bannerbanner
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Полная версия

Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
12 из 16

betke basıp ayt- (БЕТКЕ БАСЫП АЙТ-) [yüze basarak söylemek] bk. betke ayt-.

betke çabar (БЕТКЕ ЧАБАР) [yüze vuran] Çekinmeden, açık söyleyen, açık sözlü, yüze vuran: “Turmuşunda ak köñül, şaydoot, betke çabar, tartınbas bolçu.” -ŞJ. (Hayatta temiz kalpli, neşeli, açık sözlü, çekinmeyen birisiydi.)

betke çap- (БЕТКЕ ЧАП-) [yüze vurmak] Yüzüne vurmak: “Eç kaçan kargaday balanın teñsizdikke karşı çıgıp, uluudan uyalbay, kiçüünü kiçüü debey betke çaap süylögönün uguşkan emes!” -DL (Hiçbir zaman parmak kadar çocuğun eşitsizliğe karşı çıkıp, büyüklerden utanmadan, küçüklerden çekinmeden yüzlerine vurarak söylediklerini duymamışlardı!)

betke çirköö (БЕТКЕ ЧИРКӨӨ) [yüze kilise] Yüz karası, yüz kiri: “Emgeksiz kireşe – betke çirköö” -ML. (Emeksiz gelir, yüz karasıdır.)

betke çirköö bol- (БЕТКЕ ЧИРКӨӨ БОЛ-) [yüz(ün)e kilise olmak] Yüz karası olmak.

betke karma- (БЕТКЕ КАРМА-) [yüze tutmak] bk. betine karma-.

betke karmagan (БЕТКЕ КАРМАГАН) [yüze tutan] Güvenilen, güven duyulan, iyi olduğu düşünülen: “Can aylabız ketip turganda, betke karmaganıbız Manas emes bele!” -ET (Çaresiz kaldığımızda güvendiğimiz Manas değil miydi?)

betten al- (БЕТТЕН АЛ-) [yüzden almak] Sözleriyle saldırmak, birisine karşı sert ve yıkıcı konuşmak: “Caman it ırkırap buttan alat, caman katın arkırap betten alat.” -ML. (Kötü it havlayıp ayaktan tutar, kötü kadın bağırıp diliyle kapar.)

beycay sal- (БЕЙЖАЙ САЛ-) [hırçınlık yapmak] Hırçınlaşmak, huysuzlaşmak: “Kirisk bеycаy sаlıp, аtаsının kоlunаn culkundu.” -ÇA1. (Kirisk huysuzlaşıp, babasının elinden ileri atıldı.)

beyişi bolgur (БЕЙИШИ БОЛГУР) [cennetlik olasıca] “Allah onu cennetlik etsin, rahmetli!”: “Bеyişi bоlgоn аtаm: “`Cаkşılık kеlbеyt cаmаndаn`,-dеp köl аytuuçu.” -UА. (Rahmetli babam: “İyilik gelmez yamandan!” diye çok söylerdi.)

beypay sal- (БЕЙПАЙ САЛ-) [sıkıntı çıkarmak] Birine sıkıntı vermek: “Bеkti bеypаy kim kılаr.” -SО. (Yöneticiye kim sıkıntı verir.)

beypay tart- (БЕЙПАЙ ТАРТ-) [sıkıntı çekmek] Sıkıntı çekmek: “Mеnin bеrеnim cоk, bеlim cоk / Bеypаy tаrtıp turgаmın.” -SK1. (Kahramanım yok, destekçim yok / Sıkıntı çekiyordum.)

bezbeldektey bezen- (БЕЗБЕЛДЕКТЕЙ БЕЗЕН-) [toy kuşu gibi ötmek] 1. Durmadan konuşmak. 2. Çok kez tekrarlamak: `Kаgılаyın еl curt, cаlgızımdı cаldırаtpаgılа`-dеp bеzbеldеktеy bеzеndi.” -EB. (“Kurban olayım halkım, yalnızımı yalvartmayın.” diye çok kez tekrarlayıp durdu.)

bezge sayganday bol- (БЕЗГЕ САЙГАНДАЙ БОЛ-) [beze dokunmuş gibi olmak] Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi olmak: “Tеrgööçü bеzgе sаygаndаy bоlup sеkirip kеtti.” -ÇJ. (Sorgu hâkimi başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi birden sıçrayıverdi.)

bezine tiy- (БЕЗИНЕ ТИЙ-) [bezine değmek] Birini sinirlendirmek, öfkelendirmek, damarına basmak: “Bеzinе tiyip aldıñ оkşоyt…” -ÇJ. (Öfkelendirmişe benziyorsun…)

bıçagı taş kesip turgan (БЫЧАГЫ ТАШ КЕСИП ТУРГАН) [bıçağı tas kesen] Taşı sıksa suyunu çıkaran: “Bayagı bıçagı taş kesip turgan külgün ubagı kayda deysiñ.” -KTS. (Önceki taşı sıksa suyunu çıkaran gençliği nerede dersin! )

bıçak mizi (БЫЧАК МИЗИ) [bıçak ağzı] bk. bıçak sırtı.

bıçak mizin calat- (БЫЧАК МИЗИН ЖАЛАТ-) [bıçak ağzını yalatmak] Ant içirmek.

bıçak sırtı (БЫЧАК СЫРТЫ) [bıçak dışı] Biraz, çok küçük: “Bıltırkıga karaganda bıyıl abalı eñ kur degende bıçak sırtı öydöbü?” -KTS. (Geçen seneye göre bu sene durumu hiç olmazsa biraz iyi mi?)

bıçak uçu (БЫЧАК УЧУ) [bıçak ucu] Birinin bıçağını kullandığı için verilen para veya başka şey.

bıçakka cara- (БЫЧАККА ЖАРА-) [bıçağa yaramak] Bıçağa gelmek, kesmek için uygun olmak (hayvan): “Bir kara kozu bıçakka carap kalgan.” -OK. (Bir kara kuzu bıçağa gelir olmuştu.)

bıçakka iliner (БЫЧАККА ИЛИНЕР) [bıçak kesecek kadar] 1. Kesmek için uygun olan, kesime gelmek, bıçağa gelen: “Müldö ayıldan bıçakka iliner mal çıkpadı.” -KA1. (Bütün köyden kesime gelen bir hayvan çıkmadı.) 2. Bir işe yarayan.

bıçakka sap bolguday (БЫЧАККА САП БОЛГУДАЙ) [bıçağa sap olacak] Adam olacak, bir baltaya sap olan: “Alardın içinde bıçakka sap bolguday eç kimisi cok eken.” -OK. (Onların içinde bir baltaya sap olacak kimse yokmuş.), “Kırgızda bıçakka sap cigitter köp.” -KT. (Kırgızistan’da adam olacak gençler çok.)

bıçakka saptık (БЫЧАККА САПТЫК) [bıçağa saplık] bk. bıçakka sap bolguday.

bıçakka tüş- (БЫЧАККА ТҮШ-) [bıçağa düşmek] Ölümü göze almak: “Bir nerse dese, özü aytkanday bıçakka tuşüüdön da kayra tartpaçuday türü bar.” -KTS. (Bir şey derse, dediği gibi ölümü göze almaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor.)

bıçakka urun- (БЫЧАККА УРУН-) [bıçağa değmek] bk. bıçakka tüş-.

bıçaksız soy- (БЫЧАКСЫЗ СОЙ-) [bıçaksız kesmek] Yakmak, zor durumda bırakmak: “Ee, bu kuu Şer bıçaksız soydu go, ya?!” -TK. (Ee, bu kurnaz Şer yaktı; değil mi?!)

bıçaktay tiy- (БЫЧАКТАЙ ТИЙ-) [bıçak gibi değmek] 1. Bıçak gibi saplanmak: “Anın bul sözü maga bışaktay tiydi.” (Onun bu sözü bana bıçak gibi saplandı.) 2. Dokunmak, bıçak gibi saplanmak, sağlığı bozmak: “Mayluu cese aşkazanına bıçaktay tiyet.” (Yağlı yese midesine bıçak gibi saplanır.

bıçaktın mizinde (БЫЧАКТЫН МИЗИНДЕ) [bıçak(ın) ağzında] Bıçaksırtında, zor ve tehlikeli durumda: “Tanabay canın oozgo tiştep bıçaktın mizinde barattı.” -ÇA1. (Tanabay, canını dişine takıp bıçaksırtında gidiyordu.)

bıçaktın uçunda (БЫЧАКТЫН УЧУНДА) [bıçak(ın) ucunda] bk. bıçaktın mizinde.

bıçımga sal- (БЫЧЫМГА САЛ-) [biçime koymak] Biçimlendirmek, şekillendirmek: “Adattarıñ senin kişiligiñdi bıçımga salat, al emi kişiligiñ bolso tagdırıñdı belgileyt.” -ŞJ. (Alışkanlıkların senin kişiliğini şekillendirir, insanlığın ise kaderini belirler.)

bıçını cok (БЫЧЫНЫ ЖОК) [biçimi olmayan] Beceriksiz: “Bıçını cok dese! Şilte-e!..” -KTS. (Beceriksiz! Ça-a-k!!!)

bıkbırday kayna- (БЫКБЫРДАЙ КАЙНA-) [kum gibi kaynamak] Kaynamak, çok miktarda bulunmak, kum gibi kaynamak: “El bıkpırday kaynayt.” -IK. (Millet kaynıyor.)

bıkıyı çık- (БЫКЫЙЫ ЧЫК-) [pisliği çıkmak] Pis davranışları açığa çıkmak, ipliği pazara çıkmak: “Zili buzuk Sadıkcan dın bıkıyı çıktı.” -KTS. (Kötü niyetli Sadıkcan’ın pislikleri açığa çıktı.)

bıkıyın çuku- (БЫКЫЙЫН ЧУКУ-) [pisliğini kazımak] Birinin pis davranışlarını açığa çıkarmak, bohçası açılmak.

bıkpırday kayna- (БЫКПЫРДАЙ КАЙНA-) [kum gibi kaynamak] bk. bıkbırday kayna-.

bılk etpe- (БЫЛК ЭТПE-) [kımıldamamak] 1. Aldırmamak, bana mısın dememek: “Azizkandın calgızı / Ayza tiyse bılk etpeyt.” -SK1. (Azizkan’ın yalnızı / Mızrak saplansa aldırmaz.) 2. Kıpırdamamak: “Bılk etpey cata berdi.” (Kıpırdamadan yattı.) 3. Vazgeçmemek: “Ubadaga bılk etpey / Turçu çoro dagı bar.” -SK1. (Verdiği sözden vazgeçmeden / Duran askerler de var.)

bış dep koybo- (БЫШ ДЕП КОЙБО-) [“bış” dememek (bış, nefes alırken veya herhangi bir şeyin nefesi sert bir biçimde çıkarmasını yansıtan kelime)] bk. bış etpe-.

bış etpe- (БЫШ ЭТПE-) [“bış” etmemek (bış, nefes alırken veya herhangi bir şeyin nefesi sert bir biçimde çıkarmasını yansıtan kelime)] Bana mısın dememek, önemsememek, aldırmamak: “Carkınbay ızaga te-belenmek tursun, bış dep da koygon cok.” -KTS. (Carkınbay, incinmek şöyle dursun bana mısın bile demedi.)

bışı kulak bol- (БЫШЫ КУЛАК БОЛ-) [pişmiş kulak olmak] Bir sözü duymaya alışmak, kulakları alışmak: “Bışı kulak bolgon nemedey Esengul ündöböy oturdu.” -K-K1. (Alışmış gibi Esengul, susarak oturdu.)

bışırıp koyupturbu (БЫШЫРЫП КОЮПТУРБУ) [pişirmiş mi] “Ne işin var, ne işim var?” anlamlarında kullanılır: `Silerge ayakta bışırıp koyupturbu?` -dep açuulandı ayal.” -KTS. (“Sizin orada ne işiniz var?” diye kızdı kadın.)

bışkırık at- (БЫШКЫРЫК АТ-) [tıksırma atmak] 1. Yanına yaklaştırmamak: “Demeyde bışkırık atıp kıygaçtagan İra Şariptin canına keldi.” -AJ. (Normalde yanına yaklaştırmayıp yan bakan İra Şarip’in yanına geldi.) 2. Burun kıvırmak, gururlanmak, büyüklenmek: “Senin orduñda başkalar bolso kök tiktep bışkırık atıp kalmak.” -KS1. (Senin yerinde başkası olsa göğe bakarak burun kıvırırdı.)

bıt-çıtın çıgar- (БЫТ-ЧЫТЫН ЧЫГАР-) [parça parçasını çıkarmak] 1. Parçalamak, paramparça etmek, toz duman etmek: “Bolgar elinin bıt-çıtın çıgarıp, şaarlarının bardıgın oyrondoduk.” -YY. (Bulgar halkını paramparça edip, şehirlerinin hepsini tahrip ettik.) 2. Karıştırmak, alt üst etmek: “Akıl planıbızdın bıt-çıtın çıgardı.” (Akıl, planımızı alt üst etti.)

bıtpıl ur- (БЫТПЫЛ УР-) [bıtpıl vurmak (bıtpıl, bıldırcın ötmesini yansıtan bir söz)] Ötmek (bıldırcın): “Kün boyu bir bödönö bıtpıl urup / Al dagı tün tüşköndö kaldı tınıp.” -CB3. (Gün boyu bıldırcın öttü / O da gece olunca susup kaldı.)

bıyakta kal- (БЫЯКТА КАЛ-) [burada kalmak] Denk gelememek, eşit olamamak.

bıyakta kalsın (БЫЯКТА КАЛСЫН) [burada kalsın] Şöyle dursun: “Ökmöttön korkpogonu bıyakta kalsın, kudaydan da korkpoy baratat.” -SR. (Hükûmetten korkmaması şöyle dursun, Tanrı’dan da korkmamaya başladılar.)

bilbegeni bit (БИЛБЕГЕНИ БИТ) [bilmediği bit] Bildiğini yedi mahalle bilmez, her şeyi bilen: “Bilbegeni bit bolgon / Antkordu izdep kelatam.” -CB2. (Bildiğini yedi mahalle bilmez / Kurnaz birini arıyorum.)

bilbestikke sal- (БИЛБЕСТИККЕ САЛ-) [bilmezliğe almak] Bilmezlikten gelmek: “Köp nerseni bilip tursam da, özümdü bilbestikke salar elem.” -CAT. (Çok şey bilsem de, bilmezlikten gelirdim.)

bildirüü casa- (БИЛДИРҮҮ ЖАСА-) [bildiri yapmak] Bildiri sunmak.

bilegi coon (БИЛЕГИ ЖООН) [bileği kalın] bk. coon bilek.

bilim al- (БИЛИМ АЛ-) [eğitim almak] Eğitim almak, eğitim görmek: “Al Tokmoktogu tatar mektebinen bilim aldı.” -KB. (O, Tokmak’ta Tatar okulunda eğitim aldı.)

bilim ber- (БИЛИМ БЕР-) [eğitim vermek] Eğitim vermek: “Eç kimden koldoo, cardam kütpöy, öz aldınça arakettenip, cogorku okuu cayın bütüp, caş muundarga bilim berdim.” -KT. (Kimseden destek, yardım beklemeden, kendi gayretimle üniversite mezunu olup genç nesillere eğitim verdim.)

bir açuuñdu ber (БИР АЧУУҢДУ БЕР) [bir öfkeni ver] bk. bir açuuñdu maga ber.

bir açuuñdu maga ber (БИР АЧУУҢДУ МАГА БЕР) [bir öfkeni bana ver] 1. Sabret, sabırlı ol, sakin ol!: “Corobek, toktot, boldu. Bir açuuñdu maga ber!” -BR. (Corobek, kes, yeter. Sakin ol!) 2. Beni affet, bağışla, artık kızma!: `Bir açuuñu maga ber,` -dep Moldobay kolun öptü.” -KS2. (“Beni bağışla!” diyerek Moldobay, elini öptü.)

bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol- (БИР АЯГЫ КӨКТӨ, БИР АЯГЫ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir ayağı gökte, bir ayağı yerde olmak] 1. Bir ayağı çukurda olmak, sağlık durumu çok kötü olmak: “Bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bolup turganda, Ayganıştın Şambetten kütkönü uşul bele.” -TS1. (Bir ayağı çukurda iken Ayganış, Şambet’ten bunu mu bekliyordu?) 2. Çok yaşlanmak, hayatının sonu yaklaşmak, bir ayağı çukurda olmak. 3. Hayatı tehlikede olmak.

bir ayagı tördö, bir ayagı kördö bol- (БИР АЯГЫ ТӨРДӨ, БИР АЯГЫ КӨРДӨ БОЛ-) [bir ayağı başköşede, bir ayağı mezarlıkta olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.

bir aytasıñbı, eki aytasıñbı (БИР АЙТАСЫҢБЫ, ЭКИ АЙТАСЫҢБЫ) [bir mi söylersin, iki mi söylersin] Keşke öyle olsa: “Uşintip oturganda apam kelip kalsa bolmok. Eh, anı bir aytasıñbı, eki aytasıñbı.” (Böyle otururken annem gelseydi. Eh, keşke öyle olsa.)

bir baleenin içinen çık- (БИР БАЛЭЭНИН ИЧИНЕН ЧЫК-) [bir belanın içinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.

bir başı eki bol- (БИР БАШЫ ЭКИ БОЛ-) [bir başı iki olmak] Evlenmek: “Balam bizdi kubandırıp, bir başı eki boldu.” -O-A. (Oğlum, bizi sevindirip evlendi.)

bir baştan (БИР БАШТАН) [bir baştan] Sırasıyla: “Bazarbek bolgon okuyanı bir baştan çubadı.” -KK. (Bazarbek, olanları sırasıyla anlatmaya başladı.)

bir bazardan ötkön (БИР БАЗАРДАН ӨТКӨН) [bir pazardan geçmiş] 1. Belli bir yaşa gelen, hayat tecrübesi olan: “Al emi caş emes, bir bazardan ötkön da.” -O-A. (O, artık genç değil, tecrübeli birisi.) 2. Evlenip ayrılmış olan, dul: “Nurgül kız emes bir bazardan ötkön kelin eken.” -KS2. (Nurgül, genç kız değil, evlenip ayrılmış bir kadınmış.)

bir bet bol- (БИР БЕТ БОЛ-) [bir yüz olmak] 1. Тek bir şeye odaklanmak: “Uşul cumuştu bütürsöm, bir bet bolup üy-bülömdü karap kalat elem.” -O-A. (Bu işi bitirince sadece aileme odaklanacaktım.) 2. Tek yöne yönelmek.

bir boor (БИР БООР) [bir bağır] Akraba, kardeş, can ciğer: “Kayaktan izdep men tabam, Karagul, kagılayın bir boorum.” -SE (Nereden arayıp bulacağım, Karagul, kurban olduğum kardeşim.)

bir boroonduk alı cok (БИР БОРООНДУК АЛЫ ЖОК) [bir boranlık gücü olmayan] Güçsüz, âciz, zayıf, dayanıksız: `Bir boroonduk alı cok beym, uşuga ele oorup kalıptır`, – dep, kelinder söz kılıştı.” -O-A. (“Dayanıksızmış be, azıcık şeyden hasta olmuş.” diye gelinler konuşuyorlardı.)

bir bozorup, bir kızar- (БИР БОЗОРУП, БИР КЫЗАР-) [bir bozarıp bir kızarmak] Bir bozarıp bir kızarmak, utancından sıkılmak: “Laniçek bir bozorup, bir kızarıp oturdu.” -KA4. (Laniçek, bozara kızara oturdu.)

bir buroosu cetpe- (БИР БУРООСУ ЖЕТПЕ) [bir vidası yetmemek] Geri zekâlı, bir tahtası eksik: “Munun bir buroosu cetpeyt, kılganın karaçı, taptakır teskeri.” -AlaToo. (Bu, tahtası eksiğin yaptığına baksana, tümüyle yanlış.)

bir butu bıyakta, bir butu tıyakta bol- (БИР БУТУ БЫЯКТА, БИР БУТУ ТЫЯКТА БОЛ-) [bir ayağı burada, bir ayağı orada olmak] 1. Düzensiz bir hayat yaşamak, orada burada dolaşmak: “Sen oşol üy cayı cok, bir butu bıyakta, bir butu tıyakta cürgön buzukulardı eerçip cürösüñbü?” -KA4. (Sen, o evsiz barksız, orada burada dolaşan fesatçılarla mı geziyorsun?) 2. İki şey arasında koşturup durmak, mekik dokumak: “Siñdim abdan ubara bolup cüröt, bir butu biyakta, bir butu tiyakta bolup, üy menen mekteptin ortosunda.” -O-A. (Küçük kız kardeşim çok zahmet çekiyor, ev ile okul arasında mekik dokuyor.)

bir butu cerde, bir butu kördö bol- (БИР БУТУ ЖЕРДЕ, БИР БУТУ КӨРДӨ БОЛ-) [bir ayağı yerde, bir ayağı mezarlıkta olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.

bir butu kördö, bir butu cerde bol- (БИР БУТУ КӨРДӨ, БИР БУТУ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir ayağı mezarlıkta, bir ayağı yerde olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.

bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgar- (БИР ЖАКАДАН БАШ, БИР ЖЕҢДЕН КОЛ ЧЫГАР-) [bir yakadan baş, bir yenden kol çıkarmak] Birlik ve beraberlik içinde hareket etmek: “Camandıkta da, cakşılıkta da bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgarıp çoguu cürölü dep ant berbedik bele deyt.” -ÇA1. (Hem mutlu günlerde, hem kara günlerde birlik ve beraberlik içinde olacağız diye ant içmemiş miydik der.)

bir cañsıl bol- (БИР ЖАҢСЫЛ БОЛ-) [bir sonuç olmak] 1. Sonuç çıkarmak, kesin bir karar veya görüşe varmak: “Bir cañsıl boluuçu ubakıt cetti.” -MR. (Karar verme zamanı geldi.) 2. Sonuçlanmak, neticelenmek, bitmek, çözülmek: “Uşul iş bir cañsıl bolso eken, küttürüp catıp çarçattı.” -ОА. (Bu iş bir bitseydi, bekletmekten yordu.); “Maselenin bir cañsıl boluşun kütpöstön, Azamat Altayga telefon çaldım.” -AA2. (Sorunun çözülmesini beklemeden AzamatAltay’a telefon açtım.)

bir ceñden kol çıgar- (БИР ЖЕҢДЕН КОЛ ЧЫГАР-) [bir yenden kol çıkarmak] bk. bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgar-.

bir cerge kül tök- (БИР ЖЕРГЕ КҮЛ ТӨK-) [bir yere kül dökmek] Birlik ve beraberlik içinde olmak: “Emi siler ıntımaktaşıp, bir cerge kül tögüp caşagıla.” -O-A. (Artık siz, beraber, birlik içinde yaşayınız.)

bir demde (БИР ДЕМДЕ) [bir solukta] Bir solukta, çabucak: “Cogolup ketti bir demde.” -CM. (Kayboluverdi çabucak.)

bir erdi menen köktü, bir erdi menen cerdi şıpırgan (БИР ЭРДИ МЕНЕН КӨКТҮ, БИР ЭРДИ МЕНЕН ЖЕРДИ ШЫПЫРГАН) [bir dudağıyla göğü, bir dudağıyla yeri süpüren] Öfkelenerek ağzına geleni söyleyen, ağzından çıkanı kulağı duymayan.

bir esepten (БИР ЭСЕПТЕН) [bir hesaptan] Bir yandan, bir taraftan: “Bir esepten aytkanıñ tuura.” -KC1. (Bir yandan dediğin doğru.)

bir içegi (БИР ИЧЕГИ) [bir bağırsak] Az yemek yiyen, yemek yiyemez olan: “Şaarda cürüp bir içegi bolup kalıptır.” (Şehirde yaşarken yemek yiyemez olmuş.)

bir kalıpta (БИР КАЛЫПТА) [bir kalıpta] Aynı düzeyde.

bir kalıptan kuyganday (БИР КАЛЫПТАН КУЙГАНДАЙ) [bir kalıptan dökülmüş gibi] Birbirine çok benzeyen: “Bir kalıptan kuyganday bolup, alardın baldarı biri-birine okşoş.” -OA .(Bir kalıptan çıkmış gibi onların çocukları da birbirlerine çok benziyorlar.)

bir kaşık kanın keç- (БИР КАШЫК КАНЫН КЕЧ-) [bir kaşık kanını içmek] 1. Ölüm cezası vermekten vazgeçerek bağışlamak: “A balkim, Allayar Han bir kaşık kanın keçip koyor.” -TK. (Belki Allayar Han ona ölüm cezası vermekten vazgeçecek.) 2. Canını feda etmek: “Ene baldarı üçün bir kaşık kanın keçüügö da dayar bolot.” -O-A. (Anne, çocukları için canını feda etmeye de hazırdır.)

bir kaynoosu içinde (БИР КАЙНООСУ ИЧИНДЕ) [bir kaynaması içinde] Tam pişmemiş, yeterince hazır olmamış (yemek): “Bul tamagındın bir kaynoosu içinde kalgan okşoyt.” -KTS. (Bu yemeğiniz tam pişmemiş galiba.)

bir kazanga kayna- (БИР КАЗАНГА КАЙНА-) [bir kazana kaynamak] Bir kazanda kaynamak; anlaşmak uyuşmak, bağdaşmak: “Uşul eki el bir kazanga kaynay alabı, Kıdırmaçı ake?” -KO1. (Bu iki millet bir kazanda kaynar mı, Kıdırmaçı ağabey?)

bir kırdı aşkan (БИР КЫРДЫ АШКАН) [bir tepeyi aşmış] Hayatta tecrübe kazanan, tecrübeli: “Bir kırdı aşkan adam kantip tüşünbösün?” -O-A. (Tecrübeli insan nasıl anlamasın?)

bir kızarıp, bir bozor- (БИР КЫЗАРЫП, БИР БОЗОР-) [bir kızarıp bir bozarmak] bk. bir bozorup, bir kızar-.

bir kişiçe bar ele (БИР КИШИЧЕ БАР ЭЛЕ) [bir kişi kadar varmış] bk. bir kişidey bar eken.

bir kişidey bar eken (БИР КИШИДЕЙ БАР ЭКЕН) [bir kişi kadar varmış] 1. Adam olmuş, iyi yetişmiş: “O, berekem! Bir kişidey bar ekensiñ.” -KC. (Ah canım! Adam olmuşsun.) 2. Saygın, sayılan birisi olmak.

bir kokuy (БИР КОКУЙ) [bir eyvah] Acayip, tuhaf: “İsabek, sen da bir kokuy ekensiñ.” -ÇA1. (İsabek, sen de tuhafsın.)

bir közü bir közünö coo (БИР КӨЗҮ БИР КӨЗҮНӨ ЖОО) [bir gözü bir gözüne düşman] Kimseye güvenilmez, herkes birbirine düşman, durum çok tehlikeli!: “Bir közü bir közünö coo bolgon zamandı da kördük.” -O-A. (Herkesin birbirine düşman kesildiği zamanı da gördük.); “Al zamanda adamdardın arasında çıkkınçılar köp bolgon, bir közü bir közünö coo mezgil ele.” -O-A. (O dönemlerde insanlar arasında hainler çoktu, kimse birbirine güvenmezdi.)

bir közü ekinçi közünö coo (БИР КӨЗҮ ЭКИНЧИ КӨЗҮНӨ ЖОО) [bir gözü ikinci gözüne düşman] bk. bir közü bir közünö coo.

bir közünön kan, bir közünön caş al- (БИР КӨЗҮНӨН КАН, БИР КӨЗҮНӨН ЖАШ АЛ-) [bir gözünden kan, bir gözünden yaş almak] Ağır ceza vermek, anasını ağlatmak: “Uulunun uurulugun karmagan enesi anın bir közünön kan, bir közünön caş aldı.” -O-A. (Oğlunun hırsızlık yaptığını öğrenen annesi, onu çok ağır cezalandırdı.)

bir kubarıp, bir bozor- (БИР КУБАРЫП, БИР БОЗОР-) [bir ağarıp bir bozarmak] bk. bir bozorup, bir kızar-.

bir künçö körünbö- (БИР КҮНЧӨ КӨРҮНБӨ-) [bir gün kadar görünmemek] Sıkıntılar unutulmak, rahatlamak: “Kuruluştar bütüp ketse, kıynalganıbız bir künçö körünböyt.” -KA4. (İnşaatlar biterse, sıkıntılarımız unutulur, rahatlarız.)

bir moyun (БИР МОЮН) [bir boyun] Boynu kısa: “Eerdin moyunu kıska bolso, bir moyun adamday körünüp kalat.” -AA3. (Eyerin kaşı kısa olsa, boynu kısa kişi gibi görünür.)

bir nokotu cetpeyt (БИР НОКОТУ ЖЕТПЕЙТ) [bir nohutu yetmez (eksik)] bk. bir şarigi cetpeyt.

bir ookum (БИР ООКУМ) [bir müddet] Bir müddet, bir süre, belli bir zaman: “Ataganat, til bütsö silerge bir ookumga!” -K-K1. (Keşke konuşabilseydiniz bir müddet!)

bir ooz (БИР ООЗ) [tek ağız] Biraz, bir iki, birkaç (söz, laf): “Bir ooz aytar sözüm bar.” -BF. (Diyecek birkaç sözüm var.); “Eñ bolbogondo apama bir ooz aytayın.” -KA1. (Hiç olmazsa anneme bir iki kelimeyle söyleyeyim.)

bir ooz bol- (БИР ООЗ БОЛ-) [tek ağız(lı) olmak] 1. Birlikte olmak, beraberlik içinde olmak, birbirini desteklemek: “Baarıñ bir ooz bolsoñor / Coo batıngıs köpsüñör.-Mendirman. (Hep birlikte olursanız / Düşmanın cesaret edemediği toplumsunuz.) 2. Bir araya gelmek, anlaşmak, aynı görüşü savunmak: “Ekööbüz baarı bir bir ooz bolo albaybız.” -ÇA1. (İkimiz zaten anlaşamayız.)

bir oozdon (БИР ООЗДОН) [bir ağızdan] 1. Hep bir ağızdan, hep beraber: `Aytmatovdun özbek adabiyatı menen madaniyatına tiygizgen taasiri zor` – dep bir oozdon aytışkan ele.” -AA5. (“Aytmatov’un Özbek edebiyatı ve kültürüne büyük etkisi var.” diye hep bir ağızdan söylemişlerdi.) 2. Oy birliğiyle: “Bir oozdon kabıl aluu.” (Oy birliği ile kabul etmek.)

bir oozduu (БИР ООЗДУУ) [tek ağızlı] 1. Birlikte olan, beraberlik içinde olan, birbirini destekleyen. 2. Bir araya gelen, anlaşan, aynı görüşü savunan.

bir pasta (БИР ПАСТА) [bir anda] Hemen, çabucak, kısa zaman içinde: `Bir pasta kelip kal` – dep telefon çaldı.” ( Hemen geliver!diye telefon etti.)

bir sırduu (БИР СЫРДУУ) [tek sırlı] Ağırbaşlı, sakin: “Aytolkunga küyöösünün bir sırduu ekendigi cagat.” -KTS. (Aytolkun, eşinin ağır başlılığını seviyor.)

bir sözdüü (БИР СӨЗДҮҮ) [tek sözlü] Dürüst, gerçeği söyleyen, güvenilir: “Bir sözdüü cigit eken, aga işenseñ bolot.” -O-A. (Dürüst bir gençmiş, ona güvenebilirsin.)

bir şarigi cetpeyt (БИР ШАРИГИ ЖЕТПЕЙТ) [bir bilyesi yetmez (eksik)] Geri zekâlı: “Senin bir şarigiñ cetpeyt okşoyt, uşunday da iş kılabı?” (Geri zekâlı mısın sen, böyle de iş yapar mı insan?)

bir şoykondun içinen çık- (БИР ШОЙКОНДУН ИЧИНЕН ЧЫК-) [bir sorunun içinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.

bir taman col (БИР ТАМАН ЖОЛ) [bir taban yol] Patika, çığır, keçi yolu: “Andan da kızıgı, tömön karay bir taman col ketiptir.” -AT2. (Daha ilginç olan şey, aşağıya doğru bir patika gidiyormuş.)

bir tıyınça körbö- (БИР ТЫЙЫНЧА КӨРБӨ-) [bir kuruş kadar görünmemek] Bir kuruşluk değer göstermemek, önemsememek, değer vermemek, göz ardı etmek,: “Bizdin kılgan araketibizdi, alar bir tıyınça da körüşkön cok.” -O-A. (Bizim gösterdiğimiz çabalara bir kuruşluk değer vermediler.)

На страницу:
12 из 16