
Полная версия
Dramalar I

Resim 2: Mar Bayciev.
Yüzyüze’de İsmail’in karısı Seyde asker kaçağı kocasına yardım edip etmeme meselesini kendi iç dünyasına çıktığı zor yolculukta muhasebe etmiştir. Bu yolculukta Seyde’nin değişimini tetikleyen hikâyenin evrenindeki olaylar olmasaydı bile Seyde yolculuğunun sonunda onu değiştirecek bir seçim yapmak zorunda kalacağı ana gelecekti. Gülsarı’daki Tanabay’ın yolculuğu hayal kırıklıkları ile doludur. Tanabay bir olumlu kahraman prototipi olduğu için değişmesi ve Sovyetlere baktığı perspektifin sarsılması çok zor olmuştur. Ancak yazar, Sovyetlerde işlerin yolunda gitmediğini Tanabay üzerinden göstermiştir.
Bu kitabın ana konusu olan Marbayciev ve dramaları ile ilgili daha düzgün bir anlamlandırma için Bayciev’i yetiştiren sanat ikliminden kısa da olsa bahsetmek gerekiyordu. Bayciev de yukarıda bahsi geçen genç nesil gibi 1930’lu yıllarda doğan kuşaktandır. Ancak babası Taşım Bayciev’in (1909-1952) Stalin zulmüne kurban giden aydınlar arasında olması oğlu Mar Bayciev’in de Aytmatov gibi Hruşev’in mektubunu, kısmi özgürlük kavramlarını daha net benimsemesini sağlamıştır.
Mar Bayciev’in babası Taşım Bayciev 1952 yılında Karaganda’da hapishanedeyken ölmüştür.
Yazdığı eserlerle ve Ziyaş Bektonov’la (1911-1994) birlikte ilkokullar için hazırladığı Kırgız edebiyat eğitim-öğretim kitapları ile bilinen Taşım Bayciev, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, Ukrayna cephesinde savaşmış, cephede yaralanarak ülkesine gazi olarak dönmüştür. Taşım Bayciev Ukrayna cephesindeyken başladığı Cigitter adlı piyesi yaralandıktan sonra Ukrayna’da hastanede tamamlamış ve cepheden döndükten sonra bu piyes Sovettik Kırgızstan gazetesinde yayımlanmıştır. Ancak yukarıda bahsini ettiğimiz Jdanov’un yazısının etkisiyle piyesin içindeki bazı motiflerden dolayı yazarı ağır eleştirilere maruz kalmıştır.
Savaştan döndükten sonra İlimler Akademisinde kurulan Manas ve Folklor Bölümü başkanlığı yapan Taşım Bayciev Manas Destanı’nın 1100. yıl kutlamaları ile ilgili kurulan komitenin sorumlu genel sekreteri olmuştur. 1100. yıl etkinlikleri nedeni ile Ziyaş Bektonov’la birlikte yazdığı Manas ve Kırgız folkloru konulu kitapta Manas anlatıcıları Sagınbay Orozbakov (1868-1930) ve Sayakbay Karalaev’i (1894-1971) “Büyük Manasçılar” olarak nitelendirdiği için milliyetçilik suçlaması ile 10 yıl hapse mahkûm edilir ve 17 Şubat 1952’de Karaganda hapishanesinde hayatını kaybeder.21
Taşım Bayciev’in, ülkesini savunmak için savaşan ve yara almış bir savaş gazisi olarak ülkesine döndükten sonra hapse mahkûm edilmesi ve hapishanedeyken ölümü elbette geride bıraktıkları, özellikle de sanatçı kişiliği ile ileride edebiyat dünyasında yer alacak olan oğlunu derinden etkilemiştir.
Stalin zulmüne kurban giden bir babanın oğlu olarak Mar Bayciev’in Hruşev’in mektubunu sahiplenmemesi düşünülemezdi.
DRAMALARA DAİRSanatçı kişiliğini hangi temel üzerine kurguladığını yukarıda izaha çalıştığımız Mar Bayciev’in bu çalışmada çevirileri okura sunulan iki draması vardır. Bunlardan ilki “Gelin ve Damat” (1975). İkincisi ise Kırgızca ve Rusça varyantlarında “Son Sefer” olarak verilen bizim Türkçeye “Uzun Yol Treni” (1982) olarak çevirdiğimiz üç perdelik dramadır.
Sanatın Hastalıkla Bir İlgisi Var mıdır?1960’lı yıllarda edebiyat dünyasında boy göstermeye başlayan Sovyet yazarları arasında karakter oluşturma meselesi dikkatle üzerinde durulan ve eserin başarısı ile ilgili kıstaslardan birisi olarak kabul edilen konulardan birisi hâline gelmiştir. Kurgu sanatının inceliklerini Moskova’daki iki yıllık yüksek edebiyat ya da senaryo kurslarında öğrenen yeni dönem yazarları olay örgüsündeki canlılık, tansiyon noktaları, neden sonuç ilişkisi ve yazmanın yeniden yazmak demek olduğuna dair bazı temel kavramları muvaffakiyetle özümsemişti. Ancak yazarlarda dikkat çeken asıl değişim evrensel konuları başka bir gözle ele alma şekilleri, gerçek insanı zayıf yanları ile gösterme eğilimi ve toplumsal problemleri korkmadan yansıtmaları şeklinde özetlenebilir.

Resim 3: Kürtaj karşıtı afiş.
Aile, evlilik ve boşanma ile ilgili kavramlar Sovyetler Birliği’nde dönem dönem farklılık gösteren bir yapıya sahipti. Çarlık Rusya’sında aile, evlenme ve boşanma konuları kilise ve din adamlarının sorumluluğunda idi. Ekim Devrimi’nden sonra seçkin Sovyet siyasetçilerinin ve sistemin dine bakışı belli olduğu için madem tanrı yoktu o hâlde tanrının kurallarına uymanın da lüzumu yoktur, şeklinde bir yaklaşım benimsendi. Boşanma işleri eşlerden birisinin hazır bulunmasına gerek kalmadan kayıt bürolarında dahi yapılabiliyordu.22 Kendilerine verilen özgürlüğü farklı yorumlayan Sovyet gençleri bu serbestliği alabildiğince kullandılar. 1930’lu yıllarda devlet organları durumun vahametini kavramaya başladı. 1933-34 yılları arasında yaşanan kıtlık, ailesiz kalan binlerce çocuk ve nüfus artışında meydana gelen azalma Sovyet yönetiminin konuya farklı bir perspektifle yaklaşmasına neden oldu. 27 Haziran 1936’da çıkarılan yasa ile boşanma zorlaştırıldı. Eşcinsellik cezai kovuşturma nedeni sayıldı ve kürtaj23 yasaklandı.24 Ancak aile bağlarında hızlı çözülmenin asıl korkutucu etkisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülmeye başladı. Savaşta milyonlarca vatandaşını yitiren Sovyetler Birliği için nüfus önemli hâle gelmişti. 1936 yılındaki yasa ile 100-200 ruble arasında olan boşanma davası harç ücretleri savaştan sonra 8 Temmuz 1944 yılında yayımlanan kararname ile 4 kat artırıldı. Boşanma mahkemelerinin hakimlerine keyfi istekleri görmezden gelmeleri ve tarafları mümkün olduğunca uzlaştırmaya çalışmaları talimatı verildi. Nitekim önce aile mahkemesine başvuran çiftler boşanmaya karar verme yetkisi bulunmayan bu mahkeme tarafından barıştırılamazsa ancak bir üst mahkemede boşanabiliyordu.25 Bu yasanın etkilerini şu şekilde izah etmek mümkündür. 8 Temmuz kararnamesinden sonra bir yıllık boşanma sayısı 3840 olarak kayıtlara geçmiştir. Bu sayının 3627’si şehirlerde 213’ü kırsal bölgelerde yaşayan çiftler arasında gerçekleşmiştir.26
Ayrıca Sovyetler Birliği’nde evliliği özendirici propaganda faaliyetleri başlamış ve aile kavramının önemi üzerine vurgu yapan yayınlar yapılır olmuştu. Aşağıdaki Sovyet propaganda afişinde “Komünizme fedakârca kendini adamış nesiller yetiştiriyoruz.” yazmaktadır. Ailenin, çocuğun ve yeni nesillerin öneminin altını çizen bu devlet bakışı Hruşev döneminin liberal politikaları ile yumuşamış ve Sovyetlerde boşanma oranları yeniden artışa geçmiştir.

Resim 4: Propaganda afişi.
Burada sosyal bir deneyden bahsetmek gerekmektedir. Bolşeviklerin devrimden sonra boşanmaları kolaylaştırıcı kanunlar çıkarmasının altında toplumun buna göstereceği tepkinin nasıl olabileceğine dair bir deney olması ihtimali yüksektir. Nitekim boşanma oranlarındaki patlama ve aile kavramının bir kenara atılmak istendiği bu ilk dönemin hızını 1933-34 kıtlığı, savaş ve çatışmalarda erkeklerin ölmesi nedeni ile kadınların evlilik şansının düşmesi, savaştan sağ dönen erkeklerin daha genç kadınlarla evlenmek için eski karıları ile ayrılmak istemeleri gibi unsurlar nüfus artış oranını baskılamıştır. Belki Avrupa’da yükselmeye başlayan Nazi tehdidi olmasaydı Sovyet seçkinleri bu aile yapısının toplumu götürdüğü yerden rahatsızlık duymayacaktı. Fakat dünya üzerinde güç olarak var olma meselesi sağlıklı ve düzgün eğitim almış nesillerle ölçülüyordu. Savaşacak ve ülkeyi koruyacak vatansever nesiller düzgün bir aile ortamında ve iyi ilk eğitim müfredatıyla yetiştirilebilirdi. Yukarıda Stalin döneminde boşanmalara getirilen zorluk ve Sovyet propaganda afişlerini izaha çalışılan tablo üzerinden okumak gerekmektedir. Sovyetleri aile politikalarındaki değişikliğe Avrupa’da ve dünyada var olan güç dengeleri zorlamıştır.
Mar Bayciev’in kaleme aldığı “Gelin ve Damat” dramasını bu uzun izah üzerinde değerlendirmek gerekmektedir. Hruşev serbestliği döneminde artan boşanma davaları Parti istememesine rağmen artmış ve bir gerçeklik hâline gelmiştir. Bayciev geleneksel Kırgız aile yapısı ve evlilik kavramını kadın ve erkek türleri üzerinden sorgularken Komünizmle zaman zaman barışamayan geleneksel Kırgız toplumunun dinamikleri eserde yerini almıştır.
Eserin yazıldığı dönemi anlamak için bakılması gereken ilk unsur kadınlardır. Kadın dönemin bütün sıkıntılarını üzerinde barındırır ve yansıtır.27 “Gelin ve Damat” ile “Uzun Yol Treni” adlı dramalarda da dramların yazıldığı dönemdeki sosyolojik problemler kadın kahramanlar üzerinden okuyucuya aktarılmıştır. Dramalarda yer alan Batmakan, Kadın, Genç Kız, Gülsün, Erkin’in annesi Sovyet toplumunda yaşayan kadınların örneğini teşkil etmektedir. Bu kişilerin canlı örneğiyle o dönemde karşılaşmak mümkündür.
Sovyetlerde İçkiEkim Devrimi’nin ardından Çarlık Rusya yıkılmış ve yerine Sovyetler Birliği kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla sosyalist bir yönetim şekli uygulanmaya başlanmıştır. 1918 ile 1921 yılları arasında kişilere ait olan mallar devletin malı hâline getirilerek özel mülk edinme hakkı ortadan kaldırılmış ve tüm güç tek merkeze bağlanmıştır. Bunun sonucunda üreten kesim kendine üretmeyi bırakmış ve devlete üretmeye başlamıştır. Sosyalist sistemin getirdiği ve uygulamada yaşanan yanlışlıklar sebebiyle üretim, tüketim, arz talep vb. birçok noktada sorunlar yaşanmıştır. Birçok alanda yaşanan sorunlar nedeniyle 1921’de devlet komünizmi uygulama şekillerinde bazı değişikliklere gitmiş, NEP (Yeni Ekonomi Politikası) ortaya çıkmıştır. Önceden üretilen ürünün devletin malı olarak görülmesi ve devlete teslim edilmesi hususu NEP ile birlikte ürünün ederi kadar vergi vermek karşılığında üreticide kalması sağlanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin kurulmasından itibaren sosyalist sistemde kalkınmaya yönelik birçok adım atılmıştır. Atılan adımlar bir sorunu çözerken başka bir soruna sebep olmuştur. Sovyet sisteminin yaşadığı sorunların en büyük etkeni sistemin ihtiyaçlarını insanın ihtiyaçlarının önünde tutmasıdır. Sovyet sistemine göre, insan sistemin ihtiyaçlarını karşılayan işçiler olarak görülmektedir. İnsanın mülk edinmesi kendini o yere bağlı hissetme ve geleceğe dair kaygılarının azalmasına sebep olmaktadır. Sovyet sisteminde ise mülk edinemeyen insanlar kendilerinin ve çocuklarının geleceğine dair kaygı içerisinde yaşamaktadır. Devletin değişen ve sistemin sorunlarına tam anlamıyla çözüm sağlamayan politikaları insanlarda buhrana sebep olmuştur. Bu sıkıntılardan uzaklaşmak isteyen insanlar kaçışı içkide aramışlardır. Bu teşebbüs edebiyata da yansımıştır. 1970’te yayımlanan Beyaz Gemi’de bu konuya dikkat çekilmiştir. Romandaki çocuğun kendini suya bıraktığı gece evde sarhoşların bulunması, Orozkul’un sarhoş olup karısını dövmesi bunlara örnek gösterilebilir. Yine 1966’da yayımlanan Elveda Gülsarı’da Gülsarı’nın içki kokan binicisi sebebiyle huysuzlanması, içkinin Sovyet halkı üzerindeki etkisi ve edebiyata yansımalarındandır.

Resim 5: İçki karşıtı afiş.
İçkinin halkta oluşturduğu olumsuz yansımanın yanı sıra sisteme ve devlet yönetimine belirli oranda olumlu yansıması bulunmaktadır. İçki içen kişideki bilinç, belirli bir süre bilinçsizliğe dönüşür. Bu da kişinin düşünme yetisini belirli süre kullanamaması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu süreç zarfında kişi çevresindeki kişi/kişilerin bilinci doğrultusunda hareket eder veya etmek zorunda kalır. 1986 yılında yayımlanan Dişi Kurdun Rüyaları’nda Boss ve ekibinin yöneticilerin istediğini yapması buna örnek gösterilebilir. Yazarlar Birliği’nde yazarlara uygulanan şey bu durumun farklı bir uygulama şekli olarak görülebilir. Yazarlara eserlerinde neyi konu edeceklerinin dikte edilmesi tıpkı içkinin sonucu olarak ortaya çıkan bilinç kaybıyla benzerdir. Yazarların ideolojinin istediği şekilde eser vermek zorunda olması bir nevi yazarın düşün(e)memesine veya istenileni düşünmesine –aslında yine düşünmemesine- sebep olmaktadır. Düşünmeyen insanın bir konu hakkında iyi veya kötü eleştiride bulunması beklenemez. Bu kişiler kendilerine söylenilen veya kendilerinden istenilen şeylere doğrudan doğruya itaat eder ve yapar. Sistemin sebep olduğu içki kullanımı ve buna bağlı alkolik kişi sayısı durumu açıklar niteliktedir. Gorbaçov’un yönetime geçtiği “1985 yılı verilerine göre SSCB’de hastalık anlamında alkolik sayısı 4,5 milyon, alkol bağımlılarının sayısı ise 20 milyondur.28 İçki tüketimindeki artış ve alkoliklerin sayısının yükselmesinden yöneticiler de endişe duymuşlardır. Bu bağlamda aşırı içki tüketimine karşı çeşitli kampanyalar yapılmış, devlet tarafından bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Ancak tüketimin fazla olması sebebiyle yapılan uygulamalar ekonomiye olumsuz olarak yansıdığı için bu kısıtlamalar esnetilmiştir.29
Sosyalist sistemin çökmekte olduğunu gören Gorbaçov, bu katı kuralları esnetmiş ve yeni bir yapılanma ortaya koymuştur. Gorbaçov sosyalist sistemi çöküşe götürecek birçok uygulamayı kaldırmak istese de Sovyetler Birliği dağılmıştır. Birliğin dağılmasında devlet politikaların yanı sıra Sovyet halklarının millî şuur bilinci doğrultusundaki bağımsız devlet kurma isteği de önemli etken olmuştur.30
Mar Bayciev’in “Uzun Yol Treni” adlı dramasında birbirinden farklı karakterler üzerinden vurgulanmış bir Sovyet sosyolojisi resmi vardır. “Rüşvet”, “Liyakatsizlik”, “İçki tüketiminin ulaştığı tehlikeli boyutlar”, “Plan ekonomisinin başarısızlığı”, “Komünist sisteme olan inancın dramatik şekilde zayıflaması.” olarak nitelendirilebilecek bu başlıklar etrafında Bayciev sistemin çökmek üzere olduğunu nesillerin olayları duyuş görüş ve anlamlandırma farklılıkları üzerinden haber vermiştir.
Adı konulmamış oligarşik bir parti sınıfının ülkeyi getirdiği toplumsal uçurumun izahı olan “‘Uzun Yol’ Treni’nin orijinal adının “Son Sefer” olması bununla ilgilidir. Şayet bahsi geçen parti oligarşisinin ülkeyi sürüklediği uçurum evrensel bir perspektiften okunursa gelecekte neler olacağına dair ipuçları kitabın içindeki eserlerde mevcuttur.
Kemal GÖZ 31 Karaman, 2022GELİN VE DAMAT

Gülsün: Kadın
Erkin: Erkek
Hâkim
Anne
Olay günümüzde geçmektedir.
Perde kapalı… Arka taraftan bir düğün sesi gelir. Kahkahalar, müzik sesi ve tokuşan kadehler duyulur.
Bir Ses: Kardeşlerim, davetliler! Düğün başına söz verelim.
Düğün Başı: Yoldaşlar, kısa konuşacağım. Birinci dileğim Gülsün ve Erkin’in mutlu olmaları. Eğer tamı tamına 25 yıl sonra buradaki herkes oraya buraya saçılmadan tam kadro sağ kalırsak Gülsün ve Erkin’in gümüş düğününde32 buluşalım. Bu dileğimi kabul edenler kadehlerini kaldırsın…
Sesler: Yaşa, elbette, tamam!
Kadeh tokuşturmaları, gülüşmeler, müzik, düğünün sesi giderek azalır. Perde açılır.
Sahnede bir masa. Önünde iki tane sandalye. Sandalyelerde Gülsün ve Erkin oturmaktadır. Bu ikisi düğün kıyafetlerini hâlâ çıkarmamışlardır. Gülsün bembeyaz bir gelinlik içinde, başında duvak var. Erkin’in üzerinde bir smokin var, beyaz gömlekli. Dikkat çekici bir kravat takmış. Sanki az evvel düğünden çıkıp nikah salonuna gelmişler. Ancak burası nikah salonu değil. Bölge mahkemesinin binası. Masanın yanında siyah elbiseli orta yaşlı bir kadın ayakta duruyor. Bu, mahkeme hâkimi.
Hâkim: (Yerine geçer. Masasından bir kâğıt alıp okumaya başlar.) 1 Mayıs Bölge Mahkemesine “Eşim Erkin Samakov’la daha fazla beraberce ömür sürmemizin imkânı kalmamıştır. Bu yüzden ayrılmamız gerektiğini düşünüyorum. Kanuni olarak mahkemenin nikah akdini sonlandırmasını talep ediyorum. Gülsün Tokoev.” (Gülsün’e) Bu dilekçeyi yazmanızın sebebi nedir? Bunu mahkemeye anlatınız lütfen.
Gülsün: (Yerinden kalkar.) Bu soruya cevap vermem çok zor.
Hâkim: Dilekçeyi verdiğinize göre sebebini de anlatmanız gerek kızım.
Gülsün: (Biraz düşünür.) Benim… Benim kocam Erkin bir suç işledi. Ben… (Sessizce hâkime bakar.) Çaresizce ona yardım ettim. Ben ve bir kişi daha…
Hâkim: Kimmiş o?
Gülsün: Benim kaynanam. Erkin’in annesi.
Hâkim: Öyleyse dilekçenizi yeniden gözden geçirip sulh ceza mahkemesine vermeniz gerekir.
Gülsün: Hayır, hayır… Nasıl desem, kanunlara göre herhangi bir suç işlemedik. Şey… Biz birbirimize karşı suçluyuz… Biz beraber yaşamamalıyız… (Daha fazla konuşamaz. Gözleri dolar, kafasını önüne eğer.)
Erkin: (Yavaşça) Kendine gel!
Hâkim: Su veriniz. (Erkin ayağa kalkar hâkimin masasındaki sürahiden bir bardağa su koyar ve karısına götürür.)
Gülsün: Teşekkürler. (Biraz kendine gelir.) Her şeyi anlatacağım. (Bir süre sözüne nereden başlayacağını bilemeden kalakalır). Müzik olsa. Müzik koymama izin verir misiniz?
Hâkim: (Hayretle bakakalır.) Müzik mi dediniz?
Gülsün: Evet… Müzik!
Hâkim: (Tebessüm eder.) Eğer çok lüzumlu ise neden olmasın. (Gülsün ayağa kalkıp odanın köşesindeki plak çalara bir vals plağı koyar.)
Küçük mahkeme salonu yavaş yavaş ithal mobilyaları ve aydınlık pencereleri ile bir oturma odasına dönüşür. Pencere kenarında, sehpaların üzerinde, odanın hemen her yerinde rengarenk vazolar ve içinde buket buket farklı renklerde güller bulunmaktadır. Büyük pencere açık. Buradan küçük şehrin en güzel manzarası görülür. Gülsün odanın ortasında müzikle beraber bir iki kere döner ve Erkin’in önüne gelerek elini sunar. Şimdi ikisi vals yapmaktadır. İkisi de genç, çok güzel ve birbirlerine çok yakışmaktadırlar.
Gülsün: Ah, biraz durur musun?
Erkin: (Korkar.) Ne oldu?
Gülsün: (Gözlerini kapatır.) Yok bir şey… Birazdan geçer…
Erkin: Çok solgun görünüyorsun!
Gülsün: Bana sıkıca sarılır mısın? Başım dönüyor. Kalbim güm güm atıyor.
Erkin: (Korkar.) İyi misin? Ne oldu?
Gülsün: Mutluluğum kalbime sığmadı galiba. Bizimki ilginç bir tanışmaydı. Hiç beklenmedik bir anda. Üç ay önce yazın sıcağında ter içinde noter masasında otururken kapının açılıp da içeri boylu poslu yakışıklı bir genç adamın gireceğini nereden bilebilirdim.
Erkin: (Gülümser ve hemen rolüne girer.) Merhabalar küçük hanım! Diplomamın aslı gibidir belgesini hazırlamanız mümkün mü?
Gülsün: (Masasına gidip oturur, iş gözlüklerini takar ve ellerini masanın üzerine koyarak cevap verir.) Olur küçük bey.
Erkin: Mükemmel! Buyurun. İki kopya rica ediyorum. (Diplomasını eliyle verir gibi yapar.)
Gülsün: (Mühür basar ve imzalar.) Oo! Konservatuarı bütün derslerden beş alarak bitirmişsiniz!
Erkin: (Tebessüm eder.) Hepimiz azar azar bir şeyler öğrendik. Ama annemi sevindirmeyi çok istemiştim. Benimki şansa oldu.
Gülsün: Bravo size. Borcunuz bir som on iki kuruş. (Gözlüğünü çıkarıp Erkin’i dikkatle süzer.)
Erkin: (Hayran gözlerle Gülsün’e bakar.) Oo!
Gülsün: Ne oldu, pahalı mı yoksa?
Erkin: Hayır, pahalı değil! Hatta ucuz!
Gülsün: O hâlde?..
Erkin: Yok bir şey!
Gülsün: Sanki korkar gibi oldunuz!
Erkin: Bilmem… Korktum mu? Aa…Tam tersine… Buyurun ücretiniz… (Parayı verir.) Çok teşekkür ederim.
Gülsün: Rica ederim. (Gözlüğünü çıkarır.)
Erkin: İyi günler.
Gülsün: İyi günler.
Erkin: (Sanki dışarı çıkıyormuş gibi birkaç adım atar ve durur, yeniden dönüp masanın önüne gelir!) Merhaba küçük hanım!
Gülsün: Buyurun beyefendi!
Erkin: Özür dilerim, siz şey… Şu… Doğum belgesine mühür basıyor musunuz?
Gülsün: (Özellikle geldiğini anlar.) Hayır!
Erkin: Aa, şey… Şu belgeyi, şeyi… Pasaport kopyasına mühür basıyor musunuz?
Gülsün: Hayır, onu biz yapmıyoruz!
Erkin: O zaman şu önceki üniversite mezuniyet belgesini… Ee… Diploma…
Gülsün: Aslı gibidir mi?
Erkin: Evet, evet… O! İşte… Üç tane aslı gibidir. (Diplomasını verir gibi yapar.)
Gülsün: Yanılmıyorsam daha dün iki tane hazırlamıştım.
Erkin: Evet, doğru! Şey… Ben onları… İkisini de kaybettim… Çok unutkanım…
Gülsün: Hım, bu iyi değil. Daha fazla şeker tüketmelisiniz! (Mührünü üç defa basar gibi yapar.) Bir som33 elli kuruş. (Gözlüğünü çıkarır.)
Erkin: (Kızın gözlerine hararetle takılıp bir süre öylece kalır.) Tüh! Şu işe bak!
Gülsün: Ne oldu?
Erkin: Affedersiniz! Ben şey demiştim, demiştim ki… Şey! (Parayı verir.)
Gülsün: (Parayı alır.) Elli kuruş para üstü vermem gerek. Bir dakika!
Erkin: Ben o zaman yarın geleyim! Değil mi?
Gülsün: Yarın neden geleceksiniz?
Erkin: Şey işte, şu para üstü! Yoksa yarın gelirim!
Gülsün: Ha yok, burada işte, elli kuruş! Buyurun! (Parayı verir.)
Erkin: Teşekkür ederim.
Gülsün: Bir şey değil! Güle güle.
Erkin: Sağlıcakla kalınız! (Gider.)
Gülsün: (Sessizce) Züppe!
Erkin: (Aniden döner.) Ne dediniz?
Gülsün: Ben mi, hiçbir şey!
Erkin: Ama sanki bir söylediniz gibi!
Gülsün: Ben… Şey demiştim! Havalar da çok ısındı!
Erkin: Ya evet, çok iyi fark etmişsiniz. Sıcak hatta o kadar sıcak ki züppeler bile bunaldı bu sıcaklardan.
Gülsün: (Utanarak gülümser.) Ben sizi kırmak istemezdim ama kendiniz suçlusunuz! Darılmayın lütfen!
Erkin: Daha neler. Delirdim mi ben size darılacağım? Züppeyim ben kabul ediyorum.
Gülsün: (Kız gülümser.) Siz hep böyle misiniz?
Erkin: Hayır! Tek başımayken normal bir insanım. Ama çok güzel bir kız gördüğümde birden züppe oluveriyorum. Bunun için özellikle doktora gittim. Kalbimin röntgenini çektiler! Doktor bu hastalıktan iyileşmenin tek yolu evlenmen dedi. Size iyi günler. (Gider. Gülsün arkasından gülümser. Masasına bir şişe kefir ve poğaça koyar. Öğle yemeği yemeye başlar. Bu sırada kapı açılır ve Erkin girer.)
Erkin: Girebilir miyim hanımefendi?
Gülsün: (Kefirden bir yudum içip poğaçadan bir ısırık alır.) Ama öğle arası.
Erkin: Kusura bakmayın! Ama işim çok acele! O kadar acele ve önemli ki eğer yardım etmezseniz ölürüm.
Gülsün: (Hayretle şaşırır.) Ölür müsünüz?
Erkin: Evet, boş yere murdar giderim!
Gülsün: (Gerçekten telaşlanır.) Ne oldu böyle!
Erkin: Şey… Geçenki… Diplomalar… Ben kopyaları kaybettim.
Gülsün: (Gülümser.) Bu da nereden çıktı?
Erkin: (Yalandan ağlar gibi yapar.) İşte böyle…
Gülsün: Dosyaya koyup gitmiştiniz…
Erkin: Evet, öyle yapmıştım. Ama hepsini dosya ile birlikte kaybettim.
Gülsün: Kolunuzun altından kayıp yere düşse gerek!
Erkin: Hah! Evet, kaygandı o dosya zaten, balık gibi bir şey! Öyle olmuştur.
Gülsün: Yoldaş, anlaşılan çok dağınık bir insansınız!
Erkin: Allah’ım yaratmış, işte böyle! Ne yaparsınız!
Gülsün: Koynunuzda sakladığınız ne! Yılan mı yoksa?