![Esrar-ı Cinayat](/covers_330/69429139.jpg)
Полная версия
Esrar-ı Cinayat
Asılanın odasına girip de Halil Sûrî’nin suretine bakınca Eksindaki’nin nazarıdikkati başkalaştı. Şimdiye kadar icra ettikleri tahkikattan ne anlayabildiklerini zabıta memurlarına sordu. Osman Sabri Efendi icra ettiği tahkikatın mecmusunu doktor efendiye o kadar güzel ifadeye başladı ki dışarıdan işitmiş olsaydınız büyük bir dikkatle kaleme alınmış bir rapor okuduğunu zannederdiniz.
Bu adamın kendi kendisini asmamış olduğuna dair olan zanları ileri sürerken Doktor Eksindaki’nin tavrında hep tasdik ve övgü emareleri görülüyordu. Nihayet Halil Sûrî’nin kendi yatağı içinde bir başka el ile boğulup sonra bu katlin bir intihara hamledilmesi için yapıldığı ve katilleri tarafından asılmış olduğu kaziyesine gelince Doktor Eksindaki yerinden fırlayarak Yunanlılara mahsus tarz ve şivesiyle dedi ki:
“Hayır, hayır! Yatağında boğulup da asılmamış. Bu zatın yüzünde boğulmuş adam rengi yoktur. Ya zehir ya da başka bir şey ile bu adam öldürülerek sonra buraya asılmış. Boğulmaktan, asılmaktan başka, her ne ile öldürüldüğünü iddia ederseniz tasdik ederim. Fakat bu adam asılarak veya boğularak öldürülmemiştir.”
Zabıta memurlarının dördü de yüz yüze bakakaldılar. Hele Osman Sabri ile Necmi hayretlerini bir dereceye vardırdılar ki hemen hemen doktorun sözüne inanamayacakları geldi.
Nihayet doktor asılanın ipten indirilmesini teklif etmekle dört kişi birbirine yardım ederek indirdiler ve düzelmiş olan yatağın üzerine uzattılar.
Elbisesini çıkarmaya başladıkları zaman asılanın sağ omzu altında bir kurşun yarası görmesinler mi?
Bu hâl doktorun nazarıdikkatini açtı. Gerçi yarayı muayene ettiğinde bir aydan fazla bir zamandan beri bu yaranın işlediği görüldü ve ölümün ise yaradan kaynaklanmadığı anlaşıldı ise de Halil Sûrî’nin sağ omzunun köprücük kemiği altından girerek arkasından çıkmış bir kurşun yarası olması Osman Sabri Efendi’nin nazarıdikkatine pek ziyade çarptı. Hemen içerideki odada bekleyen kadınların yanına koştu. Sordu ki:
“Asılanın göğsünde bir yara vardır. Bu yaranın kimin silahıyla açıldığını biliyor musunuz?”
Validesi: “Nasıl yara?”
“Vay, sizin yaradan haberiniz yok mu? Oğlunuzun sağ göğsü üzerinde koca bir kurşun yarası var ki arkasından çıkmış.”
“Eyvahlar olsun, yara da mı var?”
“Şimdi açılmış şey değil, bir aylık kadar eski bir yara.”
“Hayır efendim, benim asla haberim yoktur.”
Osman Sabri Efendi keyfiyeti Halil Sûrî’nin kızına sorduğunda onun da haberi olmadığına dair bir cevap aldı. Uşaklara, hizmetkârlara sordu. Yalnız yatağı düzeltmiş olan kızın haberi varsa da efendisi bu yaradan kimseye haber verecek olursa kendisini şöyle edeceğinden böyle edeceğinden bahisle tehdit etmiş olduğu için o zamana kadar hiçbir kimseye haber vermemiş. Geceleri Halil Sûrî yarasını ilaçlarken kız da yardım edermiş.
Osman Sabri Efendi kıza sordu ki:
“Bu yarayı kimden yediğini sana söyledi mi? Söylediyse hiç korkma bize söyle. Çelebinin intikamını alalım.”
“Hayır, efendim! Kendisini kim vurduğunu ben de sual ettiğim hâlde ‘Senin neyine lazım?’ diye beni tekdir etti.”
“Şu yaranın hangi gün açıldığı olsun hatırında kaldı mı? Elbette efendinin yaralandığı gün sen de haber almışsındır.”
“Evet, haber aldım. Bundan bir ay kadar, belki de otuz dört, otuz beş gün evvel idi.”
“Çelebiyi nerede vurmuşlar? Bunu olsun öğrenebildin mi?”
“Hayır, öğrenemedim. Şu kadar var ki o gün çelebi galiba Büyükada’ya gezmeye gitmişti. (Kocakarıya hitap ile) Hani ya madam, hatırınıza geliyor ya, yemekler yapmıştık.”
“Yemekler mi? Aman kız çabuk söyle, yemekler mi?”
Osman Sabri bu suali biraz ziyadece telaşla söylediği için hizmetçi kıza bir ürküntü geldi. Osman Sabri bu ürküntünün farkına varınca, gösterdiği telâşa pek ziyade pişman oldu. Kendi kendisini suçlar yollu içinden dedi ki:
“Hay Allah cezamı versin! Telaşın ne manası vardı? Mükemmel bir adliye memuru olamayacağım vesselam.”
Birdenbire telaşı terk ederek kızı sorgulamaya devam etti. Dedi ki:
“Bundan bir ay, otuz beş gün kadar önce size yemekler pişirtip Büyükada’ya gitti, öyle mi?”
“Evet, efendim.”
“Ee, hane halkından çelebi ile beraber kimse gitmedi mi?”
“Hayır, efendim, kimse gitmedi. Hatta artan yemekleri, takımları filan köprüye kadar indirmek istemiş idi de çelebi kendisini menederek çarşı hamalı ile götürmüştü.”
“Pekâlâ kızım. İnşallah çelebin için en hayırlı hizmetkâr sen çıkarsın. Size şimdiden haber vereyim ki Halil Sûrî kendi kendini asmamıştır. Onu bazı düşmanları öldürmüştür ki göğsüne bu yarayı açan da onlardır. Siz telaş etmeyiniz. Ben bu akşam senden biraz şeyler daha soracağım. İyi mi?”
“Pekâlâ efendim! Sorunuz efendim! Ah zavallı çelebiciğim!”
Kız ağlamaya başladı. Hane halkı da tekrar ağlaşmaya başladılar.
Osman Sabri Efendi tekrar asılanın odasına vardığında baktı ki Doktor Eksindaki Halil Sûrî’nin midesini açmış Osman Sabri sordu ki:
“Zehirlenmeye dair alamet var mı?”
“Hayır! Zehirlenme alameti göremiyorum. Göremediğim için biraz canım sıkılıyor.”
“Gerçi öyle arkadaş.”
“Dahası var. Halil Sûrî o akşam Büyükada’ya bir ziyafet tertip etmiş. Hizmetçi kızın ifadesi böyle ama Halil Sûrî burada yemekler pişirtmiş. Sofra ve işret takımları almış. Büyükada’da o kadar mükemmel oteller, lokantalar dururken ta buradan yemekler, takımlar gider mi?”
“Aman Sabri! Vallahi benim de inanacağım geliyor. Ee?”
“İnanacağım değil şüphe bile kalmıyor. Zira yemekler tertip ettiği ve burada herifin iki uşağı bulunup, bunlardan birisi eşyayı köprüye kadar indirmek için hizmet ettiği hâlde Halil Sûrî kendi uşağının hizmetini kabul etmeyip eşyayı çarşı hamalına naklettirmiş.”
“Aman, o hamalın kim olduğunu kız biliyor mu?”
“Bak gördün mü bir kere bunu sormayı unuttum. Şimdi gider sorarım. Fakat bizim emanette birçok eşyamız var. Onları kıza gösterdiğim gibi hangileri kendilerinin eşyası olduklarını derhâl gösterir.”
“Sabri sen telaşla sorulacak şeylerin çoğunu unutmuşsun. Arkadaş, insan kıza ‘Giden eşyayı efendiniz tamamen getirdi mi?’ diye bir sual daha sormaz mı?”
“Hakkın var kardeşim, hakkın var! Telaş etmedim değil. Sevincimle o kadar telaş ettim ki âdeta kızı dahi ürkütecektim. Sen burada dur. İkimiz gidersek belki acemi kızcağız ürker. Ben yalnız sorarım.”
Osman Sabri tekrar dışarıya çıktı. Bu defa kızı hane halkının yanında sorgulamayıp ayrıca bir tarafa çekti. Sordu ki:
“Kızım, çelebi o yemekleri, takımları filanları buradan hangi hamal ile naklettiğini hatırlayabilir misin? O hamalın ismini bize haber verebilir misin?”
“Hayır efendim, hamalı görmedim.”
“Başka uşaklar gördüler mi acaba?”
“Ummam, zira çelebi kendi eliyle eşyayı birer birer götürüp kapının dışarısındaki hamala veriyordu. Hem de hamal bir değil, iki idi.”
“Hamalları tanıyamayacağız ha! Neyse bunun zararı yok. Beyefendi yaralanıp geldiği zaman buradan götürdüğü eşya tamamen yine buraya geldi mi?”
Bu sual üzerine kızın rengi attı. Osman Sabri yüzünde ne kadar nezaket alameti göstermek mümkün ise göstererek kızı temin için dedi ki:
“Ne korkuyorsun kızım? Benim sana sorduğum şeyler efendinin düşmanlarını bulmak ve intikamını almak içindir. Demek oluyor ki eşya buraya tamamen gelmediği için korktun da yüzün sapsarı kesildi.”
“Hayır efendim, korkmadım. Fakat çelebi tembih etmiş idi ki bunu da hiçbir kimseye söylemeyim diye.”
“Neyi? Eşyanın eksik geldiğini mi?”
“Eksik geldiğini değil. Hiçbir şey gelmediğini.”
“Acayip, giden eşyadan hiçbir şey gelmedi mi?”
“Evet, hiçbir şey gelmedi. Çelebi bana tembih etti, dedi ki ‘Ben kaybolan eşyanın yerine her şeyi alırım. Sen bunu hiçbir kimseye söylemeyeceksin. Hatta bizim eşyayı getirip de sana bu sizin eşyanız mıdır, diye soracak olurlarsa bile hiç tanımayacaksın.’ ”
“Tuhaf şey, acaba çelebinin bundan maksadı neymiş?”
“Sonra validesi yarasından haberdar olur da merak eder diye.”
“Eşyanın kaybolduğunu da validesi bilmiyor mu?”
“Hayır efendim, bilmiyor. Validesine dedi ki ‘Sofra takımını temizletmeye, yaldızlatmaya götürdüm.’ Böyle diyerek burada kalan takımları da götürüp yerlerine tamamen yenisini aldı.”
“Ee, sanki validesi yarasından haber alacak olursa ne olurmuş?”
“A! Bizim çelebi validesine pek ziyade hürmet eder. Validesi meraklanmasın diye ne yapacağını bilmez. Validesi eğer oğlunda yara olduğunu haber alsaydı, çıldırırdı. Baksanıza, bugün dahi çıldırmadık neresi kalmış?”
Osman Sabri, Halil Sûrî’ye dair kızdan biraz daha malumat alabilir idiyse de o aralık Abidin Çavuş ile beraber üç Frenk tabibi daha geldiğinden Halil Sûrî’nin vefat tarzına dair bunların da verecekleri fikirleri görmek, işitmek için hizmetçi kızı bırakıp asılanın odasına geldi.
Odaya girerken Hafiye Köse Necmi kendisini karşılayarak sordu ki:
“Nasıl, dediklerimi kıza sordun mu?”
“Emanette saklı olan eşya tamamen Halil Sûrî’nin eşyasıdır. Demincek sana diyordum ki Kanlıkaya cinayetinin izini bulmuştum. Şimdi ise sana haber veririm ki bu cinayetin bence sır olacak hiçbir kısmı kalmamıştır.”
Tabipler cesedi ortaya alarak tetkikata başladılar. Bunlar Fransızca konuştukları gibi Yüzbaşı Cafer Ağa ve Abidin Çavuş ve hatta Hafiye Necmi de hiçbir şey anlayamıyorlardı. Osman Sabri Efendi ise Fransızcayı lüzumu derecesinde bildiğinden tabipler ile sohbet de ediyordu.
Mevcut doktorlar sabahtan beri edilen tetkikat ve tahkikatın hülasasını Osman Sabri’den sordular. Osman Sabri malumumuz olduğu veçhile, sanki elinde bir müsvedde varmış da onu okuyormuş gibi onlara da tamamen, fakat mükemmelen tahkikatının neticesini, zanlarını, filanlarını söyledi. Fakat bu cinayetin Öreke Taşı meselesine bakan tarafını ve bu konuda hizmetçi kız ile konuşmasından aldığı malumatından da hiç bahsetmedi.
Tabipler Halil Sûrî’nin kendi kendisini asmadığını teslim ettiler. Fakat evvelce boğulup sonra asıldığı hakkında Osman Sabri ve Necmi’nin zanlarını reddederek Doktor Eksindaki’nin dediği gibi bu ölümün boğulmak ve asılmak suretiyle vukuya gelmediğine hükmettiler. Halil Sûrî’nin midesini muayene ettiğinde onlar da bir zehirlenme eseri bulamadılar.
Bunun üzerine doktorlardan bir İtalyan dedi ki:
“Eğer zannımda hatam yoksa katilin kim olduğunu anlamadan önce mutlaka Fransızca bildiğini beyan edeceğim ve bu zannım üzerine şu ölümün nasıl bir ölüm olduğuna dair de bir fikir beyan edeceğim.”
Osman Sabri: “Katilin Fransızca bildiğini mi? Ne tuhaf!”
İtalyan doktor mühim bir nutuk atacak bir hatip tavrını alarak dedi ki:
“Efendiler, bundan yirmi gün kadar önce La Turquie gazetesi İtalya gazetelerinden naklen bir fıkra neşretmişti. Bu fıkrada Milano taraflarında bir herifin kendi zevcesini kloroform3 ile bayıltarak bir daha ayıltmadığı ve sonra herif korkusundan üçüncü katın penceresinden aşağıya atarak âleme, güya pencereden düşmüş de vefat etmiş diye ilan ettiği ve adli doktorlar incelediğinde oda içinde kloroform süngeri bile bulunduğu hikâye olunuyordu. Bu adamı öldüren her kim ise mutlaka Fransızca okuduğundan cinayeti o suretle tertip…”
Osman Sabri Efendi doktorun sözünü kesti, dedi ki:
“Asılanın evvelce kloroform ile bayıltıldığı hakkındaki fikre bir şey diyemem. Fakat katilin Fransızca bildiği hakkındaki zanna bir şey diyemem. Zira La Turquie gazetesinden bu fıkrayı Osmanlı gazeteleri de tercüme ve nakletmişlerdi.”
Eksindaki: “Öyle ise hiç şüphemiz kalmadı ki bu zavallı adamı uykuda iken burnuna kloroform koklatarak işini bitirdikten sonra buraya asmışlardır.”
Zaten koca bir insan asıldığı hâlde evin içinde hiçbir kimsenin bir patırtı, gürültü işitmemiş olması da ancak böyle bir ameliyatla mümkün olabileceğinden dört doktorun ittifakıyla karar verilip o şekilde bir rapor tutuldu.
Bu hâlde cinayetin anlaşılamayan yalnız bir kısmı kalmıştı ki o da katilin veyahut katillerin bu odaya nereden girmiş oldukları kaziyesinden ibaretti.
Gerçi pencerenin mandalsız olması bu konuda da tetkik heyetini pek kuvvetli zanlara düşürebilecek bir alamet idiyse de yalnız sokaktan pencereye kadar dokuz metre yüksekliği çıkabilmek için mutlaka çengelli merdiven gibi bir şeye ihtiyaç olduğu hâlde o merdivenin bırakması lazım gelen izlere, eserlere benzer hiçbir şey görülememesi bu zannı zayıflatıyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Kişinin dış görünüşünden onun düşüncesini, ahlakını anlamaya çalışan bir ilimdir.
2
Adli Tıp. (e.n.)
3
Uyuşturucu etkisi olan bir kimyevi madde.