Полная версия
Türk Medeniyet Tarihi
Kendilerini Şane’ye nisbet eden, yalnız Göktürkler değildi. Oğuzlar ve Çingiz zamanında Moğollar da kendilerini Şane evladı addediyorlardı. Zaten Moğollar halis Oğuz olduklarını iddia ediyorlardı. “Ergenekon” menkabesi yanlış olarak Göktürklere nispet edilmiştir. Sâmiü’tlevârih ve diğer menbalar Ergenekon’u Oğuzlara isnat ediyor. Mamafih Ergenekon Oğuzlarda, Göktürklerde, Karluklarda müşterektir. Çünkü hepsinin anane ve menkabesinde “Kurt halaskârlığı” vardır. Bundan başka, Cucuvanlara karşı ilk isyan edenler “Huey-hu”lar yahut Talaslar yani Oğuzlarla Dokuz Oğuzlardır (Deguignes). Türk istiklali bunların isyanı ile başlar. Göktürkler sonradan Cucuvan boyunduruğundan kurtulmuşlardır.
Huey-huIarda Kurt Menkabesi: “Hiung-nu” hüküm-darlarından birinin gayet güzel iki kızı vardı. Bir gün kendi kendine bu kadar güzel kızları, Âdemoğullarına vermek münasip olup olmayacağını düşündü ve nihayet onları doğrudan doğruya Tanrı’ya takdime karar verdi. Bu maksatla kendi imparatorluğunun hududu üzerinde, hâli bir mahal intihap ederek, çok yüksek bir kule yaptırdı. Ve Tanrı’dan kızlarını kendisine zevce olarak almasını niyaz ve istirham ederek onları götürüp kuleye bıraktı. Nihayet kulenin önünde ihtiyar bir kurt gözüktü. Kulenin dibine yapışarak gece ve gündüz ulumaya başladı, hatta orada kendisine bir in yaparak üç ay hiç kımıldamadan orada kaldı. Kızlardan biri, hemşiresine dedi ki: “Babamız bizi Tanrı’ya takdim için burada bıraktı. Sakın bu kurt Tanrı tarafından gelmiş olmasın?” Ve hemen kuleden inerek yanına gitti, onun zevcesi oldu. Çocuklar doğurdu ve Huey-hular, onun neslinden türedi.47
Huey-huların bu menkabesi, bu kavmin kendisini Kurt neslinden addettiğini gösterir. Sancaklarının başında Kurtbaşı bulunması da bunu müeyyiddir.48 Gerek bunlar ve gerek Talaşlar, Kanglılar, Oğuzlar ve Göktürkler seslerinin kurt sesini andırdığını iddia ederler, kurt sesi çıkarmaya çalışırlar.
Ergenekon Menkabesi: Moğollara yani Oğuz soyuna “İlhan” padişah olmuştu. Tatarların hanı da “Sevinci Han”dı. Moğollar, o taraftaki bütün kavimlerden daha kalabalık oldukları için hepsini ayrı ayrı ezerlerdi. Moğollardan çok darbe yiyen Sevinç Han, Kırgız Han’ı ve sair illeri kandırdı, hep birden Moğollar aleyhine ayaklandılar. Nihayet hile ile onlara galebe eylediler. Moğollar hep bir arada yaşadıkları için düşmanları onları ortadan kaldırdılar. Yalnız İlhan’ın “Kıyan” isminde bir oğlu vardı. O sene evlenmiş idi. Bir de “Tokuz” adlı bir yeğeni vardı. Bunlar zevceleri ile beraber düşmanların ellerinden kaçıp bir memlekete geldiler. Orada at, davar, deve mebzuldu.
Bunlar bu malları sürerek bir sarp dağ içinde kar yığılı bir yola uğradılar. Bu yol çok tehlikeli idi, fakat oradan geçtiler. Yalnız tek yolu olan bu dağın içerisi geniş ve güzeldi. Akarsular ve çeşmeler, türlü sebzeler, yemişler, av hayvanları vardı. Hayvanların kışın etini, yazın sütünü yiyip içtiler. Derisini giydiler. Dağların karı eridi. Oraya “Ergenekon” dediler. Bu iki adamdan çok nesil üredi. Dört yüz yıl burada kalıp çoğaldılar. Nihayet buraya sığamayacaklarını anlayarak çıkmaya karar verdiler. Fakat yol bulunmuyordu. Bir demirci dedi ki: “Burada demirden bir dağ var, onu eritelim.” Hemen dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür koydular. Yetmiş deriden körük yapıp yetmişlere koydular. Birikip körüklediler. Derhâl, yüklü deve çıkabilecek kadar yol oldu. Çıktılar ve Tatarlardan intikam aldılar. Bu esnada hükümdarları “Börteçine = Bozkurt” idi.49
Tukyuların Menkabesi: Tukyuların, yani Göktürklerin menkabesi iki şekilde Çin tarihlerine geçmiştir:
1) Hiung-nularla aynı cinsten olan Tukyular Hiung-nu memleketinin şimalindeki “So” krallığından çıkmışlardır. Reisleri “Kapan Pu”nun on altı kardeşi vardır ki; bunlardan birisinin anası bir kurttu. Kurttan doğmuş olan “Y-ush-Nii Chouoctions”, rüzgârlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanları diğer kardeşlerini mahvettikleri zaman bu, tabi-atiyle o felaketten kurtuldu. Bunun iki zevcesi vardı, biri Yaz Tanrısı’nın diğeri Kış Tanrısı’nın kızı idi. Bunlardan da ikişer oğlu olmuştu. Kendi kavmi bu çocukların en büyüğü olan “Natüliu”yu hükümdar yaptılar; o zaman “Tukyu” adını aldı. Bunun on zevcesi olduğu için çocuklarından her biri analarının adını almışlardı. “Kurt = Assenae” bu isimlerden biri idi ve bu ismi ilk taşıyan hükümdar “A-hien-che” idi.
2) Tukyular iptida garp denizinin “Si-hai” veya Hazar Denizi’nin garp kenarlarında oturuyorlardı. Komşu bir kavim bunları kamilen mahvetti. Yalnız bir delikanlı kaldı ki onu öldürmeye cesaret edemeyerek ellerini ayaklarını kesip büyük bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı, yiyecek getirdi, hayatını kurtardı. Bu esnada kurt, bundan gebe kaldı. Komşu kavmin hükümdarı gibi bunu öldürmek için bir asker tayin etti. Askeri gittiği zaman, kurdu delikanlının yanında gördü. Kurt bu aralık bir mâbudun yardımına mazhar olmuş gibi, delikanlıyı oradan alarak denizin şark tarafına geçirdi ve bir dağın üstüne indi. Bu dağ “Kao Cang” memleketinin şimali garbîsinde idi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle mâlâmâl, iki yüz “Li”; vüsatinde bir saha buldu. Orada on oğlan doğurdu ki bunlardan biri aile ismi olarak “Asena = Şane” namını aldı. Diğer kardeşlerinin en zekisi olduğu cihetle, biraz sonra hükümdar oldu ve neslini unutmadığını göstermek için çadırının kapısı önüne, üzerinde bir kurt kafası bulunan bir bayrak dikti. Nihayet birçok nesillerden sonra “A-hien-che” bunlara hükümdar oldu ve kavmini oradan çıkararak “Cücen”lerin tâbiyyetine girdi.
Sair Menkabeler: Ustûreler, ilahlara taalluk eden maceralardır. Menkabeler de kahramanlara yani nîmilahlara isnat olunan sergüzeştlerdir. Gerek ustûrelerin gerek menkabelerin iki içtimai rolü vardır:
Birincisi, âyinî roldür. Yani bu ustûreler ve menkabeler bir içtimai esnasında manzum yahut mensur olarak musiki ve raksla müterafık ve gayrimüterafık okunursa hatta bazen dinî bir trajedi hâlinde oynanırsa sihriyyen dinî bir tesir icra eder, yahut büyük bir sevap kazanılmış olur. İkinci rolü itikadîdir. Bu rol de kıymet menkabenin mevzusunda ve manasındadır. Menkabenin naklettiği vaka herhangi bir teşkilatın yahut müessesenin ne suretle tekevvün ettiğini izah etmek ister. Menkabelerin birinci rolünü Dede Korkut Kitabı’nın Oğuzname’sinde görüyoruz. Ozan, bunları yirmi dört boy beyi şölende hazır iken hanların hanına hitaben inşat eder. Aynı zamanda kopuzunu da çalar. Müslümanlarda mevlid-i şerif tilâveti nasıl ayinî mahiyeti haiz ise bu Oğuz nameler de eski Oğuz Türkleri için öyle idi.
Menkabelerin izahkâr rolüne gelince bunu bilhassa İlhanlık dininde hâkim olan ilin hâkimiyetinin izahında görüyoruz. İlhanlıkta bir il, “Ak Kemik” tanınıyor ve diğerleri “Kara Kemik” itibâr olunarak bu ilin tâbiiyyeti altına giriyorlar. Hâkim olan ilin Ak Kemikliğini izah eden işte bu menkabelerdir. Yukarıda Dokuz Oğuzların ve Göktürklerin ne suretle ilahî ve kudsî bir mahiyeti haiz bir kudretten ürediklerine itikat olunduğunu gördük. Hâkim olan “İl”, velâyet-i âmmeyi haiz olmak için mukaddes olmak lazım gelir. Mukaddes olmak için de ya bir totemin ya bir ilahın sülalesinden gelmesi şarttır. İlah kadınlara ya bir nur sütunu, yahut bir hayvan ve bazen de bir insan suretinde tecelli eder. Bunların birisinden gebe kalan bir kadın, ilazadeler doğurur. Bunlardan türeyen bir “il” hâkimiyeti, velâyet-i âmmeyi haiz addolunurlar.
“Bögü Han” ve “Oğuz Han” menkabelerinde nur sütununun, totemlerin semavi kızların mevcudiyeti gösteriyor ki bütün Türk menkabeleri, İlhanlık dininin cersûmelerini haizdir. Her budunun, her ilin kendini mukaddes zannetmesi ve diğer zümrelere müreccah görmesi tabiidir. Zaten, budun ve il devrelerinde de izdivaç, cemiyetin dâhilindedir. Bir fert kendisine yalnız kendi budununun yahut kendi ilinin kızlarını küfüv görebilir. Bütün bu vakıalar, cemiyetin ilahî bir menşeden gelmesi itikadı ile izah olunabilir.
Alan Koa: Alan adlı bir melikenin çadırına gökten yeşil gözlü bir ilah iner. Alan Koa bundan gebe kalır. Kayı sülalesi, bunun iki oğlundan ürer.50
Kırk Kız: “Sağın Han” adlı bir Kazak hükümdarının kızı bir sabah erken kırk cariyesi ile beraber gezmeye çıkarlar. Henüz güneş doğmamıştı. Bir ırmağın kenarına gelirler. Irmağın üzerine semanın nur sütunu indiği için suları gümüş gibi parlaktı. Kızlar suyun güzelliğine meftun olarak parmaklarını ırmağa daldırırlar. Bu temas neticesinde hepsi gebe kalır. Hükümdar, bunların hepsini bir dağa nefyeder. Orada bunların zümyeti çoğalarak “Kırgız” kavmini vücuda getirirler.
Hia Prensesi: Bu itikat Çinlilerde de vardır. Hia sülalesinin ilk validesi olan prenses, bir gece dolaşırken bir yıldızın şuasında hamile kalmıştır.51
Ananeye göre Japon sülalesi, Güneş Kızı’yla bir Kuş’tan; Tibetliler, bir Prenses’le bir Maymun’dan; Kırgızlardan bir kabile, bir Prenses’le bir Kızıl Köpek’ten vücuda gelmişlerdir.
Eski Türkler, bu menkabeleri izah için senede bir kere, tabii şehvetin galeyanı ile vücuda gelen bir “aşk gecesi”ne inanırlardı. Bu “aşk gecesi”nde, kadın her neye dokunsa gebe kalırdı. Çünkü bu gece nur sütunu -ki buna “Altun Işık” da diyebiliriz- her şeyde mütecelli bulunurdu. “Altun Işık” bazen güzel bir erkek suretinde bir kadının harimine gelirdi (Alan-Koa). Bazen bir yıldızın şuası yahut bir ırmağın suyu vasıtasıyla temas ettiği bir ağacı, yahut bir kızı gebe bırakırdı.
Bu “aşk gecesi”, her ilin kendisine ilahî bir kudsiyet, semavi bir isabet vermesine hadim oluyordu. “Altun lşık”tan doğan insanlar “Ak Kemik” olurlardı, diğer budunlar ise “Kara Kemik” kalırlardı. Aşk gecesinde ilahlar, ilaheler ve insanlar arasında muaşakalar cereyan etmesinden, birtakım ustûreler doğmuştur ki birkaçını aşağıda zikredeceğiz.
19. Aşk Ustûreleri
Güneş Hanım: Yakutlara göre “Ulu Toyon”, “Ay Toyonsun” kızı “Güneş Hanım”a âşık olmuş; Ulu Toyon, Altaylılarda “Oğan”, Oğuzlarda “Gök Han”dır. Ay Toyon Altaylılarda “Bay Ülgen”, Göktürklerde “Gök Tanrı”, Hakaniyye Türklerinde “Bayat”tır. Ulu Toyon, babası “Seçen”e der ki: “Ay Toyon’un semasına çık. Bana onun kızı Güneş Hanım’ı iste! Ne kadar çok ağırlık isterse hiç esirgeme, kabul et.”
Seçen, hemen semaya çıktı, Ay Toyon’un otağına gitti: “Oğlum kızınızı sevmiş. Onu oğluma verir misiniz?” Ay Toyon: “Peki veririm fakat iki nişan isterim. Biri dalga, göl incisi; biri serap, çöl incisi.”
Seçen bu haberi getirdi. Ulu Toyon istenilen iki nişanın tedarikini kolay gördü. Yer üstünde ve yer altında ne kadar cinler, periler ve ruhlar varsa hepsini davet etti. Cümlesi geldiler. Ulu Toyon dedi: “Ey kahramanlar, içinizde benim istediğim iki armağanı bana getirmeyi kim üzerine alacak? Bu iki armağanı bulmak, getirmek gayet kolaydır. Biri dalga, göl incisi; biri serap, çöl incisi.”
Cemaattan bu teklifi kabul edecek hiçbir kahraman çıkmadı. Ulu Toyon teklifi tekrar etti. Yine cevap veren olmadı. Üçüncü teklifinde bir “kurt” ile bir “karga” meydana geldiler. Bu iki armağanı getirmeyi üzerlerine alıyorlardı. Fakat kurt dalgayı tutabilmek için uzun bacaklar istiyordu. Karga ise serabı görebilmek için keskin gözler talep ediyordu. Ulu Toyon istedikleri şeyleri onlara verdi. “Haydi kahramanlar! Gidin, bana dalga ile serabı getirin.” dedi.
Bu iki kahraman yola düştüler. Aradılar, taradılar, çalıştılar, uğraştılar. Ne kurt dalgayı tutabildi ne de karga serabı ele geçirebildi. Asırlar geçti bir türlü iki armağan gelmedi. Ulu Toyon, istenilen nişanları veremedi ve Güneş Hanım’ı alamadı.
Çalbu Hanım: Yakutlarca Zühre’nin adı “Çalbu Hanım”dır. Bu genç kız, Ülker yıldızını seviyor. Ülker de Çulbu Hanım için yanıp tutuşuyor. Ne zaman ki Çalbu ile Ülker bir hizada birleşirler; kalpleri atmaya, göğüsleri kabarmaya, nefesleri gürleşmeye başlar. Bu nefesler birer dalga olur. Derhâl kasırga çıkar, ortalığı birbirine katar. Bundan dolayıdır ki Yakut Türkleri Zühre ile Ülker bir hizaya geldiği zaman ürkerler.
Öksüz Kız: Bir kış günü, öksüz bir kız su almaya gidiyordu. Vücudu yarı çıplaktı. Üryan ayakları kardan şişmişti. Karnı açtı. Kulakları soğuktan donmuştu. Gözleri yaşlı idi. Elinde demir bir bakraç vardı. Çeşmeye gidiyordu. Birdenbire bir kasırga koptu. Ay, yukarıdaki köşkünden bu zavallı kıza bakıyordu. Dedi ki: “Mutlaka üvey anası bu kıza zulmediyor.” Kıza acıdı. Kız, o sırada bir çalının içinde yürüyordu. Ay, çalıya emretti: “Kızı al, gel!” dedi. Çalı derhâl, bir at oldu, bir yandan gök alçaldı, bir yandan çalı yükseldi. Kız bakracı ile beraber göğe geldi.
Şimdi, ayın hâlden hâle geçmesi hep öksüz kızın geçirdiği serencâmlara tabidir. İlk gece Ay, gümüş bir yay gibidir. Kız büyüdükçe Ay da büyür. Fakat bazen kız, otağa girer, halı dokumaya başlar. O zaman Ay, sevgilisini göremediğinden hasretle yüzü hilale döner. Bazen kızın keyfi coşarak bakracı ile beraber göle koşar. O zaman Ay’ın yüzü belirlenir.
Bundan başka gökte bir “Beyaz Ayı” vardır ki Öksüz Kız’ı sevdiği için Ay’ı tutup boğmak ister. Fakat ona gücü yetmez. Yirmi beş gün ay galiptir. Yalnız üç gün Ay’ı galebe çalar. İşte bu zamandır ki Ay görünmez.
20. Tsinlerde Dinî İbadetler ve Sihrî Ayinler
Tsinler: Tsin Türklerinde senede beş ibadet icra edilirdi; ilkbaharda Gök Han’a “koyun” kesilirdi, yazın Kızıl Han’a “kuş”, sonbaharda Ak Han’a “köpek”, kışın Kara Han’a “domuz” kurban edilirdi. Senenin ortasında da Ogan’a “öküz” kurban edilirdi.
Hiung-nularda senede üç büyük ibadet icra olunurdu :
1) Senenin ilk ayında Hakan ve Hatun’un riyaseti altında bütün Tiginler (prensler), şadlar, yabgular, tudunlar, tarhanlar, iç ve dış buyruklar, hülasa umum beyler; Ak Budun ve Kara Budun, hakanın ordugâhına toplanarak bayram yaparlardı. Bu bayramda kurban kesilerek zengin, fakir umuma ziyafet çekilirdi.
2) Senenin beşinci ayında, “Lung-Cheng”de ikinci bayram yapılırdı. Burada büyük bir kurultay şeklinde bütün beyler ve halk toplanırdı. Kurbanlar kesilip yenildikten sonra koşular ve oyunlar yapılırdı.
3) Üçüncü bayram sonbaharda yapılırdı. Atların besili olduğu bu zamanda “Tailing”de büyük bir içtima yapılırdı. Tanju’nun otağı Şamanlarca mukaddes tanınan solda kurulurdu. Otağın kapısı da garba bakardı. Bu içtimada, her ilin boyları, her boyun efradı, atları sürüleri sayılırdı. O sene zarfında husule gelen artma veya eksilme Tanju’ya ve Kurultay’a arz olunurdu. Kurultay devam ettiği müddetçe Tanju, her sabah Güneş’e ve her akşam Ay’a ibadet etmek üzere otağından çıkar ve herkes kendisine ittiba ederdi.
Cenaze Merasimi: Eski Türklerin dininde ecdada tapmak yani “Manizm” yoktu. Cenaze merasimini çok ihtişamlı yapmak, yalnız manizme mahsus değildir. Vefattan sonra ölülerin ruhları, akrabaları için çok tehlikeli olur. Bu tehlikeye mâni olmak içindir ki gayet tantanalı cenaze merasimi yapılırdı. Cenaze için toplanıp ağlamaya “Yuğ” adı verilirdi. Yuğa bütün bildiklerden “Yuğcular” ve “Sıgıtçılar” (nevvâheler) gelirdi. Bunlar, kendi kendilerini yaralayarak yüzlerini yırtarak, her taraflarını kan içinde bırakırlardı. Bilge Han’ın yuğuna Çin, Kırgız, Otuz Tatar, Dokuz Tatar, Türkeş vesair milletlerden yuğcular gelmişti. Bunlar dost hakanlardan birini “Balbal = Matem bayramının reisi” intihap ederek “Yuğ Merasimi”nin icrasını onun idaresine verirlerdi. Cenazelerin defninde de birtakım merasim icra ederlerdi: Tabut, cenazenin içtimai mevkine ve servetine göre altın, gümüş, mücevherat, vesair kıymetli şeylerle tezyin edilirdi. Cenaze kabire götürülürken hizmetçileri, cariyeleri beraber gider; efendilerinin hizmetine eskisi gibi hazır bulunurlardı. Cenaze nakledilirken birçok kahraman gençler de beraber bulunurlardı. Ay görünür görünmez, cılasınlar muharebe manevrasına başlarlar, Ay batıncaya kadar bu manevralara devam ederlerdi. Kunlarda mezar yükseltmek âdeti yoktu.
“Kül Tigin”in vefatı üzerine, şarkta Göktürkler’in metbusu sayılan “Çin imparatoru” yekpare bir sütun üzerine ölünün vekâyisinin yazılmasını ve Türklerde âdet olduğu veçhile heykelinin dikilmesini ve namına “Bark” yapılmasını emrederek sarayına mensup altı sanatkârı bu işe memur etmişti. Bilge Han’ın vefatından sonra taziye için memur gönderdiği gibi “Bark” yapılmasını ve dikilecek “Mengütaş”ın yazılmasını da emretmişti.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Bundan maksat, herhâlde, totemin “ferdîleşmesi” olacaktır. Bk. “Totem ve Potlaç” bahsi
2
Esas metinde “Barabiniz”dir. Doğrusu “Baraba” olmalıdır. Bk. Reşit Rahmeti Arat, Türkiyat Mecmuası, X (1951-1953) s. 59-138.
3
David Leon Cahun (1841-1900): XIX. yüzyıl sonlarında başlayıp XX. yüzyıl başlarında hızlanan “Türkçülük hareketleri üzerinde tesirleri bulunan ve “Gök Bayrak” adlı tarihî romanı dilimize çevrilen Fransız yazar ve tarihçisidir.
4
Hakkında bilgi bulunamamıştır.
5
Charles Gide (1847-1932): “Nimes Okulu” diye adlandırılan “Kooperatifçilik Okulu”nun kurucularından, Fransız iktisatçısıdır.
6
Rudolf Steinmetz (1862-1940): Hollandalı sosyolog ve etnolog.
7
1248-1318 yılları arasında yaşamış, İlhanlılar devrinde Türk-Moğol tarihine dair büyük bir eser meydana getirmiş olan tabip ve devlet adamı Reşidü’d-Din’in eseri.
8
1226-1282 yılları arasında yaşamış, İlhanlılar devri idare adamlarından, meşhur münşive tarihçi, Cüveynî’nin eseri.
9
1433-1498 yıllarında yaşamış, İranlı tarihçi Mirhorid’un eseri.
10
1475-1535 yılları arasında yaşamış, son Umurlular devri tarihçilerinden Hondmir’in eseri.
11
Eugene Pittard (1867-1942): İsviçreli Antropolog. Cenevre Üniversitesi Antropoloji profesörü olup sözü edilen “Irklar ve Tarih” adlı eseri, 1924 yılında yayınlanmıştır.
12
Kaşgarlı Mahmud, Divânı Lügâti’t-Türk, yay. Besim Atalay, TDK, Ankara, 1940-1943, C. m, s. 137. Notlarda bizim verdiğimiz sahifeler hep bu baskıya aittir.
13
Cüveynî, Târih-i Cihângüşâ, yay. Muhammed Kazvînî, GMS, Leiden, 1911, C. 1, s. 10.
14
Divânı Lügâti’t-Türk, C. III, s. 3, 159, 307-8.
15
Divânı Lügâti’t-Türk, C.I, s. 332.
16
Emile Durkheim (1858-1917): Görüşleri Türkiye’de Ziya Gökalp tarafından temsil edilen ünlü Fransız sosyoloğu.
17
Marcel Mauss (1872-1950) Emile Durkheim’in yeğeni ve onun görüşlerinin takipçisi olan Fransız sosyoloğu.
18
Henri Hubert (öl. 1927): Durkheim Mektebi’ne mensup Fransız sosyoloğu.
19
Lucien Levy-Bruhl (1857-1939): Fransız sosyoloğu.
20
Edouard Chavannes (1865-1918): Meşhur Fransız Sinolog ve Türkolog’u.
21
Dîvân, C. III, s. 225.
22
Esas metinde, dizgi yanlışı olarak “ Çıvısı” denilmekle beraber “çerisi” olacağı açıktır.
23
Divânı Lügâti’t-Türk, C. I, 9. 49,200.
24
Bu kelime hakkında bk. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Selçuklu Târih ve Medeniyeti Enstitüsü yayınlarından, Ankara, 1971, s. 186.
25
L’Annéé Sociologique, C. VI, s.– 56 (Z.G.).
26
Hakkında bilgi bulunamamıştır.
27
L’Annéé Sociologique, C. VI, s: 56 (Z.G.).
28
Bu listedeki isimler için bk; O. Turan, On iki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941, s. 104-106.
29
Kaşgarlı, Divân, C. I, s. 347.
30
Kaşgarlı, Divân, C. I, s. 87.
31
Yakutlar üzerine yaptığı çalışmaları ile tanınan Rus Türkoloğu.
32
Bu isim, W. Radloff’un dilimize çevrilmiş bulunan (Sibiryadan, çev. Dr. Ahmet Temir, MEB, Ankara, 1954-1957) eserinde “Kayra” (C. II, kısım, I, s. 6-8) olarak geçmektedir.
33
Metinde bu kelimenin Almancası, “Allwissende”, kullanılmıştır ki Türkçesi: “Her şeyi bilen” demektir. Bk. Radloff, adı-geçen eser, C. II, kısım, I, s. 8.
34
Bu kelime Radloff da “Yö Kan” şeklinde geçmektedir. Bk. Adı geçen eser, C. II, kısım, I, s. 9.
35
Bütün bu tanrı isimlerinin okunuşu için Radloff’un adı geçen eserine bakınız.
36
Dede Korkut kitabı, s. 5.
37
Dede Korkut Kitabı, s. 116.
38
Dede Korkut Kitabı, s. 116.
39
Dede Korkut Kitabı, s. 117.
40
Dede Korkut Kitabı, s. 117.
41
Dede Korkut Kitabı, s. 117.
42
Cüveynî, C. I, s. 40.
43
Divân, C. I, s. 382; C. III. s 347
44
Bu isimlerin okunuşu için bk. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, s. 75.
45
Bu ismin başka okunuş şekilleri hakkında bk. Türk Mitolojisi, S 82-84.
46
Bu isimler hakkında bk. Türk Mitolojisi, s. 377.
47
Köprülüzâde Mehmed Fuad, Türk Edebiyatı Târihi, C. f, s. 69 (Z.G.)
48
Köprülüzâde Mehmed Fuad, Türk Edebiyatı Târihi, C. m, s. 69 (Z.G.)
49
Köprülüzâde Mehmed Fuad, Türk Edebiyatı Târihi ,C. I, s. 67 (Z.G.).
50
Ebû’l-Gâzi Bahadır Han, Türk Şeceresi, yay. Dr. Rıza Nur, İst, 1925,s. 64.
51
Deguignes, C. I, kısım, I, s. 8 (Z.”G.).