bannerbanner
Ebedî Aşk
Ebedî Aşk

Полная версия

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 2
Söz dinliyor gibi ediyorum temaşa,Derdim sığmıyor içime dolup taşıyor dışa.Ya ak elinden tutayım ya bırak diyeAklım ile elim girdi bir dalaşa.

Zeytüne “Ben gözlerimi hiç ondan ayıramıyorum. Fatih ağabey ise bizi kâğıt oynamaya davet ediyor. Ama biz oynamaya cesaret edemiyoruz. Fatih ağabey çok iyi oynuyor, kâğıdı iyi geliyor. Tukay, paketten her kâğıt çekişinde “Böyle işte, bahtsız insana hep ters gelir, bize iyi kâğıt bile gelmiyor.” diye şikâyet ediyor. Ben ise ona kıyamıyorum, onun için kalbim sıkışıyor.” Tukay, düşüncelere dalmış bir şekilde mırıldanıyor:

Hep söyler: Ancak dudağına dişine bakarım,Gezdiririm gözümü kalkmış göğsüne bakarım.Burnuna ağzına çenesine bileğine -Tek bir parmak, tek bir tırnak kalmaz, her yerine bakarım!

Zeytüne “Oyuna bizim de katılmak istediğimizi söylemek için tam cesaretimi toplamıştım ki kapıda annemin sesini duydum. Birden dizlerimin bağı çözüldü. Ablamla bir birimize bakıştık. Fatih ağabeyden gitmek için izin istedik. Onun kalmamız için ısrarına bakmadan matbaadan çıktık. Tukay’ın “Biraz daha kalsaydınız.” sözleri hâlâ kulağımda. Biraz sonra telaşımızın boşuna olduğunu anladık. Çünkü annemiz komşu odada kalan Musa ağabey’in yanına gelmiş. O, oraya geçti. Biz ise Tukay’ın bulunduğu odaya tekrar dönmekten çekinerek doğruca evimize gittik.

Yolda giderken ablam “İnşallah annem bizi orada fark etmemiştir.” dedi. Bunun için her zaman bizim evin yanında dilenen yaşlı bir kadına beş kuruş sadaka vereceğini de söyledi.

Bu, benim Abdullah Tukayev ile ilk görüşmem oldu.” diyor Zeytüne. Tabii ki bir anlık görüşmeye görüşme denebilirse.

Tukay, kızlar ile görüşmeden çok memnun olur ve bu şaire canlılık verir. “El-Islah’ın her sayısında bir şiirini yayınlamaya gayret eder. Her hangi bir sebepten dolayı şiir yazamazsa canı sıkılır. El-Islah’ı kendi gazetesi olarak görüyordu.” diye yazıyor İlmütdin Şeref.

Bu dönemde Tukay’ın yaratıcılığında aşk şiirleri büyük bir yer tutar. Onun şiirlerinde bir neşe, bir sevinç sezilir. “Yeget İle Kız” (“Yiğit ile Kız”), “Şagıyr” (“Şair”), “Şeytannın Muynına” (“Şeytanın Boynuna”) adlı şiirlerini yazar. Son şiirinde şöyle demektedir:

“Sevme boş yere, üzülme boş yere, çıkma şu kız ile.Hiç sevmiyor o seni, sen yokken hep sana güler.—Gülerse gülsün, hak ettin. Sana ne gülüyorsa?Gülsün o güzel, dünya haberdar olsun dişinden.Diş nûrunu saçsın da aydınlatsın o dünyayı,Yer ve gök aydınlansın ve parlasın gülüşünden.”

diye hem kederleniyor hem seviniyor şair.

Şükürler olsun ki Tukay’ın işi de aşı da çok. Bahar gelince göçmen kuşlar yuvalarına döner. Kendi “Bülbül”ünü bulan Tukay’a da ilham gelip şiirler yazar. Tukay, son zamanlarda geçen hayatından memnun olduğunu Azize Halasına 27 mart günü yazdığı bir mektupta belirtiyor: “Daha önce yazdığım gibi ben Kazan’dan çok memnunum. Yine söylüyorum, arkadaşım ve dostum çok. Burada okumuş, hayat dolu kızlarla tanışmak da nasip oldu. Gazete çok. Kitap ise her gün bir yenisi basılıyor. Hem okuyoruz, hem yazıyoruz. Bu arada hacimli bir şiir kitabı yazdım. Bu şiir kitabı, boyalı güzel resimlerle süslenmiş, çocuklara hediye olarak yazılmış bir kitap…” Uzun mektubunu sevinçli bir olay ile ilgili bilgi vererek tamamlıyor. “Yarın Kazan’da edebiyat gecesi olacak. Orada Kazan’da yaşayan bütün Müslümanlar ve kadınlar toplanacak. Ben de “Utırışu” (“Oturuşma”) adlı şiirimi okuyacağım.” Dikkat ediniz, Tukay mektupta bu şiiri okuyacak olduğunu bildiriyor. Bütün on bir kıtayı ezbere biliyor, gece yarısı kaldırsalar dahi duraksamadan okuyabilecek çünkü dinleyecek birileri var artık!

Ben o kıza kendimce bir feriştah diyorum,Dünya meşakkati ile meşgul olsun istemiyorum.Kendimi ondan çok daha alçak görüyorum,Onun yeri feleklerde, arşta diyorum.Bence yaratılmış o ancak sevilmek için,Sevmek, kıvanmak ve sevinmek için.Gördüğünde benim gibi âşıklara“Bu kız asla benim olmaz” diye üzülmek için.

Bu mısralar, Tukay ile Zeytüne’nin görüşmelerinden daha önce yazılmış olsalar da bu mısralar şairin o günkü ruh hâlini çok iyi tasvir ediyor. Hayatında mücevher gibi bir kıza rastlayacağı sanki içine doğmuş. Evet, şair dediğin hayatını önceden görür.

ŞİİR BAYRAMI

Yapılacak olan Şiir Bayramı’na eğitimli Tatar gençlerini cezbettirmek için “El-Islah” idaresi çok titiz hazırlanıyor. Edebî gece için yapılan çağrı ilanlarını büyük harflerle yazıyor ve asıyorlar. Yirmi iki medrese öğrencisinden oluşan ilk Tatar korosunu F. Agiyev hazırlıyor. Tatar kızlarından koroya katılan olmayınca Kazan Müzik Okulu öğretmeni Reyter’in yönetiminde on yedi kız gösteriye hazırlanıyor. Bu gece öncesi Tukay ile Mevlüdovlar tekrar görüşüyorlar. “Bedricihan ablam ile “El-Islah” matbaasının önünden geçerken pencereden Fatih ağabeyi ve idarede oturan insanları gördük.” diye yazıyor, Zeytüne. (Dikkat edelim, aynen ilk görüşmedeki gibi “El-Islah”ın bulunduğu bina, aynı pencereler… Ah bu pencereler, neden onlar kızları kendilerine çekerler!) “İçeri kalabalık olduğundan girmeye cesaret edemedik. Fakat fazla zaman geçmeden ablam ‘Bak, Tukayev geliyor.’ Dedi ve Tukay da geldi. Bizimle her zamanki gibi mahcup bir şekilde selamlaştı. Ben ona elimi uzatarak selam verdim.” (Selamlaşmada ilk olarak kızlar el uzatır. – M.G.) “Ablam da selamlaştı. Sanki Tukay’ın acelesi vardı. Ama ben onun önüne geçerek ‘Nereye gidiyorsunuz?’ diye söze başladım. Şair ‘Matbaaya. Fatih orada mı acaba, gördünüz mü?’ dedi. ‘Pencereden gördük. Kalabalık olunca içeriye girmedik.” diyerek sır vermemeye çalışıyordu, Zeytüne. Doğruyu söyleyebilir mi kız çocuğu! “Seni gördüm ya başka kime ihtiyacım var.” diyebilir mi? Zeytüne devam eder: “Sonra ben ona neler yaptığını sordum. O ise edebî bir gece düzenlediklerini, bu yüzden koro için lâzım olan malzemeleri hazırlamaya çalıştığını söyledi. “Siz gelecek misiniz?” dedi. Gelmemizi istedi. Başını öne eğmiş yere bakıyor, ben onun yüzüne bakmadığımda ise bana bakıyordu. Galiba anlaşıldığı kadarıyla bakışlarımızın denk gelmemesini istiyordu. Hem de gidecekmiş gibi acele ediyordu. Eli elimde bayağı konuştuk.” Abdullah’ın daha sonra yayınlanan “Ellerin” adlı şiiri, sanırım bu görüşmeden sonra yazılmış. Daha önceden şiirlerini “Şüreli” mahlası ile yayınlıyordu. Bundan sonra sevdiği kız da tanısın diye ilk kez “A.T.” diye imza atmıştır. Başlığın altına parantez içinde “Övmesini biliyor muyum ki diye öven” sözleri yazmış olsa da kızın ellerini anlatırken, onları paklık ve saflığın çeşmesi (Gayne… ikinci mısrada. –M. G.) olarak görüyor.

Mutludur o elini tutan kulun,Aynı kutsiyet ve iffettir elin.Parlıyordur sanki nûrdan bir balık,Meleğin gönlü gibi paktır elin.Dert ve hasretle ağılanmış gönül,Ah güzel kız! Zehre tiryaktır elin.Genç gönlü tutunca bırakmıyor hiç,Bir sihirli, sırlı oltadır elin.Her bahtın başı da ondan başlıyor,Bir baht bahrine ulaşmaktır elin.Ben elini tutunca aştım göğe,Şüphesiz bir âli çardaktır elin.Evet, boyun da endam Tuğba gibi,Şu mukaddes dala yapraktır elin.Şairane söz bu, sen de anlarsın,Bu sıfatlardan da üstündür elin.Dur, bir methedeyim diye düşündüm,Övülmeye layık bir ündür elin!

Tukay, Zeytüne’nin boyunu posunu “Tuba gibi” diye cennet ağacına benzetiyor. Evet, ne kadar çabuk değişiyor dünya, aşk alevi dokununca! Daha yeni bu yılın başında şubat ayının sonunda Tukay, bir kız ile bir gencin arasındaki münasebetle ilgili, mizahî olarak yazdığı “Yeget İle Kız” (“Yiğit ile Kız”) adlı şiirini “El-Islah”ta yayınlamıştı. Martın sonuna doğru Tukay da aşkın seline kapılır. O zaman “Birinin durumuna kışın gülersen, baharda başına gelir.”13 atasözüne benzer durumun.

Yiğit: Severim kepçe gibi burnunu canım,Âşık oldum, tamamen bitti mecalim.Canımsın, ah elek ağzını öpsem!Dert etmem o zaman hatta ölürsem.Kız: Sevimsiz, ne gereksiz laflar söyler,Kendisinin her yeri çok mu güzel?Yiğit: Kızma ne olursun Gaynicemal’ım,Seni küçümsemek değil amacım canım.Senin gibi güzel kızlar seyrek ya,Kadın alacaksam kepçe elek gerek ya!Seni alırsam olacak hem kepçe hem elek,Boşuna para dökmek neye gerek?

MUTLULUĞUN BAŞTAN AŞDIĞI AN

Bu dönem, Tukay’ın çok mutlu olduğu bir zamandı. Bu zamanda şiir bayramı hazırlıklarını sürdürüyor, bu bir. Zeytüne Hanım ile görüşüyor, bu iki. Keşke bu bahar onun özel hayatına bir değişiklik getirse! Çünkü şair, son altı aydır başkentin bunaltıcı hayatından bıkmış durumdaydı. Zeytüne “Bahar olduğundan her yer çamurdu. Ben konuşurken o, ayağı ile çamuru eziyordu. “Bu çenesi düşüğün sözü amma uzadı.” der gibi sanki benden çabuk kurtulmak istiyordu. (Sanki Çistay Mişeri kızlarından kurtulmak çok kolaydı! M. G.) Belki benimle konuşmak istemiyor, belki de gören olur diye utanıyordu. Ondan ayrılınca ablam kızdı bana “Neden bu kadar zamanını alıyorsun, biliyorsun ki onun işi gücü var. İşi sadece seninle konuşmak değil, belki acelesi vardır. Sen ise iki de bir lafı uzatıp duruyorsun. Bu kadar da gözlerinin içine bakmasan, ona doymazsın sanki. Ödüm patladı. Artık “Abdullah Bey, sizi seviyorum.” diyeceksin diye korktum.”. Ablamın bu sözlerine çok kızdım. “Neden öyle söyleyeyim ki? O, benim ağabeyim sayılır. Onun dikkatini çekme ihtimali de neredeyse yok. Benden büyük biri olarak baksa baksa sana bakardı. Ben ona saygı duyduğum için konuşmak istedim, onu yakından tanımak istedim.” dedim.

Bazen beni kızdırmak için ablam “Mavi güvercin gökte oynar eğer başın dönmezse; Çok sevsen de gidemezsin saçların bağlanmasa.” veya “Bakar şimdi, bakar şimdi, bakıp doyamaz artık; ne kadar baksan da ona o senin olmaz artık.” gibi mısralar söylüyordu.

Dertleştiğimiz bir sırada ablam bir sırrını bana söyledi. Kendisinin Fatih ağabey ile benim de Tukay ile beraber olmamı hayal edermiş. Bu durumu başkaları hisseder diye sağa sola bakınır, kendi düşüncelerimizden kendimiz utanırdık. Ama yine de “Bugün gördüğüm üç yiğidin giydikleri parlıyor; Fatih elma, İbray hurma, Tukay da ahududu.” diye söylerdik.” diyor Zeytüne. Fatih ağabeyleri onlara Edebiyat Gecesi için bilet ayarlamayı ve kendi yanında yer ayırtacağını söylüyor. Gelirken beyaz elbise ile beyaz kalpak giymelerini tembihliyor. Erkekler siyah kelepüş, bazı hanımlar ise kalpak üzerine ipek şal örtmüşlerdi.

Ön sırada Abdullah Tukay, Fatih Emirhan, Aliasker Kamal, Vefa Bahtiyar, Sagit Remiyev, Gafur Kulahmetov oturmuşlardı. “Salonda kocaman bir vantilatör, elektriğin sayesinde dönüyordu. Salonda kolejde okuyan bir Tatar kızı gazete ve dergi satıyordu.” diyor Tahir Mahmutov. “Koroya ben de katılıyordum. Biz beş altı tane türkü söyledik. Tukay iki şiirini okudu. Vefa Bahtiyar da onun birkaç şiirini okudu. Kemanda kör Kozlov, akordionda Gayfi birkaç şarkı çaldılar.”

Tabii ki Zeytüne’nin aklında daha çok Tukay ile ilgili hatıralar kalmış. “Akşam çok güzel geçti. Hele benim gibi böyle bir ortama ilk kez katılan birisi için hiç unutulmaz bir geceydi. Tukay’ın elinde buruşmuş bir kâğıt vardı. Gecede “Oturma” adlı bir şiirini de okudu. Şair, şirini ne sert ne de yumuşak bir tonla, hoş, vurgulu bir sesle okudu.”

SAADETLİ SAAT

Bazı zaman kara kaşlı, kara gözlüBir güzelle otururum ben yüz yüze.O an işte o kız başlar muhabbete,Görüp bildiğini söyler dize dize.Gözlerinden alamayınca gözümü,“Evet” diye cevaplayınca her sözünüDüşünür, ben âşık anlarım sözlerinden,Heykel gibi durakalınca önünde.

Tukay, sık sık Zeytüne’nin gözlerine bakıyor. Genç kız ise kendinden geçmiş bir vaziyette havada süzülen kuğular gibi duygularının peşine düşmüş şairin mısralarına eşlik ediyor.

Dinliyormuşum! Bilerek böyle oturtuyorum,Göz bebeğimi sağa sola uçurtuyorum.Yavaşça bir silkinip hareket ettiğindeKalkıp gidecek şimdi diye korkuyorum.Böylece saadetli saat de geçiyor,O da kalkıp kendi yerine geçiyor.Bilmez hâlimi, genç ya! Anlamazdır,Bağırsam da: “Kucaklaşalım! Dur bir! Dur!”

“Uzun süre alkışlanınca tekrar sahneye çıktı ve bir şiirini daha okudu. Sagit Remiyev’in ne okuduğunu hatırlamıyorum. Koroda medrese öğrencileri “Medreseden Çıkan Şekertler Ni Diler?” (“Medreseden Çıkan Şakirtler Ne Derler”)i söylediler.

Ara verildi. Ben hemen gidip beş kuruşluk konfeti satın aldım ve sahneden inmelerini bekledim. Tukay takım elbiseliydi. Başında siyah kadife kellepüş vardı. Kızların hepsi kalpaklıydı. Erkeklerden zaten kellepüşlü gelmeleri istenilmişti. Benim elbisem beyaz, kalpağım ise kırmızı kadifedendi. Beyaz kalpak bulamadım.

İlk olarak Tukay indi. Elimdeki konfetinin çoğunu onun üzerine serptim. Saçları konfeti doldu. Kellepüşünün üstü de konfeti ile doldu. Sonra birazını Sagit Remiyev’in üzerine serptim, kalanlarını da tekrar Tukay’ın üzerine serptim. Sonra onun elini sıkarak başarısını tebrik ettim. O, bana gülümseyerek başını eğdi ve teşekkür etti. Sonra bir kenara çekilip sohbete başladık.

Salonda oyun havaları çalıyor, genç kız ve erkekler oynuyordu. Kızlar göğüslerine çiçek, erkekler ise yakalarına bir çeşit mavi kurdeleler bağlamışlardı. Yukarıdan konfetiler düşüyor, oynayanlar da onlara takılarak oynamaya devam ediyorlardı. Biz bunları izleyerek sohbetimize devam ediyorduk.

– Nasıl, geceyi beğendiniz mi? diye sordu Tukay.

– Çok beğendim. Ben Kazan’a gelince bir kere okul olarak Bolşoy Tiyatrosuna gittim. Böyle bir edebî geceleri önceden görmediğim için daha fazlasını tasavvur edemem.

– Siz oynamıyor musunuz, oynamak istemiyor musunuz, diye sordu.

– Dans etmeyi daha yeni öğrenmeye başladım. Bilmiyorum. Fakat dans etmeyi öğrenince yalnız sizinle dans etmek isterim. Beraber dans ederiz değil mi?

– Ben de daha yeni dans etmeyi öğrendim. Ben de ancak sizinle dans edebilirim, dedi ve güldü. O, “Kimle geldiniz?” diye sordu. Ablamla geldiğimi söyledim ve eve beraber dönelim, gece bitince nasıl olsa siz de eve döneceksiniz, dedim. Tukay razı olduğunu bildirdi. Sonra sigara odasına gitti. Ben posta oyunu için kâğıt aldım ve Fatih ağabeyin yanına oturdum. Bir tarafımda Fatih ağabey, diğer tarafımda zengin Gani’nin kardeşi Mahmut Bey oturuyordu. İncilerle süslenmiş kellepüş takmış, gözlerine kalın bir şekilde sürme çekmiş, uzun boylu, iri vücutlu biri idi. Bu adam bana gözlerini dikerek bakmaya başlayınca ben, kalkıp başka bir koltuğa oturdum. Fatih ağabey bana gülüyordu. Sana bu kadar güzel bakan adamın yanından nereye kaçtın dedi. Onun da dikkatini çekmişti. Ben, gece bitince bütün aramalarıma rağmen Tukay’ı bulamadım. Ablam “Haydi, herkesten arkada kaldık.” deyince bizi bekleyen İbrahim Ağabey, Sultan Rahmankolıy, Fatma ve Gülsüm ile eve doğru yola koyulduk.” diyor Zeytüne.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Yazar, burada Tatar Hanlığının Rus Kinezliği hegemonyasına girmesinden geçen zamanı kastetmektedir.

2

Sergey Timofeyeviç Aksakov (1791–1859) Tatar kökenli Rus yazarı, edebiyat ve tiyatro eleştirmeni.

3

Ahmet Feyzi (1903–1958): Tatar yazarı.

4

M.Y. Lermontov (1814–1841): Ünlü Rus şairi.

5

Kamil Motıygıy (1883–1941): Uralski’de yaşayan ünlü Tatar yayıncı, gazeteci, ses sanatçısı ve Tukay’ın yakın dostu.

6

M. Musin: Tukay’ın Uralski’deki arkadaşı.

7

Sum: Kazan Tatarlarında kullanılan para birimi. Bu, bir rubleye denk bir para.

8

Kellepüş: Tatar erkeklerinin başlarına taktıkları bir çeşit millî şapka.

9

Tiyen: Kazan Tatarlarında bozuk para adı. Bu, bir kopeykaya denk gelir. Rublenin yüzde biri.

10

Tansık: Özlemle beklenen.

11

Şüreli: Tatar mitolojisinde ormanda yaşadığına inanılan, alnında boynuzu ve parmakları çok ince ve uzun olan bir yaratık. Ayrıca Tukay’ın bu ad ile yazdığı bir de poeması (uzun şiir) vardır.

12

Kuzna: Tatarlarda yaygın olan bir çeşit oyun.

13

“Gülme komşuna, gelir başına” anlamında bir atasözü.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
2 из 2