bannerbanner
Ulus Olmak İstersek
Ulus Olmak İstersek

Полная версия

Ulus Olmak İstersek

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 8

1905 yılında gerçekleşen devrimden sonra çar ideologları, Rusya idaresi altındaki halklara eziyet etmenin yeni yolunu buldular. Onlar, emperyanın birliği ve ortodoks klisesine karşı çıktı, bahanesiyle Turancılık ve İslamcılık kavramlarını suçlamaya başladı. Karimullin’in kitabında bu olayla ilgili şöyle bir misale rastlanır. Rusya’nın Diyanet Departmanı tarafından Paris’te basılan “Musilmanin” dergisinde, İslamcılık ve Türkçilik kavramını kötülemenin çok kolay yolu kullanılıyordu. Bu derginin redaktörü, Rusya İmparatorluğu idaresi tarafından derginin başına getirilen gizli ajandı. O, derginin her sayısında Türk halkları ve müslümanları, bir olmaya ve mücadeleye “davet eden” makaleleri yayımlamıştır. Bu makaleler, emperya idarecilerinin, “Kafkas ve Orta Asya halkları arasında milliyetçilik hareketi hızla gelişiyor.” diye yaygara koparmasına ve Türk dilli halkların sosyal ve kültürel hayatta etkili rol oynayan aydınlarını, bilim adamlarını sürgün etme ve medresede okuyan şakirtlerin bağımsız düşünmesini, eğitim almasını engellemek için bulunmaz bir delildi. O zaman Türk dilli basınlarda eğitim konusunda, insan hakkları üzerine makaleler çok yayımlanıyordu. Ama gücü olan her zaman kazanıyor, emperyal ideologlar bağımlı halkların hakkını ezip geçmeye alışıktı.

Sovyet zamanında halklar dostluğu ve birliğini pekiştirme, halklar kültürünü geliştirme temelleri atıldı. Ama bu gelişmenin başarılı olmasına stalinizm şiddeti engel olmuştur. Toplum gelişimine engel olan dogmatik fikirler, toplum üzerinde kuvvetli bir şekilde yayılıyor, hiç kimse partinin belirlediği ideolojik çember dışına çıkamaz hale gelir, bu çizgi dışına çıkanlar da tasfiye ve cezalandırmaya maruz kalır, özellikle de “milliyetçilik” damgası trajik sonuçlara yol açmıştır. Kazak halkının üretici kısmı olan aydın, şair ve yazarlarına yapılan haksızlıklar hakkında yeni söylemeye başladık. Milli edebi kültürümüzdeki Ş. Kudayberdiyev, A. Baytursınov, M. Jumabayev, J. Aymauıtov gibi aydın zümrelerin edebi mirasını yarım asır sonra elimize alabildik. Manevi hayatın bütün sahasında yer alan zorluklar ve mihnetleri sayıp bitirmek mümkün değildir.

Bir zamanlar “milliyetçilikle” suçlanan aydınlarımızın zerre kadar suçu olmadığını, bunun uluslar kültürüne yapılan zülüm olduğunu halk yeni anladı. Kazak sovyet edebiyatını dünyaya tanıtan M. Auezov ömrü boyunca bu suçlamaya maruz kaldı. Halkın dili ve kültürünün gelişmesine engel olan dogmalar, halkın hafızasında saklıdır. Yazar, tarihi konuda yazı yazdığında “geçmişi medhediyor”, tarihi kahramanlar konusuna dokunduğunda ise “sınıfsal ölçüleri aştı”, diye tenkit ediliyordu. Tarihte kalan Rusya ile ilgili çelişkilerden bahsedildiğinde “halklar dostluğuna zararı dokunacak”, diye hemen örtbas edilirdi. Okullarda okutulan tarih aslında Rusya tarihi idi, başka halkların tarihi sadece Ruslarla olan irtibatlarından ibaretti. Tabii ki bunun gibi yolsuzluklar için tüm Rus halkını suçlamak doğru olmaz. Bunun sorumlusu, tarihi geçmişi ve bugünü bir ideolojik zincir altına sokan Stalin devri siyaseti idi. Kazaklar ve bir çok halkın asırlarca kullana geldiği arap alfabesinin “kullanıma elverişsiz ve yetersiz” sebebiyle değiştirilmesi, Stalin dönemindeki diktatörlüğün neticesidir. Arap alfabesinden sonra da latin alfabesine geçirilme, halkların tarihi ve manevi, kültür miraslarından ayrıldılar ve gelişme süreci doğal sürekli gidişini yitirdi. Komunizm döneminde bir dillilik ilkesi, azınlıkların milli kültürünü önemsememe ve yok etmeyi hedef almıştır. “Halk Liderinin” ağzından çıkan her söze inanan ve tapınan ulus, “eninde sonunda bir dili konuşacağız, ana dilimizde okup, yazma niye gerek”, diye düşünecek hale geldi. …

Ana dillerinde okulların kapatılması ve üniversitelerde Kazakça okutan fakültelerin yok denecek derecede az olması, Kazak dilinde ilmi terminolojinin olmaması, resmi evraklarda sadece Rusçanın kullanılması, kültür mirasın ihmali, milli kültürü geliştirme arzusunun yokluğu – bunların hepsi yukarıda belirttiğimiz “ilke” ve diktatörlük sistemden dolayı meydana gelen olaylardır. Halklar arasında nefrete sebep olan Stalin siyaseti, bir halkı yücelterek, ikinci birini de küçümseyerek ayırım yapmanın, tarih sayfalarını tersinden okutarak Rus halkını ululaştırmanın, buna karşı olanları halk düşmanı ilan etmenin halklar birliğinin damarını kesen hareketler olduğunu algılayamadı. Son zamanlarda bazı memleketlerde azınlık statüsünde yaşayan uluslar arasında meydana gelen çatışma yeniden yapılanma dönemi hatası değildir, sovyet dönemninden kalan eksikliklerdir.

Milli kültüre olan kayıtsız görüşün kaynağını bulmak da zor değildir. Yıllar boyunca öz halkının tarihinden iyi bir şey duymayan, dünyaya geldiğinden beri halkın sadece zayıf taraflarını işiten insan, közkaman olur. Bugün de aramızda “Kazak diline devlet statüsü lazım değildir” diyen kazakların mangurt şuurunda, işte bu yılların acı gerçeğinin izi vardır.

Stalinizm döneminde kalıplaşan yanlışlıkların biri de halkların geçmişteki kültür mirasını küçümsemek ve önemsiz saymaktır. Bu da Ekim devriminin önemini vurgulamanın bir yoluydu. “Kazakistan’da eski zamanlarda şehir olmadı”, anlayışı arkeolojinin gelişmesine engel oldu, bu bilim dalında biz başka komşu memleketlere göre çok arkadayız. Bin yıl kullandığımız arap alfabesini yok saydık ve utanmadan Kazak’larda eskiden yazı olmadı dedik. ......Devlet Başkanının “Kazaklar kütüphane kelimesini bile bilmiyordu”, gibisi keşiflerine de tanık olduk. “Devrime kadar halkın sadece 2% okuma yazma biliyordu”, diye yaygara yapıldı. Böyle nihilist görüş sayesinde Kazak tarihi ve kültürüne ilgili Arap, Fars, Türk, Çin, Rus dillerinde yazılan kaynakları yayımlamaya, araştırmaya cesaret edilmedi. Kazak tarihini bile XV asırdan başlattık. Öz kültürünü, tarihini, dilini küçümseyen kuşak yetişti. Bu sebepten de Kazak okullarının sayısı ve ana dilinde konuşanlar sayısı yok denecek derecede azaldı. Kazak dilini devletin resmi dili ilan etmek gibi doğal fikirler tartışıldı. Bu demektir ki Kazak dilinin kullanış sahası daraldı ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

IV

Araştırmacıların belirttiğine göre Orta Asya ve Kazakistan halklarının kendilerine ait öz edebiyatını XV asrdan başlatmak gerekiyor. X-XV asırlar arasında oluşan yazılı edebiyat aslında Türk halklarına ortak mirastır. Bu ortak hazinemizi araştırma, inceleme konusunda son 20 yıl içerisinde biraz çalışmalar yapıldı. Orhun Abideleri, “Oğuzname”, “Kısasü’l Enbiya”, “Muhabbetname”, “Kodeks Kumaniks”, “Hibatü’l Hakaik” v.s. gibi yadigarların metinleri yayımlandı ve üzerinde incelemeler yapıldı. Eski Edebiyat nushalarını inceleme meselelerini 50’li yılların başlarında bilim adamı, saygı değer professor B. Kenjebayev ilk olarak ortaya atmıştı. Ama maalesef, bu girişimi destekleyenler az oldu, çünkü eski Türk dilli yazılara şüpheyle bakıyorduk. Ama hayati, canlı bir fikir er ya da geç bir yolu bulur ya, bu fikri H. Suyinişaliyev, M. Joldasbekov, M Mağauin, A. Kıraubayeva, N. Kelimbetov, K. Ömiraliyev geliştirdi. Bu çalışmaların neticesinde N. Kelimbetov’un “Kazak Adebiyetinin Ejelgi Dauiri (Kazak Edebiyatının Eski Devri)” kitabı basıldı. Bu çalışmalar çok önemlidir, ama eski türk dilinde yazılan edebiyatı araştırmaya devam etmek boynumuzun borcudur. Eski yazılı edebiyat metinlerini yayınlamaya yeni başlıyoruz. Kazak edebiyatının, Türk uluslarının eski yazılı edebiyatı geleneğinin bir devamı olduğunu ispatlamak ayrı bir meseledir. Eski edebiyat araştırmalarının hızlanmasına engel olan şey onu anlayan, eski Türk dilini iyi bilen, arap, farsi dili uzmanlarının yetersizliğidir. Kültür mirasımızı, asil hazinemiz olarak yeniden kabul etmişiz, hazır uzmanlar nerden olsun? Hatta ilmi ortam içerisinde bu meseleye şüpheyle bakanlar hala da bulunmaktadır. Bunun da kökü taa geçmişe dayanıyor…

Doğu edebiyatına, özellikle de eski Türk edebiyatına olan olumsuz görüşlerin damarı çok derinlerdedir. Biz, son zamanlara kadar doğu edebiyatının, Kazak kültürünü besleyen güçlü kaynak olduğunu kabul etmedik. Klasik edebiyatımızın zirvesi olan Abay’n eserlerindeki doğu edebiyatının unsurlarını sadece sözde kabul ettik, onun yapısını araştırmadık. Aslına bakarsak eski Türk edebiyatı geleneği, devrime kadar oluşan edebiyatımıza olumlu etkilerde bulunmuştur. Ali Şir Nevai, Fizuli, Babur gibi fikir üreticilerini yetiştiren, tüm Yakın ve Orta Doğu’da en zengin edebiyatın biri olan Türk edebiyatının hazinesi bugüne kadar bizim için sırrına tam olarak eremediğimiz bir cevherdir. Buna çok pişman oluyoruz. Orta okullarda ve üniversitelerde eski edebiyat eserleri tam tanıtılmadığı için, edebi geleneğimizin kaynağının farkında değiliz. Bu arada doğu edebiyatını ve kültürünü küçümseyen, türlü derecedeki avrupamerkezli fikirlerin olumsuz etkisini söylemeden geçemeyiz. Biz bazen kendi aydınlarımızın eserlerini tam anlamak için doğunun ilmi ve kültür geleneğini bilmemiz gerektiğinin farkına varmıyoruz. Abay okuyan, talim alan Arap, Türk, Farsi edebiyatı ve felsefe tarihininden haberimiz olmadığı için, Abay’ın eserlerini tam olarak anlayamıyoruz. Şokan’ın, Abay’ın Avrupa kültürüne olan merakı yanlış anlaşılmıştır. Şokan’ın Orta Asya hakkındaki sadece olumsuz fikirleri hesaba alınarak, alimin eski Arap, Çin, Uygur, Farsi dilinde yazılan kaynakları orijinalinden faydalandığını görmezlikten geldi. Yani, bu tarafta da eski kültür yadigarları önemsenmez biçare haldeydi. Eski Türk edebiyatı eserlerini okumak ve ondan manevi güç almak, Kazaklar için edebi düşünce tarzının en eski örneklerini tanımaya götüren yoldur.

Elbette ki, eski Türki edebiyatı yadigarlarını günümüz okurlarının anlaması biraz zor olur. Asırlarca dil yapısında meydana gelen değişikleri hafife alamayız. O yüzden de eski yazılı edebiyat eserlerini Kazak diline aktarmak lazımdır. Fuzûlî ve Nevaî eserlerini orijinal nüshadan aktarmak bizim için büyük bir başarı olurdu. Onların sayesinde Turk edebiyatı, dünyaya adını duyurmuştur. Bu eserleri yaradanlar kendi zamanında dünyanın en ileri başarılarını .... Mesela Ali Şîr Nevaî eserleri Türk ve Farsi edebiyatının en güzel sintez örneğidir. İşte Nevaî’nin bu şaheserleri orijinal nüshadan değil, rusçadan kazakçaya çevirildi. Bunun ne demek olduğunu hepimiz anlıyoruz. Nevaî Türki dilinin otoritesi ve kaderi için mücadele etti ve türlü ilmi risaleler yazdı. Türk dilinin zengin imkanlarına güvenmeyerek Farsça’yı resmi dil konumuna getirmek isteyenlere Nevaî tüm gücüyle karşı çıktı. Aynı toprakları paylaştığımız uygur edebiyatını da yarım yamalak tanıdığımız ortadadır.

Sonuç olarak diyoruz ki, eski edebi mirasımızı tanımak ve öğrenmek için, o eserleri okuyp anlayabilecek uzmanlar yetiştirmemize bağlıdır. Ama bu konuda hala ağırdan alıyoruz. Ünlü alim V. V. Barthold, “Orta Asya halklarının eski tarihini araştırmak için Çince, orta asırlardaki halini anlamak için Arapça ve Farsça bilmek şarttır.” demiş. Öyleyse, bu dilleri iyi bilen uzmanlar yetiştirme meselesine hız vermemiz gerekir.

Eski devirdeki yazılı eserleri yayınlamak ve incelemek, dili, tarihi, kaderi de bir olan kardeş halkların kültür geleneğinin ortak yönlerini öğrenmeye temel olur ve kardeş halkların manevi bağını güçlendirir.

Bugüne kadar en çok araştırılan Kazak sovyet edebiyatı da yeni bir görüşle yorumlanmalıdır. 20-30’lı yıllardaki edebiyatın ideolojik ve yaratıcılık meselelerini araştırma konusunda planlar yapıldı ve inceleme işlevleri başlatıldı. Bu dönemde, eserleriyle tanınan, edebi süreç içerisinde önemli rol oynayan şair ve yazarlarımız çoktur. Bu eserleri yeniden yorumlamanın metodolojik temelini, kollektifleştirme ve sovyetleştirme dönemindeki siyasi ve içtimai durumun yönü ve sıfatı hakkında bugün varılan sonuçlar oluşturmalıdır. Günümüzde yayınlanan, 30’lı yıllarda halkın başına gelen trajik durumu, özel insana tapınma dönemindeki acımasız tasfiye siyasetini konu edinen yazıları değerlendirip, edebiyatın teşekkül süreci içerisinde inceleme, ayrı bir araştırma konusu olabilir. Cezaevi ve kolonyalarda suçsuz günahsız sürünenlerin hatıra yazıları veya eserleri ayrı bir araştırma konusudur. Kazak Sovyet edebiyatının belli eserleri ve devirlerini araştırma konusunda yeni adımlar atılmalı.0 “Kumaş namıyla bez de satılır” derler ya hani, işlediği konusu için övülen eserlere de tenkit gözüyle bakmak lazım. Zamanında bir yenilik olarak değerlendirilen bazı eserlerin seviyesi şimdiki bugünkü ölçütlerle göre bazen çok düşük çıkıyor. Yani, Kazak edebiyatının gelişme sürecini yeniden gözden geçirmek şarttır. Edebiyatın ölümsüz şaheserlerinin sayısı da bu tarihi elekten sonra ortaya çıkar. Sözümüm sonun da kısaca şunu söyleyebilirim ki, bundan sonra edebiyat tarihi, eski kitapların kopyası da, düzeltilmiş hali de olamaz. Bu yüzden de yeni edebiyat tarihini yazmadan önce, edebiyatın çeşitli dönemlerini, akımlarını, seçkin ürünlerini tahlil edecek monografiler ve tenkit makaleler bol bol yayımlanmalı, görüşler tartışılmalı ve de tetkik prenseplerinin belirlenmesi şarttır.

1989

Görev ve Borç

– Demokrasi prenseplerinin kitap basılımına etkisi nasıl?

– Edebiyat tanıtımı nedir?

– Ülkemizde yayınlanan kitapların konusu hakkında fikriniz? Konu çemberini genişletme hakkında fikrinizi alabilirmiyiz?

– Kitap tanıtımı, piyarı hakkında ne düşünüyorsunuz? Onu geliştirmek için neler yapılmalı?

– Kitap tanıtımında herhangi bir katkıda bulunuyor musunuz? Bu konuda nasıl yardımcı olabilirsiniz?

– “Kitap Jarşısı” dergisi hakkındaki görüşünüzü bildirir misiniz?

Edebiyatı zirveye çıkaran en adil yol, kitap basımında demokratik prensepler üzerinden yürümektir. Şu anda bu mesele konusunda benden çok yayımcılar objektif bilgi verebilir. Ben sahada şu anda olup bitenleri değil, olması gerekenden bahsetmek istiyorum. Çünkü, geçmişte kitap basımında yapılan hakksızlıklar hala içimizdeki sızıdır. Elyazıları plana almak, kitap kaderinin manevi kültüre acımayan, kızıl partinin kuklaları ve yaygaracıların elinde olduğunu acıyla hatırlıyoruz. Yetenekli yazarlarımıza yapılan zülümler saymakla bitmez. Ben şair, devlet adamı Oljas Süleymenov’un kitabını plandan çıkartarak, basılmasına engel olanları da biliyorum. Kazak S.S.R. Devlet Basın Komitesi başkanları, Oljas’ın kitabına karşı fikir yazdırmak için, elyazıyı Moskova eleştirmenlerine göndermişti. Çünkü, Kazakistan’ın beş yüz yazarı arasından Oljasa’ı yasaklayacak bir eleştirmen bulamamıştı. Halk arasında çok sevilen, yetenekli yazar A. Nurşayıkov’un “Ömir Örnekteri” adlı kitabının baskı sayısını kasten azaltarak, yazarın ekmeğiyle oynayanlar dar görüşlü, zavallılardır. Bu söylediklerim eski zamanda değil üç sene önce olan olaylardır.

Yazarlara farklı muamele yaparak yaratıcılık atmosferi bozanların eli bana da uzanmıştı. Benim 1985 yılında basılan “Zamana Sazı” adlı kitabım hakkındaki Kazakistan Komunist Partisi Merkez Komitesi İdeolojiden Sorumlu Sekreteri olan Z. Kamalidenov’un olumsuz fikirleri yüzünden, basılıma hazır olan kitabın sayfaları yırtılıp, tekrar yayına hazırlandı. Z. Kamalidenov, benim bir makalemdeki “Turar Rıskulov önder milliyetçimiz,” ifademi beğenmemiş. J. Jabaeyev hakkındaki makalemde “Ulu juz” kelimesi onu çok korkutmuş. İşte bunun gibi doğal, yerinde kullanılan kelimelere takılan, onu sayfadan sildirmek için tüm gücünü kullanan tutucu ideologları destekleyen yayıncılar, bu ifadelerin değiştirilmesini talep etti. Benim bu durumumdan faydalanan Devlet Basın Komitesi’nde çalışan M. Mamajanov ve “Jazuşı” Basımevi eski idarecileri 1987 yılında 60. yıldönümüm için hazırlanan kitabımı iki sene bekletti. O kitap 1989 yılının sonunda ancak yayınlandı. Z. Kamalidenov, ideoloji meselesinden sorumlu olduğu dönemlerde “tarihî kitaplar çok basılıyor” diye tarihî eserlerin basılımını azaltma talimatı vermesi utanç verici bir harekettir. Tarih sayfalarındaki çok derin problemler ve tarihî dönemler sorununu çözme aşamasında bunun gibi talimatlar, halkın bilincinin önüne konan büyük bir engeldir. Z. Kamalidenov yanlış talimatı için, Kazakistan Yazarlar Kurulu’nun 1987 mayıs ayında grerçekleşen toplantısında cezalandırıldı.... Allah’a şükürler olsun ki, şimdi toplum bunun gibi geri görüşlerden kurtulmaya başladı. Kitap yayın işlerinde demokratik prenseplerin yerleşmeye başladığı için kadere minettarız. Kazak halkının XX asır başlarında yaşayan Şakerim, Jusipbek, Mağjan, Mirjakıp gibi aydınlarının yetmiş yıl boyunca karanlıkta saklanan eserleri aydınlığa kavuştu. Kazak edebiyatının şaheserleri, onlarca destan yayına hazırlanıyor.

Yeniden yapılanma ve demokrasi siyaseti sanat kültürümüze yeni bir hayat verdi. Geçmişte dogmatik kavramlar “kapalı” konu, “açık” konu halka ezberletildi. Hayatın güneşli tarafını tasfir eden, hayatı değil, türlü talimatlar üzerine yazanlar seçkinler yerine kondu. Hayatın gerçeklerini, zıtlıklarını araştırarak, işçileri değil farklı karekteri açmaya çalışan yazarlarımızın acı hayatı hepimizin malumudur. Kazakistan edebiyatının zirve eseri “Abay Jolı” romanını yazan M. Auezov tenkitler ve eleştiriler altında kaldı. Kazak edebiyatına yeni konular, değişik kahramanlar, yaratıcı yeni konsepsiyonlar sunan İlyas Esenberlin’in düğme kadar eksiğini dağ gibi göstererek, yazara engel olmaya çalışanlar, işe yaramaz kıskanç insanlar değil de kimdir? Demokrasi olmayan yerde kötü niyetli insanların zülüm hareketleri cezasız kalır. O zaman geride kaldı. Bunun delili olarak “Jazuşı” basımevi tarafından yayınlanan “Şındık Dauısı (Gerçeğin Sesi)” kitabını öne sürebiliriz. Bu kitapta, bügüne kadar yayına yasaklı, sosyalizm gerçeğine zıt düşen eserler toplanmıştır. Mesela, J. Sızdıkov’un “Ali Karttın Angimesi” poemi 1921-22 yıllardaki kıtlığın korkunç gerçeklerini anlatıyor, Şahan Musin’in “Sönbegen Senim” adli şiirler kitabında stalin dönemi tasfiye siyasetinin kurbanı olan ve Kuzey Asya’ya sürülen, günahsız canların ortak sırrı, kederi sözkonusu oluyor. Bu insanların yaşadıkları ve hisleri “Atı öşsin sol bir jıldardın”, “Gasırıma”, “Kolıma zarı”, “Gulag”, Sibir şeri” gibi şiirlerde çok güzel tasfir edilmiştir. Şair Burkit Iskakov “Tas edennin ızgarı” adlı şir kitabında hapis hayatının acılı günlerini gözler önüne seriyor. Kazak Sovyet edebiyatında hapis hayatını konu edinen ilk şair B. Iskakov’tur. Kazak ünlü şairi Nurhan Ahmetbekov’un “Kulandam” adlı şiirinde 1932 yılındaki halkın başına gelen açlık felaketi anlatılıyor. Otızlı yılların başında Goloşekin gibi kalpsiz başkanların Kazak halkına uyguladığı baskılar, 1937 yılındaki tasfiye felaketi başka bir çok yazarlarımız tarafından işlenmektedir. Aksakalımız olan yazar Jayık Bekturov’un acı gerçeği anlatan belgesel yazıları, o devrin paha biçilmez kanıtlarıdır.

Jariyalılık dönemi sadece “yasak” konuları gündeme getirmedi, beraberinde tek taraflı fikirleri savunan, gerçekleri tersinden anlatan, baştan “ölü doğmuş” eserleri de ortaya çıkardı. En önemli, tanımlama sıfatına sahip dediğimiz tarihi kitapların bile belli bir derecede ideolojik pilan çizgisinden aşamadığını bugün görüyoruz. Bu kitaplarda, sömürgeci em-peryalar ve Kazak halkı arasındaki irtibat konusu ele alındığında sömürgecilik siyaseti objektif geçerlilik olarak gösterilir. Hatta, bazen şiddet kullananlar mevzu konusu olunca, hikayenin sonu bu hareketleri şiddeti kabul eden tarafın iyiliği için yapılan işmiş gibi, sonunu iyiye bağlayarak, bazı birilerinden af dilermiş gibi bitirilir. Tarihî olgular konusunda yarım veya tamamen yanlış fikirler böyle meydana geliyordu. Yeni dönem bunun gibi alışkanlık haline gelen korkaklığı azalttı ve gerçeği söyleme imkanı sağladı. K. Jumadilov’un “Tağdır” romanı buna örnektir. Romanda Rusya ve Çin idarecilerinin kazakların yurdu olan Altay- Tarbagatay topraklarını babalarından kalmış miras gibi, istediği biçimde kendi aralarında paylaştırarak iki emperya arasındaki sınırları belirlemesi, bu toprakların sahibi Kazaklar’ın ulusal menfaatlerini göz ardı etmesi gerçekçi bir şekilde anlatılmıştır. Okuyuculara ancak böyle eserler çok bilgi sağlar. Uzun tarihimizin gerçek özünü tanıtan, zamanın gizlediği nice mücadeleler ve hasreti tüm gerçekleriyle ortaya çıkarmanın zamanı geldi. Kazak halkının bağımsızlığını kaybetme sebeplerini biz hala sömürgecilik amaç güden belgeler ve arşivlerden arıyoruz. Halkın kalbinin köşesine titizlikle sakladığı düşünceleri ve hayalleri hesaba alınmadı.

Bugünlerde edebiyat sahasında eski dönem vaakaları uzun uzun değerlendiriliyor ve inceleniliyor. Bugüne kadar Kazak tarihi XV asırdan başlatılmıştı, bundan sonra bu kalıplaşmış dogmalar da ortadan kaldırılacak. Ulu topraklarda binlerce yıl yaşamış olan halkın tarihini, kendi amaçlarına göre fakir göstermenin sebebini halkımız daha bugün idrak etti. Kazak toprakları hiçbir zaman dünya medeniyetinden mahrum kalmamıştır. Bu gerçeği önce kendimiz kabul etmeliyiz, sonra da tüm dünyaya duyurmalıyız. Akademik Konrad’ın öne sürdüğü gibi Orta Asya medeniyetinden Kazaklar da kendi payını almıştır. Kazakistan’ın güney tarafının tarihî gelişme süreci Orta Asya ile bağlıdır. X asırda dünyaya bilim nurı saçan Al-Farabi’in bizim topraklarda dünyaya gelmesi bir tesadüf olamaz. Bunun gibi orta asırlarda matamatik, tıp, coğrafya bilim sahasında çok büyük keşiflerde bulunan Horezmî, Abu Ali ibn Sina, Birunî gibi ulemalar mirasına Orta Asya halklarıyla beraber Kazaklar da ortaktır. Bu manevi hazinelerimizi sadece sahiplenmek değil, anlamak ve araştırmak lazım. Bu yüzden de tarihî araştırma konusuna iltifat eden yazarlarımızı desteklemek şarttır. Edebiyat sahasında böyle bir eğilim gelişmektedir. Mesela K. Salğarin’in “Kömbe” adlı romanı takdire layık bir kitaptır.

Sovyet döneminin acı gerçeklerini konu edinen eserlerin sayısı büyümektedir. Onlardan biri de S. Elubayev’ın “Ak-boz Uy” romanıdır. Kazak halkının 1932 yılında başından geçirdiği açlığı anlatan bu kitap, ölümsüz eserler yanından yer aldı. Bu sırada K. Naymanbayev’ın “Otpen Oyun”, K Iskakov’un “Aksu Jer Jannatı”, M. Sundetov’un “Bes Konak”, O. Sarsenbayev’ın “Şamşırak” adlı eserleri takdire şayandır.

Sayısına bakılırsa Kazak dilinde basılan kitaplar da az değil. Ama o kitapların çoğu küçüktür ve baskı sayısı azdır. Son zamanlara kadar “kasa” planı için yabancı edebiyat eserlerini acayıp çok sayıda basmak adet olmuştu. Bu ana dilindeki kitapların baskı sayısını çok etkilemiştir. Bizim hedefimiz, çok sayıda kaliteli Kazakça kitaplar yayınlama olmalıdır. Bunun yolları da çoktur. Toplumdaki açıkça göze vuran ihtiyaçlar ve görevlerden bahsettmek istiyoruz.

İlk önce okuyucuyu eğiten, düşünce tarzını geliştiren kaliteli kitaplar yayınlamamız gerek. Şimdiki okuyucu konu açısından olsun, yaratıcılığı açısından olsun, kurgusu açısından olsun zayıf kitapları kabul etmiyorlar. Buna dikkat etmeliyiz.

Çok şükür Kazak dili devlet dili statüsüne kavuştu. Ama bu Dil Yasası’nı layiğiyle uygulamak için düzenli, yürekli ve bilinçli bir faaliyet göstermeliyiz. Yıllar boyunca kazak dilinden vaz geçen aydınlarımız ve uzmanlarımız bu dili geliştirmeye yönelik hiç bir faaliyette bulunmadılar. Bunun için bu sahada eksiğimiz çoktur. Devlet basımevleri, ana dilimizin layık olduğu zirveye yükselmesi için yardım etmek zorunda. Önümüzde acil yapılması gereken faaliyetleri şçyle sıralayabiliriz:

a) Okul öncesi çocukların dilini geliştiren ve ufuklarını açan resimli kitaplar ve kılavuzlar yayınlama, bekletilmesi mümkün olmayan iştir.

b) İlk okuldan başlayıp, üniversitelere kadar tüm ders kitapları Kazakça basılmalı. Geçen yetmiş sene boyunca başlama aşamasında bekletilen ihtiyaçlarımızı beş-on yıl içerisinde gerçekleştirmemiz şarttır. Şehirde büyüyen iki kuşak Rusça terbiye aldı. Şimdi bir kuşak daha ana dilinden uzak kalırsa, bu durumu bir daha düzeltemeyiz. Bu yüzden bilim sahasında Kazakça terminoloji kalıplaştırmak, ders kitapları yazmak, programlar düzenlemek, teknik dergiler yayınlamaişleri acil ve ülke çapında faaliyete geçirilmeli. Dilimizi, bilim dili ve üniversitelerde kulllanılan dil derecesine kadar yükseltmezsek iyi niyetler de, kararlar da bir işe yaramaz. Yeniden kurulan “Ana Tili” basımevinin kısa zaman içerisinde tarihî hizmetler yapacağına inanıyoruz.

c) Halkımızın büyük bir kısmının kendi ana dilini bilmemesi en büyük trajedidir. Başka halklara “Kazakça konuşun” diyebilmemiz için Kazak dilini kabul etmeyen bazı Kazakları öğretmemiz lazım. Günümüzde Kazak basını, önemli sosyal meseleleri gündeme getirmektedir. Maalesef, bu yazıları kazakların yarısı okumuyor. Bu yüzden de istemeden mankurt olan bu topluma, dili öğretme ve ana dilinin lazım olduğunu hissettirme konusunda çalışmalar yapılmalı. Bunun için kaliteli sözlükler, kılavuzlar, kazak dilini öğreten kitaplar çok sayıda basılmalıdır. Kazakça-Rusça-Arapça, Kazakça-Rusçaİnglizce, Kazakça-Rusça-Türkçe, Kazakça-Rusça-Çince kaliteli sözlükler lazım. Hatta Kazakça-Özbekçe-Azerice lugatlara da ihtiyaç duyulmakta.

d) Kazakça kitapların konusunu genişletme söz konusu ol-dunca ilk önce Çin ve Moğolistan’da yaşayan Kazak yazarlarının eserleri aklımıza geliyor. Doğu Türkistan’da Kazak yazarlarının çeşitli eserleri çok sayıda yayınlandığını biliyoruz. Yabancı memleketlerde basılan seçili eserleri biz de yayınlamalıyız. Dünyaya dağılan halkımızın tarihî kaderini takip etmenin en güzel yolu budur. Sırada Türk dilli halkların asırlarca yarattığı edebi yadigarları var. Biz gerçekten tarihi, kaderi, geleneği, dili ortak kardeş halkların edebiyatı ve kültürüne çok uzak kaldık.

На страницу:
2 из 8