
Полная версия
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat
Türk ulusunun büyüklerinden biri olan İsmail Bozkurt’un yaratıcılık faaliyetini üç yönden tavsif etmek mümkün. İsmail Bey iyi bir teşkilatçı – organizatör, kabiliyetli yazar, ünlü bilim adamı.
İsmail Bozkurt’u Üniversite Profesöru, uluslararası – Avrupa, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar v.b. – ve mahalli sempozyumlarda manadar bildiriler sunan bilim adamı olarak tanıyoruz. Onun bildirileri sempozyum konusunu en iyi şekilde aydınlatan nutuklardan olduğu kanısındayım.
Organizatörlık tarafına gelince: Hala 24 yaşındayken Türk Mukavemet Teşkilatının Geçitkale–Boğaziçi bölgesinde mücahit komutanlığını yapmış, “Mücahit” gazetesini yayımlamış, sonra bir kaç dönem milletvekili olarak görev yapmış, Parlamento Başkanı, Turizm ve Kültür Bakanı, Yazarlar Birliği, KIBATEK Başkanı olmuş, Türk ülkelerinin değerli dergilerinden biri “Turnalar”ı devamlı yayımlamış, KKTC Cumhurbaşkankığına aday olmuş, ilmi sempozyumlar organize etmiş vs. Bu bir kısa liste, ama onun altında nekadar emekler, eziyetler, kıvançlar var – bunları sadece kendisi değil, İsmail Bey’in yakınları, dostlarımız çok iyi bilirler.
İsmail Bozkurt kuvvetli bir kalem sahibıdır. Hayata bakışı açısından insanı anlamak için bir de onun yazdıklarına dıkkat etmelidir. Kitabı her kes kendi düşüncesine, zevkine göre okuyor. Biri eğlence için, biri vakit geçirmek için, hatta uyumak için okuyanlar da vardır. Ama aslında edebiyat – hayat dersliğidir. Yazarın yarattığı güzellikten behrement olmak, ortaya koyduğu gayelerden ilhamlanmak, yazarın görüşlerini oğrenip onu anlamak, sanatından zevk almak için okumak en iyisidir. Şimdi bu görüşten yola çıkarak, İsmail Bozkurt roman ve hikayelerinin manaları, millet için önemli tarafları üzerinde duracağız.
İsmail Bey’i ben ilk önce kitablarından tanımış, başkalardan duymuştum. Özbekistana ilk geldiğinde bize görüşmek nasıp olmadı, o vakitta ben safarda idim. Daha sonraları İsmail Bey’in sayesinde Kıbrıs’a gelmek nasip oldu ve o gün bu gün biz dostuz. Nefakat dostuz, ayni zamanda icadi meslektaşlığımız da vardır. Ben onun “Mangal” romanını ve bir kaç öykülerini Özbek Türkçesine çevirdim, ilk önce gazete ve dergilerde, sonra kitap olarak yayımladım. İsmail Bozkurt’u Özbekistandaki kardeşleri tanıdılar ve eserleri ün kazandı.
Yazarın hayatı çetinlikler içinde, gençlik ve yiğitlik dönemleri Kıbrıs Türkünün var olma mücadelesiyle geçti ve bu onun eserlerinde yankısını bulmuştur. Hayat vaka/hadiseleri yazarı derin düşündiren, içten heyacanlandıran bir vakitta onda kendi hissiyatlarını okurla paylaşmak ihtiyaçı – niyet uyanır. Ama edebiyatta eser yaratabilmek için sadece niyet kafi değil, bu niyet poetik fikire dönüşmesi lazim, o zaman eser değer kazanır. İsmail Bozkurdun eserlerini okurken, o edebiyatın bu en mühim talepine uyduğunu görüyorum.
Yurt sevgisi, vatan aşkı, vatanperverlik, insandaki en güzel, onu büyüten sıfatlardandır. Özbekler, “Anavatan’ın varsa, benizin saman olmaz” der.Yurtseverlik, kendi yurduna ve milletine sevgi hisleriyle dolu olmak kadar, evrenseldir, beynelmileldir.
Edebiyatta ulusal karakterin, tiplerin en güzel özelliği; yurtseverliği tarihi devre, koşullara bağlı olarak tasvir edilmeleridir.Vatan, millet refahı yolundaki mücadeleyi, en insancıl ideallerin zaferi için mücadeleden farklı telakki etmek mümkün değildir.Genel olarak dünya ve özel olarak Türk edebiyatındeki güzel eserlerin olumlu kahramanları vatanperver; vatan, millet özgürlüğü, refahı, hak hukuku için mücadele veren kişilerdir. İsmail Bozkurt’un romanlarındeki bir çok olumlu kahramanlar da vatan, millet yolunda mücadele veren tiplerdir. Yazarın “Bir Gecede” ve “Mangal” romanlarının, bu açıdan ayırdedici bir özelliği vardır. Mezkur romanlarda çeşitli konular anlatılıyor.
Edebiyatta neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı ve tasvir edilen vaka/hadiselerden anlam çıkarabilmek önemlidir. Bu anlam, milletin hayırlı iyi niyetleri, maksatlarıyla uygunsa, eser toplumsal değer kazanır. “Edebi eserler sadece sanatsal açıdan değil,onunla beraber ve ya daha da aşırı derecede toplumsal ilerlemeye ve ya hiç olmazsa edebi ilerilemeye gösteren etkisine göre değer kazanırlar.” (N.G.Çernişevski; Tanlangan Edebi Tenkidi Makaleler, T.,1956, s. 116)
İsmail Bozkurt, kendi eserleriyle Kıbrıs Türk Toplumu’nun da, edebiyatının da ilerlemesine büyük katkıda bulunan bir yazardır. Kıbrıs Türkü’nün hayatını, milli mücadelesini renkli ve güçlü sanat araçlarıyla ifade etmek, İsmail Bozkurt’un sanatsal yaratıcılığının temelidir. Kıbrısta geçen tarihi olaylar,Türklerin can-mal bakımından tehlike altında kalmaları, zulme karşı milli mücadelesi, yazarın yaratıcılığına değişik bir biçimde yansımıştır.
“Bir Gecede” ve “Mangal” romanlarında, Kıbrıs Türkü’nün özgürlüğü, selameti yolunda yaşanan acılar, sevdalar, yurtseverlik duyguları, milli mücadele; başkişiler (Turgut, Mustafa ve başka tipler) vasıtasıyla ortaya çıkarılmıştır. Onlar vatanın hürlüğü için savaşçı, vatanperver tipler olarak canlandırılmıştır.
Turgut, mukavemet hareketinin, dağ köyü Lefkara’daki lideri olarak tüm köylü Türkler’i savunmak, hemşehrilerinin selameti, huzuru yolunda, canını vermeye hazır kahraman olduğuna inanılır detaylar ve vakalarla gerçekçi olarak tasvir edilmiştir. Zaten vatanı sevmek imandan olduğu gibi, onu korumak, onun için mücadele vermek de imandandır. Turgut da, Mustafa da imanlı insanlardır. Vatan, millet menfaatını kendi çıkarlarından üstün tutuyorlar.
Mustafa’nın babası Osman (“Mangal”) ise, sözde milliyetçi, yurtsever; gerçekte korkak, bencil, paraya tapınan, nefisi amarenin kölesi olan bir şahıstır. Arkadaşları Erenköy’e cepheye çıkarken, o geride kalıyor, sonuçta ise (her halde paranın gücüyle) milletvekili, bakan oluyor.
Hayat öyle! Kalıplara sığmaz: Birisi zahmet çekip meyve yetiştirir, ama meyveyi o değil başkası yer.
Osman, oğlunu da kendisi gibi yetiştirmek, askerlikten kaçırmak ister. Mustafayı okutmaktan asıl amacı da bu!
“Savaş tehlikesi varken askerliğe koşmak, hele hele askerliği er olarak yapmak deliliktir be!” diyor o. Bereket, Mustafa, babasının tam tersi! Delikanlı babasına şöyle yanıt veriyor:
“‘Ben bu deliliği yapacağım baba!’“ Osman daha da kızdı.“‘Bunu yaparsan seni reddederim ulan! Evlatlıktan çıkarırım. Zırnık vermem sana.’ ” “Mustafa, Osman’ın bu sözleri ile çoktandır taşıdığı düşünceyi dışa vurabileceği olanağı yakaladı: “’Senin gibi bir babanın oğlu olmaktansa, olmamağı yeğlerim. İstediğini yap.’”(İsmail Bozkurt; Mangal, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa,1995, Sayfa 107)
Askerlik hizmeti, her vatandaşın, vatan, millet önündeki mukaddes borcudur. Özellikle savaş zamanında ve ya savaş tehlikesi varken, askerlik yapmak çok önemlidir. Kimin kim, neyin ne olduğu o gün belli olur. Osman tipine benzer tipler Özbek ve başka halkların edebiyatlarında da var. Dünyaca meşhur Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov’un “Yüzme Yüz” romanındeki İsmail, tanınmış Özbek yazarı Seid Ehmed’in “Ufuk” romanındeki Tursunbay, meşhur Rus yazarı Valentin Rasputin’in “Yaşa Ve Unutma” romanındeki Andrey Guskovlar, vatanı değil, kendi canını düşünüp cepheden kaçıyorlar.
Onlar da, “Mangal”deki Osman gibi bencil ve korkak şahıslar. Bu illetler onların kalbindeki tüm insani duyguları mahfediyor, inkiraza sürüklüyor. Şuna göre de Osman, Tursunbay, İsmail ve Andreyler, sadece vatana değil, insanlığa aykırı, affedilmez suç işleyen rezil kişiler olarak gözüküyor. “Bir Gecede” romanında; fiili, huyu, kısmeti değişik tiplerin münasebetleri, çatışmaları tasvir edilerek, milli hayatın dönüm noktası aydınlaştırılmıştır.
Milletinin selameti, hürlüğü, hak hukuku için mücadele, yurtseverlik, Turgut’ta derin iç ihtiyaçtır. Bu, Turgut karakterinin ana sıfatıdır. Turgut, bu sıfatıyla başka millet kişilerine yakın ve anlaşılırdır.
Kendi yurdunu, milletini sevmenin ırkçılık, milli darkafalılıkla hiç bir ilgisi yoktur. Zaten kendi vatanını, milletini sevmeyen insan, başka milletlere de saygı duymaz. Buna göre de vatanperverliği, milli duyguyu evrensellik ve beynelmilelciliğe karşı saymak yanlış iştir.
Turgut karakterinin beynelmilelcilik kökü, ulusalcılık pınarından su içiyor. Kahramanın bu sıfatı, onun toplumsal faaliyetinde de, aile münasebetlerinde de göze çarpar. Yazar, çeşit çeşit detaylar, vakalar, çatışmalar, diyaloglar kullanarak, Turgut’un iç dünyasını, ruhiyatını giderek meydana çıkarır.
“TMT onun yaşam biçimi olmuştu. Bereket, karısı Aliye anlayışlı bir kadındı. Köyde yaşayan Türkler’in tüm sorumluluğu ona aitti…Omuzunda büyük bir yük taşıdığının giderek daha çok ayrımına varıyordu. Bundan sonra ne olacağını kestirmek zor değildi. Kimbilir kaç insan ölecek, kaç yuva yıkılacak, ne açılar çekilecekti.” (İsmail Bozkurt; Bir Gecede, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005, Sayfa 16).
Turgut’un mukavemet teşkilatı üyeleri Osman, Mustafa Öğretmen, genç Acar; karısı Aliye, para kölesi Ramadan, Rum Muhtarı, Belediye Başkanı ve başkaları ile ilişkileri ve çatışmaları; onun cesaretli, kararlı, sağlam ve tedbirli kişi olduğunu aydınlığa çıkarır. Rum yetkililer, Turgut başta olmak üzere, köyün ileri gelenlerini çağırıp, köyden izinsiz çıkmamak, tüm ihtiyaçlarını peşin parayla Rumlar’dan sağlamak, en kötüsü silahları teslim etmek koşullarını ortaya koyarlar.
“Odada zaten buz gibi bir hava vardı. Bu son koşul, ortamı daha da soğuttu. Buna karşın Turgut güldü: “’Yani teslim olmamızı ve ölüm fermanımızı imzalamamızı istiyorsunuz?’” “’Nasıl istiyorsunuz öyle yorumlayabilirsiniz.’” (Sayfa 94)… “Sorun TMT silahlarında idi. Onları teslim etmek demek, intihar etmek gibi bir şey olurdu. Hem tümü ile savunmasız kalırlar, hem de üstlerine hesap veremezdi” (Sayfa 95).
Önce, tutsak durumdan kurtulup çıkmak için Turgut, tedbir düşünür ve “düşünmek ve karar vermek” için birkaç gün süre vermelerini talep eder. Ancak yarın akşama kadar süre alabilir. Köydekiler fırsatı kaçırmadan, savaşmadan, can kaybetmeden bir gecede güvenli yere, Geçitkale’ye göç eder.
İnsanın, atalarının yıllardır yaşadığı toprakları, malını, eşyasını, tüm varlığını geride bırakıp gitmesi çok büyük acı, musibet. Ama roman kötümser değil, iyimser olarak sona erir:
“Güneş epeyce yükselmişti. Gün ağarırken yola düşenler, o saatta Geçitkale’ye ulaşmaya başlamıştı.” (Sayfa 170).
Güneş, ışık olumlu, geleceğe inanç simgesi olduğu gibi, Geçitkale de güvenlik, hürlük, saadet semboludur.
“Bir Gecede”, “Mangal” romanları, sanat yönünden de dikkat çekiyor: Tipler canlı insan gibi tasvir edilmiş, onların iç dünyası meydana çıkarılmıştır. İsmail Bozkurt, çeşit detayları, edebi araçları kullanarak, kahramanların ruhiyatı, iç dünyasını aydınlaştırmış. Tiplerin ruhiyatındeki nitel değişimlere gerçek vakalar neden olarak gösterilmiştir. Acar, cesur, yurtsever; Necmi, arkadaşları can pazarında iken cıranın koynunda; Ramadan, her şeyden parayı hoş gören kimse vs. Paraya tapınan Ramadan, zaruret içinde yaşayan, yoksul kişileri küçümser, hor görür. Bu onun Turgut’u da, Acar’ı da küçümsemesinin nedenidir. Para köleleri için milli mücadelenin bir kuruşluk değeri yok. “Bana ne?” der o (Sayfa 78). Ramadan ne pahasına olsa olsun kendi işini bitirmeği düşünen bir alçaktır: “Yüzsuyu döksem belki de işim olacaktı”, diye yerinir” (Sayfa 79).
İsmail Bozkurt; Turgut, Acar, Gülsüm (“Bir Gecede”), Mustafa (“Mangal”) tipleri vasıtasıyla Türk ulusal karekterindeki olumlu, güzel tarafları; Ramadan (“Bir Gecede”), Osman (“Mangal”) tiplerinde ise milletin ilerilemesine engel olan kusur, eksiklikleri aydınlaştırmıştır.
Ulusal karakter, donup kalan bir şey değil. Her zaman değişim, yenileşme, gelişme yolundaki bir fenomen; belli bir sosyal, iktisadi, tarihi devrin ürünüdür. Hal ve şartlar, durumun değişmesi, ulusal karakterin de değişmesine neden olur ve giderek zamanın ruhuna, milli menfaatlara aykırı sıfatlardan kurtulur, yeni, ilerici sıfatlar gelişir. Ulusal karakterin diyalektiği böyledir. İsmail Bozkurt, karakter oluştururken bu koşulu hesaba katmış, tiplerin çelişikliği nedenlerini ortaya çıkarmıştır.
“Mangal” romanı genelde bir aşkı, bir sevdayı anlatır. “Bir Gecede”de Acar ve Gülsüm’ün sevdası dikkat çekiyor. Bu konuda Ali Nesim Bey iyi demiş: “Roman olsun da içinde aşk yaşanmasın olur muydu?… İsmail Bozkurt da romanını bir güzel aşk öyküsüyle bezemiştir. İster savaş olsun, ister barış, aşk ve aşk acıları, yaşamın tuzu biberidir. Onsuz yaşam olamaz.” (Ali Nesim; “İsmail Bozkurt’un ‘Bir Gecede’ Romanını Okurken”, “Turnalar”, 2005, Sayı 20,Sayfa 7).
Edebi eserde, aşkı şöyle böyle tasvir etmek kafi değil. Aşk tasvirinden de anlam, mana çıkarabilmek gerekir. Acar-Gülsüm, Mustafa-Afife aşklarını tasvir vasıtasıyla yazar, insanın doğal, kalbinin duygularına göre hür yaşaması gerekçesini meydana çıkarmıştır. Acar-Gülsüm-Ramadan (“Bir Gecede”), Afife-Mustafa-Osman (“Mangal”) ilişkilerinin tasviri, bu asıl manayı aydınlaştırır.
Gülsüm de, Mustafa da aile, aşk meselesini kalblerinin emrine göre halletmeyi düşünüyor. Ama babaları bunu kabul etmiyor. Gülsüm’ün hürlük, kalp isteğini boğan ortamı terk ederek mutluluğa kavuşması mümkündür. Kız da bu yolu seçer. Aşk çizgisiyle ortaya çıkarılan bu mana, romanın ana konusunu, Lefkara köyündeki insanların cebir, zulüm, horluktan kurtulmak, saadete erişmek için toprağını terk etme vakasını daha da kuvvetlendirir.
Yazar, her iki konu tasviri vasıtasıyla insanın hürriyeti, hakları, istekleri-iradesine saygıda bulunmak lazım olduğunu vurgulamaktadır. “Bir Gecede” ve “Mangal” romanlarında hümanizmin canlandırıcı gücü, yazarın işbu ülküyü savunmasında, Acar, Gülsüm ve Mustafaların zaferinde göze çarpmaktadır.
İsmail Bozkurt Turgut (“Bir Gecede”) ve Mustafa (“Mangal”) tipleri vasıtasıyla vatan kısmeti, milli mücadelede milletin manevi ruhi birliği ne kadar önemli oldugunu, insanın barış, huzur, hür yaşamasından da büyük nimet yokluğunu sanat yoluyla göstermiştir.
“Bir Gecede” ve “Mangal” romanları, okurda vatan, yurtseverlik duygusunu daha da derinleştirir.
Romanlar, Kıbrıs Türk insanını, Kıbrıs dramını daha da derin anlatıyor.
“Bir Gecede” romanı savaşa nefret uyandırır. Veysel Dikmen’in dediği gibi: “İsmail Bozkurt “Bir Gecede” romanıyla, diğer romanlarında olduğu gibi bir kez daha evrenselliği yakalıyor: Günümüz düzyazısının barışa ve halkların kardeşliğine ne kadar çok ihtiyacı oldugunu haykırarcasına” anlatıyor.
İsmail Bozkurt hikayelerinde hayat olaylarından insan, millet için önemli hulasalar çırarıyor. “İnternetim” hikayesi çok basit bir iş – susmuş ev telefonunu onarmak için çekilen eziyetler hakkındadır. Öykü kahramanı arızalı ev telefonunu onarmak için üç ay oraya buraya – önce arıza servisine, müdüre, sonra müsteşara koşturur, ama Bakan emir vermeden iş bitmez. “Görüyorsun”, dedim karıma, “yarım saatlik işmiş”. Düşünceye daldım. Bu kadar basit bir işti madem, niye üç ay bekletildim ve niye ille de tepedeki Bakan emir vermeden olmadı bu iş?… Ne ölçüye, ne tartıya geldi. “Boşver,”dedim kendime ve dışarı çıkmaktan vazgeçerek bilgisayyarımın başına geçip internet bağlantısı yaptım”. Evvela, hatta epeyce tanınmış adam kendi hakkını korumak için niye bu kadar eziyet çekiyor? O zaman sıradan bir insanın başına neler gelebilir? İş başındakilerin halktan uzak olması, mesuliyetsizliği, namunasıp şahısların göreve getirilmesinin sonuçu ne olur? Bu suallar – düşündürücü.
Görüyoruz ki, kahraman basıt bir iş için ona aziyet çektiren dünyadan ümidini keserek, güzel bildiği dünyaya – internete yüz çevirir. Öykünün asıl anlamı şurada: yaşadığı ortamdan, dünyasından insanların havesi kırılmaması gerekir, bunun için her bir kişi, ilk önce devlet adamları mesul. Binayenaleyh, devletin yöneticileri iş başina helal, görevine munasıp kişileri tayin etmeleri gerekir ki, iş yürütmek de kolay olsun, halkın sevgisini de kazansınlar. Zaten, görev sorumluluktur, yükünü mesuliyetli, helal profesyönel kişi taşısın.
“Kutsal Mülkiyet Hakkı”, “Haciz” öykülerinde de insanların kismetine lakayt görevliler, savsaklamak tenkit edilmiştir.
“Kuzu Tüccarları” ve “Hacıpavlo’nun Okulu ve Rüzgara Çare” hikayelerini yaratmakta İsmail Bozkurt’a milletvekili tecrübesi yararlı olmuştur. Tabii, İsmail Bey kendini halktan ayırdetmeyen, fedakar milletvekillerini de, tesadüfi, kendi çıkarından başkasını düşünmeyen şahısları da görmüştür. İkinci öyküde seçimi kazanıncaya kadar halka çuval çuval vaadlar verip kandıran yalancılar, birincisinda ise halkın arzu umitlerinden uzak milletvekilleri ifşa edilir.
“İngiliz Kuralcılığı” hikayesinda Türk toplumsal karakterinin milli menfaatlara aykırı sıfatları kaleme alınmıştır. Görünürde yazar İngilizlerin kuralcılığını hiciv etmiş gibi, ama hikayenin esas anlamı başkadır. Bu anlam sonuçta bellı olur. Hikaye başkişisinin sözlerine dikkat edin: “Arkadaşımla gülüşürüz hep! Gülüşürüz, gülüşürüz ama ülkemizdeki kuralsızlığı, daha doğrusu kuralların duruma ve kişiye göre uygulanmasını anımsadıkça, İngiliz kuralcılığı hoşumuza da gitmiyor değil”. Nekadar tanıdık bir manzara. Bu tüm Türk ülkelerinde o ve ya bu derecede yaşamakta olan ve yok edilmesi gereken bir illet. Kanun üstünlüğü temin edilmedikçe suiistimallara yol açıktır.
İsmail Bozkurt edebiyatın çeşit türlerinde kendini deneyen ve başarılı olan bir yazardır. Dostumu 2011 yılında meşhür Evliya Çelebinin talebesi, yani seyahatçı olarak keşfettim. O kendini edebiyatın “gezi türü”nü da güzel yazabilecek yazar olarak gösterdi – 756 sahfalık “Kuzey Kıbrıs Seyahatnamesi”ni Ankaranın “Bengü” yayınlarında bastırdı. Türk dünyasının başka tanınmış yazar ve teşkilatçıları – Yakup Deliömeroğlu ile Ali Akbaş ona bu seyahatnameyı yazma önerisinde bulunmuşlar, İsmail Bey önce tereddüt etmiş, ama sonra kabul etmiş. Zaten kendisinin dediği gibi, İsmail Bey’in yaşamı “böyle bir seyahatname için “biçilmiş kaftan”dı. Ücra bir köyünde doğduğum Kıbrıs’ı, yaşamım süresince dolaşıp durmuştum”. Yazar, Evliya Çeledi gibi, gördüklerini ve duyduklarını ustalıkla yazmıştır. O Kuzey Kıbrıs şehir, kasaba, köylerinin tarihi ve kültürel zenginlikleri, fiziksel özellikleri, tabiatı, ekonomisi, yöneticileri ve ünlü kişileri, örf adetler hakkında ilgi çekici bir şekilde yazmayı başarmıştır. Ager bu kitapı Kuzey Kıbrıs Ansiklopedisi desek hiç mubalağa olmıyor.
İsmail Bey’in çok çalişma yeteneğine, trudogolikliğine ben daim hayretlenmişimdir. Bunun kökleri nerede acaba, diye düşünüyorum. Halka bir şeyler vermek isteği çok önemlidir. Ama aile ortamı, muhitinin yeri ve rolü de vardır tabii. Ayakta durabilmesi, bin çeşit çetinlikleri yenebilmesinde aile ortamı, güzel, anlayışlı Yenge Rahme Hanım’ın destegi onun en önemli, inançlı direği olmuştur. Hayatta anlayışlı ömür yoldaşının varolması – çok büyük nimetdir. Bir görüştüğümüzde Yenge Hanım’a espri olarak “İsmail ağa sizin bir nimet olduğunuzu biliyor mu?” diye sordum. “Biliyor, biliyor, ama aslında İsmail Bey’in kendisi benim için büyük nimettir” demişti.
Bu sözleri daha da geniş kapsamda kullanarak diyebilirimki, İsmail Bozkurt sadece ailesi, dostları veya hatta Kıbrıs için değil, belki Çin seddinden Adriatik denizine kadar tüm Türk dünyası için büyük nimettir. İsmail Bey’in teşkilatçılık faaliyeti da, yazar, bilim adamı olarak Türk dünyasına ettiği hizmetleri da bu hulasa için yeterli esas olabilir.
TARİH GERÇEKLİĞİ VE BEDİİ GERÇEKLİK
Ana Yurdun aman olsa, rengin de saman olmaz, der halkımız. Hakikaten, ana toprak şefkati, Vatan aşkı, vatanperverlik insanın en güzel ve onu yücelten faziletlerden biridir. Vatan sevdası, vatanperverlik, milletseverlik hissi birbirine sımsıkı bağlı olduğu gibi, kendi ülkesine, halkına olan sevgi duygusu da ulusalcılıkla birbirine sımsıkı bağlıdır. Edebiyatta yaratılan karakterlerin güzel özellikleri, öncelikle işte bu büyük duyguların ifadesiyle aydınlanır. Zira Vatan, yurdun istiklali, revnakı için mücadele etmek en hümanist, ulusal ideallerin kazanması için mücadele etmekten ayrı tasavvur edilemez. Dünya edebiyatında yaratılan en iyi eserlerin olumlu kahramanlarına da vatanperverlik, Vatanı sevmek, onu yüceltmek gibi duygu ve özellikler hasdır. Vatanı sevmek imandan olduğu gibi onun bağımsızlığı için savaşmak, mücadele etmek ve onu korumak da imandandır. Ünlü yazar Yavuz Bahadıroğlu’nun birçok eseri, özellikle “Buhara Yanıyor”, “Elveda Buhara”, “Malazgirt’te Bir Cuma Sabahı”, “Selahddin Eyyubi” gibi romanları kahramanları için de vatan duygusundan daha yüce, daha değerli duygu yoktur. Romanların kahramanları Celaleddin Harezmşah, Timur Melik, Sarı Lağot, Sultan Alpaslan, Abdurrahman Bey, onun oğlu Tekin, Sultan Selahaddin, Osman ve Bilal’e özgü bu yüce özelliği tarihi döneme, belli bir duruma bağlayıp gerçekçilikle tasvir etmesi yazarın edebi başarısıdır.
Tarihi roman yazan edip karakter yaratırken bedii dokulardan yararlanmanın yanı sıra kaleme aldığı dönemin olay ve hadiselerinin silsilesini, o dönemde yaşayan belli başlı tarihi şahsiyetlerin faaliyetlerini tasvir ederken gerçekliklerden kaçınmaması gerekir. Burada yazardan tarihi hakikatle bedii hakikat arasında bir uyum bulup öyle yansıtması, tasvirden bugün ve gelecek gün için önemli anlamlar çıkarması talep edilir. Tarihi romanlar, eserler halk ruhunu yükseltmeye hizmet etmesi lazım. Yavuz Bahadıroğlu bu görevin üstesinden gelmiştir. O roman kahramanlarının kaderi tasviri vasıtasıyla vatanın bağımsızlığı, el yurdun huzuru için savaşta manevi ve ruhsal birliğin ne kadar önemli olduğunu, azimli ve kararlı, itikatlı, bir tek gayeye inanan ve gerçek bir yol göstericinin etrafında birleşen insanların nelere kadir olduğunu gösterebilmiştir.
“Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” romanlarının merkezinde Sultan Celaleddin Harezmşah yer almıştır. Romanlarda Celaleddin kendi ruhi dünyasına, kendi görüşlerine sahip insan olarak betimlenmiştir. Celaleddin’in büyük komandan, devlat adamı olarak siyasi faaliyeti, aynı zamanda bir insan olarak duyguları, ruhi alami gerçek tasvir edilmiştir. Celaleddin karakterindeki değişimler tarihi hadiselere uygun olarak tasvirlenmiştir. Yazar Mengüberdi şahsiyetiyle onun zamanı vaka hadiseleri arasındaki bağlılığı doğru teşhir etmiştir. O günün realitesi ile kahramanın hareketleri, düşünceleri arasındaki uymazlık, ziddiyet giderek derinleşir ve sonuçta kahramanı halekete götürdüğü gerçek tasvirlenmiştir.
Vatan, millet hürlüğünü korumak duyğusu, mesuliyet hissi kahramanı faal harekete yönlendirir, ama şah hanedanına mansup kişiler, özellikle babaannesi Türkan Hatun, küçük kardeşlerinin, saraydaki bazı yüksek görevliler, komutanların burnunun uçudan uzagı göremediği, bilhassa vatan ve millet kismetini değil, kendi çıkarlarını düşünüşü, ihaneti, aşağılığı Celaleddin Harezmşah’a, devlete zarar verdi. Rezaletlere dolu hayatı değiştirmek için amansız mücadelede Celaleddin eşitsiz iradesi ve cesaretine rağman kaybetti. Bunun sonuçları nelere getirdiği besbellidir: ülke özgürlüğünü kaybetti, tüm Türk ve İslam dünyası Moğol istibdatı altında kaldı, terakki yüz yıllar geriye gitti.
Yazar Celaleddin mücadelesi ve mağlubiyetini edebi yönden betimlemenin öyle bir yolunu bulmuş ki, kahramanın ölümünden kati nazar, vatanperverlik, iman, özgürlük duyğuları okur kalbine derin yerleşir ve o bu faciadan gerekir hulasalar çıkarır.
Yavuz Bahadıroğlu romanda Timur Melik, Cengizhan, Hacib Ali gibi tarihi şahısların canlı karekterlerini yaratmıştır. Cengizhan’ın gaddar, mekkar ve vehşiliği inanarlı manzaralarda açığa vurulmuştur. Aynı zamanda yazar Cengizhan’ın tedbirli, bilikli ve kurnaz başkan ve komutan olduğunu da göstermeyi dikketten kaçırmamıştır.
Edip tarihi gerçeği edebi gerçek haline getirmenin doğru yolınu bulmuştur. Ama bununla birlikte, tarihi vaka hadiseler, olgular, yer ve mekan tasvirinde bazı yanlışlıklar da vardır. Mesela, “Elveda Buhara” romanında Celaleddin Türk dünyasının ünlü alimi Kaşkarlı Mahmud’u kabul ettiği tasvirlenmiştir. Halbuki, Kaşkarlı Mahmud Celaleddin’den yüz elli yıl öncesi yaşamıştır. Onun “Divani Lüğat et Türk” eseri 1072 yılda yazılmıştır. Burada yazar Celaleddin’i ilm hamisi olarak betimlemiştir. Bu tarihi gerçektir. Nesevi’nin kaydıne göre, Sultan vaktinin çok darlığına rağman alimlerle görüşmüş, onları desteklemiştir. Membelerde Muhammed binni Kays “Tibyan Lüğat et Türki Ala Lisan el Kanglı” eserini bitirdikten sonra Celaleddin’e hadiye ettiği yazılmıştır. Türk misiki nazariyesi hakkında bize malum en kadim ve en mükemmel eser – “Şerefiye” de Safiüddün tarafından o zamanda yazılmıştır.
Romanda Celaleddin Kandahar’dan Gazne’ye gelirken, bir gürcü ordusu ile karşı karşıya geldiği yazılmıştır. Bu da tarihi gerçeğe uymıyor. Çunki Celaleddin’in gürcülerle ilk müharebesi 1226 yılından sonra Kafkaz’da olmuştur.
Pervan muharebesinden sonra ordunun parçalanmasına neden olan hadise iki tarihi şahıs – Amin Melik ve Seyfeddin İğrak arasında vuku bulmuştur. Eserde ise bu hadise Sarı Lağot’la Seyteddin arasında vuku bulur. Sultanın küçük kardeşi Gıyaseddin de uydurma tip Melik Nüsret’i değil, İsfahan şihnesi İbn Harmil’i öldürmüştür. Alaaddin Keykubad huzuruna gönderilen elçinin ismi de Tahir İbn Omer değil, belki Müciriddin Tahir olmuştur. Yine, Alaüddin Harezmşah huzuruna Cengizhan’dan gelen elçi Mahmud Yalavaç, Semerkand valisinin ismi Torğayhan değil, Tağayhan idi.