![Vah](/covers_330/69428143.jpg)
Полная версия
Vah
“Ama tuhaf hikâye ha! Doğrusu ya! Şöyle bir hikâyenin esas azası arasında ben dahi bulunmak isterdim. Zaten dışında dahi değilim ya? Hakikaten bir fikir uğruna bir şeyin arkasından takip etmek kadar insanı eğlendirecek hiçbir şey olamaz.”
Behçet Bey böyle hiçbir şekilde beklemediği bir söze mukabil dedi ki:
“Güzel kadınların yüzlerine bile bakmaya ruhsat vermediğin hâlde bu övgüde bulunuşun, hakikaten beni hayretler içinde bırakıyor.”
“Ama senin hikâye ettiğin şeyler içinde tecavüzkârlık gibi bir şey hissetmiyorum ki. Sen bu takip işini yalnız kendi hür iradenle icra etmişsin. Kadının ise takip olunduğundan haberi bile yok. Öyle değil mi?”
“Ona şüphe yok! Kadının nereden haberi olacak?”
“Tamam! Demek oluyor ki hiçbir kimseye zararı dokunmayacak olan bu gerçek olayı ile bir romanı okuyoruz veyahut bir tiyatro temaşa eyliyoruz. Zaten birtakım safsata satan romancıların hayalî şeylerini okumaktan veyahut o yolda birtakım yazarların tanzim ettikleri tiyatro oyunlarını seyretmekten ne çıkar? Böyle ciddi şeyleri temaşa edelim.”
Yine Necati Efendi’nin dediği çıktı. Zira şu sözler ile iki arkadaş köylerine kadar konuşa konuşa geldiler. Vapur iskelesine çıktıkları zaman Necati Efendi arkadaşına veda ile hanesine döndüğü gibi Behçet Bey dahi kendisini sandal ile beklemekte olan Petraki’ye bir işaret vererek sandal yanaştığında atladığı gibi yalısına gitti.
YEDİNCİ BÖLÜM
SAMURKAŞ HANIM
Aradan iki üç gün geçmişti ki bir gün Petraki’nin kız kardeşi Despino, Behçet Bey’in yalısına gelerek valide vesairesiyle zaten mevcut olan tanışıklığı hasebiyle hoş geldiğine ve sefa bulunduğuna dair sözlerden sonra Behçet Bey Efendi’nin de hatırını sormak için beyin deniz tarafında olan odasına gitmişti.
Despino denilen kadın otuz beşten ziyadece bir kadın ise de bazı kırk yaşında bile kadınlar vardır ki kendilerine on beş yaşındaki kızlar derecesinde süs vererek hiç olmazsa yirmi beş yaşında görünürlerse de Despino bunlara kıyaslanamazdı.
Gerçi çul giymiş, ip kuşanmış denilebilecek sefillerden dahi değildir. Sanatı hasebiyle en kibar konaklara girebilecek kadar nezafet ve süse riayet ettiği hâlde olgun tavırlarıyla kendisini âdeta elli yaşında bir kadın gibi satmaktadır. Dolayısıyla Despino’nun Behçet Beyefendi’nin odasına gitmesi yalı içinde hiçbir kimsenin nazarıdikkat ve ehemmiyetini çekmezdi.
Şık beylerin bir özellikleri de sabahları pek ziyade tembelce davranırlar. Hele Behçet Bey gibi bütün bütün işsiz olanları, sabahları zaten uykudan geç kalktığı hâlde, giyinip kuşanmaları için dahi saatlere muhtaç olurlar. Dolayısıyla Despino geldiği zaman Behçet Bey henüz tıraşını tuvaletini bitirmiş idiyse de daha elbisesini giymeyip arkasındaki gece kıyafetiyle oturmakta bulmuştu.
Despino hakikaten olgun bir kadın olmakla beraber ve mesleği hasebiyle şaka yapmakta dahi benzeri nadir bir kadındı. Zaten kardeşi Petraki’nin Behçet Bey ile nasıl laubalice konuştuğunu gördük ya? Öyle zeki bir adamın kız kardeşi olan ve Behçet Bey ile laubalilikte dahi kardeşinden geri kalmayan bir kadının, Behçet gibi cicili bebek vasfına şayan hoppa delikanlı ile şakaları dahi az olmazdı.
Despino dedi ki:
“Aman ya Rab! Yine ne kadar süs! Her gün tıraş! Her gün süs! Bu kadar gençlik güzellik, bu kadar süs ve moda ile kim bilir ne kadar yürekler yakarsınız!”
“Yok, Despino, yok! Ben hakikaten derviş bir adamım.”
“Hangi dervişlerden? Mevleviler gibi dönen dervişlerden mi?”
“Sen bugün yine pek neşeli bulunuyorsun. Fakat şen ve neşeli olmak başkalarına iftira için insana hak veremez.”
“Neden iftira edecekmişim?”
“Dönek diyorsun ya?”
“Dönek olmamış olsanız Samurkaş Hanım için merak eder miydiniz?”
“Samurkaş Hanım kim oluyormuş?”
“Acayip! Hem bizi o kadar zahmetlere sokunuz hem de aşkından çıldırdığınız kadının kim olduğunu hâla bilmeyiniz!.. Yoksa ‘Bilir ama bilmezlikten’ mi?”
“Hayır! Vallahi bilmiyorum!”
“Canım Şemsi Paşa’da…”
“Ha! Uzun boylu hanım desene?”
“Vay sizce dahi ismi uzun boylu hanım mı?”
“Vay onun ismi Samurkaş Hanım mıymış?”
“Onda isim çok! Her ne ise şimdi haber veririm. Acaba onu sevmek için hangi zavallıdan soğudunuz? İşte onun için size dönek dedim.”
“Vallahi Despino ben ne bir kadına âşık olurum ne de ondan dönerim. Bu uzun boylu… şey! Samurkaş Hanım meselesi bir başka meseledir ki sana tafsil ettiğim zaman bu işin içinde benim tamamıyla suçsuz günahsız olduğumu anlarsın. Vay canını sevdiğim. Ne de güzel isim! Samurkaş Hanım! Evet, evet! Kaşları gerçekten en güzel Rus samurlarından daha tüylü, daha latif idi. Aman ne yaptın bakalım?”
“Şimdi siz beni dinleyiniz! Ferdane Hanım’ın hanesine kadar ne surette gittiğimi size tafsil etmek lazım gelmez.”
“Ferdane Hanım mı? Bir dane Hanım!”
“Evet! Asıl ismi Ferdane Hanım imiş. Bir bohçacı kokona Despino bir hanımın konağına nasıl giderse ben dahi bohçamı koltuklayarak selamsız sepetsiz gittim. Mallarımı serdim, gösterdim ise de öyle bir hanım benim mallarıma, eşyalarıma rağbet mi eder?”
“Neden? O kadar müstağni8 ha?”
“Müstağni ne demek! O kendi malını kendi mahareti olan mahsullerini bana gösterdi ki görenler âdeta akıllarını yitirirler. Sanki insan eli değmemiş!”
“Acayip! Uzun boylu, samur kaşlı Ferdane Hanım da modacı imiş ha?”
“Hayır, efendim, hayır! Zevki için! Kadının elinde hüner var, marifet var ki!”
“Ne ise! Şimdilik maharetini imtihan edecek değiliz ya? Şu kendi hususi hâllerine dair ne öğrendin ise onu haber ver.”
“Doğrusunu isterseniz alabildiğim malumat pek azdır. Fakat hâl ve şanına, hüsnüne, cemaline iyi dikkat ettim.”
“Allah aşkına güzel mi Despino?”
“Güzel mi demek ne demek a beyim! Bu kadar konaklara girer çıkarım, bu kadar Hristiyan ve Frenk familyaları tanırım. Ben bu kadın kadar güzeli familyalarda değil; duvarlardaki resimlerde bile görmedim.”
“Etme Allah’ını seversen!”
“Neyi etmeyeyim! Medih mi etmeyeyim? Yok! Bakınız ben bir kimsenin hakkını inkâr edemem.”
“Değil a canım, öyle değil! Yani gerçek söyle diyorum.”
“Yalan söylemeye ne mecburiyetim var? Bakınız size eşkâlini tarif edeyim. Evvela boyu ne güzel olduğunu siz dahi görmüşsünüzdür.”
“Ona şüphe mi var? En evvel nazar-ı hayretimi…”
“Hem de yalnız çamaşır sırığı gibi bir boy değil. Ona mütenasip omuzlar, ona mütenasip göğüs…”
“Onlar malum a canım! Hatta baş bile o vücuda mütenasip bir suretle ne büyük ne küçük!”
“Şimdi gayet güzel ve uzun bir boyun üzerine oturtulmuş bu başa oval ve beyaz bir yüz takınız ki geniş bir alın ile yumru bir çene ve yuvarlak bir çift yanak o çeneyi teşkil etmiş oldukları gibi her biri âdeta erkeklerin bıyık tarakları ile taramaya muhtaç olacak kadar sık ve uzun kıllı bir çift kaş ve ne küçük ne büyük görülmeye imkân olmaksızın tam yüz ile mütenasip bir burun ve o burun ile yuvarlak biçimli çene arasını canlar dayanamayacak bir güzellikle ayrılmış bir çift dudak dahi bu yüzü süslerler.”
“Ne de güzel tarif ediyorsun Despino.”
“A beyim benim dilim de dönmez ki! Ne ise! Gördüğüm ve dikkat ettiğim şeyleri haber veriyorum. Ya gözler! Ya gözler! Çok güzel göz gördüm ama bunun gibilerini hiçbir hanımda görmedim. Siyah değil. Fakat ilk bakışta zannolunacak koyu mavidirler ki asıl etraflarına Allah’ın kudret elinin boyamış olduğu siyahlık o koyu mavi renge âdeta siyahımsı bir letafet verir. Bu kadar güzel olan rengi ihata eden göz akları dahi o kadar beyazdır ki onlar dahi gözlerin rengindeki parlaklığı bir kat daha arttırmaya sebep olurlar. Ya kirpikler! Ya kirpikler! Yemin etsem başım ağrımaz ki bazı kere gözlerini kapadığı zaman alt kirpikler üst kirpikler ile karışıp ve dolaşıp da gözlerini açamayacak diye insana bir korku gelir. Hele üst kirpiklerin ağırlığından dolayı üst göz kapakları layıkıyla açılamayıp düşük bir hâlde bulundukları cihetle bu kirpikler arasından insanın gözlerini kamaştırırcasına bakışları ile Ferdane Hanım âdeta daimi bir surette göz süzüyor zannolunur.”
“Yaşa, Despino, yaşa! Bu kadar tatlı tasvirlerin ile bin yaşa!”
“Dünyada bir tanecik kardeşimin başına yemin ederim ki beyim hiç de mübalağa etmiyorum. Bununla beraber acaba hayretli nazarlarınızı çeken şey yalnız gözleri midir? O ağız, o bülbül gibi söyleyen ağız! Dudakların pembeliği, dudaklarını boyayan kadınları bile mahcup bırakır. Ya dişlerin küçüklüğü? Sıklığı? Beyazlığı? Parlaklığı? Aman ya Rabbi ben şu kadınlığım ile beraber o ağzı görünce çıldırmak derecelerine vardım. ‘Ah bir parça gülse? Ah! Birkaç lakırtı ziyade söylese de o güzel ağzı, o parlak dişleri hayran hayran temaşa etsem.’ diye ona âşık olma temennisine kadar vardım.”
“Despino adi bir meraktan ibaret bulunan bendeki bir hâli çıldırasıya bir sevdaya mı dönüştürmek istiyorsun?”
“Gördüğümü söyleyeceğim beyim. Doğrusunu isterseniz Petraki bana emrinizi getirdiği zaman zihnime başka şeyler gelerek çok da memnun olmamıştım. Şimdi Ferdane Hanım’ı görmekten dolayı o kadar bahtiyarım ki bu bahtiyarlığıma sizin vesile olmanızdan dolayı kendimi size hakikaten minnettar görüyorum.”
“Ee?”
“Ağzın güzelliğini de bir tarafa bırakalım. Ya o diller, ya o sözler! Ağzında şeker çiğniyor desem pek bir teşbihte bulunmuş olurum. Bu kadar güzel söz söyleyenleri erkeklerde bile nadir bulursunuz. Ben o kadar güzel Türkçe bilemezsem de hanımın sözleri hem tatlı hem anlayışlı olduğunu sair hanımlarla ettiğim mukayese üzerine hükmedebilirim. Bakınız, bakınız, saçları unuttum. Hiç unutulmayacak olan şeyleri unuttum. Siyaha yakın o kumral saçlar ki kumrallığı ancak ışığa karşı bir nevi şeffaflığı ile görüldüğü zaman anlaşılabilir. Aman ya Rabbi, o saçları nerede bitmiş. Eğer örgülü olsalardı mutlaka eklemedir, takmadır derdim. Hâlbuki kuru kuruya tarayıp bir alafranga tarak ile ensesi hizasına toplayıvermiş. Oturduğu zaman yerlere kadar sürünen o saçlar hanımın arkasında o kadar büyük bir yığıntı peyda etmiş ki eğer saç denilen, kadın ziynetine mahsus güzelliği olmasa, bu kadar kalabalık bir yığıntıyı âdeta hiç de letafetsiz görmek derecesinde gözler dahi hata ederler.”
“Despino ben sana bir şey söyleyeyim mi? Evlenecek ve daha doğrusu kızını kocaya verecek olan bir adam kılavuzluk hizmetine seni tayin etmelidir. Fakat ben evlenmeyeceğim.”
“Siz evlenmeyeceğiniz gibi Samurkaş Hanım dahi kocaya varmayacaktır.”
“Ha gerçek! Hanımın adı Ferdane iken Samurkaş ismini güzel kaşlarına hürmeten sen mi verdin?”
“Hayır, beyim. Ben hanım ile konuşurken efendisi geldi. ‘Samur-kaş! Samurkaş’ diye hitap etti. O da ‘Lebbeyk efendim!’ diye mukabele etti. Bundan anladım ki kocası kendisine Samurkaş ismini vermiş.”
“Kocası nasıl şey?”
“Ah işte onu söyleyeceğim beyim. Asıl dikkat olunacak şey de o değil mi ya? Kocasının boyuna bosuna, endamına, kıyafetine diyecek yoktur. Fakat yüz! Aman ya Rabbi!”
“Buna da mı aman ya Rab!”
“Asıl buna aman ya Rab! Bir erkek yüzünü en evvel güzelleştiren şey sakal, bıyık olmak lazım gelirken kocası evvela bundan mahrum!..”
“Öyle ise iyi ya! Tüyü yeni çıkmış bir delikanlı demek.”
“Öylesi değil efendim. Çiçek hastalığından yüzünün derisi o kadar değişmiş ki tek tük şurada burada biten kılların ara yerlerindeki deriler büzük büzük kalmış. Zavallının burnu hemen parça parça olmuş denilecek kadar büzülmüş. Üst dudağı bir parça sağ taraftan yarık gibi görünüyor. Ne kaş kalmış ne kirpik. Bu adamın yüzüne bakıp da içi ürkmemek mümkün değildir. İsmine de Talat Bey demiyorlar mı?”
“Allah! Allah! Bu melek yüzlü kadın nasıl olmuş da bu adama varmış?”
“Kısmet a beyim, kısmet!”
Behçet Bey, Despino’nun buraya kadar verdiği malumat üzerine bir düşünceye daldı. Bu hâlini Despino müşahede edince sözü kesip Behçet Bey’i şu meşguliyetinde rahat bıraktı.
Behçet Bey şüphesiz on dakikadan ziyade düşündü. Sonra dedi ki:
“Kocası kendisini çağırdığı vakit Ferdane Hanım nasıl mukabelede bulundu? Mukabelesinde kocasını sevdiği mi yoksa nefret ettiği mi anlaşıldı?”
“ ‘Buyurunuz efendim!’ diye yerinden fırladığı zaman sanki kırk yıllık kocası değil; henüz onun aşk cinneti ile çıldırmış olduğu âşığı gelmiş gibi kocası tarafına can attı. Hatta ben bu kadar güzel bir hanımın bu derecelerde arzu ve istekle koştuğu koca kim bilir ne kadar güzeldir zannıyla kocasını mutlaka görmeyi arzu ettim. Gördüğüm zaman ise zavallı kadıncağıza gerçekten acıdım.”
Behçet Bey tekrar derin düşüncelere daldı.
Kim bilir neler düşünüyordu. Bir aralık Despino’ya hitapla dedi ki:
“Kocasının ismi Talat Bey olduğunu nasıl öğrendin? Hanım ile uzun uzadıya hasbihâllere mi giriştin?”
“Pek uzun uzadıya değil ise de epeyce hasbihallere girişebildim. Kocasına dair söz geldikçe ‘Bizim Talat Bey’ diye yâd ettiğinden kocasının isminin Talat Bey olduğunu anladım.”
“Hasbıhâllerinizde neler konuştunuz? Kimin tarafından gelmiş olduğuna dair söz açıldı mı?”
“Pek de açılmadı. Hanımefendi benim gösterdiğim mallara lüzumu olmadığını beyan ettiği zaman o kadar nazikâne bir surette beyana başladı ki güya ben kendisine mal satamayacağımdan üzülecek imişim de o dahi benim üzüntümü istemeyerek ve beni teselli etmeye ve gönlümü almaya mecburmuş gibi bir suretle cevap ve muameleye başladığından işte hanımın bu nezaketi epeyce söz açılmasına vesile oldu. Ben dedim ki:
‘Zararı yok hanımefendimiz. Zatınızla tanışmaya başka bir yol olmadığından en azından bu şekilde sizin gibi kibar bir hanımefendi ile tanışmamıza vesile oldu. Bu da benim için büyük bir şereftir.’
O bana dedi ki: ‘Estağfurullah kokona, sizin gibi hünerli, marifetli kadınları ben de pek severim. Yeni çıkan bir şey olur da ben onu bilemez ve yapamaz isem o şeyleri siz bana gösterip öğrettiğiniz zaman pek memnun olurum.’
Ben dedim ki: ‘O hâlde aralıkta bir kere konağınıza uğramam için müsaade veriyorsunuz demek?’
Cevaben bana dedi ki: ‘Keşke her gün gelmiş olsanız memnun olurdum. Zira canımın pek sıkıldığı günler birlikte iş işleyip konuşur eğlenirdik. Şu kadar var ki ticaretiniz için vakit ve zaman size pek kıymetli olduğundan bu arzum her zaman yerine gelemeyecektir zannederim.’ Ben dedim ki: ‘Vakit buldukça sohbetinize can atmayı cana minnet bilirim. Fakat sizin gibi bir hanım için can sıkıntısının ne demek olacağını anlayamadım. Sormaya dahi cesaret edemiyorum. Zira henüz bir saatten beri tanıştığımızdan…’
Sözümü keserek dedi ki: ‘Gerçi benim için can sıkıntısının ne demek olduğunun gizli kalması gerekiyorsa da insan değil miyiz? Her hâlde can sıkacak hâller bizden uzak değildir. Fakat ben, sizin böyle can sıkıntılarını sormaya kadar cüretinizden benim hakkımda bir başka türlü niyetinizi anlıyorum. Bazı kere sizin gibi kokonalar bizim gibi kadınların can sıkıntılarını hafifletmeye gelirler. Acaba sizde dahi böyle bir haber var mıdır?’
Bu sözü söyleyince ne kadar mahcup oldum biliyor musunuz beyim? Gerçi benim gibi kadınların öyle güzel hanımlara karşı mahcup olmaları ekseriyetle görülmez ise de ben o kadınlardan olmadığım cihetle pek utandım.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Anlaşılması zor olan, hikmetli ve felsefi bir meslek ya da yol.
2
Vuslat anında bana engel ve perde olan gömleğimi cennet elbisesi dahi olsa çekip yırtayım.
3
Yürüyen servi boylu güzel.
4
Gümüş gibi beyaz sine ya da göğüs.
5
At arabası sürücüsü.
6
Hemen hemen her şeyi bilen ve her şeyden anlayan adam.
7
Emniyet Müdürü.
8
Tok gözlü, çekingen, başkalarından bir şey beklemeyen.