağlanması dahi bugünkü hükûmetçe vazgeçilmez bir gaye olması ve Millî Meclisin toplanmasına kadar milletin mukadderatı hakkında hiçbir kesin ve resmî taahhüde girilmemesi ve barış konferansına gönderilecek delegelerin, millî davayı kavramış ve güvenilir, ileri görüşlü ve muktedir kimselerden seçilmesi tabiidir. Memleketimizde, meşrutiyet rejimi gereğince millî hâkimiyet esasen mevcut bulunmakla, vazifesini hakkıyla anlamış olan bugünkü hükûmet, milletçe kabul edilmeksizin, memleket mukadderatı hakkında karar veremeyeceği için her türlü teşebbüs ve yollara müracaat ve Meclisimebusanın bir an evvel toplanması konusunda lazım gelen kolaylıkları göstermeye gayret etmektedir. Ancak hükûmetin hareketlerine hâkim olan prensip, kanun hükümlerine tamamen uyarak aksi hâlleri önlemek ve ortadan kaldırmaktan ibarettir. Olağan dışı ve kanunsuz durumların devamı, Osmanlı Devleti’nin merkeziyle Anadolu’yu birbirinden ayırmaya yol açarak birçok kötü neticeler doğuracağından, Allah esirgesin, payitahtın varlını tehlikeye düşürecek ve memleketin diğer kısımlarının da işgal altına alınması neticesini vererek vatanın birliğini bozacaktır. Bu bakımdan bugünkü hükûmet, tarafınızdan işgal olunan resmî dairelerin boşaltılması ve hükûmet işlerinin aksatılmasına son verilmesi ve en küçük zaafa bile uğratılmaması şart olan hükûmet nüfuzuna saygı gösterilmesi ve yabancılarla siyasi münasebetlere girişilmemesi ve mebusan (milletvekilleri) seçimlerinde halkın hürriyetine asla tecavüz olunmaması hususlarının tarafınızdan taahhüt edilmesini istiyor.
Muhterem efendiler, dikkat buyrulursa bu telgrafta ne adres vardır ne de imza. Gerçi sadaret makamından yazıldığı anlaşılıyordu. Fakat diğer bir şey daha anlaşılıyordu ki, bu satırları yazan zat veya zatlar, bir defa Heyetitemsiliye’yi tanımak ve onunla imza altında resmî yazışma ve görüşmelerde bulunmak istemiyorlardı.
Bir de bizim kongrelerde tespit ettiğimiz kararları ve kendilerine teklif ettiğimiz üç noktanın göz önüne alınmasını, yeni kabinenin sadrazamı ve nazırları tabii buluyorlar. Bu kararların ve esasların gerçekleştirilmesine gayret etmekte olduklarını söylüyorlar.
Ancak Sadrazam “Hükûmetin hareketlerine esas olan prensip, kanun hükümleridir. Vazifesi, aksi hâllerin önlenmesinden ve ortadan kaldırılmasından ibarettir.”, girişinden sonra, bizim hâl ve hareketlerimizin, olağan dışı ve kanunsuz olduğunu ima ederek, bunun devamı hâlinde, merkezle Anadolu’nun birbirinden ayrılmasına sebep olacağını ve bundan doğacak tehlikeleri sayıyor ve nihayet, baklayı ağzından çıkararak, “tarafınızdan işgal olunan resmî dairelerin boşaltılması ve hükûmet işlerinin aksatılmasına son verilmesi ve hükûmetin nüfuzuna saygı gösterilmesi ve yabancılarla siyasî münasebetlere girişilmemesi ve mebusların seçimlerinde halkın hürriyetine asla tecavüz olunmaması hususlarının tarafımızdan taahhüt edilmesini istemek” suretiyle, bizim varlığımıza ve faaliyetimize son vermek maksadında olduğunu ifade etmiş bulunuyor.
Efendiler, belki unuturum, geniş açıklamalara girişmeden önce söylemeliyim ki tarafımızdan işgal olunmuş resmî daireler yoktu. Yalnız Sivas vilayeti, Heyetitemsiliye’yi okulların tatil bulunması dolayısıyla lisede misafir etmişti. Söz konusu edilmek istenilen resmî daire bu olacaktı. Yeni kabine her türlü faaliyetine başlangıç olmak üzere Heyetitemsiliye’yi buradan kovarak nüfuz ve haysiyetini halkın gözünde kırmak istiyordu.
Efendiler, kimden kime yazıldığı açıkça belirtilmemiş olan bu telgraf üzerine, Sivas telgraf merkeziyle, İstanbul telgraf merkezi arasında aynen şu haberleşme yapıldı:
Olağanüstü
İstanbul Merkez Müdürlüğüne,
Sadaret merkezinden yazılan telgraf, başlığı ve imzası olmadığı için Anadolu ve Rumeli Müdafaaihukuk Cemiyeti Heyetitemsiliyesi tarafından kabul edilmedi. Telgraf sureti merkezimizde alıkonmuştur. Gerekenlere bilgi verilmesi rica olunur.
İmzaKongre Merkezi“Bize, üzerinde, Sadrazam Paşa Hazretlerinin cevabıdır, başlığıyla Ametçi Bey verdi ve kopyası telgrafhanededir. Siz Paşa Hazretlerine böyle veriniz.”
“Heyetitemsiliye’ye hitap edilmemekte ve kimden olduğu bilinmemektedir. Bu sebeple muhatap ve imza olmadığı için kabul etmiyorlar.”
“O hâlde şimdi dağıldı. Kabinede bu hususta bir şey yazarlarsa tabii durum aydınlanır, efendim.”
Cevap olarak bu ifadeyi verdikleri vakit dağıldılar. Artık bize bir şey gelmez. Fakat Sadrazam Paşa evinden belki yazar. Bizim bu merkezin işi, kabine toplantısı dağılınca son bulur, kapanır, azizim.
“Siz dediğimizi Ametçi Bey’e söyleyin.” “Ametçi Bey de gitti. Yalnızım.” “Telefonla söyleyiniz.”
“Bizde şehir telefonu yok. Bununla beraber siz telgrafı öylece saklayınız da sabahleyin resmen bir şey yazdıralım, efendim.”
“Sadrazam Paşa’ya telefon edin.”
“Kardeşim Sadrazam Paşa’ya anlatamayız ki…”
Olağanüstü
Babıali, 4.10.1919
Sivas Kongre Merkezi Müdürlüğüne,
Erenköyü’nde oturan Sadrazam Paşa hazretleri telefonda arandığı ve saat yirmi biri yirmi geçtiği hâlde bulunamadı. Konuşmanın nasıl geçtiği çaresiz yarın arz edilecektir, efendim.
Babıali MüdürüHüseyin HüsnüOlağanüstü
İstanbul, 4.10.1919Kongre Merkezine,
C: Babıâli Müdürlüğünden de bildirildiği gibi şimdi 21’i 25 geçeye kadar telefondan arandıkları hâlde, Sadrazam Paşa hazretlerinin konaklarından cevap alınamadı. Biraz sonra yine arayacağım. Cevap alırsam, derhâl bildiririm. Alamazsam sabahı beklemek zaruri olacaktır, efendim.
İstanbul Telgraf MüdürüTevfikEfendiler, ertesi günü yani 5 Ekim 1919 tarihinde, imzasız telgrafın Sadrazam tarafından, Heyetitemsiliye’ye hitaben ve cevap olarak yazıldığı söylendi. Bunu resmen tespit eder resmî ve imzalı bir yazı olmamakla beraber, biz böyle küçük bir nokta üzerinde daha fazla durmayı faydalı ve lüzumlu görmedik. Sadrazam Paşa’ya cevap yazmayı uygun bulduk. 5 Ekim’de yazdığımız uzun cevabın, esas noktalarını özetleyeyim: