bannerbanner
Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair
Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair

Полная версия

Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

Yesevî Türbesinin yanındaki kavşaktan her geçişimde, gözlerim hep Yakubov’un çocukluk yılları hatıralarından anlattığı binaları arardı. Kavşağın sağında duran okul binası, Yakupov’un okuduğu okul olmalıydı. Hapishane olan binalar ise ya karşı köşede halen savcılık binası olarak kullanılan yerlerdi veya okulun arkasındaki askerlik şubesi binaları. O dönemde her gün tören yapılan park ve meydan ise savcılıkla hakimlik binaları arasındaki park ve şimdiki adıyla Yesim Han alanı olmalıydı.

Yakubov’un beş-altı taş bina olarak tarif ettiği “Yeni Türkistan” mahallesi daha sonraki yıllarda birbirine paralel caddeler ve ona açılan sokaklarla epeyce genişlemişti. Bütün resmi daireler, bankalar bu civarda kurulmuştu.

YESEVÎ TÜRBESİ

Tan yeri ağarıyordu. Güneş arkamızdan ilk aydınlığını bozkıra yayarken, biz batı yönüne doğru seyir halinde idik. Henüz şehre dair hiçbir belirti görünmezken, muhteşem mimari yapı, göz alabildiğine uzayıp giden bozkırın ortasında, adeta stüdyoda tasarlanmışçasına tek başına, dimdik duruyor ve bakışlarımızı esir alıyordu. Arabayı kullanan Kazak şoför Ömürzak, şehre takriben, on beş kilometre yolumuz kaldığını söylüyor. Yaklaştıkça abide büyüyor ve ışıltısı artıyor. Etrafında çok katlı, şehrin yüksek binalarının görünmeye başladığı zaman, Türkistan şehrine girmeye artık beş kilometre yolumuz kalmıştı. Muhteşem abidenin, yer seçiminden dolayı kazandığı üstün bir özellikti bu. Daha sonraki yıllarda, şehrin yalnız Çimkent girişinden değil, diğer girişlerinden de aynı görünümün oluştuğunu, yaşayarak öğrenecektik.

Türbenin bu özelliği, şehrin bir dönem adına da yansıyan engebeli coğrafi yapısından kaynaklanıyor. Engebeli ifadesi, ilk bakışta, bölgede büyük çukurlar ve tepelerin varlığını çağrıştırabilir, fakat burada, bozkırın ortasında, dokuz metrelik bir tepe dahi yöreye adını verebilecek kadar önemseniyor. Tarihi 2000 yıl öncesine kadar giden Türkistan şehri, ilk kurulduğunda Kültepe denilen dokuz metre yüksekliğinde bir tepe üzerinde yer almış. Ahmet Yesevî Türbesi ise Kültepenin doruğundan 350 metre kuzeyde bulunuyor. Aradaki bu mesafede tepe 2-3 m alçalmış olsa, denilebilir ki; Yesevî Türbesinin, çevresinden 6-7 metre yüksekte kurulması ve 46,5 metreyi bulan kendi yüksekliği ile uzaklardan tek başına görünmesinin sebepleri ortaya çıkıyor.

Evliyalar Serverinin şehrine, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte ulaşıyoruz. 1997 Mayıs ayının 17. sabahı, Türkistan’ın havasında insanın tenini okşayan bir serinlik var. Gece boyu süren yolculuğun verdiği tüm yorgunluğumuza rağmen, eski Türk töresine uyarak, her şeyden önce “şehrin sahibini” ziyaret etmeliyiz diye düşünüyoruz. Yoldaşım Ömürzak; bu tavra hiç yabancı değil, benden önce de pek çok Türkiyeliyi Türkistan’a getiren Ömürzak, onların da hiç bir yere uğramadan Yesevî Türbesine gittiklerini söylüyor.

Muhteşem mimari, yakınlaştıkça daha etkileyici hale geliyor. Şehrin içinde iki kilometre, tek katlı evlerin arasındaki ana yolda gittikten sonra ilk kavşaktan sola dönüyoruz. Bir kaç yüz metre de bu istikamette gidiyoruz. Ömürzak arabayı, Türbenin taç kapılı, meşhur cephesinin tam karşısında durduruyor.

Geniş bir alanın ortasında Ahmet Yesevî Türbe’siyle karşı karşıyız. Vakur, dünyayı önemsemeyen, yalnız ama bu yalnızlığa da hiç aldırış etmeyen, kendisi başka bir dünya imişçesine duran insan yüzünün çizgileri var görünüşünde. Bulunduğumuz yerden taç kapıya üç yüz metreye yakın bir yol var. Daha sonra öğreniyorum ki, buradan itibaren her hangi bir binekle gitmeyi Kazak kardeşlerimiz, maneviyata saygısızlık sayıyorlar.

Yolun iki yanında, bel hizasında kesilerek şekillendirilmiş çit bitkileri, yeşil bir koridor oluşturuyor ve koridorun arkasında rengarenk güllerden kurulu gül bahçesi uzanıyor. Sabahın sessizliği her yere hakim. Gül bahçesinin içinde, yeşil koridorda yürüyerek muhteşem taç kapıya yaklaşıyoruz. Şimdi yalnızca bu anı yaşıyorum, öncesi yok gibi, hatta önceye ait yorgunluğum da sanki uçup gitti. Ortalama insan boyundan 25 kat daha büyük taç kapının önünde duruyor ve ziyaretimizi yapıyoruz. Bu an uzayıp gidebilir, fakat Ömürzak’ın geri adımlarla yürüdüğünü görünce ben de ona uyuyorum geldiğimiz gibi çekiliyoruz. Gözlerimiz gül bahçesinde; keşke şu geniş alanın her yanı güllerle kaplansa diye içimden geçiriyor ve bunu hayal ederek, Türbenin her yanını zihnimde güllerle dolduruyorum. Sarı, kırmızı, pembe, bordo… gülün açabildiği her renkte yediveren gülleriyle dolu bir bahçe… Heyecanım artıyor.

Doğrusu, bu ilk ziyarette, mimarinin genel etkileyiciliğinin dışında bir özelliğini göremediğimi, buraya daha sonraki gelişlerimde fark edecektim. Bir Rus generaline atfen denilir ki; “Şark sırlarla doludur, hiçbir zaman ilk görüşte kendini teslim etmez.” Yesevî Türbesine her gelişimde öğrendiğim yeni şeyler, bu sözü hatırlatıyordu.

Abideyi Tanıdıkça

Yesevî Türbesi, Sovyet döneminde yapılan çevre düzenlemeleri ile adeta şehirden koparılmışçasına, ayrı bir bölgede bulunuyor. Kendine en yakın şehir binalarına uzaklığı 500 metre civarında. Türbenin güney ve doğu cepheleri şehre bakıyor, ancak bu arada da ağaçlandırma ve yol çalışmaları eksik olduğundan hem şehir hem de türbe dokusunda kopukluk meydana geliyor. 1975 yılında Kültepe ve eski Yesi yerleşim bölgesinden 65 hektarlık bir bölge koruma altına alınmış ve bu geniş alan Türbe sahası olarak tahsis edilmiş. Türbe çevresinde yapılan düzenleme faaliyetleri ile, bilinçli veya bilinçsiz olarak, bu geniş alanda bulunan Osmanlı usulü hamamdan ahşap yapılara kadar pek çok kıymetli eser yok edilmiş ve muhteşem abide çevresindeki boşlukta yalnız bırakılmış. Bugün bu alanda Türbenin hemen önünde, büyük türbenin türbedarı gibi duran Rabia Sultan Begüm Türbesi ve onun yanına iliştirilivermiş, iğreti görünüşlü, gelen ziyaretçilere bilet satışının yapıldığı küçük bir kulübe duruyor. Bu küçücük kulübenin içinde her zaman çoğunluk kadınlarda olmak üzere üç dört kişiden az insan bulunmaz. Bilet satışının yanında, Kazakça dini yayınları, tespih ve kartpostal gibi bazı hatıra eşyaları da buradan temin etmek mümkün.

Külliyenin en önemli tarihi bölümlerinden birisi olan, Ahmet Yesevî’nin 63 yaşında yer altına girdiği çilehane ise Kültepe’nin zirvesine yakın bir yamaçta durur. Bu yamacın hemen altında ise çevresi ile irtibatları koparıldığı için burada bulunuşu özel dikkatle fark edilebilen ilk Kazak Hanlarından Esim Han’ın Türbesi bulunur.

Türbenin kabirhane bölümünün bulunduğu kuzey cephesinin duvarına elli metre kadar uzakta, duvarlarının yarısı yere gömülü küçük bir mescit ile sonradan yapılan idare binaları geniş alanın içine düzensizce serpiştirilmiş bir halde dururlar.

Ayrıca yine türbenin güneyinde, sonradan yapılan bir hediyelik eşya mağaza binası, içlerinde dervişlerin hücrelerinin bulunduğu kalın ve yüksek bahçe duvarı kalıntıları bulunmakta.

Türbeye dışarıdan bakıldığında yeşile çalan yumuşak bir mavi renk gözleri okşar. Yüksek duvarların, yerden bir adam boyu mesafesi dışında kalan kısımları, bu turkuaz rengi hakim kılan çinilerle kaplanmış. Çiniler ehli olmayana kendini teslim etmeyen süslemelerle dolu. Pek çokları gibi ben de bunları, sadece çinilere işlenmiş desenler olarak görüyordum ta ki, Prof. Dr Şahin Uçar Hocayla türbeyi gezene kadar. O gün, Kültepenin üzerinden durup türbeye bakarken Hoca; “kufi yazılar ne güzel yerleştirilmiş” diyerek bir bir okumaya başladı. Benim yalnızca çini deseni olarak gördüğüm şekiller meğer “Allah, Muhammet, Ali…” kelimelerinin, kufi yazı tekniği ile yazılmış halleri değil miymiş? Daha sonraki ziyaretlerde ben de, bu yazıları beraber geldiğimiz arkadaşlara tanıttım. Her biri en az benim kadar hayrete düşüyordu.

Ayrıca her cephede, kufi yazılarla beraber değişik dönemlerde Türk grupları tarafından kullanılan tamga şekilleri vardı. Görenleri en çok şaşırtan ise gamalı haç şeklindeki Türk tamgası oluyordu. Neden bu tamgaların seçildiğini tam olarak henüz bilen yok ama bir görüş, bunların türbenin yapıldığı dönemde Türkistan civarında yaşayan Türk boylarının sembolleri olabileceğini ileri sürmekte.

Kuşlar Korosu

Türbede aylar sonra fark ettiğim bir ayrıntı ise kemerli kapının sütunları arasına gizlenmiş kuş yuvalarıydı. Kuşlar için ayrılmış, bir tuğla genişliğindeki bu yerlerden, belki yüzlercesini saymak mümkün. Türbenin ön girişi olan taç kapının sütunları içinde, güvercinler başta olmak üzere değişik türlerden kuşlar yuvalanmış. Ayrıca yuvaların bulunduğu sütunlara, kuşların yuvalarına gelip giderken konmaları için ağaç ve demir uzantıların yerleştirilmesi de ihmal edilmemişti.

Günün her saatinde, ama özellikle akşam gün batımına yakın, Yesevî Türbesi kuşlar orkestrasının konserine sahne oluyordu. Kemerlerin üzerinde, konmaları için tahsis edilmiş ağaç ve demir çubukların üzerine yerleşen yüzlerce değişik kuş, kendi lisanlarından seçme ezgileri icraya başlıyorlardı.

Kuşların kondukları bu ağaç çıkıntıları, mimarların hatası olarak burada bırakıldığını düşünebilenler dahi vardı. Kuş ve kabir Anadolu’da da beraber değil midir? Anadolu’da da mermer kabirlerin üzerine yağmur sularının birikerek kuşların içmeleri için su kapları yaptırmaz mı insanımız?

Ama yok, şimdi; kuşların kültürümüzdeki yerini bir kenara bırakıp, konser saatlerini büyüleyici hale getiren gruptan bahsetmeliyim. Güneşin batışı ve gökyüzü bir başka alemdir bu diyarda. Güneş her akşam, bir öncekine hiç benzemeyen ve belki o saate kadar daha önceki hiçbir akşamda görülmemiş kızıl ebrular şekillendirerek batar ufkumuzdan. Belki hayatında gurubu seyretmenin zevkini bir kez dahi tatmamış olanlar bile tiryakisi kesilirler bu ebruların. Ah keşke kuşların konseri sürerken herkese, Kültebeye oturup , sabitmişçesine duran, ama çok yumuşak süzülüşlerle şekil değiştiren o kızıl ebruları seyrettirmek mümkün olsaydı; o zaman bütün gözler benim anlatamadıklarımı da görür ve her kulak o sesleri duyardı.

Rahmet Kazanı

Kuşların her akşam konser verdikleri taç kapının kemerleri arasında duran, Türkistan yıldızı motiflerinin sedef kakmalarla işlendiği paha biçilmez kapıdan geçildiğinde, orta yerinde rahmet kazanının bulunduğu ana salona girilir, fakat bu kapıyı kullanmak bilet alarak gelen ziyaretçiler için mümkün değildir. Onlar Taç kapının sağ sütununu yanında bulunan küçük bir kapıdan içeri alınırlar. Kapıdan geçince dar bir koridorla ana salona giden bu aralıkta, küçük bir hücreye sıkışmış bilet kontrolü yapan memureler bulunur. Koridorun bitiminde ise arzu edenlere Türbeyi anlatan rehberlerin kullandıkları hücre yer alır. O büyük yapıda günlük kullanılan yerler, bu iki hücreciktir.

Bu dar koridordan ana salona çıkanların ürpermemesi mümkün değildir. En yüksek noktası 37.5 m ve eni 18 metreden fazla olan tuğla kubbesi ile bu geniş salon, adeta insana acizliğini hatırlatmak üzere inşa edilmiş gibi durur. Orta Asya’da bulunan en geniş tuğla kubbe olarak bilinen örtünün altında etrafa gözlerini gezdiren her ziyaretçi, o büyük hacim içerisinde kendi varlığının eridiği hissiyatından kurtulamaz.

Salonun orta yerinde duran rahmet kazanı, ilk bakışta bu histen kurtulmak için bir ümitmiş gibi görünür. Dünyada ikinci bir emsali olmayan üç ton su alabilen, ağırlığı iki tonu bulan, çapı 2.45, yüksekliği 1.62 metre olan bu eser, kubbenin eziciliğiyle mukayese edildiğinde nispeten rahatlatıcı olduğundan olsa gerek, salonun genel atmosferinden kurtulmak için bir ümit kapısıdır. Belki de bu yüzden türbenin detayları arasında en fazla incelenen unsuru rahmet kazanıdır. Hemen her ziyaretçi altın, kalay, kurşun, bakır, demir, çinko ve gümüş karışımından yapılmış bu kazanı dakikalarca etrafında dönerek incelerler. 1399 yılında Tebrizli Şerafettin Usta tarafından, Dede Korkut hikayelerinde de adı geçen Karnak’ta dökülerek buraya getirilmiş kazanın, okuyamasalar bile etrafına yazılmış ayetler, yapan ustanın kitabesi ve 22 defa “Dünya Allah’ındır” ifadesi, kulpları ayrı ayrı ilgi odağı olur.

Dünyada eşi olmayan kazanla Ruslar da yakından ilgilenmiş ve 1935 yılında St. Petresburg’taki Hermitage Müzesine götürmüşler. Halkı derinden yaralayan bu hadise 54 yıl sürmüş. Kazan, 1989 yılında tekrar yerine getirilip konmuş. Şimdilerde o yıl Türkistan şehrinin idaresinde kim varsa kazanın kendisinin gayretleriyle geri geldiğini anlatarak bu büyük olaydan şeref payı çıkarmaktalar. Dönemin Türkistan Valisi Erkin Corebekov Bey’in evinde, kazanın getirilişinin video kasetlerini seyrediyoruz. Görüntülerde kalabalıklar yığılmış, yüzler gülüyor, tam bir bayram havası esiyor. Erkin Bey hâlâ bu büyük hadisenin yıl dönümlerinde evinde yemekler veriyor, dualar ediliyor.

Denilene göre bu kazana, Türbenin içinde bulunan kuyudan su doldurulur ve şifalı olduğuna inanılarak dervişlere ve ziyaretçilere dağıtılırmış. Kazan belki de burada yaşayan dervişler ve ziyarete gelenlerin kalabalığından ötürü bu kadar büyük yapıldı.

Mescid-i Nebevi ile başlayan İslam mimarisindeki külliye geleneği, Yesevî türbesinde de gözetilmiş. Kul Hoca Ahmet’in kabrinin dışında Türbede mescit, kütüphane, mutfak, derviş hücreleri ve hatta adına kudukhane denilen bir kuyu odası dahi bulunmakta. Buradaki kuyudan çıkan su zemzem suyuyla özdeşleştirilerek kutsal sayılmakta. Külliye, içinde yaşayanların, su için de olsa dışarıya ihtiyaç duymadan yaşayabilecekleri bir bütünlükte tasarlanmış. Su ihtiyacının karşılanacağı kuyu ise, su çıkarma kapasitesi sınırlı olduğundan, suyun depolanması ihtiyacı belirmiş olabilir. Kazana doldurulan üç ton su, zaruret halinde, idareli kullanılarak 100 kişinin 10 günden daha fazla bir süre su ihtiyacını karşılayabilir. Bu müddet içinde kuyudan da su takviyesi yapılacağı düşünülürse bu süre 15-20 güne kadar dahi uzatılabilir.

Bizim gördüğümüzde ise Kazan’ın dibi Kazak tengeleri ve Özbek somlarından oluşan renkli paralarla doluydu. Türbeyi ziyaret eden yöre insanı, kabirhane bölümüne gitmeden önce kazanın önünde durur ve büyük bir saygıyla ilk dualarını burada yaparlar ve dualarının kabulü için kazanın içine para atarlar. Türbe idarecileri, gelenlerin paralarını rahatça atabilmeleri için kazanın kenarına küçük bir merdiven dahi yaptırmışlar. Kazana para atma geleneği Anadolu’da kutsal sayılan yerlerde kuyulara veya havuzlara para atma adetiyle aynı olsa gerek.

Yunus’un Hacı Bektaş dergahına eli boş gitmeyişi gibi burada da töreye uyarak özellikle Kazaklar, yanlarına “Hak nanı” yani “Hak ekmeği” almadan gelmiyorlar. Dualarla alınıp getirilen ekmekler, yine dualarla kazanın yanında çantalardan çıkarılıyor. Büyük bir saygıyla iki elle tutuluyor. Herhalde eskiden bu Hak nanları dervişlere hediye ediliyordu. Şimdilerde ziyaretten sonra fakirlere dağıtılıyor.

Kabirhane ve Türkistan Yıldızı

Kemerli kapıdan girildiğinde, kazan odasının tam karşısında Yesevî Hazretlerinin sandukasının bulunduğu Kabir-hane yer alıyor. Değişik desenlerle bezenmiş ahşap kapının arkasında, dünyada çok ender bulunan ve Semerkant’tan getirilen yeşil mermerlerle kaplı sandukada Hazret Sultanın mübarek naşı bulunuyor.1954 yılına kadar kabirhanenin giriş kapısının önünde 12 metre uzunluğunda bir gönderde tuğ asılı imiş. Bu tuğun yer aldığı orijinal fotoğraflar, müze arşivinde saklanıyor. Kabir başındaki tuğ orada yatanın büyük mutasavvıf olduğunun bir işareti olarak törede yer almış. Semerkant’ta Emir Timur’un Şeyhinin kabrinde ve Buhara’da Burhanettin Nakşibendin türbesinde ve en ilginci “evliya dağ Kazıkurt’un” zirvesinde de böyle bir tuğa rastlamıştım.

Kabir odasının iki yanında sekiz köşeli yıldız şeklinde pencereler bulunuyor. Sekiz köşeli yıldız, Türk tarihindeki en eski sembollerimizden birisi. İki kare şeklinin köşeleri, yıldızın uçlarını oluşturacak şekilde yerleştirilmesiyle meydana geliyor. Sekiz köşeli yıldızın anlamı ile ilgili değişik görüşler mevcut. Bu görüşlerden ilki karelerden biri bu dünyayı diğeri öbür dünyayı sembolize eder ve bu yıldızı sembol olarak kullanan her iki dünya içinde beraber yaşadığını anlatır. Sekiz köşeli yıldızın diğer anlamı ise her köşenin bir cennet kapısını işaret ettiğine dairdir. Bunlara sekiz cennet kapısı denir. Ayrıca divanlarda sekiz uçmak olarak anılır. Her bir yıldız köşesi merhamet ve şefkat, doğruluk, sadakat, cömertlik, sabretmek, sır tutmak, fakirliğini ve acizliğini bilmek, Rabbine şükretmek erdemlerini sembolize eder. Karakteri ve yaşantısında bu vasıflarla donanan ve bunları benliğine mal edenler cennetin o kapılarından geçeceklerdir. Sekiz köşeli yıldıza yüklenen bir diğer mana ise ilk iki anlama göre siyasidir: Dört ana yön ve dört ara yönleri sekiz köşeli olarak ele alan bu görüş; sekiz köşeli sembol kabul edenlerin dünyanın her yerine hüküm salmayı arzuladıklarını ifade ederler demektedir. Yesevî Türbesinin ana giriş kapısında, çinilerinde pencerelerinde işlenen sekiz köşeli yıldız, bütün sembolik manalarıyla da türbeye ve onun sahibine uygun düşmüyor mu?

Bu arada sekiz köşeli yıldız, bugünkü Türk Devletlerinin resmi sembolleri arasında en yaygın olanıdır. Azerbaycan’ın bayrağında, Özbekistan’ın devlet armasında, Türkmenistan ve Kazakistan’ın pek çok resmi kuruluşunun amblemlerinde sekiz köşeli yıldız yer alır. Bir dönem Osmanlı Bayrağında da bu yıldız vardı. Bugün de Türkiye’de polislerimizin alınlarının üzerinde taşıdıkları yıldız, Yesevî Türbesindeki Türkistan yıldızından başkası değildir.

Türbenin Diğer Bölümleri

Türbenin Kazanlı salondan koridorlarla ayrılan ana bölümlerinin sayısı da sekizdir.

Bu bölümlerden kabir odasının güneybatısındaki mescide ve kütüphaneye aynı koridordan girilir. Mescide namaz kılmaya gelenler, namazdan sonra kütüphanede okusunlar diye düşünülmüş olacak. Bu kütüphanede eskiden çok sayıda kitap bulunduğu biliniyor, hatta bugün Kazakistan Müzesinde bulunan 300 den fazla el yazma kitap buradan götürülmüş.

Diğer bölümlerden birisi ise “Halimhane” olarak adlandırılan mutfak bölümü. Halim, et ve buğdaydan yapılan özel bir yemek adı. Burada halim yemeği pişirilerek Pazartesi ve Cuma günleri ziyarete gelenlere ikram edilirmiş. Diğer vakitlerde ise dervişlerin yemekleri buradaki ocaklarda kaynarmış. Burada pişen yemeklerin suyu ise “kudukhane” denilen ve ortasında kuyu bulunan odadan temin edilirmiş.

Türbenin diğer önemli bölümleri ise Büyük ve Küçük Aksaray adı verilen salonlar. Sofilerin kendi toplantılarını yaptıkları bu salonların akustiğin en iyi olanı Büyük Aksa-raydır. Burada 16. asrın sonu ile 17. asrın başlarında Kazak Hanlarının otağı olarak kullanıldığı ve siyasi ve diplomatik görüşmelerin yapıldığı biliniyor.

Zaten külliye Hanların ve Kazaklarca şehzadelere verilen isimle Sultanların da mekanıdır. İlk Kazak Hanlarından Esim Han ve daha sonra Abılay Han buraya defnedilmiştir. Bugün bu Hanların kabrini sembolize eden lahitler kabirhanenin sağ tarafındaki koridorda bulunuyor. Benim de ziyaretlerde bulunmayı sevdiğim yer işte bu koridordu. Aslında ziyaretçilerin bu bölüme geçmelerine pek müsaade edilmez ancak Türbedeki rehberlerle ahbaplığımızı ilerlettiğimizden, bizim bu koridora geçmemize göz yumarlardı. Bu dar koridor sanki ana salonun ezici büyüklüğünün oluşturduğu psikolojiden kurtulmamı sağlar ve dar duvarların arasında maddi varlığımın öneminden daha emin hale gelirdim, ama daha da mühimi, buradan Yesevî Hazretlerine daha yakından bakma imkanı bulurdum.

Türbedeki kabirhane dışındaki sekiz bölüm ve dört eyvan üzerine oturtulmuştur. Ayrıca üst katlardaki, dervişlerin kullanımı için yapılmış hücrelerle birlikte 35 civarında oda bulunur. Bu dört rakamının da tesadüfi olmadığı görüşünde olanlar vardır. Dört eyvan kimine göre dört kitaptır, kimine göre ise şeriat, tarikat, marifet ve hakikattir. Yesevî’nin Hikmetlerinde de dört sayısı sık tekrarlanır. Hacı Bektaş’ta ise dört kapı kırk makama dönüşür.

CUMA MESCİDİ

Türkistan’ın “Cuma Mescidi” denilen en büyük camii de bu mahallede bulunur. Mahallenin Çimkent yolu üzerinde küçük bir meydanın arkasında, kırmızı tuğlalarla örülü genişçe bir avlu ve cami yer alır. Caminin avlusunun içinde imam ve müezzinin evleri de yer alır. Avlu çok bakımlı olmamakla birlikte birkaç ağaç ve yediveren gülleri ile düzenlenmiştir. 14. asırda, 40 caminin bulunduğu Türkistan’da bu mescit, uzun süre halkın namaz kıldığı tek mekan olmuş. Bugün değişik mahallelere açılan küçük camilerle Türkistan’da 19 cami bulunmaktadır. Halkın dini hayat yönelişi her geçen gün artmaktadır. Türkistan’a geldiğimiz ilk yıl cuma namazlarında yalnızca caminin üst bölümü dolarken üç yıl içerisinde, şehirde artan cami sayısına rağmen alt katları da insanlarla dolmaya başladı, fakat bu caminin en kalabalık cemaati, bayram namazlarında toplanır. Mevsimin kış veya yaz olmasına bakmaksızın 3-4 bin kişi camiden taşar, Çimkent yolunu boydan boya doldururlar. Karın buzun üzerinde de olsa bayram namazları kılınır. Bu namazlara yaşlı kadınların da katıldığı olur. Bayram namazının hutbesini ise şehrin valisi okur.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3