bannerbanner
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3

Полная версия

Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 6

“Bu beklenmedik olaylar gidişatı değiştirmiş.” dedim. “Şimdi ne yapacaksın?”

“Eh, planlarım çok ciddi bir tehdit altına girmiş oldu. Çiftin hemen ortadan kaybolacağını düşündüm. Bu yüzden çok acil tedbirler almak icap ediyordu; ancak kilise kapısında ayrıldılar ve beyefendi Temple’a, bayan da eve doğru yöneldi. Ayrılırlarken ‘Her zamanki gibi beşte parkta dolaşacağım.’ dedi kadın. Bundan başka bir şey duymadım. İkisi farklı yönlere giderken ben de planlarımı düzenlemek için ayrıldım.”

“Peki, nedir onlar?”

“Biraz soğuk et ve bir bardak bira.” diye cevap verdi zili çalarak. “Yemek yemeyi düşünecek hâlim kalmadı ve bu akşam daha da meşgul olacağımı sanıyorum. Ah, bu arada doktor, beraber çalışmamız gerekebilir.”

“Çok memnun olurum.”

“Kanunları çiğnemek pahasına bile mi?”

“Hiç önemli değil.”

“Ya tutuklanman gerekirse?”

“İyi bir neden için olacağına eminim.”

“Ah, çok mükemmel bir nedenim var!”

“O hâlde seninleyim.”

“Sana güvenebileceğimi biliyordum.”

“Peki, ne yapmamı istiyorsun?

“Bayan Turner, tepsimi getirdikten sonra sana açıklayacağım. Şimdi…” diyerek ev sahibinin getirdiği sade yiyecekler üzerine odaklandı. “Çok fazla vaktim olmadığı için yemeğimi yerken açıklayacağım. Saat beşe yaklaşıyor. İki saat içinde harekete geçmeliyiz. Bayan Irene -ya da madam mı demeliyim- gezisinden yedide dönüyor. Onu karşılamak için Briony Lodge’da olmalıyız.”

“Sonra ne yapacağız?”

“İşin o kısmını bana bırak. Ben hepsini önceden ayarladım. Ancak bir noktada ısrar etmeliyim. Ne olursa olsun hiçbir şekilde karışmayacaksın. Anlıyor musun?”

“Tarafsız mı kalacağım yani?”

“Hiçbir müdahalede bulunmayacaksın. Biraz tatsızlık yaşanabilir. Sakın bir şey yapma! Olanlar, sonuçta eve girmemi sağlayacak. Dört beş dakika sonra da oturma odasının penceresi açılacak. Sen o pencereye yakın bir yerlerde duracaksın.”

“Evet.”

“Beni izleyeceksin, beni görebileceğin bir yerde olacağım.”

“Evet.”

“Elimi kaldırdığımda sana içeri atman için verdiğim şeyi atacaksın ve ‘Yangın var!’ diye bağıracaksın. Anlatabiliyor muyum?”

“Kesinlikle.”

“Yapılacak şey çok zor değil.” dedi cebinden puro şeklinde bir silindir çıkararak. “Bildiğimiz sis bombası ve uçlarında ışık saçacak bir kapak bulunuyor. Senin görevin bu kadar. ‘Yangın var!’ diye bağırdığında bu, kalabalığın dikkatini çekecektir. Sonra sokağın sonuna yürüyebilirsin, ben de on dakika sonra yanında olacağım. Her şeyi açık seçik anlatabildim mi?”

“Normal davranacağım, pencerenin kenarında duracağım, seni izleyeceğim, sinyal geldiğinde bunu atıp ‘Yangın var!’ diye bağıracağım ve sokağın köşesinde seni bekleyeceğim.”

“Aynen öyle.”

“Bana tamamıyla güvenebilirsin.”

“Harika! O zaman oynayacağım rol için hazırlık yapmalıyım.”

Yatak odasına gidip birkaç dakika sonra samimi, kendi hâlinde, toplumun din adamı algısına uymayan bir papaz görünümüyle karşıma çıktı. Geniş kenarlı siyah şapkası, bol pantolonu, beyaz kravatı, sempatik gülüşü, dikkatli bakışı ve iyiliksever görünümüyle tıpkı Bay John Hare gibiydi. Holmes sadece kostümünü değil, aynı zamanda ifadesini, davranışlarını, ruhunu da değiştirmiş gibi görünüyordu. O, suç bilimindeki uzmanlık alanında kendini geliştirirken sahneler çok iyi bir aktörü, bilim ise çok zeki bir mantıkçıyı kaybetmişti.

Baker Caddesi’nden ayrıldığımızda saat altıyı çeyrek geçiyordu ve Serpentine Caddesi’ne vardığımızda daha on dakikamız vardı. Hava hafif karanlıktı.Biz Briony Lodge’ın önünde mesken sahibini beklerken caddedeki lambalar daha yeni yakılıyordu. Sherlock Holmes’un kısa ve öz anlatımından sonra gördüğüm ev, tam hayal ettiğim gibiydi ama semt beklediğimden daha çok hareketliydi. Sessiz bir mahalledeki küçük bir cadde için oldukça hayat doluydu. Bir köşede sigara içip kahkahalar atan bir grup pejmürde giyimli erkek, bir bileyci, bir hemşireyle flört eden iki bekçi, ağızlarında purolarıyla gezinen iyi giyimli birkaç adam vardı.

“Görüyor musun?” dedi Holmes, evin önünde dolaşarak. “Bu evlilik her şeyi daha da kolaylaştırıyor. Fotoğraf iki uçlu bir silaha dönüşüyor. Bizim müşterimizin, fotoğrafı prensesin görmesinden memnun olmayacağı gibi Bayan Adler da Bay Godfrey Norton’ın görmesinden hoşnut olmayacaktır. Şimdi sorumuz şu: Fotoğrafı nerede bulacağız?”

“Gerçekten nerede acaba?”

“Yanında taşıma olasılığı çok düşük. Biraz büyükçe bir boyutta çünkü. Kadın elbisesinin içinde gizlemek de zor. Kralın, önünü kesip arattırabileceğini de biliyor. Zaten bu şekilde iki girişimde bulunulmuş. O hâlde yanında taşımadığı sonucuna varabiliriz.”

“O zaman nerede?”

“Ya bankerine ya da avukatına verdi. İki olasılığımız var; ama ben onlara verdiğini de sanmıyorum. Kadınlar genelde ketumdur ve her şeyi gizlilikle halletmeyi severler. Niye başkasına versin ki? Ayrıca birkaç gün içinde fotoğraf, ortaya çıkarma kararını da unutmayalım. Bu yüzden kolayca ulaşabileceği bir yerde olmalı. Büyük ihtimalle evinde bir yerlerdedir.”

“Ama iki kez evine girilmiş.”

“Öf! Nasıl aramaları gerektiğini bilmiyorlar.”

“Sen nasıl arayacaksın?”

“Aramayacağım.”

“O zaman ne yapacaksın?”

“Onun bana göstermesini sağlayacağım.”

“Kabul etmez.”

“Öyle bir şansı olmayacak… Ama tekerlek sesleri duyuyorum. Arabası geldi. Şimdi söylediklerimi harfiyen uygulamalısın.”

Arkadaşım konuşurken caddenin dönemecinde, bir arabanın yan ışıklarının parıltısı gözüktü. Küçük, şirin bir lando arabasıydı ve takırdayarak Briony Lodge’ın kapısına kadar geldi. Yaklaşırken serseri adamlardan biri, biraz para almak amacıyla arabanın kapısına koşturdu; ama aynı niyetle koşan başka biri onu dirsekleriyle ittirdi. Bunun üzerine kavga etmeye başladılar ve serserilerden birinin tarafını tutan iki bekçiyle, diğerinin tarafını tutan bileycinin sayesinde ortalık daha da kalabalıklaştı. Anında arabadan inen kadın, birbirlerine yumruklarıyla, sopalarla vahşice girişen, yüzleri kızarmış hâlde mücadele eden erkeklerin arasında buldu kendini. Holmes kadını korumak amacıyla fırladı ama tam ona uzanacakken kadın çığlık attı ve Holmes, yüzü kanlar içinde yere düştü. O düşer düşmez bekçiler ve serseriler tabana kuvvet oradan kaçıp farklı yönlere dağıldılar. Olayı izleyip hiçbir şeye karışmayan daha iyi giyimli insanlar hemen yanlarına gidip hem kadına hem de yaralı adama yardımcı olmak istediler. Irene Adler -ki ona bu şekilde hitap etmeyi tercih ediyorum- hemen merdivenlerden koşmaya başladı ama en yukarı çıkınca durdu ve holden gelen ışığın yansımasıyla o muhteşem hatlarını sergileyerek tekrar caddeye baktı.

“Zavallı beyefendi, yarası ağır mı?” diye sordu.

“Ölmüş!” diye bağırdı birkaç kişi.

“Hayır, hayır, hâlâ yaşıyor!” dedi bir diğeri. “Ama hastaneye yetiştiremeden ölebilir.”

“Çok cesur bir adam.” dedi bir kadın. “O olmasaydı kadının cüzdanıyla saatini çoktan almışlardı. Onlar bir çeteydi, hem de çok zorlu bir çete. Ah, şimdi nefes alıyor!”

“Caddede böyle yatmamalı. İçeri getirelim mi bayan?”

“Tabii ki. Oturma odasına taşıyalım. Orada rahat bir kanepe var. Bu taraftan lütfen!”

Yavaşça ve büyük bir ciddiyetle onu Briony Lodge’a getirip büyük odaya yatırdılar. Ben ise olanları pencere kenarındaki nöbet yerimden izliyordum. Lambalar yakılmıştı; ama perdeler kapatılmadığından Holmes’u kanepede yatarken çok net görebiliyordum. Oynadığı oyundan dolayı vicdan azabı çekip çekmediğini bilmiyordum ama komplo kurduğumuz bu muhteşem kadını gördüğüm an, özellikle de yaralı adamın başında büyük bir lütuf ve hayırseverlikle dururken hayatımda hiç utanmadığım kadar utanmıştım. Ancak Holmes’un bana güvenerek verdiği görevden geri çekilirsem ona en büyük ihanetlerden birini yapmış olacaktım. Duygularımı bir kenara bırakıp paltonun içinden sis bombasını çıkardım. Ne de olsa ona zarar vermiyoruz, diye düşündüm. Sadece onun başkasına zarar vermesine engel oluyorduk.

Holmes koltukta oturarak biraz havaya ihtiyacı varmış gibi ellerini salladı. Bir hizmetçi koşturarak camı açtı. Tam o sırada Holmes’un elini kaldırdığını gördüm ve sinyali alır almaz sis bombasını içeri fırlatıp “Yangın var!” diye bağırdım. Kelimeler ağzımdan dökülür dökülmez etraftakiler, iyi ve kötü giyimlisiyle adamlar, seyisler ve hizmetçiler, “Yangın var!” diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Kalın duman bulutları odayı kaplayıp açık camdan dışarı yayıldı. Bir an için koşuşturan figürler gördüm ve bir dakika sonra da Holmes’un bunun yanlış bir alarm olduğunu söyleyen teskin edici sözlerini duydum. Bağıran kalabalığın arasından çıkarak köşeye doğru yöneldim, on dakika sonra arkadaşım yanıma geldi ve kol kola bu karmaşadan uzaklaştık. Edgeware yoluna sapan sakin sokaklardan birine gelene kadar arkadaşım, yaklaşık birkaç dakika hızlıca ve sessizce yürüdü.

“Çok iyiydin doktor!” dedi. “Bundan daha iyi olamazdı! Her şey yolunda.”

“Fotoğrafı aldın mı?”

“Nerede olduğunu biliyorum.”

“Nasıl öğrendin?”

“Sana söylediğim gibi bana gösterdi.”

“Hâlâ bir şey anlamadım.”

“Bunu bir gizem hâline getirmek istemiyorum.” dedi gülerek. “Olay çok basitti. Sokaktaki herkesin suç ortağım olduğunu anladın tabii… Hepsini bu akşam için tutmuştum.”

“O kadarını tahmin etmiştim.”

“Kavganın çıktığı sırada avcumda biraz kırmızı boya vardı. Oraya koştum, kendimi yere attım, elimle yüzüme dokundum ve merhamet uyandıran bir görüntü sergiledim. Bu, eski bir numaradır.”

“Bunu da anlamıştım.”

“Sonra beni içeri taşıdılar. O kadın beni içeri almaya mecburdu. Başka ne yapabilirdi ki? Tam şüphelendiğim odaya, yani oturma odasına buyur edildim. Ya orası olacaktı ya da yatak odası ve inan bana, ikisini de görmeden o evden dışarı adımımı atmazdım. Beni bir kanepeye yatırdılar, biraz temiz hava almak istedim ve böylece pencereyi açmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine sen devreye girdin.”

“Benim nasıl bir yardımım dokundu?”

“Yardımın çok önemliydi. Bir kadın, evinde yangın çıktığını sandığında içgüdüsel olarak en değer verdiği şeye doğru koşar. Bu, üstesinden gelinemeyecek bir dürtüdür ve bu avantajdan birden fazla kez yararlanmışımdır. Darlington Substitution Skandalı’nda ve Arnsworth Kalesi işinde bana çok yararı dokunmuştur. Evli bir kadın, bebeğine yönelir; bekâr olanı ise mücevher kutusuna. Şimdi, belli ki bugünkü kadın, bizim aradığımız şeyden daha değerli bir varlığa sahip değildi evinde. O yüzden onu güvenceye almalıydı. Yangın alarmı takdire şayandı. Duman ve çığlıklar, herkesin sinirini bozacak nitelikteydi. O da tam beklediğim gibi davrandı. Fotoğraf, çan ipinin hemen üzerinde bulunan sürgülü panelin gizli bir yerinde duruyor. Bir saniye içinde oradaydı, hatta fotoğrafın yarısını gördüm. Yanlış alarm olduğunu söylediğimde onu yerine koydu, sis bombasına göz attı ve odadan fırladı. Sonra onu bir daha görmedim. Ayağa kalkıp bahaneler bularak evden kaçtım. Fotoğrafa el koyma girişiminde bulunup bulunmama arasında bocaladım; ama o sırada arabacı içeri girmişti ve bana göz ucuyla baktığından biraz daha beklemenin güvenli olacağına karar verdim. Aceleci davranırsam her şeyi mahvedebilirdim.”

“Peki, şimdi ne olacak?”

“Araştırmamız neredeyse bitti. Yarın kral ve seninle birlikte Irene Adler’a gideceğim ve eğer gelmek istersen tabii… Kadını beklememiz için bizi oturma odasına alacaklar ama sanıyorum o gelene kadar ne bizden ne de fotoğraftan eser kalacak. Majestelerinin fotoğrafı kendi elleriyle alması, kendisini yeterince tatmin edecektir sanıyorum.”

“Saat kaçta orada oluruz?”

“Sabah sekizde. Muhtemelen uyanmıştır. Ortalık da pek kimse olmaz. Ayrıca çabuk olmalıyız çünkü evliliği, hayatında ve alışkanlıklarında değişiklikler yaratmış olabilir. Gecikmeden krala telgraf çekmeliyim.”

Baker Caddesi’ne ulaştığımızda kapının önünde biraz oyalandık. Holmes, cebindeki anahtarları aradığı sırada yanımızdan geçen biri.

“İyi geceler, Bay Sherlock Holmes!” dedi.

O sırada kaldırımda birçok kişi vardı; ama selam verenin yanımızdan hızla geçen paltolu, zayıf bir delikanlı olduğunu sanıyorum.

“Ben o sesi daha önce duydum.” dedi Holmes loş caddeye bakarak. “Merak ettim şimdi. Acaba kimdi?”

***

O gece Baker Caddesi’nde kaldım, sabah tost ve kahvemizle meşgul olurken Bohemya kralı aniden içeri girdi.

“Gerçekten ele geçirdiniz mi?” diye bağırdı Sherlock Holmes’u iki omzundan kavrayıp gözlerinin içine sabırsızlıkla bakarken.

“Henüz değil.”

“Ama ümitlisiniz, değil mi?”

“Ümitliyim.”

“O zaman gidelim. Bir an önce oraya gitmek için sabırsızlanıyorum.”

“Araba çağırmalıyız.”

“Hayır gerek yok, benim arabam aşağıda bekliyor.”

“Gidelim o hâlde.”

Dışarı çıkıp bir kez daha Briony Lodge’a doğru yola koyulduk.

“Irene Adler evlendi.” dedi Holmes.

“Evlendi mi? Ne zaman?”

“Dün.”

“Ama kiminle?”

“Norton adında İngiliz bir avukatla.”

“Ama o adamı seviyor olamaz.”

“Sevmesini ümit edelim.”

“Neden ümit edelim?”

“Çünkü böylece majesteleri, ileride başına gelebilecek her türlü beladan kurtulmuş olacak. Eğer bu bayan, kocasını seviyorsa o zaman majestelerini sevmiyor demektir. Eğer majestelerini sevmiyorsa o zaman majestelerinin planlarını altüst etmesi için hiçbir sebep yok demektir.”

“Haklısınız. Ama… Ya… Keşke benim karım olsaydı! Ne kadar da güzel bir kraliçe olurdu!” Yeniden umutsuz bir sessizliğe büründü ve Serpentine Caddesi’ne kadar konuşmadı.

Briony Lodge’ın kapısı açıktı ve yaşlıca bir bayan merdivenlerde duruyordu. Arabadan inerken bize alaylı bir şekilde bakıyordu.

“Bay Sherlock Holmes siz misiniz?” diye sordu kadın.

“Evet, Bay Holmes benim.” diye cevap verdi arkadaşım, sorgulayıcı ve şaşkın bakışlarla.

“Elbette! Hanımım sizin geleceğinizi söylemişti. Bu sabah eşiyle birlikte saat 5.15 treniyle Charing Cross’tan Amerika’ya hareket ettiler.”

“Ne!” Sherlock Holmes hüsran ve şaşkınlıktan bembeyaz kesilerek arkaya doğru sendeledi. “Yani İngiltere’den ayrıldıklarını mı söylemek istiyorsunuz?”

“Hem de geri dönmemek üzere!”

“Peki ya belgeler?” diye sordu kral kısık sesle. “Hepsi gitti!”

“Göreceğiz…” dedi Holmes. Hizmetçinin yanından hızla oturma odasına koştu. Kral ve ben de peşinden gittik. Her yer etrafa saçılmış eşyalarla doluydu. Sanki kadın, kaçmadan önce her tarafı yağmalamıştı, raflar boşaltılmıştı ve çekmeceler açıktı. Holmes çan ipine koştu, küçük bir sürgüyü şiddetle çekti ve elini daldırarak bir fotoğraf ile mektup çıkardı. Fotoğrafta gece elbisesi giymiş Irene Adler’ın ta kendisi vardı ve mektubun üstünde “Sayın Sherlock Holmes, almaya geldiğinde elden verilecek.” yazılıydı. Arkadaşım hemen yırtarak zarfı açtı, hep birlikte okuduk. Üzerinde bir önceki gece yarısının saati ve tarihi yazıyordu. Mektup şöyleydi:

Sevgili Sherlock Holmes,

Gerçekten çok başarılıydınız. Beni iyi kandırdınız. Yangın alarmı çıkana kadar hiç şüphelenmemiştim. Sonra planlarımı nasıl bozduğumu fark edince düşünmeye başladım. Aylar önce sizin hakkınızda beni ikaz etmişlerdi. Bana, eğer kral bir ajan tutarsa bunun kesinlikle siz olacağını söylediler. Adresinizi bana vermişlerdi. Fakat her şeyden şüphelenmeme rağmen, tatlı, şeker bir papaz hakkında kötü şeyler düşünemedim; ama biliyorsunuz, ben aktris olarak yetiştim. Erkeklerin kılık değiştirmesi benim için yeni bir şey değil. Hatta sık sık bu kıyafetlerin verdiği özgürlükten ben de yararlanıyorum. Sizi izlemesi için arabacı John’u gönderdim ve sonra da yukarı, elbise dolabıma koştum. Siz ayrılırken ben aşağı iniyordum.

Kapınıza kadar sizi takip ettim ve meşhur Sherlock Holmes’un ilgi alanında olup olmadığıma emin oldum. Sonra, biraz düşüncesizlik edip size iyi geceler diledim ve kocamı görmek için Temple’a doğru yola koyuldum.

Böyle zorlu bir rakip bizi takibe aldığına göre en iyi çözümün kaçmak olacağına karar verdik. Böylece yarın geldiğinizde evimin boş olduğunu göreceksiniz. Fotoğrafa gelince; müşterinizin içi rahat olsun. Ondan daha iyi bir adamı seviyor ve seviliyorum. Kral, zalimlik yaptığı kişinin artık ayak bağı olmayacağını bilsin. Fotoğrafı, kendimi güvenceye almak için yanımda taşıyorum. İleride bana verilebilecek herhangi bir zarardan korunmak istiyorum. Kralın saklamak isteyeceği bir fotoğraf bırakıyorum. Hoşça kalın Sevgili Bay Sherlock Holmes…

Saygılarımla,

Irene Norton,

Kızlık soyadıyla Adler

“Ne kadın ama ne kadın!” diye bağırdı Bohemya kralı mektubu okuduktan sonra. “Size ne kadar hızlı ve azimli olduğunu söylemiş miydim? İyi bir kraliçe olmaz mıydı? Benimle aynı statüde olmaması çok yazık!”

“Bayan Adler tanıdığım kadarıyla gerçekten de majesteleri ile aynı seviyede değil.” dedi Holmes soğuk bir şekilde. “Majesteleri için bu işi daha başarılı bir şekilde halledemediğim için çok üzgünüm.”

“Aksine, sevgili bayım!” diye bağırdı kral. “Bundan daha başarılı olamazdınız. Onun, sözünü asla çiğnemeyeceğini biliyorum. Şu an fotoğraf, ateşe atılmış kadar güvendeyiz.”

“Majestelerinin bu şekilde konuşmasına sevindim.”

“Size çok şey borçluyum. Lütfen sizi nasıl ödüllendirebileceğimi söyleyin. Bu yüzük…” Yılan şeklindeki zümrüt yüzüğünü çıkarıp arkadaşımın avcuna bıraktı.

“Majesteleri, bundan daha çok değer vereceğim bir şeye sahip.” dedi Holmes.

“Söyleyin yeter ki!”

“Bu fotoğraf!”

Kral şaşkınlık içinde bakakaldı.

“Irene’in fotoğrafı!” diye bağırdı. “Tabii, eğer dileğiniz buysa…”

“Çok teşekkür ederim, majesteleri. Artık yapabileceğimiz başka bir şey kalmadı. Size iyi günler diliyorum.” dedi ve kralın önünde eğildi. Kendisine uzanan ele dikkat etmeden arkasını dönüp beni de beraberinde sürükleyerek evine doğru yola koyuldu.

Anlattıklarım, Bohemya Krallığı’nı tehdit eden büyük bir skandalı ve bir kadının ince zekâsının, Bay Sherlock Holmes’u nasıl yendiğini gösteren bir hikâyeydi. Holmes, eskiden kadınların zekâsıyla çok eğlenirdi ama bir süredir ondan böyle şeyler duymuyorum. Irene Adler’dan veya fotoğrafından söz açılınca “o kadın”dan hep saygıyla bahseder…

Kızıl Saçlılar Kulübü

Geçen senenin sonbaharında bir gün, dostum Sherlock Holmes’a uğramaya karar verdim; fakat iri yarı, kırmızı yüzlü, kıpkızıl saçlı yaşlıca bir bey ile derin bir sohbete dalmış hâlde buldum kendisini. Davetsiz geldiğim için özür diledim ve tam ayrılacakken Holmes beni sertçe odaya çekip kapıyı kapadı.

“Bundan daha iyi bir zamanda gelemezdin, sevgili Watson!” dedi içtenlikle.

“Meşgul olmanızdan korktum.”

“Öyleyim. Hem de fazlasıyla.”

“O zaman yan odada bekleyebilirim.”

“Kesinlikle olmaz! Bu bey, başarılı olduğum birçok davada hem ortağım hem de yardımcım olmuştur, Bay Wilson. Sizin meselenizde de bana çok yardımı dokunacağından hiç şüphem yok.”

İri yarı adam beni selamlamak için sandalyesinden hafifçe kalkarken sorgulayıcı, küçük, torbalı gözleriyle bana baktı.

“Kanepeye geç.” dedi Holmes. Tekrar koltuğuna oturdu ve eleştirme havasında olduğu zamanlarda yaptığı gibi parmak uçlarını birleştirdi. “Biliyorum sevgili Watson, günlük hayatın alışkanlıkları ve monotonluğu dışında olan her türlü gariplikten benim gibi sen de hoşlanıyorsun. Bu yaşantımızdan aldığın hazzı ve coşkunluğu, maceralarımızı yazıya dökerek gösterdin ve söylememe izin verirsen küçük maceralarımızda bu özelliğimizi biraz abartarak ifade ettin.”

“Senin araştırmaların elbette bende büyük merak uyandırdı.” dedim.

“Geçen gün Bayan Mary Sutherland bize basit meselesini anlatmadan önce konuştuklarımızı hatırlıyor musun? Alışılmamış sonuçlar ve olağanüstü uyuşmaların hayatın içinde olduğunu ancak bunları görmek için hayal gücünden çok cesaret gerektiğini söylemiştim.”

“Şüphe etmeye cesaret ettiğim bir düşünce.”

“Evet doktor, ama yine de biraz sonra benim bakış açıma geleceğine inanıyorum. Böyle olmasaydı üst üste bir sürü gerçeği sıralardım; ta ki kendi söylediklerinin altında ezilip benimkileri kabul edene kadar. Her neyse, Bay Jabez Wilson, tüm iyi niyetiyle bu sabah bana uğradı ve öyle bir hikâye anlattı ki uzun zamandır böylesine rastlamamıştım. Daha önce de söylediğim gibi en tuhaf ve en ilginç olayları büyük suçlarla değil, ufak suçlarla bağdaştırabiliriz ve tabii ki kesinleşmiş suçlarda her zaman şüphe için yer vardır. Dinlediğim kadarıyla şu anki davanın bir suçla ilgisi olup olmadığını söylemem zor; ama olaylar zinciri, bunun, dinlediğim en ilginç hikâyelerden biri olduğunu ortaya koyuyor. Belki, Bay Wilson, hikâyenizi yeniden anlatma lütfunda bulunursunuz. Sadece arkadaşım Dr. Watson giriş bölümünü kaçırdığı için değil, ben de oldukça tuhaf hikâyenizi sizin ağzınızdan hevesle tekrar dinlemek istiyorum. Alışkanlığım gereği, olayların en ufak ayrıntılarını dinlerken aklıma gelen binlerce benzer davayı göz önüne alıp onları sonuca ulaşmak için rehber olarak kullanıyorum. Oysa itiraf etmeliyim ki şimdiki olayda anlattıklarınızın eşi benzeri yoktur.”

Bu iri yarı müşteri, söylenenlerden gururlanarak göğsünü biraz kabarttı ve paltosunun iç cebinden pis ve buruşuk bir gazete çıkardı. İlanı bulup gazete sayfasını düzeltti ve dizlerinin üzerine koydu. Arkadaşımı taklit ederek adamı iyice incelemeye çalıştım ve kıyafetiyle dış görünüşünün sunduğu ipuçlarını yorumlamakla uğraştım.

Ancak pek ilerleme kaydedemedim. Ziyaretçimiz ortalama bir İngiliz eşrafı gibi şişman, görkemli ve yavaştı. Bol, gri kareli çoban pantolonu, düğmeleri açık ve çok temiz olmayan bir redingot ile açık kahverengi bir yelek giymişti. Yeleğinin cebindeki Albert zincirinin ucundan, sivri uçlu pirinçten yapılmış kare bir metal parçası sarkıyordu. Yıpranmış bir şapka ile buruşuk kadife yakalı, solmuş kahverengi bir palto, yanındaki sandalyede duruyordu. Kıpkırmızı saçları ve çok üzüntülü, memnuniyetsiz yüz ifadesi dışında pek belirgin bir özelliği yoktu.

Sherlock Holmes keskin gözleriyle ne yapmaya çalıştığımı hemen anladı ve inceleyen bakışlarımı fark edince gülümseyerek kafasını salladı. “Müşterimizin bir ara işçi olarak çalışması, enfiye çekiyor olması, Mason oluşu, Çin’e gitmiş olması ve son zamanlarda bol bol yazı yazması dışında bir şey bulamadım.”

Bay Jabez Wilson sandalyesinde doğruldu, parmağı hâlâ gazetede olduğu hâlde arkadaşıma bakakaldı.

“Tanrı aşkına bütün bunları nereden bildiniz, Bay Holmes?” diye sordu. “Örneğin benim işçilik yaptığımı nereden bildiniz? Bu söylediğiniz İncil kadar gerçek ve iş hayatına da gemide doğramacı olarak başladım!”

“Elleriniz sevgili bayım. Sağ eliniz, sol elinizden gözle görülür ölçüde daha büyük. O elinizle çalıştınız ve dolayısıyla kasları daha gelişmiş.”

“Peki ya enfiye çekmem, masonluk?”

“Onları nasıl anladığımı zekânıza hakaret etmiş gibi olmamak için anlatmayacağım, özellikle koyduğunuz katı kurallardan sonra. Ama şunu belirteyim ki yay ve pusula şeklinde bir kravat iğnesi kullanıyorsunuz.”

“Ah, tabii, bunları unuttum! Peki, çok yazı yazdığıma dair öngörünüze nasıl bir açıklama getireceksiniz?”

“Yaklaşık beş inç boyunca sağ manşetiniz pırıl pırıl; ama masada dinlendirdiğiniz sol kolunuzda dirseğinize yakın, düzgün bir leke var. Bundan başka nasıl bir anlam çıkarabilirdim ki?”

“Ya Çin?”

“Sol el bileğinizin hemen üzerindeki balık dövmesi ancak Çin’de yapılabilirdi. Dövme konusunda ufak bir çalışma yaptım ve hatta bununla ilgili bir yazılı eserle edebiyata katkıda bulunmuşluğum bile var. Balığın pullarını hafif pembeye boyama tekniği yalnızca Çin’de kullanılıyor. Ayrıca saatinizin zincirinde Çin bozuk parasının sallandığını görünce bu çıkarımı yapmak daha da kolay oldu.”

Bay Jabez Wilson uzun uzun güldü. “Çok hoş!” dedi. “Başta çok zekice bir şeyler yaptığınızı sanmıştım ama görüyorum ki pek de abartılacak bir şey yokmuş.”

“Düşünüyorum da Watson…” dedi Holmes. “Anlatarak hata yapıyorum. ‘Omne ignotum pro magnifico.’2 Biliyorsun benim zaten az olan şanım, böyle dobra dobra konuştuğum için yok olup gidecek. İlanı bulabildiniz mi Bay Wilson?”

“Evet, şimdi buldum.” diye cevap verdi, kalın kırmızımsı parmağını gazetenin ortasına bastırarak. “İşte burada! Her şey bunun sayesinde başladı. Buyurun, kendiniz okuyun efendim.”

Gazeteyi elime alarak okumaya başladım.

“KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜNE

Lebanon, Pensilvanya, Amerika’dan merhum Ezekiah Hopkins’in vasiyeti gereği, kulüp üyeliği için bir kişilik kontenjan açılmıştır. Kabul edilecek kişiye sembolik hizmetler karşılığında haftada dört pound verilecektir. Sağlıklı, akli dengesi yerinde, yirmi bir yaşın üzerindeki tüm kızıl saçlı erkekler bu pozisyon için uygundur. Pazartesi saat 11’de, Duncan Ross ile görüşmek için kulüp ofisine, Pope’s Court, Fleet Caddesi, No:7’ye kişinin bizzat kendisinin müracaat etmesi gerekmektedir.”

“Tanrı aşkına bu ne demek oluyor?” diye haykırdım, bu ilginç ilanı iki kez okuduktan sonra.

Holmes neşelendiği zaman hep yaptığı gibi kıkırdadı ve koltuğunda bir yandan diğer yana sallandı. “Biraz alışılmışın dışında değil mi?” dedi. “Ve şimdi Bay Wilson, baştan başlayarak bize kendinizi, ev yaşantınızı ve bu ilanın sizde yaptığı etkileri anlatır mısınız? Yalnız önce gazeteye ve yayımlandığı tarihe bakar mısınız doktor?”

На страницу:
3 из 6