![Çengi](/covers_330/69429115.jpg)
Полная версия
Çengi
Bu esnada ortaya çıkan garipliklerden olmak üzere şunu hikâye edelim ki:
Daniş Çelebi cenapları, ilk gece Engürusizade Nafiz Efendi’nin konağında peri kızının pericesine icra ettiği eğlenceden fazlasıyla memnun olduğunu hatırlatmakla, bir gece böyle bir âlem daha icrasını rica etmişti. Peri ellerini çırptı çırpındı. Birtakım hayali ve gaybi adamlara laf söylüyor ve cevaplarını alıyor gibi yaptı. Bir aralık kızgınlık belirtileri de gösterdi. Nihayet mecnuna “Hınzır kaltaklar benden izin almaksızın Kaf Dağı’nın arkasında ve Gümüş Denizi’nin öte tarafında bir Çemenistan’a gidip kendi kendilerine zevk ediyorlarmış. Gerçi emrettiğim anda gelirler ise de bugün, gündüzden beri eğlenceyle meşgul olduklarından buraya şimdi kendilerinden geçmişçesine geleceklerdir. Böyle bir alay sarhoştan zevk alınır mı? Artık çaresiz yarın akşama kalacak.” diye izah ile istediği zevk âlemini ertesi akşama kadar ertelemeye muvaffak olabildi. Ya ertesi akşam?
Oo! Ona şüphe mi ister! Kadın, daha gündüzden gönderdiği haber üzerine kendisine dans sanatını öğretmiş olan çengiler ile kadın çalgıcıları, birçok hamam ustaları ve zarif insanları davet etmiş, Çelebi ile bir güzelce eğlenmek için icap eden hareketlere dair gerekli talimatı hepsine vermişti.
Bu rezalet takımı yerli yerinde saklı olduğu hâlde akşam Daniş Çelebi geldiğinde, Peri de dün geceki arzusunu unutup unutmadığını öğrenmek için Çelebi’yi gayet şen ve neşeli bir tavır ile karşıladı. O kadar işvebazlıklar gösterdi ki, karşısında göbek atmak nevinden danslar icra ederek keyfiyeti herifin hatırına getirdi. Nihayet arzuladığı gibi deliden “Ha! Hani ya sen dün gece bir zevk âlemi düzenlenmesini istemiştin. Acaba bu akşam mümkün olacak mı?” diye sordu. Fakat buna uygun cevap almak için kızın acele ettiğini sanmamalısınız. Aşüfte idi. Cilveli idi. Kurnaz idi. Dolayısıyla düzenlediği hileyi layıkıyla icra için büsbütün bilmezliğe vurarak dedi ki:
Peri: “Nasıl zevk âlemi?”
Daniş: “Canım, hani ya peri kızlarını çağıracaktın.”
Peri: “Vallahi periler hatırımdan çıkmıştı. Dün gece de kendilerine haber vermedim.”
Daniş: “ ‘Ümitsiz olarak’ canım, niçin böyle edersin? Senden kırk yılda bir iyilik istedim…”
Peri: “Dur bakalım. Yine Kaf Dağı’nın arkasına ya da Dış Deniz’in öte tarafına gitmemişler ve sarhoş olup edep dairesinin dışına çıkmamışlar ise!”
Daniş: “Etme Allah’ını seversen Periciğim. Sarhoş olsunlar, ne olurlarsa olsunlar. Sarhoşluğun ne zararı var? Daha güzel! Daha neşeli olurlar.”
Peri: “Dur öyleyse bir kere bakayım.” diye yine her zamanki gibi el çırptı. Çırpındı. Görünmeyen kişilerle konuştu. Nihayet “gelsinler” emrini verince sanki periler Kaf Dağı’nın arkasında ya da Dış Deniz’in öte tarafında değilmiş içerideki odadaymışlar gibi bir anda geldiler. Hem de ne geliş! Ama ne rezalet! “Ya hey!” naraları oda kapısından Daniş Çelebi’nin kulağında güm güm gümledi ve kulağının zarını çın çın çınlattı. Rakılar! Amberler! Mezeler! Çalan çağıran bir tarafta, kadehleri tokuşturanlar bir tarafta! Dans eden, hora tepen, zıp zıp sıçrayan bir tarafta! Daniş Çelebi hayran! Rezaletin ayyuka varışı üzerine ne yapacağını da şaşırmış, alıklaşmış, yılışmış, kalmıştı.
Aşüftelerden her biri eline birer kadeh alarak ve meze olarak da busesini takdim ederek “Benim aşkıma! Peri Hanım’ın aşkına!” diye teklif ettikleri içkileri, şarapları reddetmek Daniş Çelebi’ce mümkün olamadığı gibi hepsini hoşnut etmek ve devamında kendi neşesini de arttırmak için birbiri arkası sıra cümlesini yuvarlamakla ve bir aralık neşesi barut gibi birdenbire parlamış idiyse de devamı da ancak barut parıltısının devamı kadar olmuştu ve sonradan da birdenbire sönmüş ve çaresiz mecnun oturduğu yerde zıbarmış, gitmiştir.
Kadınlar asıl zevk ve sefayı Daniş Çelebi’nin zıbarmasından sonra kızıştırdılar. Öyle bir dereceye getirdiler ki, burada ayrıntısıyla açıklamaya imkân yoktur. Âlemde o kadar bahtlı olup da böyle bir âlemi gizli bir manzaradan seyretmiş olanlardan başka bunun derecesi kimseye malum değildir ve olamaz.
Daniş Çelebi, ertesi günü öğleden sonra uykudan uyandığında akşamki hâli, ancak bir rüya gürmüşçesine hatırlayabilmişti. Zevk âlemine dair Peri ile birkaç söz ettiler. Garip değil midir ki Peri hazretleri, bu akşamki ahenkten memnuniyet göstermedi. “Ben onların hâlini bilirim. Onlar eğlence âlemine girdiler mi işte böyle insanoğlunun tahammül edemeyeceği dereceye varırlar da seni hasta ederler. Çünkü periler zaten bir ruhtur. Rakı da ruhtan ibaret olmakla ruhun ruha tesiri olamaz. Neyse sen kendin istedin. Kendi düşen ağlamaz. Şimdi de baş ağrısına ve vücut yorgunluğuna tahammül etmelisin!” dedi. Daniş Çelebi için zaten tahammülden başka ne vardır ki?
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Saliha Molla’nın vefatından sonra iki sene kadar müddet Peri Hanımefendi hazretleri bu “vur patlasın çal oynasın” âleminde engelsiz birçok eğlence düzenlendiyse de ondan sonra Dadı Kalfa tarafından yapılmak istenilen itirazlar biraz ağzının tadını kaçırmaya başlamıştı. Zira Dadı Kalfa, Daniş Çelebi’yi kucağında büyütmüş bir emektardı. Sefahat âlemlerinin düzenlenmesinde, Peri Hanım’ın sırlarına hilelerine tam vâkıf olamadığından ve vâkıf olduktan sonra da bir müddet işi doğal hâline terk etmek mecburiyetinde kaldığından ses çıkarmamış idiyse de sonraları iş pek fazla haddini aştığı ve hatta Peri Hanım cenapları evi yalnız çengiler, çalgıcılar, hamam ustaları vesaire ile doldurmakla da kalmayıp kadın kıyafetinde genç erkekler ve hatta aralıkta bir kere tulumbacı bozması adamlar da gelmeye başlamasından dolayı, Dadı’nın da sabrı tükenmişti.
Gerçi bir altı ay kadar daha hırladı gürledi. Bunlar, yalnız Dadı Kalfa ile Peri arasında cereyan etmiş ve Daniş Çelebi’ye asla renk verilmemişti. Peri Hanım’ın “Bre Arap! Ben peri padişahının kızıyım! Bende senin gibi milyonlarca Arap vardır. Hem ben istersem seni bir anda yok edebilirim. Sen benim zevkime ne karışabilirsin?” diye vermek istediği gözdağlarına Arap, bir alaycı kahkahasıyla gülerek, “Sen o ağızları, Daniş Çelebi gibi mecnunlara sat aşüfte! Beni de onun gibi mecnun yerine koyma! Ben senin ne mal olduğunu çoktan biliyorum. Beni yok etmek değil; kılıma bile dokunamazsın!” Yollu cesurca tartışabilir idiyse de; kızın peri olmadığını ve âdeta insan evladı ve hem de insan evladının en şirretlerinden olduğunu Daniş Çelebi’ye anlatamayacağını nazarıdikkate aldıkça, çaresiz Arap kederinden kahrolmak derecelerini bulurdu.
Nihayet bir gün, Peri’nin sokağa gitmiş olmasını fırsat bilerek Da-niş Çelebi’ye birkaç söz söyleyebilmeye cesaret buldu. Şöyle ki:
Arap: “Beyim, size bir şey söyleyeceğim. Ama korkarım ki size doğru bir şekilde vereceğim haber, benim hakkımda güvensizliğinize ve gazabınıza sebep olacaktır.”
Daniş: “Nedir Dadı? Ne ise söyle bakalım, hiç ben sana güvensizlik gösterebilir miyim?”
Arap: “Öyleyse söyleyeyim! Şu Peri Hanım’ı nasıl tanırsınız?”
Daniş: “Amma soru ha! Nasıl tanıyacağım? Peri tanırım!”
Arap: “Yani insan evladı değil; öyle değil mi?”
Daniş: “Evet! İnsan evladı böyle mi olur? Yaptığı işleri bilmiyor musun?”
Arap: “Ya ben bunu insan evladıdır, diye iddia edersem ne dersiniz?”
Daniş: “İnsan evladı diye iddia edersen mi?”
Arap: “Evet!”
Daniş: “Ne mi derim? Ne diyeceğim? Âdeta çıldırmışsın derim! Bunun insana benzer neresi var?”
Arap: “Hayır beyim! Hiç de bana çıldırmışsın diye hükmedemezsin. Sen, her ne kadar bu kadının peri olduğuna inanır isen, ben sana çıldırmışsın diye hükmederim!”
Daniş: “Aman Dadı! Bu nasıl söz? Ben çıldırmışım ha! Aman aklıma dokunacak! Sen bu sözlerden vazgeç! Hatta hatırından bile çıkar. Zira Peri, bu işin farkına varır ise sonra seni de bitirir beni de! Görmüyor musun ki kız ta Kaf Dağı arkasından ve Dış Deniz’in öte tarafından buraya peri kızları getirmek derecesinde beceriler gösteriyor! Beni ulvi âleme gönderip çok farklı ve garip şeyleri bana seyrettiriyor!”
Arap: “O acayip ve garip dediğiniz şeyler ihtimal ki sihirdir. Valideniz Saliha Molla da bu sanatta pek usta değil miydi? Fakat gelen çengiler vesaire kaltaklar Kaf Dağı’nın arkasından ya da Dış Deniz’in öte tarafından gelmiyorlar. Nereden geldiklerini ben de biliyorum. İsterseniz bunları size ben de getiririm!”
Daniş: “Hayır hayır! Ben başımdan korkarım Dadıcığım. Sen de kendi başından kork. Validem bile bu kızın peri olduğunu anlamış, bilmişti. Hatta bana bile söyledi.”
Arap, öfkesini yenemeyerek ve ağzından çıkanı kulağı işitmeyerek: “Validen seni aldatıyordu! Senin gibi bir divaneyi başka türlü idare edemeyeceğini bildiği için böyle söylüyordu. Senin bu çılgınlığına sebep de o validen olan sihirbaz değil midir? Onun da yaptıklarını ben bilirim? Şeyh der getirir; hoca der getirir âlemde ne kadar efsuncu var ise getirir, beraber bir odaya kapanarak sihir çömlekleri kaynatırdı!”
Daniş: “Dadı sen aklını mı bozdun Allah’ını seversen! Bana divane demeye ne hakkın var! Ben adamı!” diye mecnunun gözleri dönmüş dili dolaşmış ve hemen Arap’ın kafasına bir şey vurmaya ramak kalmış iken Arap kaçıp kendisini kurtardığı gibi nasılsa Çelebi de bu Arap’ın valide makamında bir emektar olduğunu düşünerek yavaş yavaş öfkesini yenmişti.
Gerçi gerek Dadı ve gerek Daniş Çelebi bu kavgayı Peri’den gizli tuttukları gibi Peri bundan hiçbir haber alamamış idiyse de Arap’ın kızgınlığının şiddeti o aralık son dereceye varmış olduğundan Peri kadın bunlardan şüphelenmiş ve korkusundan aralarında geçen en ufak hareketlere bile dikkat etmişti.
O günkü kavga üzerine Dadı Kalfa birkaç ay kadar Daniş Çelebi’ye Peri Hanım hakkında hiçbir söz söylemeyip sabretmiş idiyse de, bu sükût, davadan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Zira bu sükût gerçek bir sükût değildi. Belki deliyi ikna edebilmenin bir kolayını arayıp bulmak içindi.
Nihayet Arap, aradığını buldu. Şöyle ki:
O büyük mecnunun o büyük cinnetiyle beraber fevkalade bir cimriliği de vardı. Cebinden bir parasını almak, canından bir parça almakla aynıydı. Arap, Daniş Çelebi’yi Peri Hanım’ın zevki israfıyla ikna edebileceğini zihninde kararlaştırıp bir gün Çelebi’yi sıkıştırdı ve şu sözlerle biçareyi doldurmaya başladı:
Arap: “Nasıl beyim şu aralık evimizin masrafına dikkat ediyor musunuz?”
Daniş: “Hay! Hay! Her zamankinden fazla bir şey yok. Gün aşırı ikişer okka et. Günde bir buçuk okka ekmek hafta…”
Arap: “Hayır hayır! O masrafları sormuyorum. Bir evi yıkan masraf bu değildir. Çekmecenizin, sandığınızın, hazinenizin hâlini soruyorum.”
Daniş: “O! Bunu merak etme. Rahmetli validemin bıraktığı gibidir. Asla el sürmedim.”
Arap: “İnanırım. Gerçi siz asla el sürmediniz. Fakat sizden başka sürenler vardır. Hele bir kere çekmecenizden başlayarak bir yoklayınız da görürsünüz.”
Daniş: “Neyi göreceğim? Sanki evin içinde hırsız mı var diyeceksin?”
Arap: “Orasını bilmem. Fakat siz de Kaf Dağı’nın arkasından veyahut Dış Deniz’in öte yanından gelen peri çalgıcılarını bedava mı geliyorlar sanırsınız? Validenizin göz ile bakmaya kıyamadığı zümrütlerden, yakutlardan birtakımı başkasının kulaklarına küpe oldu. Çapkınların parmağına yüzük yapıldı.”
Daniş: “Deme Allah’ını seversen Dadı! Sanki bunlar, perinin şerrine mi uğradı diyeceksin?”
Arap: “Git efendim git! Bir yoklayıver. Sonra sen erkek değil misin? Kendi işini kendin gör. Malına sahip ol. Sadık Dadı’n sana bu kadar bir haber verebilir.”
Arap’ın şu sözleri, geçenki ifadeleri gibi Daniş Çelebi’yi hiddetlendirmekten başka, hatta etkisiz de kalmamıştı. Mecnun, bir kere başını önüne eğdi. Zümrütlerin, yakutların başkalarının kulağına küpe ve çapkın parmağına yüzük yapılması havadisi yüreğini sızlatmıştı. Kendi kendisine “Aman ya Rab! Acaba Dadı’m iddiasında doğru çıkacak mı? Ya o hâlde ben ne yaparım? Koca bir peri kızını nasıl sorgularım? Evet, çekmeceyi açabilir ya! Demir sandıklarımı da açabilir. O peridir. Ruhtur. Latif bir cisimdir. Onun için kapı, baca, kilit, kürek olamaz. Camın içinden yol bulup geçer. Hem alsa bile kötü bir niyetle almaz ki, peri bu! Onda elmas mı yok, yakut mu yok, zümrüt mü yok? Dünyanın hazineleri, cihanın defineleri ona açıktır. Bizzat benim elmaslarımı! Benim mücevheratımı! Anamdan kalma hazinelerimi! Yok! Buna da tahammül edemem. Bakalım bu işin sonu fenaya varacak amma…” dedi. Ve bu sözleri bir yandan telaffuz ederek ve bir taraftan da cebini karıştırıp anahtarlarını arayarak çekmecesinin bulunduğu odaya doğru gitti.
Eğer bu hâlde onların konuştuğu yeri gören bir pencerenin altında bulunup da kulak verecek ve pencere tarafına dikkatli bir bakış atacak olsaydınız, peri gibi bir güzelin âdeta bir ifrit gibi ağzından: “Vay kâfir Arap vay! Ben, ben isem bunu senin yanına bırakmam!” kelimeleri çıktığını görür ve işitirdiniz.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Daniş Çelebi, Dadı’sından aldığı bilgi üzerine doğruca çekmecesinin bulunduğu odaya girip açmış ve kontrol etmişti. Gerçi burada bulunan mücevheratın varlığından zaten bilgisi olmadığından miktarını tahmin ile bir şey anlayamayacağı aşikâr idiyse de validesinin her çıkına koymuş olduğu gayet muntazam ve sağlam kırkar düğümden bazıları çözülmüş ve bazı çıkınlar çözülmeye zaman kalmadığı için kesilmiş olduğunu görünce, çile arasında kalmış olan aklının kalanını da çileden çıkarmış, gitmiştir.
Görüyorsunuz ki Dadı Kalfa’nın verdiği haber doğru çıktı. Zaten işin inanılmayacak neresi var? Peri Hanım hazretlerinin zevk yaşantısına başka türlü mukabele edilebilir mi?
Deli, büsbütün çıldırdı ama çılgınlığını Peri Hanım’dan gizlemeye tam bir mecburiyeti vardı. Zira aşüfte kız birkaç kızgınlık arasında “Seni pençemle kavradığım gibi Kaf Dağı’nın arkasına atarım. Dış Deniz’in öte tarafına fırlatırım. Zaten ulvi âleme seyahat etmiyor musun? O gezdiğin yerler sanki Kaf Dağı’nın arkasından daha yakın mıdırlar? Hem ben, seni zevk ve sefa âlemlerine gönderip yine geriye getiriyorum. Arzu etmiş olsam ceza olarak daha kötü âlemlere gönderip bir daha geriye de getirtmeyerek ebedî azap içinde bırakabilirim. Aklını başına al da, ona göre davran!” demiş ve bu sözler mecnunu tir tir titretmişti. O akşam, Peri Hanım, Daniş Çelebi’yi kandırmak için birçok şakalarda bulundu. Sevinç ve neşeler gösterdi ve buna karşılık Daniş Çelebi de zoraki de olsa neşeli görünmeye nefsini zorladıysa da iki tarafın da yapmacık hareketlerde bulunduğu ortadaydı.
Yataklarına yattılar. Aradan birkaç saat zaman geçmiş olduğu hâlde, Daniş Çelebi’nin henüz gözüne uyku girmediğini Peri Hanım fark edince bundan sonraki hareketlerini gözetliyordu. Bir ve belki iki saat daha zaman geçtikten sonra Daniş Çelebi yavaşça yatağından çıkıp oda kapısını açtı. Dadı Kalfa’nın odasına doğru yürümeye başladı. Anlarsınız ki Peri Hanım da adımlarını çiğneyerek arkasına düşmüştür.
Daniş Çelebi, Dadı’sının yatağına kadar yaklaşıp Arap’ı uyandırmaya çalıştığı sırada Peri Hanım da kapının içli dışlı iki perdesi arasına girmiş, gözlerini ve kulaklarını pür dikkat bunlara dikmişti.
Arap kalktı. Efendi ile Dadı arasında şu sözler geçti:
Arap: “Ne istersiniz beyim?”
Daniş: “Kalk Dadıcığım kalk! Hâlâ gözlerime uyku girmedi. Kederimden, merakımdan çatlayacağım.”
Arap: “Ha şu iş için mi?”
Daniş: “O iş için zahir! Validemin o tılsımlı elleriyle bağlamış olduğu çıkınlar, hep çözülmüş. Sözlerinde hakkın varmış Dadıcığım.”
Arap: “Ah beyim, iki gözüm evladım! Benim daha nelerde hakkım yoktur. Fakat hınzır aşüfte seni bir inandırmış, bir sihirlemiş ki… Ben daha neler biliyorum neler! Ama neyleyim…”
Daniş: “Vay daha bildiklerin mi var?”
Arap: “Geçenki kavganızda anlatmak istemiştim; ama o zaman anlayacak bir hâlde değildiniz.”
Daniş: “Şimdi söyle Dadıcığım, şimdi söyle! Şimdi her söyleyeceğin şeye inanırım.”
Arap: “Söyleyeceğim şudur ki: Peri Hanım hazretleri, çengidir, sever. Ustadır, sever. Genç kâtiptir, sever. Tulumbacıdır, sever.”
Daniş: “Aman Dadıcığım ne söylüyorsun?”
Arap: “Söylediklerimde bir nokta yalanım yoktur. Erkek ol da dene, farkına var. Sen ulvi âlem seyahatine çıkıyorum diye zıbardığın zaman, bu işlerin hepsi olup bitmektedir.”
Daniş: “İnandım Dadıcığım sana inandım. Ben bu aşüfte kızı artık hiç sevmiyorum. Tiksiniyorum. Bu akşam, yüzüne baktıkça hep içimden kanlar gitti. Fakat ne yapalım Dadıcığım? Peridir. Boşayamam. Sonra bizi perişan eder. Başka türlü bir tedbir de elimden gelmiyor. Sen çaresini bul. Ben icra edeyim.”
Arap, biraz düşündükten sonra: “Ben çaresini buldum. Bu aşüfteyi öldürmekten iyi yol yoktur.”
Daniş, heyecanla: “Aman Dadıcığım! Biz, peri kızını nasıl öldürebiliriz?”
Arap: “Bir peri kızını nasıl öldürmek lazım gelirse öylece öldürebiliriz.”
Daniş: “Peri kızını nasıl öldürürler?”
Arap: “Pederinizden kalma kara saplı bir kama vardır. Yarından tezi yok ben giderim Şeyh Gergevani hazretlerinin ellerine sarılırım. Durumu olduğu gibi anlatırım. Kama üzerine bir cesaret duası okuturum. Getirir, sana teslim ederim. Sen de yarın akşam bu kamayı, o kahpenin göğsüne hem de sol memesi altına vurduğun gibi hınzır kahpe geberir gider.”
Daniş: “Sahi mi söylüyorsun Dadıcığım?”
Arap: “Pek sahi! Belası varsa bana gelsin.”
Daniş: “Aman Dadıcığım, belası varsa sana gelsin ne demek?”
Arap: “Evet! Belası varsa bana gelsin demek, belası varsa bana gelsin demektir. Sen benim dediğimden ayrılma. Bende bir erkek yüreği olsaydı bu kamayı kendi elimle sokardım. Zira o kahpeyi öldürmek din yolunda gazadır. Fakat yüreğim elvermez.”
Daniş, biraz düşündükten sonra: “Pekâlâ! Pekâlâ! Sen kamayı okut! Ötesini ben yaparım. Seni gidi kahpe seni, orospuluk ha! Özellikle ki yakutlarımı, zümrütlerimi çalmak ha! Dur sen, ben de sana göstereyim de görürsün. Yarın akşamdan tezi yok, bu vakit kendini gebermiş bil!”
Perde arkasındaki Peri Hanım, sözü sonuna kadar dinledikten sonra Daniş Çelebi’nin dönüş için hazırlandığını görünce, ondan önce gelip yatağa girdi ve yatağında uzanıp rahatlandığı zaman içinden kendi kendisine şu sözleri söyledi: “Ey Peri! Asıl periliği gösterecek zaman geldi. Seni gidi hınzır Arap seni! Ben de sana bir iş yapayım ki cihanın dilinde destan olsun. Bak şu eşek fellaha, bir kere hile tuzağı kuracak ha! Ahmak! Mademki mecnunu, efsunlu kama ile beni öldürmeye ikna edeceksin, niçin önceden okutup hazırlamadın? Yarına kadar niçin süre veriyorsun? Düşünmeli değil midir ki ya o divane yarın akşama kadar kararından cayar ise? Ya ben işi sezip bir hile de kendim kurmaya çalışır isem? O hâlde semayı üstüne sıçratmış olmaz mısın?”
ONUNCU BÖLÜM
Mecnun Daniş Çelebi, yatağa geldiği zaman zevcesi Peri Hanım’ı buz gibi donmuş, uyumuş buldu. Eğer aklı başında, dikkati yerinde bir adam olsaydı şu hâlden karısının yataktan çıkıp uzun müddet soğukta gezmiş ve bunun için üşümüş olduğunu anlayabilirdi. Fakat Daniş Çelebi buralarda idrak eder adam olmadığı gibi zaten gazap ve hiddetle olanca zihni de perişan olmuş bulunduğundan hiçbir şeyin farkına varamayarak yattı, uyudu.
Kim bilir gece rüyasında neler gördü? Hele şüphe edilemez ki gördüğü şeylerin hepsi Peri Hanım hakkında hayra delalet etmeyecek hususlardı.
Sabah olup yatağından kalktığı zaman hizmet için aşağıya yukarıya inip çıkan Dadı’sına kaş göz ile işaretler ederek aklınca kara saplı kamayı Şeyh Gergevani hazretlerine bir ayak önce götürüp okutmasını hızlandırıyordu ki bu işaretleri malum mecnun değil; bayağı bir akıllının yaptığını görseydiniz bu akıllı da çıldırmış sanırdınız.
Arap da karşı işaretlerle efendisine sabır ve sükût tavsiyesinden geri kalmıyordu. Hatta bu gidişle mecnunun foyası meydana çıkacağından da korkarak ve bir aralık bularak “Bugün buralarda bulunma, sokağa çık akşam da yemeğe gelme, Engürusizade Nafiz Efendi’de yemek ye. Gece de pek geç gel. Geldiğin zaman eğer Peri Hanım’ı uyumuş bulursan arzun daha kolaylıkla gerçekleşir. Beni görmeye lüzum yoktur. Zira belki yüreğim elvermez de kendimce bir engel bulabilirim. Ben kamayı dönme dolabın içine koyarım. Orada bulursun. Yani beni de arama. Eğer bugün buralarda bulunursan mutlaka kadına şüphe verecek bir şey yaparsın.” dedi ve şu nasihati kabul ettirmeye muvaffak da oldu.
Fakat ne fayda ki bu kararı da Peri’ye duyurmamada başarılı olamadı. Peri ise zikredilen bu karara sadece bir diş gıcırdattı ve yalnız bununla yetindi.
Vay! O gün Peri’nin Dadı Kalfa’ya gösterdiği iltifat! Önünde, arkasında dolaşır.
Dadı Kalfa’nın en küçük işlerine varıncaya kadar yardım ederek küçük bir vesileyi Dadı Kalfa ile konuşmak için fırsat bilerek başladığı sözleri de baş derdi gibi uzatır götürür.
Artık bu kadar girginlik gösteren Peri’ye, Dadı Kalfa da kötü muamele ile karşılık vermeye lüzum görmez ya! Zaten neden lüzum görsün? Biçare kızcağız bu akşam ölecek. Ömrünün son gününü de kavga ile dargınlık ile geçirmesine sebep olmanın da hiçbir manası yoktur.
Ne garip hâl! Peri Hanım da Arap hakkında aynı şekilde bu düşüncedeydi. Kendi kendisine derdi ki: “Zavallı Arapçık! Bu akşam ölecek. Artık ömrünün son gününü kavga ile dargınlık ile geçirmesine sebep olmanın da manası yoktur.”
Vay! Ölecek olan Arap mıdır? Yoksa Peri midir?
Peri’ye sorar iseniz Arap ölecektir. Arap’a sorar iseniz ölecek olan Peri’dir. Ak mı? Kara mı? Akşam belli olacaktır.
Bu belalı akşam da geldi çattı. Efendinin, Engürusizade Nafiz Efendi’nin konağında yemek yiyeceği haberi gelmekle oğlu Cemal Bey ve Dadı Kalfa üçü birlikte oturup yemek yediler. Artık Peri’de Dadı Kalfa’ya olan riayetleri görmeli. Yiyeceği eti koparıp Kalfa’nın önüne verir. Kalfa’nın önündeki kaşığı pek temiz bulamadığından bahisle alıp kendi önündeki kaşığı Kalfa’ya takdim eder. Gerçi kendi önündeki beyaz kaşığın üzerinde açık yeşile çalan bir şey görülür ise de maksat temizlik olmayıp sadece riayet olması münasebetiyle Arap da teşekkür etmekten geri durmaz. Yemekten sonra kahve içilmesi lazım gelir. Arap kahveyi getirip de arkasını döner dönmez, hanım, parmakları arasında bulundurduğu enfiye gibi bir şeyi kahvenin üstüne ekerek: “Aman Dadı Kalfa sen cömertliğinden bana kahvenin köpüklüsünü vermişsin, ama ben köpüklü kahve sevmem. Al bunu sen iç. Bana öteki fincanı ver.” diye kahveyi Arap’ın sakalına dayar. “Sakalı yok.” mu dediniz? Öyleyse çenesine dayar.
O akşam Dadı Kalfa, tütünün de bir lezzetini bulamamaya başlar. Çubuğun birini doldurup birini boşaltır ise de tütünde mi fenalık vardır nedir hepsinin içimini pek acayip bulur. Fakat Dadı Kalfa’nın içinden çıkan neşe baharı kabarıp beynine ulaşınca, oturduğu yerde dersini ezberlemekte bulunan ve henüz hafız olmayan ezberciler gibi sallanmaya başlar.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Don Kişot’un Hayatı.
2
Hamzaname: Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in amcası Hz. Hamza’nın hayatı etrafında oluşan menkıbevi halk hikâyelerinin genel adıdır.
3
İç güzellik.
4
Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü. (e.n.)
5
Çin ve Çin’in güney kısmı. (e.n.)