bannerbanner
Şafak Sancısı
Şafak Sancısı

Полная версия

Şafak Sancısı

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
7 из 7

Şahanov: Elbette öyle. Momışulı ender bulunan insanlardandır. Kendisi ne kadar “Askeriyede de, yazarlık hayatımda da albay olarak kaldım” diye tevazu gösterse de bence eski SSCB’de Bavırcan Momışulı gibi hem mutlu, hem trajik hayat sürenler parmakla sayılacak kadar azdır. Bavırcan hakkında, yazar Azilhan Nurşayıhov’un “Hakikat ve Efsane” adlı güzel bir kitabı da var. İşte o eserde Vatan Savaşı (Rus-Alman Savaşı kastediliyor) sırasında cesareti ve dehası dillere destan olan B. Momışulı’nın üç defa SSCB Kahramanı [(SSCB’de en yüksek unvan (Ç.N.)] derecesine aday olduğu, fakat bir kere dahi bu unvanın ona verilmediği, Askerî Akademiden mezun olduktan sonra generallere hocalık yaptığı, ama yine de Albaylıktan yüksek rütbeye geçirilmemesi ile ilgili çok ilginç olaylar anlatılıyor.

Sizin yazar arkadaşlarınızdan Tahavi Ahtanov’un, Bauken’in defin merasiminde söylediği, “O, standart devirde standartsız yaşadı” ifadesi,bugün halk arasında çok kullanılan bir tabirdir.

Bavırcan, gerçekten de Sovyet sisteminin standart kalıbına sığmayan, kendi zevkine göre yaşayan birisidir. Hakikati dobra dobra söylemesi ve aşırı cesareti onu rütbeden, makamdan alıkoydu.

Barış zamanı şöyle dursun, savaş esnasında bile haksızlıklar çok olmuştur. Komutanlığındaki askerlerle 272 defa savaş meydanına girerek, hepsinde galip olan B. Momışulı’nın vatan uğrunda verdiği bu emeğin, vatan savaşı tarihinin en parlak zaferleri olduğu bir gerçektir. Hatta bazı yabancı ülkelerin askeri okullarında B. Momışulı tekniği ve tecrübesinin ayrı bir ders olarak konulması çok şey ifade ediyor.

Aytmatov: A. Bek’in meşhur Volokolam Şosesi adlı kitabını okumuş ve Bavırcan’ı sevmiştim. Bavırcan, cesareti ve kahramanlığıyla bir kaç neslin medar-ı iftiharı oldu. Ben, onun gibi kahramanın bizimle aynı devri paylaştığını düşündükçe hayrete kapılıyordum. Çünkü öylelerini ancak masallarda kalmış gibi düşünüyordum.

Aradan yıllar geçince, Lenin Ödülünü aldığımda Bavırcan’ın bana telgraf çekerek tebrik edeceğini, Moskova’da, Almatı’da defalarca görüşüp muhabbet edeceğimizi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Bir gün Arbat’ta karşılaştığımda kahraman büyüğümüz bana;

– “Cengiz, benim hakkımda halk arasında 120 vagon dedikodu dolaşıyor. Onlardan bir vagonu gerçektir, kalan 119’u yalan. Fidel Kastro’nun özel misafiri olarak Küba’ya gittiğimde gencecik esmer güzeli bir kız yanıma gelerek,

“Sayın Albayım, sizin hakkınızda çok okudum. Çocukluğumdan beri size aşığım. İsterseniz karınız olayım. Beni beraberinizde götürür müsünüz?” dedi.

Şaşırdım doğrusu. Ama kız oralı olmadı, nazlanarak yaklaştı bana. Ben de dedim ki:

“Güzel kız, Kazaklarda “Kız iken her şey güzeldir, kötü kadın nereden çıkar?” diye bir söz vardır. Dolayısıyla sen benim huyumu suyumu bilmediğin için böyle konuşuyorsun. Bilseydin bunları söylemezdin…”

O zaman “Beni al” diye kendisi isteyen kızcağızı nikahlayıp getirseymişim, benim hakkımdaki dedikodu miktarı 200 vagonu da aşardı…

Bayağı bir gülmüştük.

Şahanov: Bavırcan’ın Şımkent’e bir seferini hatırlıyorum. O zamanlar ülke genelinde yayın yapan “Lenincil Jas” (Lenincil Genç) gazetesinin Şımkent vilayeti sorumlu muhabiri idim. En ufak bir yeniliği kaçırmayan, canla başla kendini işine adayan, 22-23 yaşlarında bir gençtim. Bir gün gazetenin editörü, sizin kardeşiniz Şerhan Murtaza telefon açtı.

– “Bavırcan Momışulı Sarıağaç sanatoryumunda dinlenmek için yola çıkacak. Yarın Şımkent’te trenden inecek. Valiliktekilere haber ver, ıssız bir yere gitmiş gibi olmasın. Karşılamaya bizzat sen de git, gerekenleri yapın” dedi.

Ben hemen bu önemli haberi vilayet Parti Komitesi Başkanı Süleyman Zadin’e telefonla bildirdim. Süken bunu duyunca biraz sessiz kaldı, neden sonra;

– “Muhtar,” dedi bana.

– “Kahraman Ağamız geçen sene kalabalığın içinde bana kızmıştı. Ben karşılamaya gitmeyeyim. “Acil işleri vardı, bir ilçeye gitti,” dersin. Ama konuştuklarımız aramızda kalsın. Valiliğin arabasını veriyorum. Bir de şehirdeki Bavırcan’ın okuduğu Sıpatayev okulu müdürüne telefon aç, benim selamımı söyle. Öğrenciler çiçek demetleri ile istasyona gitsinler. Gerisini de sen halledersin” dedi.

Beklenmedik bir anda büyük bir sorumluluk aldığımdan dolayı ben heyecanlanmaya başladım. Küçük bir anormallik hissederse hiç bir şeyden çekinmeden karşısındakinin yüzüne vuran kahraman Bavırcan’ın huyu, herkesin malumuydu. Hatta meşhur yazar Aleksandır Bek’e bile Volokolam Şosesi’ni yazacağı zaman “Tek kelime uyduracak olursan parmağını kesirim!” diyen Bavırcan’dan herkesin çekindiği de bir gerçekti.

Zafer Bayramı arefesinde bir muhabire Bavırcan ile röportaj yapması söylendiğinde, “Bavırcan’a göndereceğinize kafesteki aslanın sırtını okşamaya göndermeniz daha kolaydır benim için. N’olursunuz başkası gitsin, ben bu işin altından kalkamayacağım” deyip gazete müdürüne adeta yalvardığına da şahit olmuştum.

Halk arasında çok anlatılan bir hikâyeyi de nakledeyim:

O zamanlar yazarların diğer meslek sahiplerine kıyasla maddi durumları iyi sayılırdı. Orta halli bir yazar bile, iki yılda bir basılan kitabı için aldığı telif hakkına bir araba satın alabilirdi. Hükümetin onlara tanıdığı bazı haklar da cabası. Bavırcan’ın da arabası vardı. Ama pek kullanmıyormuş. “Bavırcan bir yere gideceği zaman, Almatı vilayet Parti Komitesi Başkanı olan ve edebiyat ve kültür sahasında hizmet edenleri ayrıca destekleyen Asanbay Askarov’a telefon açar, ondan araba ister, onunla gidip gelirmiş,” diye duyardık.

Her sene komşu ülkelerden araba satın almak isteyenler -bu detayları bildikleri için- yazarlar kuruluna gelirlerdi.

Aslında bu pazarlamacılar, “nasıl olsa yazar milleti hesap-kitaptan pek anlamıyor, dolayısıyla arabalarını ucuza verir, süsleyip tekrar pahalıya satar; kolayından para kazanırız” diye düşünürlerdi.

Bu işe kendini adayan hilekarlardan biri birgün Yazarlar Kuruluna gelerek, oradakileri rahatsız eder. Ondan kurtulmak için yazarlardan birisi der ki: “Ben Bavırcan’ın arabasını satacağını duydum. Gidip bir konuşun. Nabzını yoklayabilirseniz -kendisi çok cömert birisi- bedavaya da alırsınız belki.”

Bavırcan bu sırada kahvaltısını yapmış, gazetelere bakıyormuş. Kapının zili çalmış, iki tüccar içeriye girmiş. Millî geleneklere bağlılığıyla da tanınmış misafirperver Bavırcan, gelenek gereği gelenleri başköşeye oturttuktan sonra;

– “Hatun, yemek hazırla,” diye mutfağa seslenmiş.

Gelen misafirler esas maksatlarını belirtmek için mırıldanmaya başladığında, Kahraman Bavırcan:

– “Susunuz!”

“Kazak geleneğine göre gelen misafir, nasibi olan yemeği yiyip bitirene kadar niçin geldiğini açıklamaz,” demiş, emreder bir tonda.

Çay, arkasından da kocaman bir tabakla beşparmak getirilmiş. Yemek yenilip, sofra kaldırıldıktan sonra ev sahibi misafirlerine bakarak;

– “Şimdi sıra sizde. İsteklerinizi açıkça iletmenize müsaade,” deyip sigarasını yakmış.

İzin verildiğini duyunca, sabahtan beri itinayla ağırlanmakta olan konuklardan biri oturduğu yerden kalkarak;

– “Arabanızı satıyormuşsunuz. Zaten hiç binmediğinizi söylediler. Bize satar mısınız? Almaya kararlıyız” demiş çekine çekine.

Hayatında bir şey satmayı, pazarlık yapmayı düşünmek şöyle dursun, öyle şeyleri ar sayan mert adam bu lafı duyunca bıyıkları diken diken olmuş. Yerinden fırlarcasına kalktığı gibi yazı masasının çekmecesinden tabancasını çıkartıp;

– “Kalkın yerinizden!” diye olanca sesiyle bağırmış. Gelen kişiler neye uğradıklarını şaşırarak emri yerine getirmişler.

– “Yatınız!” demiş Bavırcan.

İki misafir canlarını dişine takarak, Momışulı’nın “Kalk! yat!” emrine uyarak 40-50 defa yorulup terleyene kadar devam etmişler.

– “Arkanızı dönün!” demiş neden sonra Bavırcan.

– “Hadi marş! Arabamı size satacağıma, kendi elimle yakarım daha iyi.”

Evet, Bavırcan ile alakalı bunun gibi birçok olayı önceden duyduğum için, öğrencilerle birlikte istasyonda bu kahramanı karşılamaya büyük olarak tek başıma çıkmaktan çekindim doğrusu.

Güney Kazakistan’da Narbay adında bir şair yaşamıştı. Çok değişik yapıya sahip bir insandı. Yazdıklarını sonuna kadar okumak, büyük bir sabır isterdi. Son birkaç harfini kafiyelendirir, oturduğu yerden girift manzumeler yazardı. Biraz da, canının istediğine göre davranmayı severdi. Millet onun huyunu bildiği için mi yoksa yaşının büyüklüğüne karşı saygıdan dolayı mı bilemem, bizim güneyde gerçekleştirilen tüm sosyokültürel faaliyetlerin yanı başında hep Narbay aksakalı görürdük.

“Bavırcan’la uzaktan akrabayız. Yaşının küçüklüğünden dolayı, beni gördüğü yerde el pençe divan durur,” diye konuştuğunu çok duymuştum. Sıkıştığım anda işte, o Narbay’ı hatırladım. Kendisine telefon açıp hal hatır sorduktan sonra;

– “Ağa, siz Bavırcan Momışulı’nı biliyorsunuz değil mi?” diye sordum.

– “Ne demek istiyorsun sen? Tanıyor musunuz da ne demek? O, benim kardeşim. Bir dediğimi iki etmez,” diye cevap verdi kızarak.

O zaman, “Bavırcan yarın Almatı-Moskova hızlı treniyle geliyor. Karşılamaya beraber gidelim. Ben arabayla size uğrarım,” dedim. Ahizeyi yerine koyunca üzerimden ağır bir yükün kalktığını hissedir gibi oldum. Ne de olsa zararı olmaz, çünkü Bavken büyüklere saygı duyar. Artı, uzaktan akraba olması da bir avantaj. Tabii Nabay aksakalın, Bavırcan’ın bir dediğini iki etmeyeceğini söylemesinin biraz abartma olduğu belliydi.

Ertesi gün Naken’i evinden alıp tren istasyonuna gittik. Birkaç öğrencisiyle birlikte Sıpatayev Okulunun müdür yardımcısı Cumakul Sarsenov, bizden önce gelmiş. Beklediğimiz tren de tam vaktinde geldi. Bavırcan indi. İki genç asker Bavırcan’in iki valizini indirdi. “Büyük ihtimal tatil gezisine çıkan askerlerdir” diye tahmin ettim.

Adet gereği, yaşının büyük olması hasebiyle, ilk önce Nar-bay aksakal gitti Bavırcan’in yanına. İkisi selam kelam edince gerçekten de iyi tanıştıklarını anladım. Sonra, müdür muavini Sarsenov selamlaştı. Çocuklar da getirdikleri çiçekleri Bavırcan’a sundular. Ben de selam verir vermez valizlerini kaldırmaya çalıştım. O sırada Narbay şair;

– “Bavırcan, gelini de getirseydin,” dedi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Gürlemek demektir. Burada ‘gürleyerek akan’ su manasında. (Ç.N.)

2

Şike: Kazakçada büyüklere hitap ederken saygı ifadesi olarak muhatabın adının ilk hecesine ka. ke. ba eklenerek söylenir. (Ç. N.)

3

Yedi ata: Kazak ve Kırgızlarda yedi göbek geçmeden evlenmeme geleneği vardır. Dolayısıyla çocuklar küçük yaştan itibaren yedinci dedesine kadar ezbere bilirler. (Ç. N.)

4

Tuajat: Altıncı kuşak torun.

5

Jurejat: Yedinci kuşak torun.

6

Aygır: Atın erkeği.

7

Jilkışı: Ata bakan, atçılıkla uğraşan. Kazak ve kırgızlar büyük kayınlarına “Kaa-ynağa” (kayın ağa) derler. (Ç. N.)

8

Tirşeke: Zayıf, bir deri bir kemik manasında.

9

Nehirbay

10

Kurtbay

11

Bıçakbay

12

Bileğibay

13

Sarkıramam: Çağlayan demektir, buradaki manası da çağlayarak, akan su.

14

Kışırdama: Kamış demektir.

15

Meleme: Koyun.

16

Uluma: Kurt.

17

Kesme: Bıçak.

18

Herhangibir menfaat beklemeksizin birinin işine ortaklaşa yardım etmek, imece.

19

Özel olarak seçilmiş at etinden hazırlanana sucuk. (Ç. N.)

20

Lor peynirinden, süzmeden, çeşitli şekiller verilerek kurutulan yiyecek türü (kurut).

21

Apa: Ana

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
7 из 7