Полная версия
“Kızım!” dedi. “Gözlemeyi o kadar yağlı yapmışsın ki sıcaktan yağlar eriyip akmaya başladı.”
Artık kurtulduğuna emin olan kız, “Evet, acele ile fazla yağ kullanmışım fakat yağı karar kullansaydım, gözlemeler bu sıcakta kururlardı.” dedi.
Bunlar öğle vakti bir köye girdiler, kalabalık bir köpek sürüsünün hücumuna uğradılar.
Kızın babası, “İşte Keloğlan burada olmalıydı; bu köpeklerin hakkından gelirdi.” dedi.
Bunu duyan Keloğlan, çuvalın içinden, “Merak etmeyin, buradayım!” diye bağırarak fırlayıp çıktı, köpekleri bir anda dağıttı.
“Yahu! Böyle nereye gidiyorsunuz? Sizde hiç akıl yok mu ki beni ta köyden buraya kadar çuvalın içinde taşıdınız? Eğer köpek hücumuna uğramasaydınız, rahatımı bozmak niyetinde değildim.”
Kız, üzüldü fakat işi bozuntuya vermedi:
“Senin çuvalda olduğunu sanki ben bilmiyor muydum? Mahsus sesimi çıkarmadım.”
Keloğlan, alay etmeye başladı:
“Şimdi tam dört kişiyiz. Bakalım dönüşte kaç kişi olacağız?”
Hep birlikte yollarına devam ettiler. Gece yarısı olunca denizden tarafa Keloğlan, onun yanına kaynatası, kaynatasının yanına kaynanası, kaynanasının yanına da yavuklusu, uzanmak üzere kıvrılıp yattılar. Aradan bir iki saat geçince Keloğlan yavaşça kalktı. Horul horul uyuyan kaynanası ile kaynatasının arasına girdi. Biraz sonra uyanan kız, anasını uyandırdı. Anası da kocası zannederek Keloğlan’ı dürttü. Fısır fısır konuştular ve hep beraber iterek kızın babasını denize yuvarladılar.
Zavallı adam, denizin dibine birkaç kere batıp çıktı. Sonra dalgalara karıştı; göze görünmez oldu.
Çok sevinen ana ile kız, yaptıkları hatanın farkında olmadılar. Sabahleyin Keloğlan’ı yanlarında görünce ne yapacaklarını şaşırdılar, ağlamaya başladılar. Keloğlan, kızı avutup susturduktan sonra dedi ki:
“Ey canımın canı, kanımın kanı, gönlümün sultanı! Ne yapsan elimden kurtulamazsın çünkü benim kısmetimsin. Güzellikle razı ol da evlenip rahatımıza bakalım. Aksi takdirde, babanı kaybettiğin gibi ananı da kaybedersin.”
Bu sözleri duyan Keloğlan’ın kaynanası, kocasının acısını unuttu. Kendi tatlı canını kurtarmak derdine düştü. Kızından önce davranarak:
“Ah benim gül kafalı evladım! Kızımı senden iyisine mi vereceğim? Ömrünüzün sonuna kadar mutlu yaşayın!” dedi. Kız da razı olmak zorunda kaldı. Oradan ayrılıp köye döndüler. Kırk gün kırk gece düğün yaparak gerdeğe girdiler ve ölünceye kadar mutlu yaşadılar.
Keloğlan’ın Eşeği
Yüzlerce sene evvel, Anadolu şehirlerinden birinde zengin bir adam yaşardı. Parasının, mülkünün hesabını Allah’tan başka kimse bilmezdi fakat bu adam çok cimriydi. Bir yere on kuruş vereceğim diye ödü kopardı ve iki lokma ekmeğe katık olabilecek kadar peynirle üç dört öğün karnını doyururdu.
Bu cimri zenginin, yirmi beş yaşından fazla olmayan bir karısı vardı. O kadar güzeldi ki yüzüne bakan gözler kamaşırdı.
Bu kadın, kocası gibi hasis değildi. Onun aksine olarak çok müsrifti. Sağa sola avuç dolusu para sarf eder; gönlünün her dilediğini yerine getirirdi. Bunu gören kocası, için için kudurur ancak bir kelime söyleyemezdi çünkü aynı zamanda kılıbık bir adam olduğu için ondan fena hâlde korkardı.
Güzel kadın, bir gün kocasına şöyle dedi:
“Biz evleneli beş sene oldu. Şimdiye kadar en aşağı üç çocuğumuz olması gerekirken bir tane bile olmadı. Acaba bu kabahat hangimizde; sende mi yoksa bende mi?”
Cimri zengin, korkunç bir manzara karşısında kalmış gibi gözlerini dört açtı. Çatlak sesini titrete titrete:
“Ağzını hayıra aç! Çoluk çocuk sahibi olmak kolay ama onları besleyip büyütmek var. Allah hâlimizi biliyor da bize çoluk çocuk vermiyor. Yoksa bu işte ikimiz de kabahatli değiliz.”
“Sen aklını mı kaçırdın? Sendeki para, kırk haneli kırk köyün, kırk sene geçinmesine kâfi gelir de artar bile. Sana bir sene veriyorum. Bu müddet zarfında bir çocuğumuz olursa ne âlâ, ama olmazsa senden ayrılıp başka bir kocaya varacağım bilesin!”
Cimri adam, bu şartı canına minnet bildi:
“Pekâlâ, mademki ayrılmak istiyorsun bugünden, hatta bu saatten tezi yok derhâl ayrılalım. Zaten senin müsrifliğinden bıktım, usandım. Bu israfa dağlar taşlar altın olsa gene dayanmaz.”
“Bugünden itibaren ayrılmaya razıyım ama bana söylemekten çekinmediğin büyük sırrı açıklayacağımdan korkmuyor musun? O zaman hâlin nice olur?”
Adam, bu tehditten fena korktu. Hemen karısının ayaklarına kapandı. Yalvarmaya başladı:
“Aman karıcığım, ben ettim, sen etme! Mademki çocuk istiyorsun; Allah’a yalvaralım; bize bir Keloğlan ihsan etsin çünkü Keloğlanlar yaman olurlar; kuru taştan ekmek çıkarırlar.”
O günden sonra “Ya Rabbi! Bize bir çocuk ver; kel de olsa razıyız.” diye yalvarmaya başladılar. Aradan bir buçuk ay kadar bir zaman geçince kadının karnında bir şişkinlik oldu. Nihayet dokuz ay on gün sonra istedikleri çocuk dünyaya geldi. Öyle güzel bir kadından böyle acayip ve çirkin bir çocuk doğması cidden şaşılacak şeydi.
Çocuk büyüdü; on beş yaşında bir delikanlı oldu ama çok yaman bir şeydi. Ele avuca sığmıyordu. Yalnız evin içini altüst etmekle kalmıyor; hemen her gün bir kavga çıkararak mahalle halkını da rahatsız ediyor, birbirine düşürüyordu. Adı, doğduğu günden beri Keloğlan kalmıştı.
Keloğlan, bir gün anasının karşısına dikildi. Akıllı, uslu biri gibi ciddi bir tavır takınarak:
“Ana!” dedi. “Artık beni evlendir fakat şehrimizdeki kızlardan hiçbirini istemem. Alacağım kız mutlaka benden güzel olmalıdır.”
Kırk bir yaşına basmış olan anası, eski güzelliğini korumakla beraber çok değişmişti. Artık avuç dolusu para sarf etmiyor; hatta evden dışarı çıkmıyordu. Daha doğrusu, biçimsiz bir oğul anası olduğu için insanların yüzüne bakmaktan utanıyordu
“Yavrum....” dedi. “Dünyada sana kız bulmaktan daha zor iş yoktur çünkü sende bütün noksanlıklar toplanmış. Güzel değilsin, akıllı değilsin, iyi huylu değilsin, doğru söylemekten hoşlanmazsın. Sana kız verecek ana ile babanın hem kör hem de sağır olması lazımdır.”
Keloğlan katıla katıla gülmeye başladı:
“Amma yaptın ha! Yeryüzünü karış karış gezseler benden güzel delikanlı bulamazlar. Benim bir gözüm herkesin iki gözüne bedel; bacaklarım lüzumundan fazla uzun değil, tenim biraz esmerce ama boynum herkesin boynundan uzun ve kibar; dudaklarımın eğriliği, zaten güzel olan ağzıma başka bir güzellik veriyor; kulaklarımı, burnumu görenler hep maşallah diyorlar; yüzümü gören kızlar fazla bakmaya dayanamayıp başlarını çeviriyorlar; kafam, gümüş gibi parıl parıl parlıyor. Bana ancak bir peri kızı layıktır.”
Anası, kendisini cidden beğenen Keloğlan’ı başından savmak için:
“İşte şimdi doğru söyledin!” dedi. “Sana gerçekten bir peri kızı layıktır fakat baban varken bana söz düşmez. Git, derdini ona söyle; sana bir peri kızı bulana dek yakasını bırakma çünkü senin kel olmanı Allah’tan baban istemişti.”
Keloğlan, doğru babasının yanına gitti. Oğlundan yana dertli olan adam, onu başından savmak için bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı.
“Mademki evlenmek ve bir peri kızı almak istiyorsun, o hâlde sana güzel bir akıl öğreteyim.”
Keloğlan, sabırsızlanarak dinliyordu.
“Çabuk söyle baba, çabuk söyle!” diye bağırdı.
“Buradan kırk gün uzakta gayet büyük bir şehir ve şehrin ortasında göz kamaştırıcı bir saray vardır. Bu sarayda bir hükümdar oturur ki birkaç ülkeye hükmeder. İşte senin aradığın kız, bu hükümdarın kızından başkası değildir. Vakit geçirmeyip yola çık; o şehri bul, saraya gir, kendini tanıt. Çalış, çabala, mutlaka o kızı al!”
Keloğlan, bu sözleri gerçek sandı. Ertesi gün, satın aldığı bir eşeğe binip yola çıktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Nihayet bir şehre ulaştı. Çarşıda, pazarda dolaşmaya başladı. Baktı ki bir kahvede saz çalınıyor.
İçeri girdi. Saz çalıp türkü söyleyen şairlerin karşısına dikildi:
“Ustalar!” dedi. “Ben de şairim, sizinle imtihan olmak istiyorum.”
Hepsi de ak saçlı, ak sakallı olan şairlerden bir tanesi, kaşlarını çatarak bağırdı:
“Git buradan, saygısız çocuk! Sen daha söz söylemeyi bilmiyorsun, türkü söylemeyi ne bilirsin. Hele saz çalmaktan hiç anlamazsın. Koltuğunda sazın bile yok.”
Keloğlan, “Kızma usta!” dedi. “Ben saz çalmayı bilmem lakin türkü söylemeyi iyi bilirim.”
Şairler, Keloğlan’ın iddiasına şaşırdılar ve bir türkü söylemesini istediler. Keloğlan da şöyle söyledi:
“İyi dinleyin ustalar sözümü! Aşk uğruna harcamışım özümü. Yenmez isem eğer sizi türküde, Kör etsin Allah iki gözümü. Sevdim ama yâr yüzünü görmedim, Uzun, kara saçlarını örmedim, Sevdiğimin işitmedim adını, Aşk bağında vuslat gülü dermedim.Yârdan haber vermezseniz siz bana,Benzetirim hepinizi çaputa!Lakin varsa siz de biraz cesaretDövüşelim, haydi, çıkın meydana!Ustalar fena hâlde kızdılar. Yerlerinden fırlayıp Keloğlan’a hücum ettiler. Kahve bir anda karmakarışık oldu.
Biraz sonra kavga, gürültü bitti; ortalık sütliman oldu fakat Keloğlan ortada yoktu. Herhâlde kaçmıştı.
Aradan yarım saat kadar bir zaman geçmiş; herkes çekilip gitmişti. Kahvede şairlerle kahveciden başka kimse kalmamıştı. Büyük zarara giren biçare adam, şairlerin karşısına dikildi:
“Bana bakın erenler! Artık sizi burada yatıramayacağım. Hem Keloğlan’ın türküsüne cevap veremediniz hem de üzerine hücum edip kavga çıkardınız. Asıl kabahat Keloğlan’da değil, sizdedir!”
“Biz buradan bir yere gidemeyiz. Asıl kavgaya sebep olan sensin!”
“Ben miyim?”
“Evet, sensin!”
“Neden benmişim?”
“Çünkü isteseydin o Keloğlan’ı içeri sokmazdın. Şimdi ne hakla bize kabahat buluyorsun.”
O sırada kahve ocağının altındaki boşluktan bir ses yükseldi:
“Ben, ömrümde yalan söylemiş insan değilim! Bu işte kahvecinin hiç kabahati yoktur. Siz, şairlikle alakası olmayan Keloğlan’ın türküsüne cevap vereceğiniz yerde utanmadan kendinize şair payesi veriyorsunuz. Sizi gidi sahtekârlar sizi!”
Ocağın altındaki boşluktan yükselen ses devam etti:
“Eğer kahveyi derhâl terk etmezseniz bu gece hepinizi boğarım. Bana ‘göze görünmez adam’ derler. Ona göre aklınızı başınıza toplayın!”
Korkudan yüzleri sapsarı kesilen şairler, sazlarını almaya, pabuçlarını giymeye bile cesaret edemediler. Kendilerini sokağa zor attılar ve derhâl ortadan kayboldular.
Kahvede tek başına kalan kahveci, korkusundan tir tir titriyordu. Biraz sonra ocağın altındaki boşluktan birisi çıkıp bayılacak bir hâle gelen kahvecinin karşısına dikildi:
“Merhaba beybaba!”
Kahveci, başını kaldırdı; karşısına dikilenin yüzünü görünce afalladı. Afallamakta hakkı vardı çünkü bu, Keloğlan’dan başkası değildi.
“Hınzır kel! Dertsiz başıma bu işleri açtın da iyi mi yaptın? Şimdi ölümlerden ölüm beğen; yahut zararı tazmin et.”
Keloğlan güldü. “Unutma ki ben hemen göze görünmez olur ve sana istediğim her fenalığı yapabilirim. Benimle iyi geçinmeye mecbursun. Nasıl, kaybolayım mı ortadan?”
“Aman Keloğlan! Ben ettim sen etme, bu dükkân sana feda olsun!”
Keloğlan yumuşadı. “Hah şöyle! Yoksa az daha göze görünmez oluyordum. O vakit elimden kurtulamazdın.”
“Ben, başında saç olmayanlara daima hürmet ederim. Ne emrin varsa derhâl yerine getirmeye hazırım.”
Keloğlan, “Bu şehrin hükümdarı filan var mı?” diye sordu.
“Var fakat sarayı şehrin içinde değildir.”
“Nerededir?”
“İki saat uzaklıkta.”
“Hükümdarınızın kızı var mı?”
“Hem öyle güzel bir kızı var ki yeryüzünü karış karış dolaşsan eşini bulamazsın.”
“Ben....” dedi. “O kızın nişanlısıyım. Yavukluma kavuşup murada ermeye geldim. Onu sıkıntılı saray hayatından kurtarıp rahat köy hayatına alıştıracağım.”
Kahveci bir kere yere kapanıp doğruldu. “Evet, tabii!” dedi.
Keloğlan, devam etti: “Eğer hükümdar bana kızını vermek istemezse koca sarayın içinde bir tane canlı bırakmayacağım; hatta belki bu şehri yıkacağım.”
“İnanırım sultanım! Yalnız, senden rica ederim, bana, çoluğuma çocuğuma kıyma!”
Şafak sökerken Keloğlan eşeğine bindi; kahvecinin tarif ettiği yere doğru ilerlemeye başladı.
Nihayet hükümdarın sarayına varmış, eşeğini sarayın kapısı önündeki ağaçlardan birinin altına bağlamış ve içeri girmişti. Sanki babasının evindeymiş gibi koridorlarda dolaşıp duruyordu. Kendisine hiç kimse bir şey söylemiyordu.
Bir aralık dolaşmaktan canı sıkıldı; ıslık çalmaya başladı. O sırada da karşısına dev yapılı bir adam dikildi; korkunç bir sesle:
“Burası saraydır; ıslık dağ başında çalınır küstah adam!” dedi.
“Sen ne karışıyorsun? Bu saray benim sevgilimin sarayıdır. Islık çalmak şöyle dursun, yüksek sesle türkü bile söylerim. Bana kimse karışamaz!”
“Vay! Demek bu saray sevgilinin sarayıdır ha? Söyle Allah aşkına, senin sevgilin kimdir, ne biçim biridir?”
Keloğlan kısaca macerasını anlattı ve hükümdarın kızı ile evlenmek üzere geldiğini söyledi.
Dev yapılı adam bir kahkaha savurdu:
“İyi ama, bakalım hükümdarımızın kızı seni isteyecek mi? Bana kalırsa o, kellerden hiç hoşlanmaz.”
Bu cevap üzerine Keloğlan çok kızdı; dev yapılı herifin göğsüne şiddetli bir yumruk indirdi. Dev öfkelenip Keloğlan’ı belinden yakaladı, bir bebek gibi havaya kaldırdı; başının üzerinde birkaç kere döndürdükten sonra yere fırlattı.
Keloğlan bayılmıştı, yerde hareketsiz yatıyordu. Başına belki yirmi kişi toplanmıştı. Onu ayıltmaya çalışıyorlardı.
O sırada hükümdarın kızı çıkageldi. Baktı ki koridorda bir kel oğlan yatıyor; ses seda çıkarmıyor. Oradakilere sorup soruşturdu; meseleyi öğrendi. Sonra dev yapılı adama dedi ki:
“Aklı başında olmayan bir zavallıyı bayıltmak kolaydır ama ayıltmak kolay değildir. Bunu derhâl benim odama götür. Orada kendi kendine ayılır.”
Nice zaman sonra odasına dönen hükümdarın kızı, Keloğlan’ı hakikaten ayılmış buldu. Ona saraya niçin geldiğini sordu. Keloğlan anlatmaya başladı:
“Ben buraya sebepsiz gelmedim. Seni babandan istemek için geldim. Verirse ne âlâ, vermezse ne yapacağımı ben bilirim.”
Hükümdarın kızı bir kahkaha attı.
“Ne yaparsın, Keloğlan?”
“Ne mi yaparım? Başımı alır giderim ve bir daha semtinize uğramam, hatta adınızı bile ağzıma almam! Dünyada benim kadar inatçı adam yoktur.”
Hükümdarın kızı, bir kahkaha daha savurmaktan kendisini alamadı.
“Farz edelim ki evlendik, hiçbir yuvaya benzemeyen bir yuva kurduk; bana bakabileceğine emin misin?”
Keloğlan, ciddiyetle cevap verdi:
“Bunu merak etme. Seni bizim köye götüreyim. Orada yiyebildiğin kadar ekmek, içebildiğin kadar su.... Canın tatlı istedi miydi verirsin sekiz on yumurta, alırsın bir çanak dolusu pekmez. Sonra iş yok güç yok…”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.