
Полная версия
Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması
Gazanfer Reis, her ne olursa olsun, yaptığı işten ve işin bu raddeye gelmesinden büyük bir memnuniyet duydu. Polislerin gelişi, “Gayret” teşkilatının Şuşa’ya yürüyüşüne şan katmıştı. O: “Ömrümün son yirmi yılını yelde savurmamışım, çektiğim zehmetler, geçirdiğim uykusuz geceler, yaşadığım heyecanlar, karakışta eylem yaparken yediğim ayazlar, bunaltıcı sıcaklarda sırtımdan akıttığım terler, dost, düşman ülkelerde, Karabağ meselesi ile ilgili toplantılarda yaptığım gazaplı konuşmalarla gırtlak patlattığım, boşa değilmiş. Anlaşılan, artık reisi olduğum “Gayret” teşkilatının adı duyulduğunda, kürküne pire düşenler var. Bu teşkilat böyle ciddiye alınıyorsa, artık geri adım atmak olmaz, bu haklı davayı sonuna kadar devam ettirmek lazım,” diye düşündü.
Polisler harekete geçmiyorlar, sanki bir işaret bekliyorlardı. Bu hadiseyi duyanlar, akın akın sınır hattına geliyor; olay mahallindeki insan sayısı sürekli artıyordu. Birbirlerine: “Gayret” teşkilatı Şuşa’ya doğru yürüyüşe geçmiş!” diye sınır hattına koşuşan insanların yüzünde, heyecan, sevinç ve gurur ifadeleri vardı.
Biraz sonra, bir polis konvoyu daha olay yerine geldi, polislerin sayısı da gittikçe artıyordu.
Büyük küçük herkesin hatta Bakü’den yürüyüşe gelenlerin de çok iyi tanıdığı yerel polis idaresi müdürü, hürmet sahibi Yengibar Bey, sağ elini yukarı kaldırır kaldırmaz, herkes sustu, uğultular aniden kesildi. Sanki kurbağalı göle taş atılmıştı. Seyre gelen insanlar, bu düzlükte miting mi, toplantı mı yapılacak, bir oyun mu sahnelenecek, bir savaş mı çıkacak? Her ne olacaksa, bir an önce olsun, der gibi nefesini tutmuş sessizce bekleşiyorlardı.
Polis müdürü, Gazanfer Reisi bir protokol üyesi gibi nazikçe karşıladı, iki, üç adım ileri çıkıp durdu ve yüksek sesle:
“Gazanfer Bey, ekibinizle birlikte, bu yerlere hoş gelip sefalar getirdiniz! Bundan sonra misafirimizsiniz!” dedi.
Gazanfer Reisin kaşları çatıldı, sanki başından dumanlar çıktı, yüzündeki damarlar titredi. Zihninin duvarlarına türlü sorular çarpmaya başladı. Yengibar Bey, daha ilk cümlesiyle onu ve teşkilatını önemsemediğini mi belirtiyordu acaba? Bu sözleriyle, ne demek istiyordu? Bu misafirperverlik de nereden çıkmıştı? Bakü’den buraya kadar, bu sözleri duymak için mi gelmişlerdi? Yoksa bu polis müdürü, onları parmağına dolamayı mı düşünüyordu? Kendi kendine düşünürken, birden, usta bir siyasetçi olduğunu hatırladı, polis müdürünün bu aymaz davranışından sonra, güçlükle kendini toparladı ve teşkilat üyeleri ve etraflarına yığılan kalabalığın, dikkatli gözlerle ağzının içine baktığını görünce, cevabı yapıştırdı:
“Yengibar Bey, bizi misafir olarak kabul edeceksen, burada değil, Şuşa’da, Cıdırdüzü’nde ağırlayacaksın! Bu mutlaka olajah! dedi. Bir anlık sustu, son sözünü, üstüne basa basa tekrarladı: “Olajah!” Gazanfer Reis, “olacak” sözündeki “c” ile “k” harflerini bilerek söküp çıkarmıştı. O harfler yerine özellikle “j” ve “h” harflerini yerleştirerek, burada misafir değil, yedi göbek öteden beri Karabağlı olduğunu ıspatladıktan sonra ekledi:
“Sizi de şimdiden Cıdırdüzü’ne davet ediyorum!”
Yengibar Bey, bu kadar adamın önünde, içinde patlayan öfkeyi yutamazdı. Kendine çeki düzen verip Gazanfer Reisi iğneledi:
“Her ata binen kendisini Cıdırdüzü’nde cirit oynuyor sayarsa, işimiz var, demektir! Tribünlere oynamayın lütfen! Bu iş, toplantılarda nutuk atmaya benzemez!”
Teşkilat reisi ile polis müdürü atışmaya başladılar.
Gazanfer Bey:
“Hiç kimse, bizi yolumuzdan alıkoyamaz! “Şuşa” deyip gideceğiz! Vatanı korumak, bizim vatandaşlık görevimiz; vatanın kurtuluşu için gösterdiğimiz bu irade ise, anayasal bir haktır!” diye çıkıştı. Aslında Gazanfer Reis, biraz saçmaladığını, bu sözlerin abes olduğunu hissetti ama duruşundan da taviz vermek niyetinde değildi. Söz ağızdan çıkmıştı bir kere, geriye dönüş yoktu..
Polis müdürü:
“Düşman bizim anayasa ile hareket etmiyor beyim! Tankların üstüne atla mı gideceksiniz?” dedi.
“Tank verdiniz de biz mi gitmedik?!”
“Tankı nerden bulup da verelim!”
“O zaman yolumuzu açın, önümüzden çekilin!”
“Sizin işiniz gücünüz ortalığı karıştırmak, kargaşa yaratmak! Başka bir amacınız yok!”
“Rica ederim, söylediklerinizi bir kez daha düşünün! Biz holigan değiliz! Kargaşa yaratmıyoruz, milli bir meseleye sahip çıkıyoruz! Yolumuz Şuşa, davamız Karabağ davasıdır!”
Gazanfer Reis, bir horoz gibi ibiğini kızartıp polis müdürünün bu sözlere ne cevap vereceğini beklemeye; bir yandan da, polis müdürüne, daha sarsıcı, daha sert sözler söylemek için düşüncelerini tartmaya başladı. Ancak Yengibar Bey feleğin çemberinden kırk kez geçmiş, dünya görmüş bir adamdı, cevap vermedi, sustu. Polis müdürü, Gazanfer Reis ile karşılıklı atışmalarının sonunun hayra alamet olmadığını sezdi. Üstelik ağzının kurumasından, dilinin dolaşmasından şekerinin yavaş yavaş yükseldiğini de hissetti. Sakinleşmeye çalıştı, içinden, kendi kendine söylenmeye başladı: “Ey Yengibar, sabrı elden bırakma, sinirlenip de kendini kaybetme, sen böyle esip yağan kuru kalabalıkları az mı gördün? Bunlar mı Şuşa’ya yürüyecek? Bunlar, düşman üstüne gitmeyi helva yemek sanıyorlar. Avare bunlar, ortalığa düşmüşler, boş teneke gibi tangırdıyorlar, aldırma. Şuşa’ya gitmek mümkün olsaydı, en önden sen giderdin. Hem de, bir zamanlar, babanın, dedenin Şuşa’daki evine gittiğin gibi… Bu şeker illetine, 1992 yılının kışında, Şuşa’da yakalanmadın mı? Feleğin işine bak ki, o zaman Şuşa’dan kaçanların önünü kesiyor vatan toprağını terk etmeyin diyordun; şimdi Şuşa’ya gitme sevdasına düşenlerin yolunu kesiyorsun! Eh, Yengibar, kimbilir daha neler göreceksin…
Yengibar bey, gittiği hayal ülkesinden bir anda geri geldi ve gözlerini yeniden Gazanfer Reise dikip: “Zalimin oğluna bak, şah oğlu Şah Abbas gibi atın üzerinde nasıl da umursamaz bir şekilde oturuyor,” diye geçirdi içinden, gülümsedi.
Polis müdürü “Gayret” teşkilatının reisini az çok tanıyordu. Onun hakkında, uzaktan uzağa da olsa, bazı şeyler işitmişti. Gazanfer Reisin de, tıpkı kendisi gibi Karabağ savaşına gönüllü katıldığını biliyordu. Onun hangi cephede vuruştuğundan haberi olmasa da düşman ile göğüs göğüse çarpıştığını; hatta bir iki kez de yaralandığını duymuştu…
Gazanfer Reis, polis müdürünün uzun süre susmasını, onun işi soğutmak isteğine yordu. Kendi ekibine kaş göz edip yürüyüşe hazır olmaları gerektiğini işaret etti ve polis müdürüne dönerek:
“Yengibar bey, size sonsuz saygımız var, bundan şüpheniz olmasın; ama şimdi rica ediyorum, adamlarınıza emredin, yolumuzdan çekilsinler,” dedi.
Polis müdürü bir an: “Şunların yolunu açayım, karınlarındaki “Gayret” gazını boşaltsınlar, şişleri insin, nasıl olsa sınır hattında bizim askeri birlikler, bunların burnunu yere sürtüp geriye döndüreceklerdir,” diye düşündü ama sonradan: “Bu işi duyanlar, koskoca Yengibar bey, bir avuç yelbeyinlinin, üç beş başıbozuğun hakkından gelememiş, derler, itibarım iki paralık olur,” diye bu düşüncesinden vazgeçti.
Polis müdürü bu meseleyi fazla gürültü koparmadan halletmek istiyordu. Emrinde yeteri kadar güvenlik görevlisi vardı, üstelik iki komşu ilçeden de takviye polis birlikleri getirtmişti. Şuşa’ya yürüyüş eylemine mutlaka son vermeli, bu avare kalabalığı dağıtmalıydı. Zaman hızla ilerliyordu, biraz daha oyalanırsa, iş işten geçebilir, bu mesele daha da karmaşk bir hale gelebilirdi. Gazanfer Reis ve adamlarını, dağılmaları gerektiği yönünde son kez uyarmayı ve bu işten vazgeçirmeyi; eğer inatlarından vazgeçmezlerse, güç kullanmayı ve “Gayret” teşkilatının üyelerini jop zoruyla dağıtmayı düşündü… Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyordu. Yeniden Gazanfer Reise döndü ama bu kez sert bir şekilde:
“Gazanfer bey, yolunuzu açıyoruz!” dedi.
Gayret teşkilatının üyeleri, polis müdürünün söylediklerini, sonuna kadar dinlemedikleri için derin bir nefes alıp teşkilatlarının liderine hayran, hayran baktılar. Şaka değildi, teşkilat reisi dediğini yapmış, polis müdürünü dize getirmişti. Tam Gazanfer Resisi alkışlayacaklardı ki, polis müdürü onların bu hevesini kursaklarında bıraktı:
“Yolunuzu açacağız; ama sizinle başbaşa beş dakika görüşmek istiyorum. Zahmet olmazsa attan inin, bir kenara geçip görüşelim.”
O anda dört polis, harekete geçti ve Gazanfer Reisin atına doğru yürüdü. O anda Gazanfer Reisin beyninde şimşekler çaktı: “Eğer, attan kendi rızamla inmezsem, işler karşışacak, polisler beni tutup attan indirilerse, teşkilat üyeleri karşısında itibarım sıfırlanır, bu nedenle işi yokuşa sürmeden, kuyruğu dik tutarak attan ineyim, eşit bir taraf gibi ekibim adına bu görüşmeyi yapayım,” diye geçirdi içinden. Ayaklarını üzengiden çıkarıp aşağı atladı ve atın dizginini yardımcısına uzattı.
Yengibar bey yaklaşıp onun koluna girdi ve birlikte kalabalıktan biraz uzaklaşıp az ötedeki ağaçlık alana doğru yürüdüler.
Sesleri duyulmayacak kadar uzaklaştıklarında polis müdürü:
“Gazanfer bey, sizinle açık konuşalım!” dedi.
Gazanfer Reis, tereddüt etmeden cevap verdi:
“Konuşalım!”
“Birbirimizi doğru anlamalıyız!
“Elbette…” diye, Gazanfer Reis başını salladı.
“Zahmet olmazsa, önce şu soruma cevap verin!”
“Buyrun!”
“Diyelim ki, sınır hattından vurup geçtiniz, karşı taraf da size ateş açmadı; ama hepinizi de esir aldı… Ondan sonra ne olacak? Ortada hiçbir sebep yokken, üstelik göz göre göre, Ermenilere elli altmış tane esir mi verelim?”
Gazanfer Reis beklenmedik şekilde atıldı:
“Sonunu düşünenden kahraman olmaz!”
“Kahraman olmak mı istiyorsunuz?”
Gazanfer Reis bu kez ne cevap vereceğini bilemedi, takılıp kaldı. Ancak polis müdürü bu sorunun üstünden atlayıp başka bir soru yöneltti:
“Esaret altında ne yapacaksınız?”
“Bütün dünyaya, kendi topraklarımızda esir alındığımızı göstereceğiz!”
Yengibar Bey gülümsedi:
“Bütün dünya, yaklaşık yirmi yıldır Karabağ’da başımıza ne oyunlar açıldığını görmedi mi sanıyorsun?”
Gazanfer Reis suratını ekşitti:
“Diyelim ki bütün dünya başımıza açılan oyunları gördü. Ne yapalım? Ağzımıza su alıp oturalım mı? Hiç olmazsa düşmanlarımızı dünyanın gözü önünde teşhir eder; topraklarımız için candan geçtiğimizi, Karabağ’ın işgaline asla razı olmadığımızı herkese gösteririz.”
Yengibar Beyin gözleri ışıldadı, aradığını bulmuş gibi ileri atıldı:
“Tamam! O halde gösterelim!”
“Biz göstereceğiz ama siz izin vermiyorsunuz ki!”
“Niye izin vermeyelim Gazanfer Bey? Veririz!
Gazanfer Reis şaşkın gözlerle polis müdürüne baktı. Kendi kendine: Allah Allah, bu adamın ne yapmak istediğini anlamak mümkün değil, madem yolumuzu açacaktı, beni niye halvete çekti? Benimle böyle fis kos etmesinin ne gereği var? Bizi böyle görenler: Bunlar ne yapmaya çalışıyorlar,” diyecek…
Gazanfer Reis, bunları düşünürken, polis müdürü, onun düşüncelerini dağıtıverdi:
“Gazanfer bey, ben, içine düştüğümüz bu çetrefil durumdan, birlikte kurtulmamız için bir çıkış yolu teklif ediyorum.”
“Bu nasıl bir çıkış yolu?”
“Ne siz çok derine gidin, ne de biz. Sizinle anlaşalım. Geriye döndüğümüzde, siz adamlarınıza yürüyüş emrini verin. Hiç korkmayın, ileri atılın! Ben de emrimdeki polislere, sizi engellemelerini, eylemcileri dağıtmalarını söyleyeceğim. Belki bu arada, hükümete görüntü vermek için, sizinkilerden beş on kişiyi tutuklayıp gözaltına alabiliriz. Fakat, siz endişe etmeyin, tutukladığımız adamlarınızı, bir iki saat şubede bekletip ifadelerini aldıktan sonra serbest bırakırız. Siz, kamera getirmiş miydiniz?
Gazanfer Reis, efsunlanmış gibi cevap verdi:
“Getirdik!”
“Güzel, bizde de kamera var. Siz eyleme başlarsınız, biz sizi engelleriz, göğüs göğüse mücadeleye başladığımızda, olayları sizinkiler de bizimkiler de kamerayla çeker. İş bittiğinde, siz çektiğiniz görüntüleri dünyaya yayarsınız, biz de görevimizi yaptığımızı ilgili dairelere gösteririz. Siz eyleminizi; biz de görevimizi yapmış oluruz.”
“Oyun mu oynayacağız? Yani rol mü yapacağız?”
“Başka çaremiz yok. Aksi takdirde benim zor kullanıp asayişi berkemal etmem gerekir!”
“Benim itibarım ne olacak?”
“Bu, ikimizin arasında bir sır olarak kalacak!”
Gazanfer Reisin boğazı kurudu. Polis müdürü ile böyle bir görüşmeyi yapmaması gerektiğini, bunun bir hata olduğunu geç de olsa anladı. Keşke ekibimi harekete geçirseydim. İnceldiği yerden kopardı, zaten teşkil ettiğim bir çok gösteriyi, polis dağıtmıştı, burda da aynı şey olabilirdi, izinsiz gösteri yaptığım için kaç kez gözaltına alındım, bir dava adamı için, bunlar basit hadiselerdi, keşke bu işe hiç girmeseydim, diye düşündü.
Şimdi Gazanfer Reisin yüreğinin başını sızlatan, polis müdürünün teklif ettiği bu orta oyunuydu ve o, çaresizce, bu oyunda rol almaya mahkum olmuştu. Bu teklifi reddedip yoldaşlarını sessiz, sedasız Bakü’ye götüremezdi. “Gayret” teşkilatı, bu işe baş koymuştu ve mutlak surette kendisini göstermeliydi. Yoksa korkup meydandan kaçtığını düşünürler ve bir siyasi lider olarak gözden düşerdi. Ama ortada hiç sebep yokken, üyelerinin burnunun kanamasını da istemiyordu. Birden polisler güç kullanmaya kalkışırlarsa? Yürüyüşe katılanların üstünde, silah hatta uyuşturucu madde bulduklarını söylerlerse? Teşkilat üyelerinin üzerine bir cinayet yıkmaya çalışırlarsa, o zaman ben bunların ailelerine ne cevap vereceğim, diye düşündü. Karısı Ganire her zaman: “Gazanfer, vallahi bu ipe sapa gelmez işlerinle, sonunda yavrularımızı yetim bırakacaksın!” derdi. O sözler kulaklarında çınladı yeniden, beyninde uğuldadı. Ben bu hataya nasıl düştüm, diye geçirdi içinden.
Gazanfer Reis cin çarpmış gibi geri döndü. O sıçrayıp atına bindiğinde, teşkilat üyeleri de, polisler de taraflar arasında bir uzlaşmaya varılamadığını anladılar. Her iki tarafın da sinirleri gerildi. Gazanfer Reis, atının dizginlerinden sıkı sıkıya yapışıp bağırdı:
“Arkadaşlar, kutlu yürüyüşümüze başlıyoruz! Hedef Şuşa! İleri!”
Gazanfer Reis atın dizginlerini saldı, teşkilat üyeleri ileri atıldı, kurdun sürüye daldığı gibi hücuma geçtiler, etrafı garip sesler bürüdü. Polisler kalkanlarını göğüslerine siper ederek joplarını hazırladılar ve gözlerini birer şahin gibi üstlerine doğru gelen kalabalığa diktiler.
Polisler ile “Gayret” teşkilatı üyelerinin karşı karşıya geldiğini ve polisin işi ciddi tuttuğunu gören seyirciler, olay yerinden biraz daha uzaklaşıp kenara çekildiler. Yengibar Bey polisleri kenara çekip onların kulaklarına bir şeyler fısıldadı ve ondan sonra, ortalık öyle bir karıştı ki, vur patlasın, çal oynasın! İtişmeler, kalkışmalar, bağırışlar,çağırışlar, toz, duman… ana kuzusunu tanımaz oldu. Tarafların kameramanları kayda başlamıştı. Onlardan biri yan taraftaki tepenin başına konuşlanmış; diğeri de olay yerinden tahminen otuz metre uzaktaki bir meşe ağacına tırmanmıştı. Polisler teşkilat üyeleri ile göğüs göğüse mücadele ettiklerinden, başlarını kaldırıp kameramanları görecek durumda değillerdi. “Gayret” teşkilatının kameramanı sanki dokunulmazlık zırhına bürünmüştü. Gösterici başına düşen polis sayısı ikiden fazla olduğu için işler rayında gidiyor, durum pek de zor görünmüyordu. Polisler yürüyüşçüleri tavukların tane topladığı gibi tek tek yakalıyor, itaat edenlere nazik davranıyorlar, işin farkında olmadığı için boğazını yırtarcasına bağırıp çağıranları ise yaka paça edip adeta paketleyerek polis arabasına tıkıyorlardı. Göstericilerle doldurulan polis arabaları, sirenlerini çalarak polis merkezine doğru hareket ediyordu. Meydan, toz duman içinde idi, öyle bir toz kalkmıştı ki… Nihayet Gazanfer Reisi ve diğerlerini de atlardan indirdiler.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.