bannerbanner
Küçük Beyaz Kuş
Küçük Beyaz Kuş

Полная версия

Küçük Beyaz Kuş

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 4

Yine de işte o an gelip çattığında gidişini kabullenmeye gönlüm razı gelmiyordu. O akşam olağan dışı bir şefkatle onu kollarıma alıp batmak üzere olan güneşe teslim etmek için pencerenin önüne götürdüğümü hatırlıyorum. Neredeyse gerçeğe yakın bir acı içerisinde ona gitmek zorunda olduğunu çünkü başka bir çocuğun onun güzel minik eşyalarına ihtiyacı olduğunu söyledim. Ve onun gerçek sahibi olan güneş onu dans eden kollarıyla sardı. Giderken bir zamanlar kelimelerin en güzeliyle seslendiği o kadına sevgilerini gönderdi. Bu masum şey bilmiyordu ki küçük beyaz kuşlar hiçbir zaman gerçekten bir anneye sahip olmayan kuşlardır. Timothy’nin hayali böylece avuçlarımdan kayıp giderken keşke gitmeden önce bir kez olsun Kensington Bahçeleri’nde oynayabilseydi ya da minik ağaç dallarına tırmanıp Round Pond’da kâğıttan gemi yüzdürebilseydi diye geçirdim içimden. Çocukluğun şen şakrak yollarında çemberini yuvarlarken coşkuyla peşinden koşabilseydim. Bir yandan hafızamız bize koşmamızı söylerken diğer taraftan, uzun bir yaz günü eğlencenin bedelini ödemek üzere bekleyen adamlar ve kadınlar beliriverir birden. Düşünüyorum da, Timothy benim tüm özlemlerimi biliyordu. Yanakları çocuksu bir pembelikle kızararak bana dedi ki, tüm bunları yapmamış olmasının sebebi korkması değilmiş. Aslında bunların hepsini yapmayı çok severmiş ama o diğer çocuklar gibi değilmiş. İşte böyle diyerek parmağımı bıraktı ve başka bir gökyüzüne doğru uçup gitti gözlerimin önünden.

Korkarım, kendime karşı çok cesur değilim. Hatırlayabildiğim kadarıyla, saldırı altındayken diğerleri gibi davransam da manevi olarak zayıfım. Bu nedenle ertesi gün David’e bir şeyler almak üzere mağazaya girmeye teşebbüs ettiğimde Mary’nin rehinci dükkânına girerkenki hâli kadar utangaç olduğumu keşfettim. Küçük kıyafetler satan mağazalar kapısına yaklaştığınızda çok ürkütücü olabiliyor. İnsan birden ebeveyn kimliğine bürünüyor ve bu yüzden inceden inceye adabımuaşeret içerisinde kayboluveriyor. Kapı açıkken gizlice de girebilirdim ama açıkçası yapamadım. Aslına bakılırsa, terzim hariç ki -korkarım terzime oldukça sık gidiyorum zaten- diğer her türlü mağazaya girerken bir huzursuzluk hissediyorum içimde.

İşte bu yüzden küçük kıyafetler satan mağazanın önünde kendimle dalga geçerek hırsız gibi dolanıp durdum. Hatta diyelim saat üç oldu; kendime, saat iki buçukta girmiş olsaydım şimdiye her şey bitecekti gibi saçma telkinlerde bulundum.

Durumumu daha iyi anlamanız için, ben kapının orada yiğitçe gezinirken gözlerini dikmiş beni izleyen centilmenden bahsedeyim size. Yavaşça uzaklaşıp etrafta dolaşıyormuş gibi yapıp geri döndüm ama hâlâ orada duruyordu ki bu da onun benim yapmaya çalıştığım şeyi bulandırmak niyetinde olduğunu kanıtlıyordu. Sert bir şekilde kendime hâkim olmaya çalışarak başımla selamladım ve soğuk bir kibarlıkla “Bakıyorum epey eğleniyorsunuz bayım.” dedim.

“Özür dilerim.” dedi. Bu kez sözlerimin etkisiyle dikkatini bana çevirebildiğimden emindim, fakat o anda cevabının altında küstah bir anlam saklı olduğunu anladım.

“Henüz sizinle tanışma şerefine nail olamadım.” dedim bağırarak.

“Hiç kimse bundan dolayı benim kadar müteessir olamaz.” diye cevapladı kahkaha atarak.

“Demek istiyorum ki burada siz emekliye ayrılana kadar bekleyebilirim.” dedim sırtımı bir mağaza vitrinine yaslayarak.

Bu sırada sinirlendi ve “İşim gücüm yok ki benim.” dedi aynı şekilde sırtını başka bir mağaza vitrinine yaslayarak. İkimiz de inatla diğerini bezdirmeye çalışıyorduk ve eminim dışarıdan bakıldığında gülünç görünüyorduk. On dakika sonra ikimiz de bu gülünçlüğü hissetmiş olacağız ki hırsımız sönmüş bir hâlde içtenlikle el sıkıştık ve birer araba çağırıp ayrıldık.

Bu girişimimden vaz mı geçmeliydim? Aslında bu alışverişi benim yerime yapacak bazı kadınlar tanıyordum ama ilk önce açıklayayım. Zira açıklamak benim olmazsa olmaz âdetlerimdendir. Irene ve Bayan Hicking’in hatırası birden bire beni yüreklendirdiğinde işte böyle bir ümitsizlik içerisindeydim. Çünkü David’i giydirip kuşatma işi için gerekli beceri ve iş bitiriciliğin onlarda bulunduğunu biliyordum.

Ancak önce kim olduklarını öğrenmelisiniz.

VIII

Münasebetsiz Garson

Mevzubahis kişi, son zamanlarda ağır bir şekilde hayal kırıklığına uğramama sebep olan cemiyet garsonlarından biri. Bu nankör insanla biraz daha fazla zaman geçirebilmek için yemeğimi dakikalarca ertelediğim çok olmuştur. Pencere kenarındaki masayı bana ayırması hoş bir şey ve ayrıca kendisine bana yemek tavsiyelerinde bulunma keyfini de bahşediyorum. Hatta ona kendimle ilgili bilgiler verdiğim bile olmuştur; çalışma odasında birinin kapıyı çarparak ödümü patlattığı; bir kitap sayfasıyla parmağımı nasıl kestiğim gibi. William sizin bildiğiniz o girişken garsonlardan değildir. Öyle sakindir ki rahatlıkla önünde birini boğazlayabilirsiniz. Mesela bir seferinde birisi ona derbiyi Şımarık Sarah’ın kazanacağını söyledi. Bir başkası da Şımarık Sarah’ın hiç şansı olmadığını. William ise her ikisiyle de aynı fikirdeydi. Bu muhteşem arkadaşımız -ben böyle düşünüyorum- iki uçtan da içilebilen bir puro gibiydi.

Bir akşam pencere kenarında yemeğimi yerken, “baharatlı acı soslu böbrek siparişimi” tekrar etmek zorunda bırakarak yaptığı yanlışı hiç unutmam. Açık ve net bir şekilde “Tabii, efendim.” diye cevap vermek yerine, bir garsondan beklenileceği üzere sanki benim baharatlı acı soslu böbrek siparişi vermem şahsi bir lütufmuş gibi memnuniyetle pencereden dışarıya bir bakış atıp “Baharatlı acı soslu böbrek mi dediniz, efendim?” diye sordu. Birkaç dakika sonra sandalyemin arkalığının üzerinden birinin yaslandığını hissettim. Sandalyeme yaslanan bu kaba insanın William olduğunu fark ettiğimde hissettiğim öfkeyi hayal edebilirsiniz herhâlde. Gelin size geçmişteki bir olayı betimleyen ölçülü sözlerle bir sonraki adımda neler olduğunu anlatayım: Pencereye daha da yaklaşabilmek için yaptığı girişimle gövdesinin ağırlığını omzumun üzerinde daha da fazla hissetmeye başladım ve “Burada bulunma sebebinin yemeğime eşlik etmek olmadığını hatırlatırım.” diye kendisini uyardım.

Ona haksızlık etmek istemiyorum. Bunu söylediğimde biraz sarsıldığını söyleyebilirim ama o küstah cevabını da asla unutamam, “Kusura bakmayın, efendim. Başka bir şey düşünüyordum.”

Sonra yeniden gözleri pencerede gezinmeye başladı ve heyecanını bastıramayarak birdenbire şöyle dedi: “Tanrı aşkına, efendim, burada erkek erkeğeyiz. Size bir şey sormak istiyorum. Siz, cemiyetin pencerelerine bakınan küçük bir kız gördünüz mü?”

Erkek erkeğe! Ne var ki bir zamanlar iyi bir garsondu. Bu nedenle ona kızı gösterdim. William’ı görür görmez Pall Mall’ün ortasına doğru gitti. Yanından geçen ve onu süzen atlı arabalara aldırış etmeksizin anlamlı bir şekilde üç kez başını salladı ve sonra gözden kayboldu. On yaşlarında perişan hâlde bir Arap’ı andıran bir kız çocuğuydu ama görünen o ki onu görmek William’ı rahatlatmıştı. Tüm kalbiyle ve keyifsiz bir şekilde “Tanrı’ya şükür!” dedi.

Bense William’ın elindeki tabağı ayak parmaklarımın ucuna düşürmesi kadar ürkütücü bulmuştum durumu. “Ekmek, William!” dedim net bir ifadeyle.

“Bana kızdınız mı, efendim?” diye fısıldayacak kadar cüretkâr davranmıştı.

“Biraz küstahça davrandın.” dedim.

“Biliyorum efendim, ancak kendimi kaybetmiştim.”

“O hâlde o da küstahça.”

“Karımla ilgili bir durum efendim, o…”

Yani birçok açıdan kolladığım William, evli bir adammış. Bu bana yaptığı küstahlıklarının en büyüğüymüş gibi hissettim.

Anladığım kadarıyla bu baş belası kadının bir sıkıntısı vardı ve akşam yemeğinden sonra dünyanın tozpembe bir yer olduğuna inanmak isteyen biri olarak, bu kız çocuğunun işaretlerinin karısının sıkıntısının geçtiği anlamına mı geldiğini sordum. William söylediklerimi duymamış gibi cevap verdi. Doktor en kötü şeyin olmasından korkuyormuş.

“Halt etmiş o doktor!” dedim öfkeyle.

“Evet, efendim.” dedi William.

“Kahrolası hastalığı neymiş?”

“Aslında oldum olası narin bir yapısı vardı ama hayat doluydu, efendim, anlıyorsunuz değil mi ama yakın zamanda bir kız bebek doğurdu.”

“William ne yaptın sen!” dedim ama aynı anda bu baba benim işime yarayabilir diye de düşündüm. “Bebeğiniz nasıl uyuyor William?” diye sordum kısık sesle. “Nasıl uyanıyor? Banyosunu nasıl yaptırıyorsunuz?”

Sorularım karşısında şaşkına dönmüştü. O nedenle cevap beklemeksizin devam ettim, “Bu kız çocuğu sana karından mesaj getiriyor yani, öyle mi?”

“Evet, efendim. O en büyük çocuğum. Başıyla üç kez işaret vermesi karımın biraz daha iyi olduğu anlamına geliyor.”

“Üç kez baş işareti yaptı mı bu akşam peki?”

“Evet, efendim.”

“Kenar mahallelerde yaşıyorsun galiba, değil mi William?”

Arsız arkadaşımız beni etkileyebilecekmiş gibi vurucu bir bakış fırlattı ve “Drury Lane tarafında efendim, ama orası kenar mahalle değil.” dedi yüzü kızararak. İnler gibi bir sesle konuşmasını sürdürdü. “Ve şimdi ben o ölürken yanında olup onun elini tutamazsam diye çok korkuyorum.”

“Sana böyle şeyler söylememesi lazım.”

“O asla böyle şeyler söylemez zaten, efendim. Daima güçlü görünmeye çalışır. Fakat sabahları evden çıkarken onun aklından geçenleri sezebiliyorum. Ben kapının önünde durup ona bakarken o da yatağından öylece bana bakıyor. Of Tanrı’m!”

“William!”

Nihayet sinirlendiğimi anladı ve kendine özgü tarzıyla “Affedersiniz.” diyerek sanki kötü sunulmuş bir yemeği geri çeker gibi karısını masamdan çekti. William’ın varoş hikâyesini unutabilmek için bilardo oynamaya karar verdim ama oyunumu da bozdu. Ben de ona olan öfkemi ertesi gün başka bir garsondan servis isteyerek gösterdim. Fakat yine pencere kenarına oturduğumdan o küçük kızın geciktiği gözümden kaçmadı. Her ne kadar benim için hiçbir anlam ifade etmese de yemeğim bittikten sonra biraz daha oyalanarak kız gelene kadar bekledim. Bu sefer üç kez baş işareti yapmakla kalmadı, bir de şapkasıyla selam verdi. Böylece akşam yemeğimi tamamlayarak masamdan kalktım.

William sinsice yanıma geldi. “Ateşi düştü efendim.” dedi ellerini ovuşturarak.

“Kimi kastediyorsun?” diye sordum mesafeli bir şekilde. Sonra da mühim bir oyuna başlamak üzere bilardo salonuna çekildim.

Sonrasında, William’a gevezeliğini unuttuğumu gösterebilmek için kırk takla atmak zorunda kaldım. Bir defasında kız gelip sadece bir kez baş işareti verdiğindeyse o akşam yere göğe sığamadım. Ertesi akşam restoranda William yoktu ve sanırım ne olduğunu biliyordum. Fakat oldukça üzgün bir hâlde kütüphaneye geçerken William’ı orada bir merdivene tırmanmış rafların tozunu alırken buldum. Bazı üyeler ellerine kitap alıp etraftaki sandalyelerde oturur vaziyette olsalar da uyuyup kalmış olduklarından William’la ikimize kalmıştı kütüphane. O sırada merdivenden inerek bana olup biteni anlattı. Bir cemiyet mensubuna küfretmiş!

“Bütün gün ne yaptığımı bilmez bir hâldeydim, efendim, çünkü onu çok bitkin bir hâlde bırakmıştım.”

Ayağımla sertçe yere vurdum.

“Size ondan bahsettiğim için kusuruma bakmayın, efendim.” deme nezaketini gösterdi, eksik olmasın. “Fakat Irene iki saatte bir geleceğine söz vermişti. Saat dört gibi gelip de onu ağlarken bulduğumda gözüm hiçbir şey görmedi âdeta, efendim. Sendeleyerek cemiyet mensuplarından Bay B.’ye çarptım ve bana ‘Lanet olası herif!’ dedi. Evet, biraz dokunmuştum ama bu şekilde davranılmak çok canımı yaktı ve bir an kendimi kaybedip ‘Sensin lanet olası!’ dedim.”

Utanç içerisinde başını önüne eğdi. Bu sırada odada uyuyan okurlar da uykularında irkildiler.

“Derhâl restorandan uzaklaştırıldım ve kurul benimle ilgili karar verene kadar burada çalışmam söylendi. Ah efendim, Bay B.’nin önünde diz çöküp yalvarmaya bile hazırım.”

Haftada bir pound kazanabilmek için kendini bu denli alçaltabilen birini hor görmek dışında ne yapabilirim ki?

“Eğer ona işimden olduğumu söylersem ölür.”

“Bana karından bahsetmeni affediyorum.” diye gürledim imalı bir şekilde. “Tabii nazik bir şekilde konuştuğun müddetçe.” Sonra onu kaderiyle baş başa bırakıp Bay B.’yi aramaya gittim. Kendisine “Şu garsonlardan birine küfretme olayı nedir?” diye sordum.

“Onun bana küfretmesinden bahsediyorsun herhâlde.” dedi kıpkırmızı kesilerek.

“Bunu duyduğuma sevindim. Zira senin böyle nezaketsiz bir davranışta bulunduğuna inanmam mümkün değil. Fakat olayı ben ikinizin birbirine küfrettiği ve bunun üzerine senin onu azarladığın, garsonun da işten atılmak üzere olduğu şeklinde duydum.”

“Kim söyledi bunu sana?” diye sordu ödlek bir adam olan Bay B.

“Ben de kuruldayım.” dedim sıradan bir şey söylüyormuş gibi ve sonra başka mevzulardan konuşmaya başladım. Ancak bu sırada hâlâ bu konuyu düşünmekle meşgul olan Bay B. “Aslında biliyor musun, o garsonun bana küfrettiğini düşünmekle hata ettim sanırım. Yarın gidip şikâyetimi geri çekeceğim.” dedi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

İngiliz para birimi

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
4 из 4