Полная версия
Çağdaş Hakas Edebiyatı
İşte o günden sonra annemle bana hayatın ağırlığı çöktü. O günden beri bizim annemle gidecek yerimiz yok. Yakın Ağanın yanında çalışıp yaşadık. Ağa, beni bu çiftliğe mal otlatmaya getirdi. Şimdi annem nasıl çalışıp acı çekiyordur.”
Aydo’nun böyle dillenip konuşması Çabus’un yufka yüreğini yakıyordu. Onun bütün benliğinde, onların gücüyle mutluluk içinde yaşayanları sevmediğinin göstergesiyle konuşuyordu. Aydo, ona başka şeyler de anlatıp kendi gönlünü açmayı istiyordu. O kişi, kendi gideceği yere acele etmemiş olsaydı.
Adam, doru atın kolanını yeniden bağlayıp konuştu:
“Bize de bir gün sıra gelir ya… .”Dizginini toplayıp ata atladı.
“Haydi, hoşça kal yavrum. Sağlıcakla kal. Ben yılkıları gidip bulayım.” deyip atını koşturdu.
Aydo, vedalaşıp içinden ayrılmaktan hoşlanmadığını seslenmiş fakat bu kendinde bir düşünce olarak kalmıştı.
Doru at, gem halkası şıngırdayıp, sarkık kuyruğu yayılıp, aşağıya doğru yönelip tırıs gitmişti. Sarı elbiseli yılkı çobanı at üstünde büyük bir beşikte gibi sallanarak uzaklaşmıştı.
Aydo, yine ak ovanın ortasında tek başına kalmıştı.
“Ay-ay, alçaklar, kara kurtlar!” diye koyunlara var gücüyle bağırdı.
Ak otlu ak ovada, geçitli dağlarda Aydo’nun gitmediği yer kalmamıştı. Oradaki hendeklerin, çukurların hepsini bilirdi. Onun Çohırah’ı da nerede tarla faresi, sıçan çok varsa orayı iyi biliyordu.
Sabahın seherinden akşamın karanlığına böyle uzaklara giderek çalışmak Aydo’ya çok sıkıcı geliyor fakat sıkıcı da olsa başka gidecek yeri yoktu.
Bugün Aydo malla birlikte çok erken ovaya çıktı. Onu kır başlı Kamat ihtiyar, tan atmadan önce uyandırdı. Aydo, bir şeyler atıştırarak malla birlikte yazıya geldi. Onu Kamat ihtiyar, uykusunu alıncaya kadar uyutuyordu fakat Yakın Ağa, Kamat ihtiyarı gür sesiyle küfrederek azarlamıştı:
“Sen yaşlı köpek, yediğinle de kalmıyorsun, malı geç çıkarttırıp erken getirtiyorsun. O kuru karınlıyı da içeri sokup uyutuyorsun!”
Artık Kamat ihtiyar, Yakın Ağa’nın kendisini beslemeyeceğinden korkarak Aydo’yu erkenden kaldırıyordu.
Yakın Ağa buraya, çiftliğine, sık sık gelir. Yorga giden bora atına binip gelerek buradaki ikisini tehdit eder dururdu:
“Siz köpekler, malınıza iyi bakmayıp koyunu oraya buraya kaçırırsanız o zaman düşünün başınıza ne getireceğimi. Ben sizi güzelce dövüp atarım dışarıya!”
Aydo, yumuşak otlu bir yer seçip, kötü elbisesini yere serip, dönerek yattı. Çohırah onun yanında uzandı. Güzel günün sıcaklığı ve çayır kuşlarının ötüşleri Aydo’yu uyutacak ninni gibi geliyordu. Aydo’nun gözleri kendiliğinden kapanıyor, uyuklayarak kara yere kaplanıyordu. Düşünde Aydo, annesini görüyordu. Onun annesi yepyeni ipek bir elbise giyip sırtına ipek bir palto alıp evinde yemek hazırlıyordu. Masaya güzel yemekler koyup Aydo’nun karnını doyurmak için annesi acele ediyordu. Aydo, kendisi de yeni bir elbise giymiş, masa başında saygın bir misafir gibi oturup yemek yiyerek doyuyordu. Aydo içinden; Yakın, bana malını otlattığım için parayı devamlı verdi, şimdi biz annemle birlikte mutluluk içinde yaşıyoruz diye düşünüp seviniyordu.
Böyle az mı çok mu zaman geçtikten sonra, çok uzaklardan Çohırah’ın kısık sesini işitti. Aydo aniden uyanıverdi. Rüyasına aldanıp oraya buraya bakındı.Ortada ne annesi vardı, ne güzel elbiseler ne de yemekler. Eskiyip yırtılmış, kirle kaplanmış keten gömleği üzerinde duruyordu.
Aydo, gözlerini silip etrafına bakıp dururken, Yakın’ın yorga bora atının koşturarak geldiğini gördü. Yakın, at üstünde eğri oturmuş. Çohırah, onu görerek ona karşı koşup havlıyordu. Yorga bora atlı Yakın, çok geçmeden Aydo’nun yanına ulaştı. Aydo, onun yüzünde kötü, soğuk, sevgisiz bir tavır gördü.
“Nerededir senin malların?” Yakın, bir gözünü kısarak atının üzerinden Aydo’ya baktı.
Aydo oraya buraya bakındı fakat onun koyunları uzaktaki geçidin arkasını aşmış. Yüreği çarpıp cevap verecek söz bulamıyor, gözlerini oraya buraya döndürüyordu.
“Neye bakıp duruyorsun? Ben seni, uyutmak için mi besleyip giydiriyorum?” Yine kötü, ayınınki gibi sesi işitildi. O ses bitmeden Aydo’nun başının üstünde bir kayış vızıldadı. Aydo, ilk vuruşun acısına dayanamayıp, yere yalpalayarak düşüp, oradan kötü elbisesini sürükleyerek koşmaya başladı. Çaresiz Aydo oğlanın acı sesi yayılıp, at üstünde iyice vahşileşen Yakın’dan kurtulamayarak koştu. Onun acınacak, yal-varışlı sesi bazen duyuluyor bazen kayboluyordu.
“Bir daha böyle uyumam, vurma bana! Hatta hiç uyumam. Bırak malların hepsini toplayıp getireyim.” diye yalvarıyordu. İçinden Yakın’ı hemen yok etmek geliyordu. Fakat on yaşındaki Aydo’nun yalvarmasına katı yürekli Yakın aldırmadan vuruyor vuruyordu. Kayış kamçı gibi defalarca aynı yere denk geliyordu.
“Siz böyle eğitilmezseniz sizinle başa çıkılmaz nankör köpekler!” diye gürlüyordu Yakın.
O sırada Çohırah, Aydo’nun bağırıp çağırması karşısında Aydo’yu korumak istercesine Yakın’a hırlıyor havlıyor, onunla birlikte dönüyordu. Yakın Ağa:
“Köpek köpeğe yardım mı ediyor? Ben şimdi ikinizi de gebertmez miyim?” diyerek dizini sıkıştırıp iki üzengi üzerinde durup Çohırah’a kamçıyla vuruyordu.
Aydo o sırada, arkasına bakarak acı veren kamçıdan kurtulmak için dağın yamacınca koştu.Yakın’ın tacizine Çohırah daha da kızıp sinirlenmişti. Sırtının tüyü, domuz kılı gibi dikleşmiş çok geçmeden Çohırah, keskin dişlerini çıkarıp bora atın burnuna seğirmişti. Bora at burnunu genişletip, kişneyip şaha kalkmıştı. Ot yığını büyüklüğündeki Yakın, at üstünden tutunamayarak at kaburgasına doğru düşmüş, bir ayağı üzengiden sıyrılıp başıyla yere uzanmıştı.
Yorga bora at, iki kulaklarını dikleştirerek şaha kalkıp koşmaya başlamıştı. Yakın, bir ayağını üzengiden çıkarama-yara, post gibi, sürüklenmişti.
“Tpru tpru tpru! Suyt! Suyt, melun! Suyt!” Yakın’ın sesi oraya buraya yayılıyordu. Çohırah, Yakın Ağayı yakalamış elbiselerini parçalamaya başlamıştır. Yakın’ın üzengideki ayağının çizmesi sıyrılıp çıkmış olmasaydı canlı kalması şüpheliydi. Aklını kaybedip yerde elbisesi başına bürünen kişiyi, Çohırah yeniden kalın budundan kapmıştı. Pahalı diktirdiği çizgili kara elbisesinin sol yanı çizme koncuna kadar parçalanmıştı.
“Yoo yooo köpek dölü! Vahşi hayvan!” vücudunun ağrısına dayanamayıp, gözlerini yarı açıp bağırıyordu. Sonra iki eliyle yere dayanıp kalkmaya çalıştığında Çohırah seğirip kaba etinden yakalayıp yeniden çekip oturtuyordu.
Böyle bir müddet geçtikten sonra bir şekilde ayaküstünde durup, Çohırah’tan kurtularak bora atının ardından koşmuş, Çohırah d onu takip ederek kapıp durmuştu.
“Su-uyt, melun!., Su-uyt, şeytan!” diye bağırıp Yakın Ağa iki elini yana açıp durarak post gibi dönüp durmuştu. Kara yeri aradığında eline bir şey gelmiyor, yırtıcı köpekten ayrılıp bora atının ardınca yalpalayarak koşuyordu Yakın.
“Ben seni… Yanına varırım… Gösteririm!” diye bağırıp çağırıyordu. Orada o anda Çohırah, Aydo’nun gerçek yardımcısı olmuştu. Çohırah, Aydo’ya kendi babası, annesi gibi olmuştu. Çohırah, gerçek dost olmuştu.
Çohırah, Aydo’nun yanına koşup geldiğinde Aydo, hâlâ ağlıyordu. Elleri ayakları uyuşup, sırtının eti sızlayarak Aylah Dağı’nın üstüne güçlükle çıkmıştı. Dağın öbür yamacına baktığında, oradaki obalara, oymaklara koyunların dağılıp yürdüklerini gördü. Koyun sürüsünün arkasından gidemeyen boynuzsuz, kara aksak bir koyun iki kuzusunu yanına alarak tepe üzerine çıkmış otluyordu.
Aydo, bir müddet oturduğu yerden dağılan sürüye baktı. Gözlerini kirli yeniyle sildi. Ayağa kalktı. Çohırah, kuyruğunu salladı. Ikisi birlikte Yakın’a uzak olan karşı yamaca doğru uzanan ince bir yolda yürümeye başladılar.
Yeni Yerde
Sabah doğan gün ışığı akşam vakti alçalmış, batıda duran seyrek ağaçlı dağın başına saklanmıştı. Ova içindeki akşamın nemli havası serinleyip yayılmış, yukarı uçuşup neşeyle ötüşen çayır kuşları otların arasına girip susmuşlardı. Kara çizgili, geniş kanatlı baykuşlar yol kenarına konuverip sonra yeniden yukarı atılan paçavra gibi yalpalayıp uçuveriyorlardı.
İnce keçi yolu bitip tükeneceği yok gibi bazen sağa bazen sola doğru eğrilip devam ediyordu. Aydo şimdi, mal otlattığı bildik yerlerden çok uzaklardaydı. Keçi yolunda bilmediği yerlere doğru yanındaki yoldaşıyla ilerliyordu. Karnı acıkmış susamıştı. Karanlık bastırmış gün geceye dönmüştü. Karanlıkta daha fazla dayanamayıp Çohırah ile sırtsırta yatıp uyudu.
Gün ışığı üzerlerine düşüp de kuş sesleri uykularından uyandırınca ağrımıyan yerlerini ovarak ayağa kalktı. Uzaklara bakınca sevinçle hafif bir çığlık kopardı.”Haydi Çohırah, işte yeni yerimiz.”dedi. Çohırah, Aydo’ya kuyruğunu sallayıp kulaklarını kımıldattı.
Dört atı bir arabaya koşup, birbirinin arkasına bağlamış bir kişi onlara doğru geliyordu. Adam bunları uzaktan görünce elini güneşe siper yapıp dikkatlice baktı. Çocukla köpek yanına yaklaşınca kısık gözleri açıldı.
“Sana ne olmuş böyle,ay oğul?” diyerek gülümsedi. Aydo da daha dün sohbet ettiği Çabus’u hatırlayıp sevindi.
“Hiiç kaçtım.”dedi.
“Şimdi sen bana yardım da edersin, değil mi, ayoğul?”dedi adam. Aydo, Çohırah’a sarılarak başını salladı.
“Ama ben ot yüklemesini bilmem.”dedi.
“Senin adın neydi oğul?”
“Aydo. Bu da Çohırah.”
“Ben sana ot yükletmem, Aydocuk. Sen yüklenen otun üzerinde durursun.” diyerek öndeki atını harmanın yanına çekti. Ortaya temiz bir bez serip, üzerine getirdiği nevaleleri özenle dizdi.
“Peki, dururum.” dedi Aydo yiyeceklere bakarak. Adam, Çohırah’a bir parça ekmek attı. Çohırah, ekmeği havada kaptı.
Arabanın üstüne, ot büyük yabanın çatalında gelip hışırdayarak düşüyor. Aydo arabanın bazen önüne, bazen arkasına varıyor. Hiç acele etmiyor. Çohırah, gölgede kâh gözlerini açarak kâh kapayarak onların çıkardığı sesleri dinliyor.
NİKOLAY GEORGİYEVİÇ DOMOJAKOV
(1916-1976)
1916 yılında Hızıl Has (Kızıl Kaz) adlı köyde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1935 yılında teknik öğretmen okulunu bitirerek Ashıs (Askiz) bölgesindeki Üs Çul (Üçdere) köyünde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Kendini geliştirmek amacıyla; önce Abakan’daki iki yıllık Öğretmen Enstitüsünü, daha sonra Pedagoji Enstitüsünü bitirdi. Moskova’ya Asistan hazırlama kursuna katıldı. Kırklı yılların başında asistan olarak çalışmaya başlamış ve tezini savunarak filoloji bilimleri adayı olmuştur.
1944 yılında, Hakasya’da yeni açılan Dil, Edebiyat ve Tarih Bilimleri Enstitüsünün ilk müdürü olarak atanmıştır. Devam eden yıllarda Enstitüde öğrencilere Hakasça dersleri vermiştir. 1949 yılında öğretmen ve yazar Domojakov’un çalışmalarıyla SSCB’nin Yazarlar Birliğinin Hakasya bölümü açılmıştır. Bu bölümün ilk başkanı da Domojakov olmuştur. Domojakov burada birçok Hakas yazarının yetişmesini sağlamıştır.
1935 yılında, bölgenin Hızıl Aal (Kızıl Köy) adlı gazetesinde Kemge Sen Sıınçazın (Sen Kime Sığınıyorsun) adlı ilk şiiri basılmıştır. Domojakov’un şiir ve düz yazıları ardı ardına yayımlanmaya başlanmıştır. Şiirleri Moskova’da, Krasnoyarsk’ta Rusça; Kırgızcayla Frunze’de; Tuvacayla Kızıl’da; Ukrayna diliyle Kiev’de yayımlanmıştır.
“lrahhı Aalda” (Uzaktaki Köyde) adlı ilk Hakas Romanı Domojakov’un kaleminden çıkmıştır. Roman önce “İrtkennin Sorıptarı” (Geçmişin İzleri) adıyla uzun hikâye olarak yayımlanmıştır. Romanın ilk bölümleri bölgede çıkarılan “Hızıl Aal” adlı gazetede tefrika edilmiştir. Yazar eserini genişleterek romanlaştırmış ve “Hakasiya Ottarı” (Hakasya Ateşi) adlı edebiyat almanağında yayımlamıştır. 1960 yılında eser müstakil kitap olarak çıkarılan ilk Hakas romanı olarak basılmıştır.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.