bannerbanner
Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi
Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi

Полная версия

Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 3

“17. yüzyılda topraklarını Sarov manastırına satan Tatarların listesi:

Kutıy oğlu Budaley mirza Ütemişev… Sedehmetyev bey oğlu Ütemiş mirza Süyünbayev …” (Tarasov 1997: 8).

Bu isim listesi epeyce uzun ve tuhaf, orada zorla Hristiyanlaştırılan Tatarların Hristiyan isimleri de var. Ütemiş mirza ailesinin isimleri iki defa geçiyor. Ütemişevlerin Sarov ve Sarıkılıç’taki tarihlerini merak edenler alttaki arşiv kaynaklarını inceleyebilirler:

–Arşiv tatarskih zemel Sarovskogo kraya

–Rodoslovnaya knyazey Meşerskih

–Dokumentı zemlevladeniya Sarovskogo kraya. Arhiv G. Arzamasa-Sarova

Bizim düşüncemize göre Sarov ve Sarıkılıç’tan giden Ütemişevlerin, adı geçen Kukmara, Meçkere, Baltaç çevresine gelip yerleşmiş olmaları da mümkündür. Neticede devletimizin kuzeyinde yaşayan Tatarları, İşmen neslinde, Sarıkılıç mirzaları, Kara Bik şeceresi, Karile Tatarlarının tarihini bir araya getirip araştırmak gereklidir. Çünkü onların hepsi aynı köktendir. Bu konuda âlim Marsel Ahmetcanov da şöyle söylüyor:

“Kanber, Kara Bik nesilleri Sakmar ırmağı boylarından, Nokrat’taki Karino köyüne ve Çuvaşistan’ın sınırından Ufa’ya kadar olan geniş bölgelerde yaşıyor. Onların sayısı yüz binlere ulaşmaktadır. Dolayısıyla Kara Bik neslinin İdil-Ural çevresindeki Tatarların etnik tarihindeki yeri büyüktür. Kara Bik halkını meydana getiren Oğuz-Kıpçak boyları Bulgar vilayetindeki sağ kalan Bulgarlar’la karışıp bugünkü İdil-Ural Tatarlarının büyük bir bölümünü meydana getiriyor” (Ahmetcanov 1995: 26).

Biz bu eserimizde niçin Kara Bik şeceresine, Karili-Nokrat Tatarları tarihine ayrıntılı olarak bakıyoruz? Çünkü bizce Kukmara bölgesinde özellikle de onun Meçkere gibi en kuzeyinde zor şartlar altında yaşayan Tatar köyleri tarihine, İşmen nesline, Karili-Nokrat Tatarlarının tesiri çok olmuş. Bu nasıl farklı tarihtir; özel bir karakter ve medeniyet, hepsinden evvel köyden farklı olarak, şehir geleneklerini koruma ve devam ettirme, çok çalışkanlık, genetik ve soydan gelen liderlik özellikleri ve soyluluk… Kukmara Tatarlarında, bunlar arasında Cengiz Aytmatov’un Tatar soyunda ve kendisinde, bunların hepsi var.

Tarihçi, âlim Damir İshakov da Nokrat Tatarlarına çok değer veriyor: “Nokrat Tatarlarının esas kökeni, merkez kısmı Altın Orda’dan çıkan Tatarları teşkil eder.” diye yazıyor. Tam olarak şöyle söylüyor: “Onlar Kıpçak kabilesinden ortaya çıkmışlar. Hepsi de soylu Tatarlardır. Kazan Hanlığı oluştuğu vakitte Bulgar vilayetinden Kazan tarafına geçen, Arça bölgesinde, yani ilçesinde, hükümdarlar var olmuşlar. Demek ki hâkimiyeti elinde tutanlar yani beyler ve hâkim tabaka bulunmuştur” (Tatar Kalenderi 2003: 276).

Tabii bunları bildikten sonra, Cengiz Aytmatov’un anne tarafından dedelerinin Kukmara bölgesinin Meçkere köyünden, Karili-Nokrat Tatarlarının hepsi, geleneklerini devam ettiren İşmen neslinden olmasına şaşırmamak gerekir. Bunlar, geçen bin yılın başından itibaren Bulgar Devletinin birliğinde olmalarına rağmen, Ar İli diye adlandırılan kendi bağımsız yerlerinde yaşamış ve Altın Orda birliğinde de nispeten bağımsızlıklarını korumuş, 1361 yılında da Karinskoye Knyajestvo [Karinskiy Kinezliği] diye adlandırılan ve bağımsız bir şekilde yaşayan asil, gayretli Tatarlardır. Rus resmî kaynaklarında Karili Tatarlarını Arskiye Knyazya [Arsk Kinezliği] diye adlandırmışlar ancak buna sadece Arça adlandırması ya da Ar-Udmurtlarla bakmak mümkün değildir. Tam olarak Nokrat’ın TatarNugay-Mişer mirzaları bu isimle adlandırılmıştır. Tarihte bilindiği üzere sadece 1489 yılında bu yerleri III. İvan ordusu işgal etmiştir ve Kar İli-Ar İli, Kuzey Tatarlarının bağımsızlığı ile zorla Rus Devleti birliğine tabi olmuştur. Neticede Hristiyanlığı kabul etmek istemeyen Tatar mirzalarının bir kısmı, adı geçen Malmıj yerlerine, Kukmara bölgesine gelip yerleşmişlerdir. Kazan Hanlığı yıkılana kadar Tatar Devletinde yaşamışlardır. 1552 yılından sonra da buraya Kazan tarafından kaçan Tatarlar gelirler ve böylece Kukmara bölgesindeki şehir medeniyetini ve kültürünü benimserler; zanaatta mahir bir şehir tabakası oluşur ve bu durum günümüzde de devam eder.

Şimdi Meçkere köyünün, İşmen ilinin Cengiz Aytmatov’un atalarının yaşadığı çağlara, 18-19. yüzyıllara geri dönüyoruz. Şunu da söylemeliyim ki, bu köy o zamanlarda gelişme göstermiş ve diğer köylerden önce şehri anımsatmıştır. Kültür ve medeniyet açısından ciddi farklılıklar göstermiş ve sanat, teknoloji, sanayi merkezi hâline gelmeyi başarmıştır. 18. asrın sonunda buralarda taş camiler ve meşhur medreseler var olmuş, 19. asırda ise Meçkere’de keçe, pamuk, bez dokuma fabrikaları, demir ve maden imalathaneleri kurulmuş, tüccarlar diğer devletlerle ticaret yapmışlar ve önemli işler yürütmüşlerdir. Bu bilgiyi, bölge tarihini araştıran âlimler de göz önünde tutmuştur:

“Sovyet döneminden önce, köy Vyatka eyaletinin Malmıj bölgesinin bir parçasıydı.” şeklinde yazarlar. Bölge, 18. yüzyılın sonunda zaten ticari ve endüstriyel bir merkez olması nedeniyle birçok Tatar köyünden oldukça farklıydı. 1778’den beri ürünleri Abdullah, Muhametrahim ve Yarulla Utyamişev kardeşlerin sahip olduğu tekstil ve deri üreticileri tarafından üretildi. XIX. yüzyılda onların soyundan gelenler, Kazan ve Vyatka eyaletlerinde bakır eritme, sabun yapımı, bez, pamuk işletmelerine sahipti.” (Kukmorskiy Kray: 161).

Bu eserde görüldüğü üzere onlar hakkında, “Birinci birlik üyesi Malmıj tüccarları” Ütemişevler hayır işleriyle de ciddi bir şekilde uğraşmışlar. Malmıj’dan Kazan’a kadar olan mesafede yüzlerce cami ve medrese yaptırmışlar ve masraflarını üstlenmişlerdir. Aynı zamanda buraları sahiplenmişlerdir. “1802 yılında Kazan’da kendi paralarıyla İski Taş cami ve 1882 yılında ‘Muhammediye’ medresesi yapılır.” ifadesi yer alır. Bunun üzerine Ütemişevlerin çeşitli makamlarda milletvekilleri, şehir idaresi üyeleri, memurları var olmuştur. Ancak Sovyetler Birliği, onların tüm mal varlığını ellerinden almış ve onları cezaevlerine sürgün etmiştir. Soylu ve eğitimli Ütemişevler, tüm olumsuz şartlara rağmen kültürlerini korumayı başarmışlardır. Adı geçen Meçkere köyünde 1926 yılında doğan, 3 yaşındayken annesiyle sürgün edilen Röstem (Özbek) İsmegıyl oğlu Ütemişev, uzay ve tıp alanlarında dünya çapında tanınan bir âlim olur. Uzaya gitmek için astronotları, bunlar arasında Yuriy Gagarin’i de uçuşa o hazırlamıştır. Onun oğlu İldar Ütemişev de tıp tekniği alanında dünya çapında tanınan âlimdir ve Moskova’da büyük bilimsel araştırma enstitüsünün idareciliğini yapar. Bu yüzden Cengiz Aytmatov’un anne tarafından soyunun tam da bu köyden ve aynı zamanda adı geçen Ütemişevler-Gabdulvaliyevler neslinden olması hiç de şaşırtıcı değildir.

Şimdi şecerenin kendisine geliyoruz. İşmen şeceresini, Tatar araştırmacıları uzun zamandır bilmektedir. Marsel Ahmetcanov bu konudan, 1995 yılında çıkan Tatar Şecereleri kitabında da bahsetmiş. Kitabın asıl nüshası Kazan’daki Mirashane arşivinde bulunmaktadır. Bana kalırsa İşmen şeceresini Cengiz Aytmatov’un şeceresiyle ilişkili olarak inceleme “İdil Dergisi”nde 1996 yılının 5-6. aylarında Rinat Gabdulvaliyev’in Oni Ostavili Dobruyu Pamyat [Onlar Değerli Bir Hatıra Bıraktılar] adıyla yayımlanan makalesiyle başlamıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere Rinat Gabdulvaliyev, Nagime Hanım’ın yakın akrabası, ağabeyi Şerif’in oğludur ve Bişkek şehrinde yaşıyor. Rinat ağabey, bu eserinde Hamza Gabdulvaliyev’in 1840 yılında Kazan’da doğduğunu yanlış yazmış olsa da, en önemli bilgiyi vermekte, onun atalarının 16. yüzyılın ortalarında Meçkere köyünde kök saldıklarını yazmaktadır. Elbette bu, bölge tarihini çalışan Tatar âlimlerine bir işaret oluyor. Kukmara ilçesinin tarihini araştırma müzesi müdürü Lebüde Devletşina, Meçkere’ye gidip okul müzesinden köyün yaşlıları tarafından kaleme alınan İşmen şeceresinin bir nüshasını bulur. Bu nüsha, Arap harfleriyle yazılmış ve bu nesilden dört yüze yakın kişinin ismi kaydedilmiş ve kenarına şu notlar yazılmış:

“Meçkere Köyü Şeceresi. Ahmet Fadik Muhammethadi’nin oğlundan korunmuş olan şecerenin bir kopyasını aldım. Abdilmecid Huciehmed oğlu. 25 Mart 1945.

Dedelerinin bu bölgeye göçünün tahminen 1700’lü yıllarda olması gerekiyor.”

Lebüde Hanım, yerli bölge tarih araştırmacıları ve Kazan âlimleri İrik Hadiyev ve Raif Merdanov yardımıyla İşmen şeceresinin nüshasını Kiril harfleriyle düzenler. Sonra da adı geçen Hasan’ın oğlu Hamza Gabdulvaliyev ve onun akrabaları Ahmetgali ile Galiya isimleri üzerinden Nagime Hanım’a ulaşırlar, Nagime Hanım’ın hayatına ışık tutarlar. Doğrudur, Nagime Hanım’ın şeceresine Cengiz Aytmatov, onun akrabaları ve çocukları sonradan ekleniyor. Çünkü 1945 yılında bu mümkün değildi. Ancak Rinat Gabdulvaliyev ise Meçkere’yi Karakol’da duymuş olmalı, çünkü babaları savaşta ölünce onları, Nagime Hanım’ın küçük erkek kardeşi Abdullah yanına alıyor. Son yıllarda Rinat ağabey Meçkere’den, bu nesilden gelen pek çok aydın kişi hakkında çalışmalar yaptı ve bunları yazdı. O, İshak Hacı Gabdulvaliyev, Hamza ağabeyinin babası Hasan’la kardeştir.

1858 yılı tapu kayıt belgelerine bakınca, İshak’ın 1841 yılında doğmuş olması gerekiyor, ancak çoğu eserlerde 1839 yılı olarak yazılmış ki bu doğru değildir. O dönemde Kazan’da, Orenburg’da, Troitski’de, Erbet’te ticaretiyle ilgilenmiş, zenginleşmiş daha sonra da Semipalatinski’da ve Petropavel’de kendi ticaret merkezlerini açmış sonradan Vernıy (bugünkü Alma-Ata) şehrine gelip yerleşmiştir. O, Jidisu bölgesinin en zengini olarak bütün Rusya ve Çin’le ticaret yapar. İshak Hacı 1880 yıllarında Meçkere’ye gelip ağabeyi Hasan’ın çocukları Hamza, Ahmetgali ve Galiya’yı Orta Asya’ya götürüyor. Böylece Gabdulvaliyevler bugünkü Karakol’a gelip yerleşiyor ve her şeye rağmen burada kök salıyorlar… Bunlar hakkında Karakol bölümünde ayrıntılı bilgi vereceğim, şimdi yüzyıllar öncesinin Meçkere’sine geri dönelim.

İşmen şeceresiyle Meçkere köyündeki 4 Mart 1858 yılının tapu kayıt belgeleri tam olarak birbirini desteklemiyor demiştim. Çünkü bu kayıtlara göre Hamza Gabdulvaliyev’in doğmamış olması gerekiyor, bundan yola çıkarak Hamza’nın 1860’lı yıllarda yaşadığını söyleyebiliriz. Tapu kayıtları gerçekleştirilirken Gabdulveli Gaysin 60 yaşında, onun oğulları Süleyman 30, Hasan 26, Muhammet Yunus 21, İbrahim 20, İshak 17, İsmail 15 yaşındadır. Gabdulveli’nin eşi Mahipcamal 55, kızları (belki torunlarıdır) Bibigayşe 10, Bibiesma 9, Fatıymabanu 6, Negıymebanu 2 yaşındadır. Hasan’ın karısı yani Hamza’nın annesi Bibifatima 21, onların kızı Bibifahihe 1 yaşındadır3. Bu belgelerde görüldüğü üzere, Hamza’nın daha sonra doğmuş olması gerekiyor.


1860 Yılı Maçkara Nüfus Sayımı Defteri


Nedendir bilinmez, 1880 yıllarında Gabdulvaliyevlerden üç kardeş, Hamza, Ahmetgali ve Galiya kervana katılıyor, Orta Asya’ya gidiyorlar. Bu konu benim için henüz açıklanmamıştır. Sadece İshak Hacının daveti, doğduğu köyü, annesini ve babasını terk etmesi için yeterli bir sebep olamaz. Hamza’nın köyde genç eşi ve İsmail isimli oğlu da kalıyor. Bunu kimileri Ütemişev neslinden olarak değerlendirmek istiyor ancak bu pek mümkün değildir. Çünkü onlar akrabadır! Hamza’nın sonradan da Meçkere’ye geri geldiği ve ailesine yardım ettiği söyleniyor. Ama şimdi Hamza Bey’in Meçkere’de kalan oğlu İsmail hakkında köyde epeyce hoş olmayan haberler de duyuldu. Buradaki hayatları kötüleşince evlerini satıp Kırgızistan’a gitmişler ama onu orada soğuk karşılanmışlar, şeklinde bilgiler verdiler. İsmail yeniden köye gelip başkasının evinde yaşadı ve öldü dediler, çok sessiz, iyi bir insan olduğunu söylediler… Ben bu konuda Bişkek’te Roza Hanım’a ve Rinat Gabdulvaliyev’e de sorular sordum ancak onlardan kimse bu konuda bir şey söyleyemedi. Aynı zamanda Nagime Hanım’ın İsmail’le irtibatta olduğu haberleri var. Biz bu konuyu araştırdık ancak sonuçlandıramadık. Çünkü Kırgızistan’da da bu haberi ve soruyu pek kabul etmiyorlar, bundan dolayı ben de artık soruşturmuyorum…

Meçkere’de Hamza ağabeyin yaşamış olduğu araziyi buldum ancak şimdi orada farklı insanlar yaşıyor. Hamza ağabeyin evinin hemen yakınında Meçkere’nin tanınmış medresesi varmış, günümüzde ise o binadan geriye sadece büyük temel taşları kalmış… Meçkere medresesi hakkında zamanında Şehabettin Mercani, Rızaeddin Fahreddin gibi âlimler yazılar yazmış. Bu medrese ve köy, Kayum Nasıyri, Kursavi, Emirhan, Barudi, Camaletdin Bektaşilerin kaderiyle de ilişkilidir. Orada okuyan, mezun olan ve eğitim veren âlimlerin sayısı yüzlercedir…

Hamza Bey’in evinin bulunduğu arazi, medrese ve camiyle aynı sokakta. Medreseden Birinçi Cemig camisine kadar olan yerler beyaz taşla döşeliymiş. Ünlü Hasan Bey’in evi ve dükkânları da bu yol üzerindedir, taş dükkânı hâlâ çalışıyor. Birinçi Cemig Camisini 1791 yılında Gabdulla Ütemişevler yaptırmış, Sovyet döneminde burası tahıl ambarı olmuş, civciv de beslemişler, şimdi onarılma aşamasında. Kızıl kerpiçten yapılmış iki katlı büyük ev, tabanı nakışlı, duvarları kalın, kapıları ve pencereleri atlı araba sığacak kadar geniş… Burada onarım işleri yıllardır devam ediyor, ancak daha yapılacak çok iş var. Bu işleri köyün imamı Möhir Yosıpov idare ediyor ve o ileride burada bir caminin olacağını söyledi.

İkinci Cemig Camisi. İlk önce ahşaptan yapılan bu cami, 1800 yılında Gabdulla Ütemişev’in oğlu Musa Ütemişev tarafından İslam dinini kabul eden Udmurtlar için inşa edilmiştir. 1871 yılında o ahşap cami yanınca, Musa Ütemişev’in oğlu İshak 1872 yılında onun yerine taş cami yaptırmış. Sovyet döneminde cami, eğlence kulübü olmuş, Perestroyka döneminde gündüz cami, gece kulüp olarak kullanılmış. Şimdi ise Meçkere’de, karşı köyden getirilip kurulan yeni cami var, halk namaz kılmaya ve ilim almaya oraya gidiyor. Burada, köy imamı Möhir Efendi’yi de hayırla yâd etmek istiyorum. O, Meçkere köyünün bahtı ve iman bekçisi, duacısı… Allah’ın rahmeti üzerine olsun!

Sonraki durağımız Ütemişevlerin evidir. Aslında evi değil, malikânesi. Meçkere’nin han sarayı gibi milli tarihi, süsü… 1800 yılında Ütemişevler tarafından yaptırılıyor. Büyük sülalenin asıl evi. Ancak Sovyet hükümeti evin sahibi, büyük tüccar, Kazan şehir meclisi üyesi İsmail Ütemişev’i 1929 yılında sürgün eder, onun ailesini, akrabalarını da aynı kader beklemektedir… Ural’ın karşı tarafına sürgün edilen eşi Zübeyde Ütemişeva iki çocuğunu tren penceresinden atar, sonra kendisi de atlar. Allah’ın rahmeti ile o, çocuklarına daha sonra kavuşur. Özbekistan’a kaçarlar. Daha sonra dünyaca tanınan âlim olan Röstem [Özbek] Ütemişev, işte bu tren penceresinden atılan üç yaşındaki çocuktur… Bu olaylardan 85 yıl sonra Röstem Ütemişev’in oğlu İldar Ütemişev, Meçkere’ye gelip atalarının ana vatanına saygı gösterir, mezarlıkta dua eder…

Çiçeklerin arasına gömülüp kalan bu iki katlı taş ev, şimdi de halka yatılı okul olarak hizmet veriyor. Savaş zamanlarında ise buraya Leningrad’dan gelen yetim çocuklar yerleştiriliyor, 1959 yılında hastalanan çocuklar için yatılı okul açılıyor. Biz burada bulunduk ve buradaki güzelliğe, düzene hayran kaldık. Hasta ve problemli çocukların güzel bir şekilde terbiye edilmesinden dolayı çok sevindik. Öğrenci yurdu ve okul müdürü Nekıyp Şevketoğlu Sabitov’un bütün gücünü verip bu ağır yükü çektiğini düşünüyorum, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!

Yolumuzun üzerinde, köyün başında şırıl şırıl akan pınar, çok eski zamanlardan kalmıştır. Ama son yıllarda unutulmuş, terk edilmiş. Kukmara’nın bölge tarihini araştıran müze müdürü Lebüde Devletşina’nın gayreti ve teklifiyle Bülbül Pınarı yeniden onarılıyor. Bu işe, Ravil Ganiyev çok yardımcı oluyor. Bülbül Pınarı’ndan Cengiz Aytmatov’un dedeleri de eğilip su içmişlerdir. Onlar, bu suyun şifa ve kuvvetini iliklerine kadar sindirip Kırgız bozkırlarına da götürmüşler. Yazarın yaratıcılığına Bülbül Pınarı’nın da suları tesir etmiştir, diye düşünüyorum…

Ve şimdi son durağımız, mezarlık… Köyün başında, altın kırların yanında, sık ormanlar gibi tenha, sadece hüznün uğuldadığı mezarlık… O, üç mezarlık karışmış ve bir mezarlığa dönüşmüş. Dışı çitlerle çevrili, içi taş duvarla çevrilmiş. Bunun gibi büyük taş duvarları, Kirov bölgesinde bulunan Tatar köylerindeki mezarlıklarda da gördüm. Mezarlık karışık orman gibidir; başları göğe değen köknarlar, yüzyıllarca beraber yaşlanan ak kayınlar her mezarın üstünde uğuldayıp dua ediyor gibi… Mezarları çeviren çitler mahvolmuş, kabirler alçalmış, sadece üstlerine yerleştirilen eski mezar taşları burada yatmakta olanların kim olduklarına şahitlik etmektedir. Bu mezar taşlarını günümüzdeki âlimler araştırmış. Onların söylediklerine göre, 33 eski kabir taşının 22’si Ütemişevler nesline aitmiş.




“1998 sonbaharında alan araştırması sırasında, Meç-kere köyünün sadece bir mezarlığında ‘Otuz üç Arapça mezar taşı keşfedildi, envanteri çıkarıldı ve incelendi.’ diye yazarlar. Meçkere köyünün Tatar maarifçiliği tarihinde özel yere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Mezar taşlarının metinleri de bu yörenin kültürel ve aydınlık geçmişinde köyün ne kadar önemli rol oynadığının şahididir. Meçkere köyünün kurucusu soylu ihtiyar İşman ve zengin Ütemişev sülalesiyle ilgili geniş bilgi de mevcuttur bu mezar taşları üzerinde” (Kukmorskiy Kray: 52).

Bu sözlerin yazarları İrik Hadiyev ve Raif Merdanov, Kukmara bölgesinin mezarlıklarındaki üç yüze yakın eski mezar taşını araştırmışlar ve bu çalışmalarını da kitap hâlinde bastırmak istiyorlar. Daha önce aktardığımız gibi bu mezarlıkta Nagime Hanım’ın ataları, eski nesli yatıyor… Meçkere köyü de bütün varlığıyla insanların geçmiş tarihlerine sadık kalıyor, bunu başkalarıyla da paylaşıyor. 2008 yılının mayıs ayında burada Cengiz Aytmatov’u güzel bir şekilde karşılamak için toplanırlar. Öz evlatlarına, atalarının toprağında saygı göstermek için bütün köy, ilçe halkı ayağa kalkar ama bu nasip olmaz…

Evet, Cengiz Aytmatov, asırlara denk ulu yola çıkmış olsa da dedesinin doğduğu köye gelememiş. Aslında o da Meçkere’yi severdi. Çünkü böyle kültürlü ve aydın köyü sevmemek mümkün değil! Cengiz Aytmatov gibi Nagime Hanım da babasının doğduğu memlekete gelip görememiş…

Ama bu mukaddes görevi Cengiz Aytmatov’un oğlu İldar Aytmatov yerine getirmiş. O, annesi Meryem Ürmet, kızı ve ninesi Nagime’nin en küçük kızı Roza Aytmatova ile birlikte 2009 yılının yazında Meçkere’ye gelip ana vatanlarına saygılarını sundular… Onlar Tatarlıklarını tanımışlar, Tatar ili, ana yurdu da onları benimsemiş ve kabul etmiş… Ama Cengiz Aytmatov’un ruhu ise umudunun beyaz gemisi olup ak geyiklere ve turnalara dönüşüp yüzyıllara bedel bu buluşmayı yukarıdan izlemiştir… Sevinmiştir, her şeye rağmen sevinmiştir… ve ruhu sonsuza kadar huzura kavuşmuştur…

CENGİZ AYTMATOV’UN TATAR DEDESİ KIRGIZ ÜLKESİNDE

Hamza Gabdulvaliyev’in 1880’li yıllarda Issık Göl civarlarına gelip yerleştiği ve orada uzun süre kaldığı birçok kişi tarafından anlatılmıştır. Bazıları onun Çin’e doğru giden bir kervana katıldığını yazsa da bazıları amcası İshak vasıtasıyla geldiğini yazmıştır. Ne olursa olsun şu bir gerçek ki 1880’li yılların başında Hamza Gabdulvaliyev, Issık Göl civarına Karakol çevresine gelip Ak-Su köyüne yerleşir. Bazı eserlerde Hamza, Ahmetgali ve Galiya adında üç kardeşin buraya geldiği söylenmektedir. Bazılarında ise Hamza’nın onları sonradan gelip aldığı yazmaktadır. Bir başkasında da onların yeni inşa edilen Karakol şehri civarına Hacı İshak tarafından getirildiği yazmaktadır. Hangisi doğru olursa olsun 19. yüzyılın sonunda Meçkere’nin üç Tatarı; Hamza, Ahmetgali ve Galiya Gabdulvaliyev, Karakol’da yaşamaya başlarlar ve kısa bir süre sonra şehrin en zengin ve en yüksek mertebeli kişileri hâline gelirler.

Burada biraz Kırgız ülkesinin o dönemdeki durumuna ve Karakol şehrinin tarihine de değinelim. 19. yüzyılın ortalarında Kırgız bölgesi artık Rusya’nın himayesine girer ve sınır boylarında askeri birlikler kurulmaya başlar. İpek yolunun kıyısından Çin’e giden kervancılar tam da Issık Göl çevrelerine gelip burada durup dinlenirlerdi. Bu yüzden Issık Göl’den uzak olmayan ve o bölgenin kuzeydoğu tarafına yerleşen Karakol şehri, Rus askerleri için de Tatar tüccarları için de çok uygun bir yer olmaktadır. 1 Temmuz 1869 yılında şehrin temelleri atılır ve Karakol Irmağı’nın civarına yerleştiği için bu şehre Karakol ismi verilir. Ama burada 1888 yılının sonbaharında ünlü seyyah Nikolay Prjivalskiy, tifodan ölünce kendi vasiyeti üzerine şehirden uzak olmayan Issık Göl boyuna gömüldüğü için Karakol’u Prjivalskiy diye adlandırmaya başlarlar. Böylece 1889 yılından 1992 yılına kadar şehir Prjivalskiy diye adlandırılır. Ondan sonra 1939 yıllarında bir ara tekrar Karakol olur, Prjivalskiy’nin ölümünün 100. yılında bu isme yeniden geçilir ve 1992 yılına kadar Prjivalskiy olarak adlandırılır. Ancak Kırgızistan bağımsızlığına kavuştuktan sonra Issık Göl boyundaki en büyük şehir yeniden Karakol diye adlandırılır ve bu adı bugün de korunmaktadır. Biz ise bu şehrin tarihiyle ilgili söz söylediğimizde şehir o dönemde hangi isimle adlandırılıyorsa burada da o şekilde adlandıracağız.

Elbette, Gabdulvaliyevler gelmeden önce de Karakol’da Tatarlar yaşamıştır. Onlar daha 18. yüzyılın başında bu çevrelerde ticaretle meşgul olmuşlar ve şehir kurulmaya başlayınca da buraya göç etmişler. Çar Hükümeti bu askerî şehirlerde sadece Rusların ve Hristiyan olanların yaşamasını şart koşmuş olsa da Tatarlar çok aktif olmuşlar, ticaret üzerinden buralara girmişler ve kendilerini çalışkanlıklarıyla da tanıtmışlar. “Türkistan bölgesinin idaresiyle ilgili yönetmeliğe göre (1866) Prjivalskiy şehrine sadece Rus ve Ortodokslar’ın yerleştirilmesi doğrultusunda yapılan uygulamaya rağmen Tatar ve Başkurtlar gelerek nüfuslarını çoğaltmışlardı. Gabdulvaliyevler, Rafikovlar, Süleymanovlar, Muhtarovlar ve diğerleri evler yapmışlar, mağazalar ve deri fabrikaları açmışlardı…” diye yazıyor Karakol’da Tatarların tarihini iyi araştıran Rinat Gabdulvaliyev (Gabdulvaliyev, 2013: 37).


Hamza Gabdulvaliyev, Moskova 1889


Tarihte bilindiği üzere, Tatarlar nereye gelip yerleşseler ilk iş olarak cami ve okul açarlar. Burada da böyle olmuş. 1868 yılında Tatarlar, Karakol’da cami inşa etmiş ve onun karşısına da okul açmışlar. Karakol’un övgüye değer sakini, ömür boyu eğitim alanında çalışmalar yapan millettaşımız Şamil İşmöhemmetov önemli bir toplantıda; “1868’de Karakol’a yerleşen Tatarlar büyük bir cami inşa ettiler. Kazan misyonerlerinin aynı yerde farklı milletlerden gelen çocuklara ve yetişkinlere Arapça okuttukları bir mektep açtıklarından bahsedelim.” demiştir (Nauçno-Praktiçeskaya… 2012: 21).

Hamza Gabdulvaliyev geldiğinde, Karakol’da artık iki yüzden fazla ev varmış. İlk başlarda evleri balçıktan yapmışlardır. 1887 yılındaki şiddetli bir depremden sonra Karakol’daki evleri ağaçtan yapmaya başlamışlar. Söylediğimiz üzere, 1897 yılında Rusya’da birinci nüfus sayım sonuçlarının Prjivalskiy-Karakol civarına ait asıl nüshası korunmamış ancak ortalama sayıları biliniyor. 1897 yılında Prjivalskiy şehrinde 8108 kişi yaşıyormuş, bunun yüzde 36’sını Ruslar, yüzde 27’sini Özbekler, yüzde 17’sini Kırgızlar, yüzde 11’ini Çinliler, yüzde 7’sini Tatarlar oluşturuyor. Tahmini olarak burada 600 Tatar bulunmaktadır. Diğerlerine göre sayıları epeyce az olsa da Tatarlar çok çabuk bir şekilde ticaret, zanaat, hafif sanayiyi ele geçirirler.

Issık Göl Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Jeniş Kerimkulov yukarıda zikredilen toplantıdaki konuşmasında; “Böylece 20. yüzyıldaki Karakol, Tatar kültür tabakası ve Tatar tüccarları sayesinde hızlı gelişen ve geleceği parlak olan sanayi merkezine dönüşür. Ayrıca Tatar azınlığı sayesinde uyanmakta olan Kırgız milleti ve devletinin kültürü, sanatı ve eğitim esaslarının büyük kısmının temeli atılmıştı.” demektedir (Estafita Pamyati: 17).

Hatıralardan elde ettiğimiz bilgilere göre, Hamza Gabdulvaliyev ilk önce Karakol’da başka tüccarlar için çalışmış, daha sonra kendi işini kurmuştur. Bizce, o kendi işini kurmayı bile düşünmemişti. Çünkü Hamza’nın kendisi de akrabaları da çevrenin tanınmış zengini İshak Hacı’nın himayesindeydi, onun “kanadı altında” yaşıyorlardı. İshak Hacı, Gabdulvaliyev ağabeyinin oğlu Hamza’yı baldızı Gazizebanu’yla evlendirir, muhtemelen hayatlarını devam ettirebilmeleri için onlara epeyce mal mülk de vermiştir. Genç aile 1886 yılında kurulmuş olmalı çünkü ilk çocukları Möhemmetcan 1887 yılında dünyaya gelmiş. Gazizebanu, Semipalatinski şehrinin tanınmışlarından Şahiyevlerinin kızıdır. O alçakgönüllülüğü, güzelliği, gençliği ve saflığıyla diğerlerinden ayrılmaktadır. Gözü yaşlı, ak yüzlü Nagime, annesinin dış görünüşünü de karakterini de davranışlarını da almıştır…

На страницу:
2 из 3