
Полная версия
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
butuna cıgıl- (БУТУНА ЖЫГЫЛ-) [ayağına kapanmak] 1. Ayağına kapanmak, çok yalvararak özür dilemek. 2. Ayağına gitmek: “Keçee ele mogoldordun butuna cıgılıp, biyligine baş iydik.” -Kİ. (Daha dün o Moğolların ayağına gidip, beyliğini kabul ettik.) 3. Diz çökmek: “Al ulam cakındagan sayın kişiler baştarın dagı tömön iyip, kay biröö bük tüşüp, butuna cıgılıp cattı.” -TK. (O yaklaştıkça insanlar başlarını daha beter eğip, bazıları bükülüp, diz çöküyorlardı.)
butuna tur- (БУТУНА ТУР-) [ayağına durmak] 1. Ayağa kalkmak: “Kapar alsız butuna turup közün açsa, karegine apasının eskiligi cetken kreslosu urundu.” -KS2. (Kapar, hâlsizce ayağa kalkıp gözlerini açınca annesinin eskimiş koltuğu gözlerine ilişti.) 2. Durumu düzelmek, maddi durumu iyileşmek: “Natıycada oşol 2005-cılı bir top kedeyleribiz butuna turup kalıştı.” -KT. (Sonuçta 2005 yılında birçok fakirimizin durumu düzeldi.) 3. Hastalıktan iyileşmek: “Oşondon köp ötpöy Humayun cakşı bolup butuna turup ketet, al emi Babur tetirisinçe oorup catıp kalat da, üç aydan soñ o düynögö sapar tartat.” -İE. (Fazla zaman geçmeden Humayun iyileşir, Babur ise aksine hastalanıp yatağa düşer ve üç ay sonra vefat eder.) 4. Gelişmek: “2003-2006-cıldar aralıgında Çegara kızmatı butuna turup, al turgay bir top iygilikterge cetişe algan.” -KT. (2003-2006 yılları arasında gümrük hizmetleri gelişip birçok başarıya ulaşmıştı.)
butuna tura alba- (БУТУНА ТУРА АЛБА-) [ayağına duramamak] 1. Ayakta duramamak, sallanmak: “Bir burçta gana eki aydooçu butuna tura albay ırgalıp, mas bolup oturat.” -ÇA1. (Sadece bir köşede iki şoför ayakta duramadan sallanıp, sarhoş sarhoş oturuyorlar.) 2. Hayatını düzeltememek: “Uulu türmödön çıkkandan kiyin oñoyluk menen butuna tura albayt.” -RG. (Oğlu hapishaneden tahliye olduktan sonra hayatını kolay kolay düzene sokamadı.)
butuna turguz- (БУТУНА ТУРГУЗ-) [ayağına kalktırmak] 1. Büyütmek, yetiştirmek: “Sabira anı bapestep baktı, butuna turguzdu.” -KB. (Sabira ona gözü gibi baktı, büyüttü.); “Özünün ele emes tuugandarının da baldarın butuna turguzdu.” -KB. (Sadece kendi çocuklarını değil, akrabalarının çocuklarını da yetiştirdi.) 2. Birinin hayatını düzeltmek, durumunu düzeltmek. 3. Geliştirmek, gelişmesini sağlamak: “Aldıbızga tak maksat koyup caşasak, ölköbüzdü butuna turguza alabız.” -ŞJ. (Önümüze net bir amaç koyup yaşarsak ülkemizin gelişmesini sağlayabiliriz.) 4. Ayağa kaldırmak, telaş ve heyecana düşürmek: “Al künkü trevogadan büt garnizon butuna turguzulganı bilinip turdu.” -BE. (O günkü alarmdan tüm garnizonun ayağa kaldırıldığı belliydi.)
buudandın tezegin kurgatpa- (БУУДАНДЫН ТЕЗЕГИН КУРГАТПА-) [cins atın tezeğini kurutmamak] bk. at tezegin kurgatpa-.
buuday cüzdüü (БУУДАЙ ЖҮЗДҮҮ) [buğday yüzlü] Buğday tenli: “Buuday cüzdüü kız eken.” (Buğday tenli kızmış.)
buuday öñdüü (БУУДАЙ ӨҢДҮҮ) [buğday tenli] bk. buuday cüzdüü.
buura san (БУУРА САН) [buğra but(lu)] Uyluk kasları büyük, kalın bacaklı: “Buka moyun, buura san.” -TS. (Boynu boğa boynu gibi, kalın bacaklı.)
buurukması karma- (БУУРУКМАСЫ КАРМА-) [siniri tutmak] Siniri tutmak: “Buurukması karmasa / Bukardın elin cebesin.” -SK2. (Siniri tutarsa / Buhara halkını yok etmesin.)
buurul çal- (БУУРУЛ ЧАЛ-) [kır çalmak] Ağarmak, beyazlaşmak: “Karılıktın belgisi / Sakalın buurul çalıptır.” -CB2. (Yaşlılığın belirtisi / Sakalı ağarmış.)
buy kıl- (БУЙ КЫЛ-) [tedirgin etmek] Rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak: “Aalamdı buy kılgan / Ayabagan şer bolot.” -C-Ö. (Cihanın huzurunu kaçıran / Büyük bir kahraman olacak.)
buyama ber- (БУЯМА БЕР-) [fırsat vermek] Fırsat vermek: “Keçüü taap keçüügö art caktan şıkap kelatkandar buyama berbedi.” -AU2. (Geçit bulup geçmek için arkasından gelenler fırsat vermedi.)
buyaması kelbe- (БУЯМАСЫ КЕЛБE-) [fırsatı gelmemek] Fırsat bulamamak, fırsatı olmamak: “Anday şartta birdemeni daroo tüşünö koyuuga eç kimdin buyaması kelbey kalat emespi.” -AU2. (Bu şartlarda kimsenin bir şeyi hemen anlamaya fırsatı olmuyor ya.)
buydamga kelbe- (БУЙДАМГА КЕЛБE-) [buydama gelmemek] Fiillerle “hemen, göz açıp kapayana kadar” anlamlarında kullanılır: “Buydamga kelbey cantaslim bolot.” -IK. (Göz açıp kapayana kadar canını teslim eder.)
buydoo kıl- (БУЙДОО КЫЛ-) [mani etmek] Engel olmak, mani olmak: “Bakıtbek kürüçtü çoñ sugunup algan ele, oşonduktan al süylöögö buydoo kıldı.” -CT. (Baktıbek, pirinci ağzına çok koydu, o yüzden konuşmasına engel oldu.)
buyruk ber- (БУЙРУК БЕР-) [emir vermek] Buyurmak, emretmek: “Buyruk berdi kızdarga.” -G-K. (Kızlara emretti.)
buyt ber- (БУЙТ БЕР-) [buyt vermek (buyt, yürürken bir tehlikeyi görünce hızlıca ondan kaçmayı yansıtan bir sözcük)] 1. Hızlıca kaçmak: “Buyt bererde kaçırbay / Buttarınan karmadı.” -AA1. (Hızlıca kaçmak isterken kaçırmadan / Bacaklarından yakaladı.) 2. Savuşmak, gitmek.
buyum emes (БУЮМ ЭМЕС) [eşya olmayan] 1. Kıymetsiz, değersiz: “Bul saat kımbat boldo da men üçün buyum emes.” (Bu saat pahalı olsa da benim için değersiz.) 2. Çok kolay: “Bul iş benim için buyum emes.” (Bu iş benim için çok kolay.) 3. Anlamsız, hiç anlamı yok: “Biröö emes, miñi aytsa da, al üçün buyum emestey.” -NB. (Biri değil, bini söylese bile, onun için hiç anlamı yok.)
buyurtma ber- (БУЮРТМА БЕР-) [sipariş vermek] 1. Emir vermek: “Anday buyurtma bere albaybız dagı.” -ŞJ. (Öyle emir veremeyiz de.) 2. Sipariş vermek: “Tilek cakın kelgen teylööçügö buyurtma bergisi kelip, Nazimaga kayrıldı.” -TM2. (Tilek yaklaşan garsona sipariş vermek isteyip Nazima’ya döndü.)
buyurtma öltürüü (БУЮРТМА ӨЛТҮРҮҮ) [sipariş öldürme] Suikast: “Bir çeti el süygön cetekçini buyurtma öltürüü el-curttu dürbölöñgö salbay koygon cok.” -ZP. (Bir taraftan halkın sevdiği yöneticiye suikast, halkı endişelendirmedi değil.)
buzuk sal- (БУЗУК САЛ-) [bozuk(luk) yapmak] 1. Arayı bozmak, arabozuculuk yapmak: “Ortodo biröö buzuk salıp, eköö süylöşpöy kalıştı.” (Aralarında birisi arabozuculuk yaptığı için ikisi konuşmaz oldu.) 2. Tahrip etmek: “Uşunça curtka bir kalmak / Uruşup buzuk salabı?” -ET1. (Bunca yurdu bir Kalmuk / Savaşıp, tahrip mi edecek?)
büçü boo (БҮЧҮ БОО) [ilik bağ(ı)] Kırgızlarda misafire hediye edilen giysi karşılığında hediye eden kişiye verilen bahşiş.
büçür bayla– (БҮЧҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Bak-daraktar büçür baylay baştaşat.” -ŞJ. (Ağaçlar tomurcuklanmaya başlar.)
büdömük kaltır- (БҮДӨМҮК КАЛТЫР-) [belirsiz bırakmak] Belirsiz, müphem bırakmak: “`Kuralı menen kamdap tur,` -dedi Boronbay, kuralduu er bülölördün kaysı künü, kaysı cerge çogulaarın büdömüktö kaltırıp.” -CT. (“Silahlarıyla hazırla!” dedi Boronbay, silahlı askerlerin hangi gün ve nerede toplanacağını belirsiz bırakarak.)
bük tüş- (БҮК ТҮШ-) [büzülüp düşmek] 1. Çok üzülmek, çaresiz kalmak. 2. Diz çökmek, eğilmek: “Şerali bük tüşkön kişilerdin başınan akırın attap ötüp kele berdi.” -TK. (Şerali, diz çöken insanların başlarından yavaşça atlayarak geliyordu.)
bükömbara bol- (БҮКӨМБАРА БОЛ-) [paramparça olmak] 1. Paramparça olmak. 2. Ziyan olmak: “Oşonduktan satılbay kalganının baarı böödö bükömbara bolot.” -KK. (O yüzden satılmayanların hepsi israf oldu.)
bükömbarası çık- (БҮКӨМБАРАСЫ ЧЫК-) [paramparçası çıkmak] Toz dumana karışmak, parça parça olarak israf olmak.
bükülü söz (БҮКҮЛҮ СӨЗ) [bütün söz] Üstü örtülü söz, imalı söz.
bülgün sal- (БҮЛГҮН САЛ-) [yağma yapmak] 1. Harap etmek, yakıp bozmak. 2. Kargaşa çıkarmak, kargaşaya sokmak: “Ekinçi revolyutsiya elge bülgün salat.” -KT. (İkinci devrim halkı kargaşaya sokar.) 2. Endişe, kuşku yaratmak: “Añ-sezimge bülgün saluu cana korkunuçtu küçötüü -alardın negizgi maksatı.” -ÇA1. (Zihinlerde kuşku yaratmak ve korkuyu çoğaltmak, onların temel amacıdır.)
bülgün tüş– (БҮЛГҮН ТҮШ-) [yağmaya yakalanmak] Kaosa uğramak, kaosa düşmek: “Atkılaştan bülgün tüşüp çek ara.” -OB. (Silahlı çatışmadan kaosa düştü sınır.)
bülük sal– (БҮЛҮК САЛ-) [kargaşa çıkarmak] 1. Kargaşa çıkarmak, ortalığı karıştırmak. 2. Rahatsız etmek, huzurunu bozmak: “Birok bir künü şahtın kapasınan arıstan boşonup çıgıp ketet da, büt şaarga bülük salat.” -İE. (Fakat bir gün arslan, şahın kafesinden kaçar ve tüm şehrin huzurunu bozar.)
bülük tüş- (БҮЛҮК ТҮШ-) [kargaşaya düşmek] 1. Kargaşa çıkmak, karışıklık meydana gelmek: “A da ketet kızmattan / Ölkö içinde bülük tüşöt kayta da.” -AA1. (O da görevinden ayrılacak / Ülkede yine kargaşa çıkacak.) 2. Rahatsız olmak, huzuru kaçmak: “Kandın peyli buzulsa, kalkına bülük tüşöt.” -BF. (Hanın niyeti bozulursa, halkın huzuru kaçar.)
bür al- (БҮР АЛ-) [tomurcuk almak] bk. bür bayla-.
bür bayla- (БҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Kün cılıp, baktar bür bayladı.” (Havalar ısınıp ağaçlar tomurcuk bağladı.)
bürçügünö teñ kelbe- (БҮРЧҮГҮНӨ ТЕҢ КЕЛБЕ-) [pürtüğüne denk gelmemek] Tırnağı bile olmamak.
bürgödöy sekir- (БҮРГӨДӨЙ СЕКИР-) [pire gibi sıçramak] 1. Fırlamak, pire gibi sıçramak: “Al tereñ uykusunan kadimki bürgödöy sekirip turdu da, uykuga çegerilgen beş saattın ötüp ketkendigine ötö kubana tüştü.”-DjL. (O derin uykusundan fırlayarak kalktı ve uyumak için ayırdığı beş saatin geçtiğine çok sevindi.) 2. Sert tepki göstermek: “ `Caydak tonduu nemege kızımdı berbeym,` -dep Suban bürgödöy sekirdi.” -KTS. (“Fakir birine kızımı vermem!” diye Suban, sert tepki gösterdi.)
bürgödöy tüyül- (БҮРГӨДӨЙ ТҮЙҮЛ-) [pire gibi gerilmek] Sert tepki göstermek: “Sveta kızarıp-tatarıp bürgödöy tüyüldü: “Cok-cok albaym Tük da albaym.” -K. Saktanov. (Sveta kızarıp sert tepki gösterdi “Hayır, hayır almam, kesinlikle almam.”)
bürkümgö kelbe- (БҮРКҮМГӨ КЕЛБE-) [ağızda püskürtecek su kadar olmamak] 1. Çok az miktarda olmak, yetersiz olmak: “Çındasa munuñ bir bürkümgö da kelbeyt, uşunça kişige kantp cetkizebiz.” -ÇJ. (Açıkçası bu çok az, bu kadar kişiye nasıl yetiştireceğiz?) 2. Hemen, kısa zaman içinde yenik düşmek, mağlup olmak vb.: “Oşondo calpı at koyup, bukarasın tep-seybiz, alar bürkümgö kelbeyt.” -KTS. (O zaman hep beraber atla saldırıp halkını çiğneriz, onlar hemen yenik düşerler.)
bürkütkö çırga süyrötköndöy kıl- (БҮРКҮТКӨ ЧЫРГА СҮЙРӨТКӨНДӨЙ КЫЛ-) [kartala hayvan postu atmış gibi yapmak] Oyalamak, bekletmek.
bütkön boy (БҮТКӨН БОЙ) [biten boy] Tüm vücut: “Bütkön boyu kaltırayt.” -TAB. (Tüm vücudu titriyor.)
bütkön boyu çımıra- (БҮТКӨН БОЮ ЧЫМЫРА-) [bütün vücudu karıncalanmak] bk. bütkön boyu ımır-çımır bol-.
bütkön boyu dür dey tüş- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ДЕЙ ТҮШ-) [bütün vücudu ürperivermek] Tüyleri ürpermek: “Anın cüzün körgöndö bütkön boyum dür dey tüştü.” -AJ. (Onun yüzünü görünce hemen tüylerim ürperdi.)
bütkön boyu dür et- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ЭТ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu dürkürö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРКҮРӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu dürüldö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРҮЛДӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu ımır-çımır bol- (БҮТКӨН БОЮ ЫМЫР-ЧЫМЫР БОЛ-) [bütün vücudu karıncalanmak] Vücudu karıncalanmak: “Bütkön boyu ımır-çımır bolup, közünö eçteke körünböy, atına kamçı urup, ıldam cürüp ketti.” -UA. (Tüm vücudu karıncalanıp gözleri hiçbir şey göremez olunca atına kamçı vurarak gitti.)
bütkön boyu kuruş- (БҮТКӨН БОЮ КУРУШ-) [biten boyu kırışmak] Hastalıktan vücudu gerilmek, kasılmak: “Emnegedir içirkenip, bütkön boyum kuruşkansıyt.” -MA1. (Nedense üşüyüp, tüm vücudum kasılıyor.)
bütkön boyu ot menen calın (БҮТКӨН БОЮ ОТ МЕНЕН ЖАЛЫН) [bütün vücudu ateş ve alev] Ateşli, ateşi yüksek.
bütüm çıgar- (БҮТҮМ ЧЫГАР-) [karar çıkarmak] 1. Karar almak: “El atınan süylöştü, el atınan bütümdör çıgarıştı.” -LÜ. (Halk adına konuştular, halk adına kararlar aldılar.) 2. Karara varmak: “Oşentip sır çeçişip uzun tünü / Çıgardık ene-bala bir bütümdü.” -AM. (Böylece dertleşip gece boyunca / Anne oğul bir karara vardık.)
büyrösü kız- (БҮЙРӨСҮ КЫЗ-) [böğrü kızışmak] bk. büyrü kızı-.
büyrü çık- (БҮЙРҮ ЧЫK-) [böğrü çıkmak] Yemekten karnı şişmek: “Uylar ottoyt büyrü çıga teñselip” -OB1. (İnekler otluyorlar, karınları şişerek sallana sallana.)
büyrü kızı- (БҮЙРҮ КЫЗЫ-) [böğrı kızışmak] 1. Merakı uyanmak, meraklanmak: “Al emi Kırgızstanda Nobel sıylıgına cetüünü eñsegender barbı degen suroo köpçülüktün büyürün kızıtsa kerek.” -ŞJ. (Kırgızistan’da Nobel ödülü almak isteyenler var mı sorusu çoğunluğun merakını uyandırsa gerek.) 2. Coşmak, heyecanlanmak, içten içe kaynamak, aşırı duygulanmak: “Baytik ayttırgan kabar Dıykanbaydın büyürün kızıttı.” -AT2. (Baytik’in gönderdiği haber Dıykanbay’ı heyecanlandırdı.); “At üstündö turgandardın büyürü kızıdı.” -AK2. (At üstündekiler coştular.)
C
caa berbe- (ЖАА БЕРБЕ-) [caa vermemek] Asileşmek, başkaldırmak, boyun eğmemek.
caa boyu kaç- (ЖАА БОЮ КАЧ-) [yay boyu (kadar) kaçmak] Duymak, görmek istemeyip kaçmak, uzaklaşmak: “Meni körgön cerden caa boyu kaçat.” -KA1. (Beni gördüğü yerden kaçıp uzaklaşır.)
caa boyu sekir- (ЖАА БОЮ СЕКИР-) [yay boyu (kadar) fırlamak] Karşı çıkmak, direnmek.
caagı açıl- (ЖААГЫ АЧЫЛ-) [çenesi açılmak] 1. Çenesi düşmek, çok konuşmak, gevezelik etmek. 2. Şarkı söylemek.
caagı cap bol- (ЖААГЫ ЖАП БОЛ-) [çenesi kapanmak] 1. Korkudan konuşamaz olmak, çenesi tutulmak: “Al meni körüp, caagı cap boldu.” -MB. (O beni görünce korkudan çenesi tutuldu.) 2. Sesi kesilmek, sessizliğe gömülmek: “Bardıgının caagı cap boldu.” -AU2. (Hepsinin sesi kesildi.)
caagı karış- (ЖААГЫ КАРЫШ-) [çenesi kitlitlenmek] 1. Konuşamaz hâle gelmek: “Beçaranın caagı karışıp kalgan turbaybı.” -BM. (Zavallının çenesi kilitlenmiş.) 2. Susmak, sesi kesilmek, sakinleşmek: “Sen attanıp çıkkanda / Çeçensigen duşmanıñ / Süylöböy caagı karıştı” -MK2. (Sen yola çıktığın zaman / Büyük konuşan düşmanının / Konuşamayıp sesi kesildi.)
caagı katuu (ЖААГЫ КАТУУ) [çenesi katı] 1. Dizginlenmesi zor, hırçın (at). 2. Söz dinlemeyen, devamlı direnen.
caagı katuula- (ЖААГЫ КАТУУЛА-) [çenesi sertleşmek] Kızmak, öfkelenmek, kavgaya tutuşmak: “Caagı katuulap baratkanda, iz cazgırıp bıyakka cönögönün ayttı.” -KO1. (Sinirlenince yön değiştirip bu tarafa döndüğünü söyledi.)
caagın ayrı- (ЖААГЫН АЙРЫ-) [çenesini yırtmak] 1. Haddini bildirmek, üstesinden gelmek, işini bitirmek. 2. Bir şeyi çok tüketmek, çok kullanmak, hakkından gelmek: “Köpkö çeyin oturup, kımızdın caagın ayrıdık.” (Uzun süre oturup kımızın hakkından geldik.) 3. Bir işi ustalıkla yapmak: “Akkordeon degendin timele caagın ayrıyt.” -ŞJ. (Akordeon çalmayı çok ustalıkla yapar.)
caagın bas- (ЖААГЫН БАС-) [çenesini basmak] 1. Sesini kesmek, ağzını kapatmak, susmak: “Baldar caagın baspay ıylap, ızı-çuu tüşüştü.” -BM. (Çocuklar susmak bilmeyerek ağlayıp gürültü çıkardılar.) 2. Birinin çenesini kapatmak, ağzını kapatıp konuşturmamak, susturmak: “Tigilerdin caagın basış kerek.” -ÇA1. (Onların çenesini kapatmak lazım.)
caagın can- (ЖААГЫН ЖАН-) [çenesi(ni) yanmak] 1. Durup dinlenmeksizin konuşmak. 2. Durmadan şarkı söylemek: “Caagın canıp maktap ırdap catıptır.” -TK. (Durup dinlenmeksizin övüp şarkı söylemiş.) 3. Durmaksızın ağlamak.
caagın cap- (ЖААГЫН ЖАП-) [çenesini kapamak] bk. caagın bas-.
caagın cap bas- (ЖААГЫН ЖАП БАС-) [cenesini tamamıyla basmak] bk. caagın cap kıl-.
caagın cap kıl- (ЖААГЫН ЖАП КЫЛ-) [çenesini tamamıyla kapamak] Lafı ağzına tıkmak, susturmak: “Birotolo caagın cap kıluu üçün, baarı kıy-kıra baştaştı.” -ÇA1. (Tamamen susturmak için hepsi bağırmaya başladı.)
caagın ısıt- (ЖААГЫН ЫСЫТ-) [çenesini ısıtmak] Tokat atmak, tokat atarak cezalandırmak.
caagın karışkır (ЖААГЫН КАРЫШКЫР) [cenen tutulasıca] bk. caagıñ sıngır.
caagın karıştır- (ЖААГЫН КАРЫШТЫР-) [çenesini kilitlemek] Ağzına mühür vurmak.
caagıñ sıngır (ЖААГЫҢ СЫНГЫР) [çenen kırılasıca] Çenen kırılasıca!
caagın tülöt- (ЖААГЫН ТYЛӨТ-) [çenesinin tüyünü değiştirmek] bk. caagın ısıt-.
caagına cılan cumurtkalagır (ЖААГЫНА ЖЫЛАН ЖУМУРТКАЛАГЫР) [çenene yılan yumurtalayası] bk. caagına cılan uyalagır.
caagıña cılan uyalagır (ЖААГЫҢА ЖЫЛАН УЯЛАГЫР) [çenene yılan yuva yapasıca] ‘Dilini eşek arısı sokasıca!’ anlamında söylenen beddua.
caagıña taş (ЖААГЫҢА ТАШ) [çenene taş] ‘Ağzından yel alsın!’ anlamında söylenen beddua.
caagınan tügü çık- (ЖААГЫНАН ТҮГҮ ЧЫК-) [çenesinden tüyü çıkmak] 1. Burnundan solumak, küplere binmek. 2. Yüreği ağzına gelmek. 2. Ürpermek, korku, tiksinti, üşüme vb. yüzünden tüyleri diken diken olmak.
caagıñdı bas (ЖААГЫҢДЫ БАС) [cenini bas] Kapat çeneni!
caak basar (ЖААК БАСАР) [çene kapayıcı] 1. Açlığı bastıracak yemek, aperatif, atıştırmalık: “Caak basar berbeseñ aytam, berseñ unçukpaym.” -KTS. (Açlığı bastıracak yemek vermezsen söylerim, verirsen susarım.) 2. Sır saklaması, bir şeyi söylememesi, gizlemesi için birine verilen sus payı.
caak eti şılın- (ЖААК ЭТИ ШЫЛЫН-) [çene eti sıyrılmak] Yanakları çökmek, çok zayıflamak.
caak eti tüyül- (ЖААК ЭТИ ТҮЙҮЛ-) [çene eti düğümlenmek] bk. caak terisi tırış-.
caak etin ce- (ЖААК ЭТИН ЖЕ-) [çene etini yemek] Başının etini yemek, bıktırırcasına konuşmak.
caak öçtüülük (ЖААК ӨЧТҮҮЛҮК) [çene öçlülük] Karşılıklı söylenme, atışma, devamlı kavga etme: “Bul eköönün caak öçtüülügün koyo kal, atırılıp aytışkıday boluşsa, canına kişi çıdap tura albayt.” -ÇA1. (Bu ikisinin bırak kavgaya tutuşmalarını, birbirleriyle konuşurken bile yanlarında kimse duramaz.)
caak terisi tırış- (ЖААК ТЕРИСИ ТЫРЫШ-) [çene derisi kırışmak] Hiddetlenmek, öfkelenmek.
caakka çapkanday (ЖААККА ЧАПКАНДАЙ) [çeneye vurmuş gibi] bk. başka çapkanday.
caakta cok (ЖААКТА ЖОК) [çenede olmayan] Ağzı laf yapan, laf ebesi, eşsiz söz ustası: “Caakta cok akın bolgonduktan el arasında anın kadır-barkı çoñ ele.” -KC. (Eşsiz bir şair olduğu için halkın gönlüne taht kurmuştu.)
caaktan baştı ayırganday kıl- (ЖААКТАН БАШТЫ АЙЫРГАНДАЙ КЫЛ-) [çeneden kelleyi ayırmış gibi yapmak] Yakın insanlar arasındaki ilişkiyi bozarak birbirinden ayırmak.
caaktuuda cok (ЖААКТУУДА ЖОК) [çenelide olmayan] bk. caakta cok.
caaktuuga cay berbegen (ЖААКТУУГА ЖАЙ БЕРБЕГЕН) [çenesi olana huzur vermeyen] Lafın altında kalmayan: “Caaktuuga cay berbegen çeçen Abil coop tappay kaldı.” -TK. (Lafın altında kalmayan söz ustası Abil, verecek cevap bulamadı.)
caalı betine çık- (ЖААЛЫ БЕТИНЕ ЧЫК-) [öfkesi yüzüne çıkmak] Sinirleri tepesine çıkmak.
caalı kat- (ЖААЛЫ КАТ-) [öfkesi sertleşmek] Çok sinirlenmek, fazlasıyla öfkelenmek.
caalı katuu (ЖААЛЫ КАТУУ) [öfkesi sert] Çok sinirli, merhametsiz.
caalı közünö çık- (ЖААЛЫ КӨЗYНӨ ЧЫК-) [öfkesi gözüne çıkmak] bk. caalı betine çık-.
caası kat- (ЖААСЫ КАТ-) [yayı katılaşmak] bk. caagı kat-.
caba sal- (ЖАБА САЛ-) [örtüvermek] İftira etmek, suçu başkasının üzerine atmak: “Ayıptuunun üstünön ayıbın alıp, başka bir beçaranın üstünö caba salat.” -CAT. (Suçlunun suçunu üstünden alıp başka bir zavallının üstüne atar.)
cabık münözdüü (ЖАБЫК МҮНӨЗДҮҮ) [kapalı karakterli] İçine kapanık.
cabıluu ayak cabıluu boydon kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБЫЛУУ БОЙДОН КАЛ-) [örtülü kase örtülü olarak kalmak] bk. cabıluu ayak cabuusu menen kal-.
cabıluu ayak cabuusu menen kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛ-) [örtülü ayak örtüsüyle kalmak] Kol kırılsın, yen içinde kalsın, sır olarak kalsın.
cabır tart- (ЖАБЫР ТАРТ-) [cebir çekmek] Zulüm görmek, cefa çekmek: “Cabır tartkan adam ekensiñ.” -BF. (Zulüm görmüş adammışsın.)
cabuuluu ayak cabuusu menen alsın (ЖАБУУЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛСЫН) [örtülü kase örtüsüyle kalsın] Başkalara bilinmeyen bir konu ifşa edilmeden olduğu gibi kalsın.
cabuuluu kara ingen (ЖАБУУЛУУ КАРА ИНГЕН) [örtülü kara deve] “Akıllı, tecrübeli” anlamında kadınlara yönelik övgü sözü.
cabuuluu kazan cabuuluu kalsın (ЖАБУУЛУУ КАЗАН ЖАБУУЛУУ КАЛСЫН) [örtülü kazan örtülü kalsın] bk. cabuuluu ayak cabuusu menen kalsın.
caga berbey kal- (ЖАГА БЕРБЕЙ КАЛ-) [pek hoşuna gitmemek] Beğenmek, hoşuna gitmek.
caka koldo, can uyada (ЖАКА КОЛДО, ЖАН УЯДА) [yaka elde, can yuvada] bk. can uyada, caka koldo.
cakadan al- (ЖАКАДАН АЛ-) [yakadan almak] Yakasına yapışmak, zorlamak, zorlayarak elde etmek: “Coo cakadan, börü etekten alıp turat.” -AU2. (Düşman yakaya, kurt eteğe yapışıp alır.)
cakası agar- (ЖАКАСЫ АГАР-) [yakası ağarmak] İki yakası bir araya gelmek: “Carı cakşı erkektin cakası agarat.” -ML. (Yâri iyi olan erkeğin iki yakası bir araya gelir.)
cakasın agart- (ЖАКАСЫН АГАРТ-) [yakasını ağartmak] Dostlara giyim hediye etmek: “Cakasın agartıp cañı kiyim kiygizip…” -CAT. (Elbise hediye ederek giydirip…)
cakasın karman- (ЖАКАСЫН КАРМАН-) [yakasını tutmak] 1. Hayret etmek, hayrete düşmek, şaşırmak: “ ‘Oy, toboo!’ dep cakasın karmanat Koñko baatır.” (Allah Allah diyerek, hayrete düştü Koñko bahadır.) 2. Dehşete düşmek, dehşete kapılmak: “Korkup ketti okşoyt, cakasın karmanıp, özün-özü toktotup turup kaldı.” -MB. (Korkudan dehşete düşmüşe benziyor, kendisini frenledi.)
cakasına carmaş- (ЖАКАСЫНА ЖАРМАШ-) [yakasına yapışmak] Yakasına yapışmak: “Açarçılık malsız alsızdardın cakasına carmaşıp, etegine ermeşip aldı.” -AU2. (Yoksulluk, malı mülkü olmayanların yakasına yapışıp eteğine asıldı.)
cakşı attuu bol- (ЖАКШЫ АТТУУ БОЛ-) [iyi adlı olmak] İyi görünmek, göze girmek için gayret etmek, dalkavukluk etmek: “Cakşı attuu boloyun dep, anı ayabay maktadı.” (Göze girmek onu överek göklere çıkardı.)
cakşı bol- (ЖАКШЫ БОЛ-) [iyi olmak] 1. İyileşmek, hastalıktan kurtulmak. 2. Dertten, sıkıntıdan kurtularak düze çıkmak: “Okuuma da cakşı boloorun, işime da cakşı bolup caşoo şartım oñolorun tüşünüp turam.” -BE. (Eğitimimin, işimin iyi olacağını, hayatımın düze çıkacağını hayal ediyorum.)