Полная версия
Hacivat ile Karagöz
Hacivat ile Karagöz
O GÜNDEN BU GÜNE
Yerini başka tür güldürülere, eğlencelere bırakmış olan “Karagöz”, millî Türk oyunlarından biridir. Eskiden, en büyük evlerden, hatta saraylardan, en küçük evlere kadar hemen hemen her yerde bilinir, seyredilir; oyunda geçen ince anlamlı, zarif ve şakalı sözlere gülünürdü. Karagöz’ü, diğer eğlence türlerinden ayıran en önemli özellik de hem güldürmesi hem de düşündürmesi idi.
GÖLGE OYUNLARI HAKKINDA BİLDİKLERİMİZ
Milattan önce Çin’de icat olunmuştur. O devirlerde cam olmadığı için, pencerelere kâğıt yapıştırılırmış; geceleri, odadakilerin gölgeleri sokaktan görülürmüş. O devrin sanatkârları, bu durumdan ilham alarak “Çin Gölgeleri” denilen oyunu icat etmişler.
Oyunun doğuşu hakkında şu hikâye anlatılır: M.Ö. 121’de, Çin İmparatoru Wu’nun çok sevdiği eşi ölmüş. İmparator çok üzülüyormuş, onu avutmak da bir türlü mümkün olmuyormuş. İmparatorunu, içine düştüğü bu acılardan kurtarmak isteyen sanatkârlardan biri; onun huzurunda büyükçe bir perde germiş, arkasına da ışık yakmış ve saraydaki kadınlardan birini, bu perdenin arkasından göstermiş. İmparator, gördüğü gölgenin eşinin hayali olduğunu sanmış ve böylelikle de avunur olmuş.
Gölge oyunu, daha sonra Moğollara, onlardan da Orta Asya Türklerine, göçler sonucu da Anadolu’ya geçmiştir.
13. ve 14. yüzyıllarda Türkler, gölge oyununa kolkorçak (Hayal/Gölge) derlermiş. Daha sonraları; zıll-i hayal, hayali zıll, tayfü’l-hayal, lu’b-i si-târe, şebbabazi, hayalbazî ve Karagöz denilmiştir.
Başka bir görüş: Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’da bir gölge oyunu seyretmiş; çok beğenmiş ve dönüşünde de oyunu oynatan sanatkârı İstanbul’a getirmiş.
Karagöz oyunundan bahseden ilk belge Kanunî Sultan Süleyman devrine aittir. 1530 yazında yapılan bir sünnet düğününden söz eden bu belgede; düğünün 12, 13 ve 14’üncü günlerinde maskaraların, hokkabazların, hayalcilerin halkı eğlendirdiği yazılıdır.
Sultan I. Ahmed devrine ait bir belgede, Kör Hasanoğlu Mehmed Çelebi adlı bir hayalcinin (Karagözcünün) oyunda yenilikler yaptığı; Sultan IV. Murad zamanına ait bir belgede de Karagöz oyununun saray eğlenceleri arasına girdiği yazılıdır.
Karagöz’ün en yaygın olduğu devir, III. Selim ile onu takip eden padişahların zamanlarıdır. III. Selim devrinde Hafız Efendi, II. Mahmud devrinde Said Bey, Abdülaziz devrinde Bedestenli Rıza Efendi, I. Abdülhamid devrinde Serçe Mahmud ve II. Abdülhamid devrinin son yıllarında Enderunlu Nazif Bey, Kâtip Salih Efendi ve Hayali Memduh adlı sanatkârlar zamanlarının en iyi sanatkârlarıydı.
Bu devirlerde, Kâtip Salih Efendi ile Bedestenli Rıza Efendi arasındaki mücadele dikkat çekicidir:
Kâtip Salih Efendi; Karagöz perdesini bir tiyatro sahnesine benzetmek istiyordu. Bunu sağlamak için de perde içinde perde açıyor, dekorlar kuruyor, şarkılar söylüyor, tasvirlere dans ettiriyordu. Avrupa piyeslerinden ilham alarak Karagöz’ü modernleştirmek istiyordu.
Bedestenli Rıza Efendi ise Karagöz’ü geleneksel şekliyle oynatmakta ısrar ediyordu.
Osmanlı döneminde Karagöz oynatanlar, hükûmetin denetiminde faaliyet gösteren bir teşkilata bağlanmıştı. Teşkilatın başında bir “Kâhya” ile bir “ Yiğitbaşı” bulunurdu. Sanatkârların en kıdemlisi “Kâhya” seçilir ve görevi belediye tarafından onaylanırdı. Karagöz oynatmak isteyenlerin, bu kâhyadan tezkere (İzin Belgesi) almaları gerekirdi.
İmparatorluğun son dönemlerinde Karagözcüler, İstanbul Tahtakale’de bulunan Kadıhan’da toplanırlardı. Bu han yandıktan sonra, yine aynı semtteki Baltacıhanı karşısında bulunan büyük kahvehanede toplanır olmuşlardı. Daha sonraları da Ketencilerkapısı’ndaki Bahçeli Kahve’yi merkez edinmişlerdi.
Herkes Karagöz oynatabilir miydi?
Hayır, önce bir “Çıraklık” dönemi geçirmek gerekirdi. Çırak; oyun sırasında Usta’nın yanında bulunur, tasvirlerin nasıl yönetildiğini öğrenir, konuşmalardaki özellikleri kavrar, kısacası, sanatın bütün özelliklerini öğrenirdi. Ustası, onun yetiştiğine kanaat getirdikten sonra da bütün ustalar ve diğer çıraklar huzurunda, istenilen oyunu oynatmak suretiyle imtihan edilir, başarırsa “Usta” sıfatını alır, Karagöz oynatmasına izin verilirdi. İmtihanı kazanamayanlar ise Karagözcü (Hayalci) olamazlardı.
KARAGÖZ ile HACİVAT KİMLERDİR?
Bu konuda çeşitli söylentiler vardır. Hiçbiri birbirini tutmamaktadır. Ancak bir de “Karagöz oyunu” diye bir gerçek vardır. Şimdi onlar hakkında yazılanlardan birkaçını aktaralım:
Orhan Gazi, Bursa’da Orhan Camii (1339)’ni [Başka bir görüşe göre, Yıldırım Bayezid, Bursa’da Ulucami’yi (1396 -1400)] yaptırırken; Karagöz, inşaatın demircisi, Hacivat ise işçibaşı imiş. Cami inşaatı devam ederken tanışmışlar; dostlukları ilerleyince de işi gücü bırakıp gevezeliğe başlamışlar. Onların bitip tükenmek bilmeyen; güldürücü olduğu kadar, düşündürücü de olan sohbetleri, inşaatta çalışan diğer işçileri de işlerinden alıkoymuş. Bu durumu, bir teftiş sırasında gören Sultan, ikisini de idam ettirmiş. Hacivat, caminin mihrap tarafındaki bir çukura, Karagöz ise Çekirge yolu üzerindeki bir mezara gömülmüş. Ancak, halk onları unutmamış, hikâyeleri dillerde dolaşmaya başlamış. Sultan da onları idam ettirdiğine çok pişman olmuş. Bu sıralarda, Şeyh Mehmed Küşteri adlı muhterem bir zat, onların tasvirlerini yapmış, hayallerini, kurduğu perdeye yansıtmış. Böylelikle de Karagöz oyunu doğmuş.
Bu söylentinin tarihi bir dayanağı yoktur. Ayrıca, cami yaptırmak gibi bir hayır işinde, sultanın adam öldürtmesi düşünülemez.
Şu hikâye de anlatılır: Karagöz’e, idam emri iletilince:
“Adaaam, sen de!” demiş; sol eliyle sakalını tutmuş, sağ elini de aşağı yukarı sallamıştır. İşte bunun içindir ki, Karagöz’ün tasvirdeki şekli, oyunda seyrettiğimiz gibi yapılmıştır.
Hacivat da idam emrini duyunca:
“Taş üstünde taş kalmasın!” diyerek, yumruklarını birbirine vurmuştur. İşte bunun içindir ki, Hacivat’ın tasvirdeki şekli, oyunda seyrettiğimiz gibi yapılmıştır.
Çok anlatılan bir hikâye daha vardır: Şeyh Küşterî, devrin tanınmış mutasavvıflarındanmış. Bir gün, öğrencilerine ders anlatırken içlerinden birkaçı:
“Şeyhim! Şu âlemde insanoğlu vücudundan (var olma, varlık) bir şeyler öğretmez misiniz?” demişler. Bunun üzerine Şeyh Efendi:
“Eyvallah.” demiş; sonra da başındaki sarığı çıkarmış, bir köşeye dört ucundan germiş. Sonra:
“İşte bu, Dünya’ya örnektir.” demiş.
Sonra, sarığından yaptığı perdenin arkasında bir ışık yakmış ve elini perdeye dayamış. Elinin gölgesini işaretle:
“Bu da insanoğludur. Yanan ışık ruhtur. Bu ruh, insanların içinde var oldukça, bu dünyada gezer dururlar.” demiş.
Ardından ışığı söndürmüş ve ilave etmiş:
“Işık sönünce beden de kaybolur, yalnız perde, yani bu dünya kalır!”
Bu hikâyede anlatılan felsefi görüş, aşağıdaki Perde Gazeli’nde de görülür:
Gösterir yüz bin hayal âlemde suret perdesi,Şem’i siyretle zıyâlandıkça hikmet perdesi.Bu iki mısrada anlatılmak istenen de şudur: Dünya hayatındaki bütün işler, şeyler; gelip geçen birer gölgeden, gelip geçici şeylerden başka bir şey değildir.
Başka bir söylentiye göre Karagöz, Osmanoğullarından önce yaşamış, Kırkkilise (Kırklareli)li bir zatmış. Adı, Sofyozlu Ahmed Bâlî Çelebi imiş. Mesleği ise Bizans’ın postacılığı imiş. Yılda bir kere, Kostantin’in mektuplarını, Konya Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubat’a götürürmüş…
Hacivat ise Bursalı Efeoğulları sülalesindenmiş. Zağar denilen iyi cins köpekleri yetiştirirmiş. Yorkça Halil diye de tanınırmış. Sık sık hacca gittiği için kendisine “Hacı İvaz/Hacı İvad” da denilirmiş.
Karagöz ile Hacivat, bazen Bursa’da, çoğu kez de Konya’da karşılaşır, şakalaşırlarmış. Onları dinleyenler de nüktelerine gülerlermiş…
Hacivat, Hicaz’a yaptığı seferlerinden birinde, Mekke ile Medine arasında çöl eşkıyasının hücumuna uğramış ve öldürülmüş. Yanında bulunan köpeği ise eşkıyanın elinden kurtulup Şam’a gelmiş; orada sokak sokak dolaşmaya ve sahibini öldürenleri aramaya başlamış. Bir gün, sahibini öldüren haydutlara rastlamış; hemen paçalarına yapışmış, etraflarına toplananlara bir şeyler anlatmak istercesine havlamaya başlamış. Sonunda, köpeğin bu durumundan şüphelenenler, haydutların izini takip etmişler, evlerine varmışlar ve orada Hacivat’ın kanlı eşyalarını bulmuşlar. Bunun üzerine, haydutlar asılmış; köpek de sahibinin öcünü almanın mutluluğu içinde, haydutların asılan cesetleri altında can vermiş.
Karagöz ise bu tarihten sonra Bursa’da ölmüş. Daha sonraları, Şeyh Şâzilî adlı bir zat da bu iki dostun hayallerini, nükteleriyle birlikte perdeye yansıtmış, böylelikle de Karagöz oyunu doğmuş.
Bu görüş de dayanaksızdır. Çünkü Selçuklular döneminde Kırkkilise’de (Kırklareli’nde) Türkçe konuşan ve Bizans’a hizmet eden bir Türk düşünmek, tarihî belgelerin ışığı altında mümkün değildir, öte yandan, Şeyh Şâzilî de Karagöz’ü icat eden kişi değildir; “Kahvecilerin Piri”dir.
Karagöz ile Hacivat’ın gerçek kişiler olup olmadıkları önemli değildir. Gerçek şudur ki, ikisi de Türk’tür ve Karagöz oyunu da çok eski Türk oyunlarından biridir.
KARAGÖZ OYUNUNDA KULLANILAN ARAÇ VE GEREÇLER
Tasvirler (figürler) beygir, dana, sığır, merkep veya deve derisinden yapılır. Deriler, önce şeffaf hâle getirilir ve kurutulduktan sonra “nevrekân” denilen, ucu çok keskin bir aletle kesilir. Boyları 25–30 cm’dir. Gerekli yerlerinden delikler açıldıktan sonra boyanırlar. Açılan deliklere, gürgen ağacından yapılmış, 60 cm boyunda değnekler geçirilir. Tasvirler, bu değnekler perdeye yatay tutulmak suretiyle oynatılır.
Tasvir kesmek, deriyi oymak ve boyamak bir sanattır.
Peş tahtası tahtadan yapılmış bir raftır. Üzerinde delikler vardır. Karagözcünün bulunduğu tarafta, perdenin hemen altına konur. Üzerinde zil, kamış düdük (nareke), şema (meşale, mum, gaz lambası, ampul) bulunur. Gerektiğinde hareketsiz şekiller, oyun arasında tahta üzerindeki deliklere konur.
Hayal sandığı Karagöz oyununda kullanılan bütün malzemelerin konduğu sandıktır.
Perde 180 x 80 cm boyutlarındadır. Beyaz patiskadan yapılmıştır. Ayna veya Şeyh Küşterî Meydanı da denir. Etrafı, geniş kurdele şeklinde siyah bir bezle çevrilidir. Bu perdenin önünde, ağır kumaştan yapılmış bir perde daha vardır. Bu ikinci perde, oyun başlamadan önce kaldırılır.
OYUN KADROSU
Hayalci (Hayalî, Karagözcü): Oyunu düzenleyen ve oynatan sanatkârdır. Nükteli konuşmayı ve cinaslı söz söylemeyi bilmesi şarttır. Taklit kabiliyeti de olmalıdır. Çünkü çocuk, kadın, ihtiyar, Arap, Acem, Ermeni, Rum, Arnavut, Laz, Çerkez, Kayserili, Arapkirli, Tatar, Muhacir vb. lehçe ve sesleri iyi taklit etmek zorundadır. Öte yandan, perdeye yansıttığı tasvirlerde, taklit olunan bu insanların karakteristik yönlerini de gösterebilmelidir.
Çırak: Karagözcünün yardımcısıdır. Sırası gelen tasvirleri, ustasına verir.
Sandıkkâr: Hayal sandığından sorumludur; çırağın yardımcısı durumundadır.
Yardak (Yardımcı): Oyunda geçen şarkı ve türküleri okuyan kişidir.
Dâirezen: Def çalandır.
Hamal: Oyunun malzemelerini taşır.
OYUNDAKİ KARAKTERLER
Karagöz: Her hâliyle, diğer unsurlardan tamamen arınmış bir Türk’tür. Saf ve dürüsttür. Bütün düşünceleri açık seçiktir; gizlisi saklısı yoktur. Her zaman meşgul ve yorgundur. İşi gücü, diğer karakterlere isteğini, derdini anlatmaktır. Evinde, hanımıyla başı derttedir; hep azar işitir. Kimse onun anlattıklarını anlamak istemez, sürekli olarak anlaşmazlık ve çekişme içindedir.
Civanmerttir; yani merttir, yiğittir, yüce gönüllüdür. Onda bitmez tükenmez bir “Türklük gururu” vardır. İşte bunun içindir ki, daima yüce hisleri savunur; güldürür ama hiçbir zaman gülünç duruma düşmez.
Kalendermeşreptir; yani en sade hayat şartlarıyla yetinip hiçbir konuda titizlik göstermeyen bir adamdır. Dünyaya metelik vermez; yani dünya malına, hayatına değer ve önem vermez. Her zaman, kiminle olursa olsun, hatır ve gönüle bakmadan konuşur, doğruyu söyler; güler, güldürür.
Hacivat: Bir çeşit laf makinesi, eski deyimle “Lakırdı kavafı”; insan sarrafı, devrinin siyasi görüşlerini iyi bilir bir adamdır. Onun konuştuklarını Karagöz anlamaz, çünkü ağdalı bir dille konuşur, tumturaklı (kulağı büyülemekle birlikte anlama bir şey katmayan kelimelerle) cümleler kurar. Ağırbaşlı bir Türk’tür; ama hoppa ve gülünç bir tiptir.
“Niçin Karagöz’le hep çekişirler?” sorusunun cevabına gelince: Karagöz’ün davranışları ve ruh yapısı; Hacivat’ın nazari (kuramsal) ve ivicâclı (doğru hareket etmeme) benliği ile ters düşer. Bunun için de her zaman çekişip dururlar. Ancak, her ikisi de bütün insanların üstün ve kusurlu taraflarını gözler önüne seren harikulade tiplerdir.
Çelebi: Oyundaki yakışıklı âşıktır. Delikanlıdır; iyi giyinir, güzel konuşur. Kibar ve saygılıdır ancak çapkın ve keyfine düşkündür. İstanbul şivesiyle konuşur.
Zenne: Oyundaki yosma (oynak kadın)dır.
Beberuhi: Oyundaki geveze cücedir. Bedeni ve aklı pek gelişmemiştir. Çok konuşur, az dinler; yaygaracı ve küfürbazdır. İstanbul şivesiyle konuşur. Bu tipe “Altıkulaç” da denir.
Karagöz’ün karısı: Dırdırcı bir kadındır; hiç durmadan, insanı bezdirecek şekilde konuşur.
Karagöz ve Hacivat’ın oğulları
Tuzsuz Deli Bekir: Mahallenin kabadayısıdır. Her zaman sarhoştur; elinde içki şişesi, belinde kaması ile dolaşıp durur.
Öteki karakterler: Külhanbeyi (kendine has giyiniş ve konuşma tarzları olan haylaz delikanlı), Matiz (sarhoş), Zeybek (yiğit, efe), Tiryaki, Köçek (kadın kılığına girip çengi gibi oynayan tip), Çengi (dansöz), Kantocu, Hokkabaz, Cambaz, Büyücü, Cadı, Cinler, Canavarlar, Kastamonulu, Laz, Eğinli, Harputlu, Muhacir (Göçmen, Rumelili), Arnavut, Arap, Acem, Rum, Ermeni, Yahudi, Mirasyedi, Bekçi, Mahalle İmamı…
KARAGÖZ OYUNUNUN ÖZELLİKLERİ
Tuluattır. Yazılı bir metin yoktur. Ağızdan ağıza söylenerek gelen oyunlar, sonradan metin hâline getirilmiştir.
Oyun dört bölümden meydana gelmiştir.
1– Mukaddime (Giriş): Önce müzik başlar. Bu sırada perdede “Göstermelik” denilen ve asıl oyunla pek ilgisi olmayan bir figür vardır. Seyirciler ve özellikle çocuklar heyecanla beklerler, ancak bir türlü oyun başlamaz. Bu sırada çocuklar, hep bir ağızdan tuttururlar:
“Başlar mısın, başlayalım mı?
Karagöz’ün evini taşlayalım mı?”
Çocuklar bu tekerlemeyi birkaç kere söyledikten sonra “Göstermelik” , Nareke’nin çıkardığı sesler arasında ağır ağır yerinden kalkar, perdenin arkasından bir def gürültüsü başlar ve Hacivat, semaî okuyarak gelir. Semai bitince “Hayy Hak!” der ve Perde Gazeli’ni okur:
“Nakş-ı sun’un remzeder hüsnünde rü’yet perdesi
Hâce-i hükm-ü ezeldendir hakîkat perdesi,
Bu hâyal-i âlemi gözden geçirmektir hüner
Nice kara gözleri mahvetti suret perdesi.
Ooof, Hayy Hakki Perdemi sanmayın bezden.
Hisse alın siz bu sözden.”
Sonra, kendi kendine, “Ooof! Bir yâr-ı vefakâr olsa… O söylese, ben dinlesem. Yâr bana bir eğlence, medet…” demeye başlar. Bu sırada Karagöz, perdenin kenarında görünür ve kendi kendine bir şeyler söylemeye başlar. En sonunda, bulunduğu köşeden aşağı atlar ve Hacivat’a bir tokat atar; bir süre boğuşurlar. Sonunda Hacivat kaçar; Karagöz yerde kalır. Kendi kendine, “Uuf, bayıldım… Muşmula gibi yerlere yayıldım. Amanın kafam, omuz başlarım, samur kaşlarım, diz kapaklarım, kırmızı yanaklar…” tarzında birtakım sözler sarf eder. Sonra ayağa kalkar ve sözlerine devam eder: “Hay utanıp arlanmaz adam. Kapının önüne gelmiş; bir gürültü, bir patırtı, ben değil komşular bile rahatsız oluyor…”
Bu sırada Hacivat tekrar gelir ve aralarında “Söyleşme” başlar.
2– Muhavere (Söyleşme): Karagöz ile Hacivat arasında geçer. Bu bölümde Hacivat söyler, Karagöz onun dediklerini ters anlar. Birtakım söz oyunları, tekerlemeler yapılır. Bu bölümden sonra Fasıl bölümüne geçilir.
3– Fasıl (Konu): Oyunların konusu, çoğu kere tek cümle ile ifade edilebilir. Oyunlar; örf ve âdetlerimizin mizahi uygulamaları, millî ve dinî gelenekler, taşlamalar, halk hikâyelerinden uygulamalar, karmaşık olaylar veya dramatik gerilim üzerine kurulmuştur. Bu bölümden sonra Netice bölümü gelir.
4– Netice (Bitiş): Bu bölüm Karagöz ile Hacivat arasında geçer. Konuşmalar aşağıda görüldüğü şekildedir:
Hacivat: Hoş olsun sağlığa!
Karagöz: Hak bereket versin Kâğıthane’deki sazlığa! (Hacivat’a tokat atar).
Hacivat: Karagöz’üm bana vurdun, elin kırılsın!
Karagöz: Ekler, kenetler yine vururum. (Vurur)
Hacivat: Karagöz, bana vurdun; iki yakan bir araya gelmesin!
Karagöz: Söker, diker yine vururum! (Vurur)
Hacivat: Yıktın perdeyi eyledin vîrân, varayım sahibine haber vereyim hemân. (Gider)
Karagöz: Her ne kadar sürç-i lisan eyledikse affola. İnşallah, (…) oyununda yakana yapışırsam vay hâline, der ve perdeden çekilir. Oyun biter.
ÇOK SEVİLEN KARAGÖZ OYUNLARI
1– Kütahya Çeşmesi
2– Ağalık
3– Aptal Bekçi
4– Yalova Safası
5– Esirci (Bahçe Safası)
6– Balıkçılar
7– Baskın
8– Çifte Cadılar (Câzûlar)
9– Cambazlar
10– Ferhâd ile Şirin
11– Kâğıthane Safası
12– Kanlı Kavak
13– Kanlı Nigâr
14– Mandıra (Mal Çıkarma/Hımhımlı Mandıra)
15– Pehlivan
16– Tahir ile Zühre
17– Tahmis
18– Karagöz’ün Gelin Oluşu (Ters Evlenme/Ser-hoşa Hile)
19– Salıncak
20– Bakkallık
21– Çifte Hamamlar
22– Sünnet (Hayal içinde hayal)
23– Orman
24– Tımarhane
YALOVA SAFASI
“Allah yardım ederse kulunaHer iş girer yoluna”(Hacivat, semai okuyarak gelir. Sonra, “Of Hayy Hak” der ve perde gazelini okur. Ardından)
Hacivat: Huzur-u erhab-ı safada nazargâh-ı ehl-i dehâda; şu bezm-i şevk-efzade bir yâr-i vefa-şiarım olsa, geliverse buraya, o söylese, ben dinlesem, ben söylesem, o dinlese…
Karagöz: (Evin penceresinden) Şu Hacivat da benim burnumu yese!
Hacivat: Biz söyleşirken, bizi seyretmeye gelen muhterem seyirciler de eğlenseler. Diyelim, ne iş imiş? İşimizi, Mevla’m onara. Yâr bana bir eğlence medet! Aman, bana bir eğlence medet!
(Karagöz, pencereden atlar, boğuşmaya başlarlar)
Hacivat: Aman birader, çenemi kırdın!
Karagöz: Sakalımı bırak kerata!
Hacivat: Aman gözümü çıkaracaksın!
Karagöz: Canın da beraber çıksın!
(Bu sırada Hacivat kaçar; Karagöz yerde sırtüstü kalır)
Karagöz: Aman, amanın; öldüm, bayıldım, eski hasırlar gibi yerlere yayıldım. Amanın kaburga kemiklerim, karnım, kuyruk sokumum. (Ayağa kalkar) Amanın ense köküm, kulak tozum, ille de kel başım. Seni gidi utanmaz, arlanmaz, yelloz, kelloz; sümüklü böcek kıyafetli kerata. Hele bir daha gel, bak sana neler ederim!
(Bu sırada Hacivat gelir)
Hacivat:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.