Полная версия
Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik
Hive Hanlığı, Rus yayılmasından önce Türkistan’ın en güçlü devletlerinden biriydi. Bu hanlık, zaman zaman bağımsızlığını kaybederek Timurlular ve Özbeklerin hâkimiyetine girmişti. 17. yüzyılın başlarında Hive Hanlığı’nın toprakları, Amu Derya’nın aşağı mecrasından Horasan ve Mangışlak’a kadar uzanan bölgeden meydana geliyordu. Hive Hanlığı’nın tarihte bilinen önemli hanlarından biri Ebu’l-Gazi Bahadır Han idi. Ebu’l-Gazi Bahadır Han, kardeşleri ile yaptığı taht mücadelesinde ancak yirmi yılda galip geldi ve Hive Hanlığı’nın bağımsızlığını korumak için mücadele verdi. Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın ismini Türkistan tarihinde önemli hâle getiren bir diğer hizmeti de Şecere-i Terâkime adlı eseridir. Eser, Türkistan tarihine kaynaklık eden önemli bir çalışmadır. Bir diğer önemli Hive Hanı Şir Gazi Han (1715-1728) idi. Şir Gazi Han, I. Petro’nun 1717 yılında Hive’ye gönderdiği askerî birliğin bütün mensuplarını öldürttü. Bu olay Hive tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı, çünkü bu olaydan sonra Hive, 156 yıl Rusya’nın işgallerinin hedefi oldu. Hive Hanlığı, bir yandan kendi iç huzursuzlukları bir yandan da Rus yayılmacılığı ile uğraşmak zorunda kaldı. Hanlık, 1873 yılına kadar kendi başına, 1873’ten 1920’ye kadar da Rusların himayesi altında varlığını korudu (Hayit 1995: 27-29).
Türkistan’daki bir diğer hanlık, Buhara Hanlığı idi. Buhara Hanlığı, Rusların işgaline uğrayana kadar üç hanedanın yönetiminde hüküm sürdü. Bu hanedanlar: Şeybanîler (1500-1598), Canoğulları (Astarhanlılar/ Astrahanlılar) (1598-1785) ve Mangıt Hanedanlığı (1785-1920) idi. 19. yüzyılda hanlık sınırları, güneyde Afganistan’a, kuzeyde Aral Gölü’nün Doğusu’na kadar ulaşıyordu. Bu sınırlar içine Zerefşan Vadisi, Semerkant ve Duşanbe de giriyordu (Hacıosmanoğlu 2006: 49).
Buhara’nın Mangıt Hanedanlığı, saltanatı süresince hem iç huzuru sağlayamadı hem de Hive ve Hokand gibi komşu hanlıklarla iyi ilişkiler kuramadı. Mangıt Hanedanı’nın kurucusu Atalık’ın ölümünün ardından hanedanın başına geçen Danyal döneminde Buhara’da karışıklıklar çıktı. Danyal’ın karşıtları onu Buhara tahtından indirmeyi başardı ve Danyal’ın yerine Şah Murad’ı tahta çıkardı. Şah Murad 1785’ten 1800’e kadar Buhara’da saltanat sürdü. Onun döneminde iç karışıklıklar sona erdi, Hanlık’ta eğitim işlerine önem verildi ve Merv ile Belh Buhara saltanat bölgesine dâhil edildi. Şah Murad’ın oğlu Emir Said Haydar döneminde de eğitim işlerine ağırlık verildi ve Hanlık için başarılı bir dönem yaşandı, ancak Emir Said Haydar’dan sonra Buhara’da tekrar taht mücadeleleri baş gösterdi. Taht mücadelesinden Emir Said Haydar’ın oğlu Nasrullah galip çıktı. Nasrullah (1826-1860/1861), 1840 yılında ordusunun başında Hokand Hanlığı üzerine yürüdü ve başkent Hokand’ı işgal etti ve Hokand Hanı Muhammed Ali’yi idam ettirdi. Nasrullah’ın zamanında Belh, Maymana, Andhoy, Kunduz, Şibargan ve Amu Derya’nın sol kıyısındaki beyler bağımsızlık mücadelesine giriştiler. 1849’da Buhara ve Belh Afganlıların eline geçti. Böylece Buhara Hanlığı’nın hâkimiyet alanı, Amu Derya’nın sağ kısmından Hive Hanlığı’na kadar olan alanla sınırlanmış oldu. Nasrullah’tan sonra Buhara tahtına 1861’den 1885’e kadar Nasrullah’ın oğlu Muzaffer geçti. Muzaffer, Hokand Hanlığı’nın Taşkent için Rusya ile savaştığı bir dönemde hanlığın başkenti Hokand’ı işgal etti ve farkında olmadan Rusların işini kolaylaştırdı. Buhara Hanlığı’nın saldırısı karşısında, Hokand Hanlığı’nın Ruslara karşı direnci kırıldı. Buhara Hanı Muzaffer, Rus işgalinden önce Buhara’nın son bağımsız hanı oldu. Buhara’nın 1868’de Ruslara karşı savaşı kaybedip Hanlığın Rus tâbiiyetine girmesinde Muzaffer Han’ın önemli bir etkisi vardır (Hayit 1995: 30-32).
Hokand Hanlığı veya diğer adıyla Fergana Hanlığı’nın başkenti Hokand şehri idi. Babürnâme’ye göre Fergana Vadisi olarak bilinen bölge, doğuda Kaşgar; batıda Semerkant, güneyde Badahşan Dağları ve kuzeyde Almalık ve Alma Ata şehirleri ile sınırlanmış bir bölgeydi. Hokand Hanlığı kurulmadan önce, Fergana Vadisi’nde Türkistan’ın kültür hayatında önemli rol oynayan Andican, Ahsikent, Kasân, Özgen, Margilan, İsfara, Varuh, Hoçent ve Oş gibi şehirler bulunuyordu. Özbeklerin Ming boyuna mensup Şahruh, Fergana Vadisi’ni ele geçirerek Hokand Hanlığı’nı bu bölgede kurdu. Şahruh’tan sonra Hokand tahtına geçen Ebdülkerim Kalmaklarla ve Çinliler ile savaşmak zorunda kaldı. 1800’lerin başında önce Taşkent ardından da Türkistan şehri Hokand Hanlığı’na katıldı. 19. yüzyılın başlarında Hanlığın sınırları, Pamir’den İli Irmağı’na kadar ve Altay Dağları’ndan Sır Derya’nın aşağı mecrasına kadar genişledi. Hokand Hanlığı’nın yükselme döneminde Buhara Hanlığı ile ilişkiler çok kötüleşti ve bu iki Türkistan Hanlığı arasında devamlı mücadele yaşandı. Hokand Hanlığı ile Buhara arasındaki sürtüşme 1865’e kadar devam etti. Hokand Hanlığı bir yandan iç çekişmelerle uğraşırken, diğer yandan da Buhara Hanlığı’nın saldırıları karşısında Ruslara karşı direnci kırıldığı için 1876’da Ruslara karşı mücadelesinde yenildi ve Rusya tarafından Hokand Hanlığı’na son verildi (Hayit 1995: 32-38).
Türkistan’ın en eski şehirlerinden biri Taşkent’tir. Taşkent, Türkistan’daki Buhara ve Hokand Hanlıkları için önem arzettiği gibi Çin, Rusya ve bölgeye yakın diğer devletlerin de ilgilendiği bir şehir idi. Taşkent, stratejik önemi nedeniyle sık sık çatışmaların ana sebebi durumundaydı. Taşkent, Deşt-i Kıpçak ile Amu Derya ve Sır Derya Havzaları için bir çıkış üssü konumundaydı. Taşkent, 1598-1723 yılları arasında Kazakların, 1723-1747 yılları arasında da Kalmakların hâkimiyeti altında idi. Kalmakların Taşkent Valisi Özbek Türklerinden olan Hâkim Bey, 1747’de Taşkent’in bağımsızlığını ilân etse de Kalmaklar’ın nüfuzundan kurtulamadı. Hâkim Bey’in 1749’daki ölümünden sonra Taşkent, Kalmak nüfuzundan kurtulsa da 1755’te Çin nüfuzu altına girdi. Taşkent’te merkezî otorite sağlanamadığı için 1780 yılına kadar Taşkent dört ayrı bölge olarak, dört ayrı beyin idaresi altında bulundu. 1780 yılında Yunus Hoca Taşkent’in dört bölgesine birden hâkim oldu. 1800 yılına kadar Sayram, Çimkent, Türkistan ve Sır Derya’nın sol kısmında Hoçent sınırına kadar olan bölgeler fethedildi. Bu fetihlerin akabinde Taşkent’in sınırları, kuzeyde Türkistan’a; kuzeybatıda Karadağ’a; doğuda Sayram Dağları’na; güneyde de Ugema Nehri’ne kadar ulaştı. Taşkent hem bağımsızlığını korudu hem de ticarete önem verdi. 1894’te Taşkent’in bir ticaret kervanı Omsk şehrine giderken, aynı yıl Rusya’dan da Taşkent’e bir Rus ticaret kervanı geldi. Rus kervanı içinde Ruslar tarafından görevlendirilmiş, Omsk’tan Taşkent’e kadar giden yolların haritasını çizmekle, yol boyunca bulunan yer altı kaynaklarını tespit etmekle görevli kişiler vardı. 1795 yılında Buhara Emirliği Taşkent’i emirliğe dâhil etse de 1796 yılında Yunus Hoca Taşkent’i yeniden ele geçirdi. Bu dönemde Ruslar da Taşkent ile yakından ilgiliydiler. 1797 yılında Dimitriy Tetyatnikov başkanlığında bir Rus keşif heyeti Taşkent’e geldi ve bir yıl burada kalarak çeşitli incelemelerde bulundu ve Taşkent-Omsk arasındaki yolların haritasını çıkardılar. Yine bu dönemde Taşkent’ten bir heyet de Petersburg’a giderek Rusya ile ticaretin geliştirilmesi için görüşmeler yaptı. Yunus Hoca döneminde istikrar korundu ve Yunus Hoca’nın saltanatı Yedisu bölgesine kadar genişledi. Ancak Hokand Hanlığı, Taşkent Hanlığı’nı kendi sınırlarına dâhil etmek istediği için 1799 yılında Taşkent’e saldırdı. Önce Yunus Hoca Hokandlıları yense de, ardından1800 yılında Hokandlılara mağlup oldu ve aynı yıl öldü. Yunus Hocanın ölümünden sonra da Taşkent ile Hokand arasında savaşlar devam etti. Hokand ile Taşkent arasında yaşanan savaşların ardından Hokandlılar galip geldiler ve Taşkent’in idaresini kendi tayin ettikleri valiler aracılığıyla yaptılar. Taşkent’in hâkimiyeti için Buhara Hanlığı da mücadeleye girişti. 1840-1865 yılları arasındaki yirmi beş yıllık süreçte Taşkent, Buhara ve Hokand arasında yedi kez el değiştirdi. Taşkent ile Hokand ve Buhara ile Hokand arasındaki Taşkent savaşları, sadece Rusya’nın bölgede kendisine çıkar sağlamasına yaradı (Hayit 1995: 38-40).
Türkistan hanlıkları arasında durmaksızın yaşanan mücadeleler, Türkistan’daki coğrafî sınırların değişken olmasına yol açmıştır. Sınırların değişkenliği, Türkistan ahalisinin de iç içe geçmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Türkistan’da hem coğrafî sınırlar keskin hatlarla ayrılmamıştır hem de Türkistan’da yaşayan ahali arasında keskin sınırlar yoktur. Bu bölgede yaşayan Türk boyları arasında sürekli bir ilişki söz konusu olduğu gibi, Kalmaklar gibi Türk asıllı olmayan diğer halklarla da devamlı bir ilişki söz konusudur.
Kalmaklar (Kalmuk/Oyrat/Cungar) Türkistan tarihinde 17. asrın önemli bir gücü olarak yer almışlardır. 1520’li yıllardan itibaren Kazaklar ve Kalmaklar arasında Türkistan’da üstünlük kurmak amacıyla çatışmalar başlamıştır. Kalmaklar 1635 yılında Cungar Devletinin kurulmasıyla da, Kazaklar için ciddi bir tehlike hâline gelmişlerdir. Kazaklar ve Kalmaklar arasındaki kıran kırana süren mücadele aralıklarla neredeyse iki yüz yıl sürmüş ve 1700’lerin ortalarına kadar devam etmiştir. Kazak-Kalmak savaşları, her iki devletin de gücünü zayıflatmış, ekonomilerinin gelişmesine engel olmuş ve demografik açıdan da nüfuslarını azaltmıştır. Sonuç olarak Cungarlar da Kazaklar da başarısız olurken, Cungarları verdikleri silahlarla destekleyip Kazak-Kalmak savaşlarının uzamasına yol açan Ruslar, Kazaklar kendi istekleriyle gelip onların hâkimiyetlerini kabul ettikleri için yine kârlı çıkmışlardır (Sakhipova 2007: 53; Togan 1981: 157-158).
Çarlık’ın Doğu Siyaseti ve Uygulamaları
16. yüzyılda Altın Orda Hanlığının Rusya’daki hâkimiyetinin sona ermesinin ardından IV. İvan (Korkunç İvan), Moskova Prensliği’nin başına geçti. IV. İvan’ın 1533’te Çar unvanını alması ile de “Rus Çarlığı” devri başlamış oldu. İvan’ın 1584’te ölümünden sonra Rus Çarlığı bir süre karışıklık yaşamış olsa da sonunda 1613’te Çarlık makamına Mihail Romanov getirildi. 1917’de Çarlık’ın yıkılmasına kadar Rusya’yı Romanov hanedanı yönetti. Bu hanedan içinde özellikle I. Petro (1682-1725) ve II. Katerina (1762-1796) döneminde Rusya güçlü ve büyük bir Avrupa devleti hâline geldi (Armaoğlu 1999: 4). I. Petro, Rusya’yı daha çok batı yönünde genişletirken, Katerina ise güneyde genişlemeye gayret etti ve bu amaçla da daha çok Osmanlı Devleti ile mücadelede bulundu (Armaoğlu 1999: 5).
Rusya Asya’da yoğun bir ilerleme girişiminden önce, Avrupa’daki ilerleyişine önem verdi. Türkler’in İstanbul’u fethetmesi, Rusya’da Bizans İmparatorluğu’nun yerini alabileceği umudunu doğurdu. O dönemde Bizans mirasına talip olabilecek daha güçlü bir devlet de yoktu. Batı Avrupa bile, Moskova Prenslerinin İslamiyet karşısında Hıristiyanlığı koruyabileceğine inanmaya başlamıştı. 16. yüzyılın ortalarında Moskova’nın üçüncü Roma olduğu fikri yayıldı. Bu fikir, Rus siyasetinin rehberi oldu. Moskova Prensleri, artık bu siyasete uygun olarak hareket ediyorlardı. Osmanlı karşısında kendini zayıf gören Rusya, hayalini kurduğu Bizans İmparatorluğu’nu doğu yönünde, Türkistan’da devam ettirmeyi düşünmeye başladı. Kısa bir süre önce Altın Orda’nın baskısından kurtulup müstakil bir devlet durumuna gelen Rusya, bu tarihten sonra dikkatini Doğu’ya çevirdi. Önce 1552’de Kazan Hanlığı, ardından da 1556’da Astrahan Hanlığı Rusya hâkimiyetine girdi. Ruslar bu şekilde İdil ve Yayık nehirlerine, dolayısıyla da Hazar Denizi’ne ulaştılar. Rusların Doğu’ya doğru yayılmaları bundan sonra da devam etti (Hayit 1995: 41-42).
Rusya 1556 yılında Hazar Denizi’ne ulaştı, 1582’den sonra Sibirya yönünde yayıldı, 18. yüzyıl başından itibaren de gerçek anlamda Asya’nın zenginlikleri Rusya’nın dikkatini çekti. Ardından da batıda Avrupa devletleri ve güneyde Osmanlı aleyhine o günün şartlarında yayılmasının mümkün olmayacağını gören I. Petro, Hindistan’a ulaşmak amacıyla bütün Asya’nın işgalini amaçlayan Doğu Siyaseti’ni oluşturdu. Bu amacın ilk basamağı Petro tarafından ifade edildiği gibi, Kazak bozkırlarını bir anahtar ve kapı olarak kullanıp Türkistan’ın tamamına hâkim olmaktı (Yorulmaz 2005: 117).
I. Petro, Türkistan ve Hindistan’a büyük bir ehemmiyet vermiştir. O, Rusya’nın Türkistan’daki nüfuzunu ticaret aracılığıyla genişletebileceğini düşünüyordu. Bu amaçları için de Hazar Denizi’nin siyasî, iktisadî ve askerî açıdan oldukça önemli olduğunu anlamıştı. Petro, Hazar aracılığıyla Kafkaslar’a, İran’a, Türkistan ve Hindistan’a ulaşabilirdi. Bu amaca ulaşmak için Türkistan’a bölgeyi gözlemlemek için diplomatik misyonlar ve ticaret kervanları gönderildi. Bu ticarî ve diplomatik misyonlar, Türkistan’ın askerî olarak ele geçirilmesine kadar bölgede faaliyetlerde bulunarak Türkistan’ı Rus işgaline hazır hâle getirdi. Rus misyonlarının Türkistan’daki faaliyetleri arasında, hanlar ile boylar arasına nifak sokmak, kendi menfaatleri için çalışanlara rüşvet vermek, kimi zaman halkı tehdit etmek gibi faaliyetler yer alıyordu. Rusların Türkistan’ı ele geçirme konusundaki başarılarında, Türkistan hanlarının daha çok iç meselelerle uğraşması da etkili olmuştu. Türkistan hanları dış siyasetle pek ilgilenmiyor, daha çok kendi ırkdaşları ve dindaşları ile iktidar için mücadele ediyordu (Hayit 1995: 44-45).
Rusya 16. yüzyıldan itibaren Sibirya yolu ile Çin’e, Türkistan yolu ile Hindistan’a ve Kafkaslar yolu ile İran ve Türkiye’ye ulaşma gayretinde olsa da 18. yüzyılın başlarına kadar Türkistan’a doğrudan askerî bir saldırı yapamamıştı. Bununla birlikte I. Petro zamanında Türkistan bölgesine gönderilen keşif heyetleri ileride Türkistan’ın işgali için alt yapı hazırlamışlardı (Hayit 1995: 45). Türkistan’a ait bu bilgilerden biri Hazar Denizi’nin bir zamanlar Amu Derya mecrası yolu ile Aral Gölü’ne bağlı olduğu, o gün için Amu Derya’nın aşağı mecrasında ve Yarkent civarında zengin altın madenlerinin bulunduğuydu. Petro, 1715 yılında bu bölgeye bir keşif heyeti göndermişse de bu hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştı, ama yine de Türkistan bölgesi ile ilgili bu gibi bilgiler Çar I. Petro’nun iştahını kabartıyor ve bölgeye ilgisini artırıyordu (Hayit 1995: 46; Kurat 2010: 262-263).
I. Petro döneminde Rus Doğu Siyaseti’nin belirlenmesinde önemli görevler üstlenenler arasında A.P. Volinskiy, F.İ. Soymonov, A. B. Çerkaskiy, İ. Kirilov ve A. İ. Tevkelev gibi önemli simalar yer alıyordu. 18. yüzyılın 30’lu yıllarından itibaren Rusya’nın Türkistan yönünde ilerlemesinde ve Doğu Siyaseti’nin uygulanmasında Tevkelev, neredeyse tek başına uygulayıcı rolünü üstlenmiş başarılı bir diplomattı. O, I. Petro (1689-1725), II. Petro (1727-1730), Anna İvanovna (1730-1740) ve Yelizaveta (1740-1761) dönemlerinde İdil-Yayık ve Kazakistan konusunda faal olarak çalıştı (Yorulmaz 2005: 123-124).
I. Petro 1714’te Hive’ye Aleksander Bekoviç Çerkaskiy yönetiminde askerî bir keşif kolu gönderdi. Çerkaskiy, Petro’nun Doğu Siyaseti’nin danışmanı idi. Çerkaskiy’e verilen talimata göre, Çerkaskiy Hive Hanının haberi olmadan Ceyhun (Amu Derya) nehrinin eski mecrasında bin askerin barınabileceği bir kale inşa edecek, hanın Rus himayesine girmesini sağlayacak, Hive üzerinden Buhara’ya hâkim olmanın imkânlarını ve Hindistan’a giden yolları araştıracaktı (Hayit 1995: 46). Tevkelev de Çerkaskiy’in Hive’ye gönderilecek ekibi arasında yer alıyordu. O da Çerkaskiy ekibiyle birlikte Hazar üzerinden Şemahı’ya gelecek, oradadan Hindistan’a geçecek ve yol üzerinde yer alan ülkelerle ilgili bilgi toplayıp haritalar çıkaracaktı. Ancak Hazar’da çıkan fırtına sonucu Astrabad’a sürüklendi, Astrabad valisi tarafından esir alındı, akabinde Rusya’nın diplomatik girişimleri sonucunda kurtarıldı. Çerkaskiy ve ekibinin Hive Hanı tarafından öldürülmesi üzerine de Petersburg’a dönmek zorunda kaldı (Yorulmaz 2005: 124).
1717 yılında Çerkaskiy Hive’ye geldi. Hive Hanı Şir Gazi Han, Çerkaskiy’in askerlerini toplu olarak yerleştirebileceği bir kışlası olmadığı gerekçesiyle askerleri evlere bölerek yerleştirmeyi teklif etti. Çerkaskiy Hanın bu teklifini kabul etti, ancak askerler evlere yerleştirildikten sonra Han verdiği emirle başta Çerkaskiy olmak üzere bütün askerleri öldürme emri verdi ve gerçekten de Çerkaskiy ve ekibi böylece Hive Hanı tarafından öldürülerek Çerkaskiy’in bu askerî seferi başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya, Hive’den aldığı bu darbeye karşılık vermek için hazırlıklara başladı. Ruslar, özellikle Aral Gölü’nün kuzeyindeki hattı emniyet altına almak istiyordu. Bu amaçla Orenburg askerî hattının inşaatına hız verdi (Hayit 1995: 47). Rusya uzun bir süreden sonra 1839’da Hive’ye saldırma kararı aldı. General Perovskiy komutasında Hive’ye sefer düzenlendi. Bu seferin amaçları arasında, Hive’yi Rus hâkimiyetine sokmak, Rus tüccarlarına Hive’de serbest ticaret hakkı kazandırmak, Rus nüfuz bölgesinde yaşayan Kazak ve Türkmenler ile Hanlık arasındaki bağı koparmak ve Sır Derya etrafındaki kalelerini ortadan kaldırması için Han’a baskı yapmak vardı. Ruslar, 1839’da yapılan bu seferde de Hive birlikleri karşısında başarısız oldu. Perovskiy Orenburg’a dönmek zorunda kaldı. 1852’ye kadar Ruslar, Hive ve Hokand’a büyük çaplı askerî sefer düzenlemediler, ancak buna rağmen Sır Derya boyundaki mevkilerini korumayı başardılar (Hayit 1995: 48-49).
I. Petro, ilk olarak 1722 yılında Kazak bozkırlarına dikkati çekmiştir. Kazaklar ve Kazak bozkırları Petro’nun Doğu Siyaseti içerisinde önemli bir yere sahiptir. Petro, Kazak bozkırlarının Rus menfaati için ne kadar önemli olduğunun farkına varmış ve sadece Kazak bozkırı vasıtasıyla Hindistan başta olmak üzere diğer Asya ülkeleriyle ilişki kurulabileceğini anlamıştır. Bu sebeple o, Kazak bozkırlarını bütün Asya ülkelerinin anahtarı ve kapısı olarak değerlendirmiştir. Petro, o gün için Kazak bozkırlarına bütünüyle hâkim olunamasa bile, Tevkelev’e en azından imzalatılan belgelerle Kazakları Rus himayesini kabul etmeye zorlama emri vermiş ve bu iş için hiçbir masraftan kaçınmamasını da belirtmiştir. Çar, eğer Tevkelev’in çabasıyla bu iş gerçekleşirse onun ödüllendirileceği sözünü de vermiştir. Ancak I. Petro’nun ölümü sebebiyle hiçbir girişimde bulunulamamıştır (Yorulmaz 2005: 125).
1734 yılında Rus himayesi ilk olarak Küçük Cüz üzerinde etkili olmuştur. Rusya Küçük Cüz’ü himaye etme bahanesiyle bir kale inşa etmeye karar vermiş ve bu amaçla 1734-1737 yıllarında Ural ve Or nehirlerine, İvan Kirilov başkanlığında askerî bir keşif kolu gönderilmiştir. Kirilov’a verilen talimatta, Or nehri kıyısına bir kale şehir inşa edilmesi, Or nehri etrafındaki doğal kaynakların araştırılması, Aral Gölü’nde bir liman yapılarak askerlerin buraya yerleştirilmesi emirleri yer almıştır. Kirilov’a askerî talimatla birlikte diplomatik bir talimat da verilmiştir (Hayit 1995: 49). 1734 yılında Çariçe Anna İvanovna’nın keşif heyetine verdiği talimata göre, Kazakların Ural Nehri’nin ötesine geçmeleri yasaklanacaktı. Rusya himayesini kabul eden Küçük Cüz Hanı Ebulhayır Han için Orenburg’da bir ev yapılacak, kapısında nöbet tutulacak böylece Rusya tarafından daima göz hapsinde bulundurulacaktı. Kazak hanlarının Rus Çarlığı’na sadakatleri, kimi zaman ödüllendirilerek kimi zamansa tehdit yoluyla tesis edilecekti. Askerlerin, kartografların, mühendislerin de içinde bulunduğu kalabalık keşif heyeti 1734 yazında Or Nehri bölgesine geldi ve burada kale inşaatı başladı. Tatişev komutasındaki askerler 1738 yılında Orenburg kalesine yerleştiler. Ural Nehri kıyısında etrafı surlarla çevrili olarak inşa edilen bu yeni şehir Orenburg olarak adlandırıldı. Burada inşa edilen kale de Orsk adını aldı. Ruslar için, Orenburg şehri ileride Türkistan’ın işgalinde çok önemli bir rol oynadı (Hayit 1995: 50). Kazak sınırına şehir kurulması, Rusya’nın Doğu Siyaseti’nin bir parçasıydı. Şehir, Ebulhayır Han’ın isteği doğrultusunda kurulmuş gibi gösterilmesine rağmen, aslında Rusya çıkarları için kurulmuştu. Rusya IV. İvan’dan beri Orta Asya ticaretini bu bölgede eline geçirebilmek için uğraşmıştı. Coğrafî keşiflerden sonra Türkistan’dan geçen doğu-batı yönündeki ticaret yolları denizlere kayınca, bölge tüccarları uzak ülkelerle ticaret yapamaz duruma gelmişlerdi. Rus yönetimi, Orenburg şehrinin inşasıyla Türkistan ve diğer Asya ülkelerinin tüccarlarını kendi sınırlarının güneyinde kuracağı şehirlere çekerek ticareti canlandırmayı, mallarına pazar bulmayı, ticarî olarak bölgeyi kendine bağlamayı hedeflemekteydi (Yorulmaz 2005: 131).
Küçük Cüz Hanı Ebulhayır Han’ın 1730 yılında Rusya himayesini talep etmesi üzerine Kazak bozkırına elçi olarak gönderilen Tevkelev’in sabırla yürüttüğü çalışma sonunda, Rusya himayesine karşı olan Kazakların sayıları azalmış ve Rus yanlılarının sayısı artmıştır. Küçük Cüz, Orta Cüz ve Karakalpaklar arasından Rusya himayesine girenlerin imzaladığı belgeler, ileride Rusların Kazak topraklarında ilerlemesi ve bu topraklarda hak iddia etmesinde önemli bir rol oynamıştır (Yorulmaz 2005: 128).
Batıdan ve güneyden sıcak denizlere inemeyeceğini anlayan ve bu sebeple Türkistan yoluyla Hindistan’a ve Güney Asya ülkelerine ulaşmak olarak belirlediği Doğu Siyaseti’nde Rusya, Tevkelev’in Kazak bozkırındaki başarısı ile çok önemli bir mesafe katetmiş oluyordu. Rusya, I. Petro’nun bütün Asya ülkelerinin anahtarı ve kapısı olarak gördüğü Kazak topraklarına sahip olmanın yanı sıra, aynı zamanda Kazaklara bu topraklarda istedikleri şekilde hareket etmeyi kısıtlıyor, onları vergiye tâbi tutuyor, kendi sınırlarını koruma noktasında onlardan faydalanarak Kazak han ve ileri gelenlerin çocuklarından “amanat” adıyla rehine alıyordu (Yorulmaz 2005: 130). Çar I. Petro’dan itibaren Rus Çarları tarafından takibedilen Doğu Siyaseti’nin kapısını açacak anahtar olan Kazak bozkırlarındaki Rus başarısı, Rusya’nın Doğu Siyaseti’ni uygulamasına ivme kazandırmıştır.
Hem dış düşman Kalmak ve Başkurtlara hem de içteki kendisine muhalif Kazaklara karşı nüfuz elde etmek amacıyla Rusya hâkimiyetine girmek istediğini bildiren ve böylece ilk defa Kazak Bozkırlarına Rusların girmesine sebep olan Küçük Cüz Hanı Ebulhayır Han, 1748 yılında Rus himayesine karşı çıkan Orta Cüz sultanlarından Barak Sultan tarafından öldürülmüştür. Ebulhayır Han’ın ölümü üzerine Rusya, Ebulhayır Han’ın oğlu Nurali’yi han tayin etmiştir. Böylece Ruslar Küçük Cüz’ün iç işlerine doğrudan müdahale etmişlerdir. Kazakistan’ın Rus esaretine girmesine yol açan Ebulhayır Han’a olduğu gibi, oğlu Nurali’nin de Ruslar tarafından han tayin edilmesine önceden kendilerine taraftar olan uruklar bile karşı çıktılarsa da durum değişmemiş, Rusya’nın Küçük Cüz üzerindeki hâkimiyeti giderek güçlenmiştir (Togan 1981: 244). 1824 yılında ise Çarlık Küçük Cüz’deki hanlık idaresine tamamen son vermiş ve Küçük Cüz’e ait topraklar da doğrudan Rusya idaresine girmiştir.
Orta Cüz de her ne kadar Abılay Han devrinde güçlü bir yönetime sahip olsa da Rusya’nın uyguladığı istikrarlı siyaset sonucunda 1822’de Rusya hâkimiyetine girmiştir. Orta Cüz öncelikle Kalmaklara karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu konuda Abılay Han (1711-1781) büyük yararlık göstermiştir, Türkistan şehrinde Orta Cüz Hanı seçilmiştir. Abılay Han, hem Kalmak saldırılarına hem de Rusya’nın ilhak siyasetine rağmen yürüttüğü başarılı diplomasi sayesinde, Orta Cüz’ün bağımsızlığını korumayı başarmıştır. Abılay Han, Orta Cüz’ün Kalmaklar ve Ruslar arasında bulunması sebebiyle, bir kuvvet dengesi kurmak için Çinliler ile de ilişkide bulunmuştur. Abılay Han, Sayram, Çimkent ve Suzak gibi Kazakların eski kültür merkezlerini kendi hâkimiyeti altına almayı ve Sır Derya’dan İli ile Çu Vadisine kadar uzanan bölgede huzuru ve asayişi sağlamayı başarmıştır. 1781 yılında, Orta Cüz’ün başkenti Türkistan’da hayatını kaybetmiştir (Hayit 1995: 24-25). Abılay Han’ın 1781’de ölümünden sonra yerine oğlu Uvalı Orta Cüz’e han olmuştur. Uvalı Han’ın 1788’de Rusya hâkimiyetini kabul etmesinin ardından Ruslar Orta Cüz’ün iç işlerine karışmaya başlamışlardır. Ruslar, 1815’de Uvalı Han’ın yerine Barak Han’ın oğlu Bökey Sultan’ı Orta Cüz’ün hanı ilan etmiş, ardından da 1822’de Orta Cüz’deki hanlık idaresine son verip bu cüze ait olan toprakları kendi idareleri altına aldıklarını ilan etmişlerdir (Togan 1981: 249).
Kazakların Ulu Cüz’ü, Taşkent çevresinde Evliya-Ata, Alma Ata, Çimkent, Talas ve Yedisu bölgelerini içine alıyordu. 1723 yılında, Kalmak saldırıları karşısında çaresiz kalan Ulu Cüz Kazakları, Kalmak hâkimiyetini kabul eden ilk kurban olmuştur. Ulu Cüz’deki Kalmak hâkimiyeti 1750 başlarına kadar devam etmiştir. Ulu Cüz’ün doğu kısmı Çin nüfuzu altında kalmıştır. Bu Cüz’ün Türkistan şehrine kadar olan en geniş bölgesi 1798’de Taşkent Hanlığı’na bağlanmıştır. Fakat Ulu Cüz boyları bundan sonra da birliklerini sağlamışlardır. 19. yüzyılın başlarında Ulu Cüz bağımsızlığını yeniden tesis etmiş, ancak bu bağımsızlık uzun sürmemiştir. Hokand Hanlığı, Ulu Cüz topraklarının büyük bir kısmını fethetmiştir. Bir yandan da Ruslar, kuzeyden inerek Ulu Cüz topraklarına girmişlerdir. Ulu Cüz’ün son Hanı Suyuk, Rus himayesini kabul etmek zorunda kalmıştır (Hayit 1995: 24). Çok geçmeden Ruslar 1854 yılında bu günkü Almatı şehrinin bulunduğu yere Vernıy kalesini inşa etmişlerdir. Vernıy Kalesi, Rusların Kazak bozkırlarına hâkim olmak için kurdukları son kale olmuştur. Böylece Ruslar ilk olarak Küçük Cüz topraklarıyla başladıkları hâkimiyet alanlarını Orta Cüz ve Ulu Cüz topraklarını da ekleyerek Doğu Siyasetleri için stratejik önemi olan Kazak bozkırlarındaki hâkimiyetlerini ilan etmişlerdir.