bannerbanner
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4

Полная версия

Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

Holmes kınayan gözlerle bana baktı. “Öğleden sonrası yürüyüşler benim için bitmiştir artık!” dedi. “Beyefendi buradan ayrıldı mı?”

“Evet, efendim.”

“İçeri buyur etmedin mi?”

“Evet efendim, içeride bekledi.”

“Ne kadar bekledi?”

“Yarım saat efendim. Hiç rahat durmadı, burada olduğu sürece sürekli dolaştı, ayağını yere vurup durdu efendim. Kapının dışında bekledim ve onu sürekli duyabiliyordum, efendim. En sonunda koridora çıkarak ‘Bu adam hiç gelmeyecek mi?’ diye bağırdı. Aynen öyle söyledi. ‘Biraz daha sabredin.’ dedim. O da ‘O hâlde açık havada bekleyeceğim. Burada kendimi boğulacak gibi hissediyorum. Sonra yine gelirim.’ dedi. Ardından ayağa kalkıp çıktı; kalıp biraz daha beklemesi için ne söylediysem boşa gitti!”

“Her neyse, sen elinden geleni yapmışsın.” dedi Holmes, biz odaya girerken. “Çok sinir bozucu Watson! Yeni bir davaya çok ihtiyacım vardı ve adamın sabırsızlığı, olayın çok önemli olduğunu gösteriyor. Ah! Masadaki pipo senin değil. Unutmuş olmalı… Tütüncülerin kehribar dedikleri, uzun saplı, güzel, funda kökünden yapılmış bir pipo. Londra’daki gerçek kehribar ağızlıkların sayısını merak ettim şimdi. Bazıları içindeki sineğin bir işaret olduğuna inanıyor. Değeri bu kadar yüksek bir pipoyu unutması ruhen dengesiz olduğunu ortaya koyuyor.”

“Değerli olduğunu nereden anladın?” diye sordum.

“Piponun fiyatının yedi şilin altı pens olduğunu tahmin ediyorum. Şimdi, gördüğün gibi iki defa tamir edilmiş, bir kere tahta sapından, bir kere de kehribar kısmından. Adam pipoya çok değer veriyor olmalı, yoksa onarıma harcadığı parayla yenisini alabilirdi.”

“Başka ne gibi sonuçlar çıkarıyorsun?” diye sordum, Holmes pipoyu elinde evirip çevirip her zamanki gibi tuhaf yöntemleriyle incelerken.

Pipoyu elinde tutup bir profesörün kemikler üzerine ders verişi gibi bir havaya bürünerek uzun, ince işaret parmağı ile hafifçe üzerine vurdu.

“Pipolar bazen oldukça ilginç olabilirler.” dedi. “Saatler ve bağcıklar dışında hiçbir şey böylesine kendine özgü değildir; ancak buradaki ipuçları ne çok belirgin ne de çok önemlidir. Bunun sahibi belli ki adaleli, solak, çok sağlam dişleri olan, biraz dikkatsiz ve maddi sorunları olmayan bir insan.”

Arkadaşım bu bilgileri son derece laubali bir şekilde açıklarken bir yandan da konuşmasını takip edip etmediğimden emin olmak için gözünü benden ayırmıyordu.

“Birisi yedi şilinlik bir pipo içiyor diye maddi sorunları olmuyor mu?” diye sordum.

“Kullandığı tütün, onsu sekiz pens olan Grosvenor karışımı bir tütündür.” diye cevap verdi Holmes birazını avcunun içine dökerek. “Yarı fiyatına neredeyse aynı derecede kaliteli başka bir tütün alabilecekken bunu seçmesi pek de tasarrufa ihtiyacı olmadığını gösteriyor.”

“Ya diğer saydıkların?”

“Piposunu lambalarda ve gaz alevinde yakma alışkanlığı var. Piponun bir tarafının ısıdan koyulaştığını görebilirsin. Bunu bir kibritin yapması mümkün değil. Bir adam neden kibriti piposunun yan tarafına tutsun ki? Ayrıca piponu ateşe değdirmeden bir lambada yakamazsın. Bütün bu izler piponun sağ tarafında. Buradan solak olduğu anlaşılıyor. Sen, sağ elini kullanan biri olarak piponu lambaya tuttuğun zaman sol tarafını aleve yaklaştırıyorsun. Belki bir iki defa öteki türlü yapabilirsin ama bu sürekli olmaz. Hep bu şekilde tutarsın. Sonra kehribar kısmını dişlediğini görüyorum. Bunu yapabilmek için enerji dolu, sağlam ve sağlıklı dişlere sahip olmak gerekir. Ancak yanılmıyorsam onun sesini merdivenlerde duymaktayım, böylece piposunu incelemektense kendisini inceleyebileceğiz.”

O anda kapı açıldı ve uzun boylu, genç bir adam içeri girdi. Sade ama iyi giyimliydi, üzerinde koyu gri bir takım elbise vardı ve elinde kahverengi bir şapka tutuyordu. Otuzlu yaşlarda diyebilirdim; ama biraz daha büyük de olabilirdi.

“Affedersiniz!” dedi biraz çekingenlikle. “Kapıyı çalmalıydım. Evet, kapıyı çalmalıydım. Doğrusunu isterseniz çok üzgünüm ve bu kabalığımı ona yorun lütfen.” Sersemlemiş gibi elini alnına götürdü ve sonra da kendini en yakın sandalyeye bırakıverdi.

“Bir iki gündür pek iyi uyuyamadığınızı görüyorum.” dedi Holmes her zamanki rahat, cana yakın tavrıyla. “Uykusuzluk, çok çalışmaktan hatta eğlenceden bile daha fazla insanın sinirlerini yıpratabilir. Size nasıl yardımcı olabileceğimizi sorabilir miyim?”

“Tavsiyelerinize ihtiyacım var efendim. Ne yapacağımı bilemiyorum, sanki bütün hayatım paramparça oldu!”

“Beni danışman dedektif olarak mı tutmak istiyorsunuz?”

“Sadece o değil. Mantıklı, tecrübeli bir insanın tavsiyelerini istiyorum. Bundan sonra ne yapmam gerektiğini bilmek istiyorum. Tanrı’dan ümit ederim ki bana yardımınız dokunsun!”

Keskin, kesik kesik, ani patlamalarla konuşuyordu ve sadece konuşmak bile ona çok acı veriyordu; ancak yine de derdini anlatmaya hevesli oluşu ağır basıyor gibi gelmişti bana.

“Çok hassas bir konu.” dedi. “Bir insan özel meselelerini yabancılarla konuşmaktan çekinir. Karımın daha önce hiç görmediğim iki erkekle olan ilişkisini konuşmak çok iğrenç geliyor bana. Bunu yapmak gerçekten korkunç; ancak sınırlarım çok zorlandı ve bunu yapmak zorundayım.”

“Sevgili Bay Grant Munro…” diye konuşmaya başladı Holmes.

Ziyaretçimiz aniden sandalyesinden fırladı. “Ne?” diye bağırdı. “Adımı nereden biliyorsunuz?”

“Kimliğinizi gizli tutmayı tercih ediyorsanız…” dedi Holmes gülümseyerek. “Şapkanızda yazılı olan isminizi çıkarsanız daha iyi olur. Bakın beyefendi, bu odada öyle garip sırlar dinledik ve öyle çok insanın dertlerini çözdük ki size de yardımcı olmamamız için bir sebep yok. Eminim sizin için de aynı şeyi yapacağız. Sizden rica etsem fazla oyalanmadan durumunuzu bize anlatabilir misiniz? Çünkü zaman bazen çok değerli olabiliyor.”

Ziyaretçimiz çok acı çekiyormuş gibi elini tekrar alnına götürdü. Tavırlarından ve mimiklerinden anlayabildiğim kadarıyla, yaralarını göstermekten çok saklamayı tercih eden gururlu ve ağırbaşlı bir adamdı fakat sonra eliyle endişelerini başından savmak istermiş gibi bir hareket yaptı ve anlatmaya başladı:

“Olaylar şöyle gelişti Bay Holmes. Yaklaşık üç yıldır evli bir adamım. Bu süre zarfında hayatlarını birleştiren iki kişi olarak eşim ve ben birbirimize çok düşkündük ve çok mutlu bir hayatımız vardı. Ne düşüncelerimizle ne sözlerimizle ne de eylemlerimizle hiç kırmadık birbirimizi. ancak geçen pazartesiden beri aramıza bir şeyler girdi ve onun hayatı ile ilgili düşünceleri o kadar değişti ki… sanki sokakta yanımdan geçen herhangi bir kadından farksız bir hâle geldi. Çok uzaklaştık birbirimizden ve ben, bunun nedenini öğrenmek istiyorum.

Daha fazla anlatmadan sizi bir konuda aydınlatmak istiyorum Bay Holmes. Effie beni çok seviyor. Bu konuda hiç şüpheniz olmasın. Beni tüm kalbiyle, ruhuyla başka hiç kimseyi sevmediği kadar çok seviyor. Biliyorum… Hissediyorum… Bu konuda tartışmak istemiyorum. Bir erkek, bir kadının onu sevip sevmediğini gayet iyi anlayabilir. fakat aramıza esrarengiz bir şey girdi ve o açıklığa kavuşmadan hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorum.”

“Lütfen bana olanları anlatın, Bay Munro.” dedi Holmes sabırsızlanarak.

“Size, Effie’nin geçmişiyle ilgili bildiklerimi anlatacağım. Onunla ilk tanıştığımızda duldu ama çok gençti, yirmi beş yaşındaydı. O zamanlar soyadı Hebron idi. Küçükken Amerika’ya gitmiş ve Atlanta şehrinde yaşamış. Orada başarılı bir avukat olan Hebron diye bir adamla evlenmiş. Bir çocukları olmuş ama sarıhumma salgını baş gösterince hem kocasını hem de çocuğunu kaybetmiş. Kocasının ölüm belgesini gördüm. Artık Amerika’da yaşamak istemediğinden Middlesex, Pinner’daki bekâr teyzesiyle yaşamak üzere geri dönmüş. Kocası onu maddi yönden rahat ettirmiş ve kendisine yaklaşık dört bin beş yüz sterlin bırakmış, bununla da çok iyi yatırımlar yaparak ortalama yüzde yedi kâr etmiş. Pinner’a geleli altı ay olmuştu ki onunla tanıştım, birbirimize âşık olduk ve birkaç hafta sonra da evlendik.

Ben şerbetçi otu ticareti yapan bir tüccarım ve gelirim yılda yedi veya sekiz yüz sterlini bulduğundan maddi sıkıntı çekmedik ve Norbury’de yıllığı seksen sterlin olan bir villa kiraladık. Kasabaya çok yakın olmasına rağmen küçük evimiz kırsal bölgedeydi. Biraz üstümüzde küçük bir otel ve iki ev, bir de bizim eve bakan bir kır evi dışında başka komşumuz yoktu. Bunların dışında istasyona gidene kadar civarda ev yoktur. Belli mevsimlerde iş icabı kasabaya iniyordum ama yaz aylarında işim hafiflediğinden vaktimi eşimle evde geçiriyordum. Tahmin edemeyeceğim kadar mutluydum. Bu uğursuz olaya kadar aramıza hiçbir şey girmemişti.

Daha fazla anlatmadan size bir şey daha söylemek istiyorum. Evlendiğimiz zaman eşim tüm malını mülkünü işlerimin kötü gitme ihtimaline karşı benim üzerime yaptı; ben kesinlikle böyle olsun istemedim. Her neyse böyle olması için ısrar etti ve istediği gibi de oldu. Yaklaşık altı hafta önce bana geldi.

‘Jack!’ dedi. ‘Sen paramı aldığında ne zaman ihtiyacım olursa isteyebileceğimi söylemiştin.’

‘Elbette.’ dedim. ‘Hepsi senin.’

‘O hâlde yüz sterlin istiyorum.’ dedi.

‘Biraz bocalamıştım çünkü sadece yeni bir elbise ya da ona benzer bir şey alacağını düşünmüştüm.’

‘Ne için istiyorsun?’ diye sordum.

‘Ah!’ dedi her zamanki neşeli tavrıyla. ‘Benim bankerim olduğunu söylemiştin ve biliyorsun bankerler soru sormazlar.’

‘Eğer gerçekten istiyorsan parayı sana vereceğim.’ dedim.

‘Evet, gerçekten istiyorum.’

‘Ve niçin istediğini söylemeyecek misin bana?’

‘Belki bir gün ama şu an değil Jack.’

İlk defa bir sır olmasına rağmen bununla başa çıkmak zorundaydım. Ona bir çek yazdım ve bu konunun üzerinde bir daha durmadım. Belki anlatacaklarımla ilgisi olmayabilir ama yine de bahsetmeyi doğru buluyorum.

Size biraz evvel de dediğim gibi evimizin biraz ilerisinde bir kır evi var. Aramızda sadece bir tarla bulunuyor ama oraya gitmek için yolu takip etmek ve oradan da başka bir yola sapmak gerekiyor. Arka tarafında ağaçlık bir alan var ve sarıçamlarla dolu. Eskiden öyle yerlerde yürüyüş yapmaktan çok hoşlanırdım. Çünkü ağaçların hep dost varlıklar olduklarını düşünürüm. Kır evi sekiz aydır boştu; çok yazık oluyordu; çünkü iki katlı, eski tip bir verandası vardı. Etrafı hanımelilerle çevrili hoş bir evdi. Birçok defa önünde durup ne kadar hoş bir çiftlik evi olabileceğini düşünmüşümdür.

Her neyse geçen pazartesi akşamı oralarda yürürken boş bir yük arabasının o yoldan geldiğini ve verandanın yanındaki çimenlere bir sürü halı ve eşyanın yığıldığını gördüm. kır evinin nihayet tutulduğu belliydi. Yanından geçerken bize komşu gelenlerin nasıl insanlar olduklarını merak ettim. Eve göz atarken üst kattaki pencerelerin birinden bir kişinin bana baktığını gördüm.

O yüzde öyle bir şey vardı ki Bay Holmes, iliklerime kadar ürperdim. Biraz uzakta olduğum için yüz hatlarını pek seçemedim ama anormal ve uğursuz görünüyordu. Bu nedenle beni seyreden kişiyi daha yakından görebilmek için yaklaştım; ancak penceredeki yüz o kadar çabuk yok oldu ki sanki içeriden biri, onu odanın karanlığına geri çekmiş gibiydi. Yaklaşık beş dakika öylece durup gördüklerimi analiz ettim. O yüzün bir kadına mı yoksa erkeğe mi ait olduğuna karar veremedim; çünkü çok uzakta duruyordum. Ancak rengi beni çok etkilemişti. Aşırı derecede soluk bir yüzdü; ama katı ve sert ifadesi çok şaşırtıcı bir şekilde doğal durmuyordu. O kadar rahatsız olmuştum ki yeni komşularımızı yakından tanımaya karar verdim. Yaklaşıp kapıyı çaldığım anda uzun boylu, sıska bir kadın, sert, ürkütücü bir yüz ifadesiyle kapıyı açtı.

‘Ne istiyorsunuz?’ dedi Kuzeyli aksanıyla.

‘Ben oradaki evde oturan komşunuzum.’ dedim kafamla işaret ederek. ‘Buraya yeni taşındığınızı fark ettim ve herhangi bir yardıma ihtiyaç…’

‘Hayır, olduğunda size söyleriz.’ dedi ve kapıyı yüzüme kapattı. Kaba davranışına sinirlenerek arkamı dönüp kendi evime doğru yürüdüm. Başka şeyler düşünmeye çalışmama rağmen, pencerede gördüğüm yüz ile kadının kabalığını aklımdan çıkaramadım bütün gece. Gördüklerimi eşime anlatmamakta kararlıydım çünkü bazen fazla heyecanlı ve kontrolsüz davranabiliyordu. Bu nedenle nahoş izlenimlerimi onunla paylaşmak istemedim ancak uyumadan önce kır evinin tutulduğunu söyledim. O ise buna herhangi bir tepki vermedi.

Genelde çok derin uyurum, hatta gece boyunca beni hiçbir şeyin kolay kolay uyandıramayacağı, ailem arasında alay konusu bile olmuştur; fakat özellikle o gece, belki gündüz yaşadığım maceranın da etkisiyle daha hafif uyudum. Rüyalarımda bulanık bir şekilde odamda bir şeylerin döndüğünü gördüm. Gece uyandığımda eşimin yavaş yavaş giyindiğini, paltosuyla şapkasını da aldığını fark ettim. Bu zamansız hazırlıkları görünce şaşırdım ve tam bir şeyler söylemek üzere ağzımı açmıştım ki yarı açık gözlerimle onun mum ışığı ile aydınlatılmış yüzünü görünce hayretler içinde kaldım. Daha önce hiç görmediğim bir yüz ifadesi vardı; göreceğimi de sanmazdım. Çok solgundu, hızla nefes alıyordu ve beni uyandırıp uyandırmadığını görmek için paltosunu iliklerken sürekli bana bakıyordu. Sonra da uyuduğumu düşünerek sessizce odadan çıktı ve bir dakika sonra ön kapının menteşelerinin keskin gıcırdamasını duydum. Yatakta oturarak gerçekten uyanık olduğuma emin olmak için parmaklarımı yatak kenarlarına vurdum. Sonra yastığın altındaki saatimi aldım. Saat sabahın üçüydü. Benim eşim bu saatte, ıssız yollarda ne yapıyor olabilirdi?

Yaklaşık yirmi dakika oturup buna mantıklı bir cevap bulmaya çalıştım. Düşündükçe daha tuhaf ve izah edilemez gözüküyordu. Hâlâ kafam karmakarışık, öylece oturuyorken kapı tekrar hafifçe kapatıldı ve eşimin ayak seslerini merdivenlerde duydum.

‘Hangi cehennemdeydin, Effie?’ diye sordum içeri girdiğinde.

Sesimi duyduğunda aniden sıçradı ve zorlukla nefes alıyormuş gibi bir çığlık attı. Beni en çok huzursuz eden bu davranışları oldu çünkü onda tarif edilemez bir suçluluk duygusu hissetmiştim. Eşim her zaman dürüst ve açık sözlü olmuştur; kendi odasına gizlice girmesi kocası ona bir soru sorduğunda çığlık atıp ürkmesi, beni çok üzmüştü.

‘Uyanık mıydın, Jack?’ dedi sinirli bir gülüşle. ‘Seni hiçbir şeyin uyandıramayacağını düşünürdüm…’

‘Neredeydin?’ diye daha sert bir tonda sordum.

‘Tabii ki çok şaşırmışsındır.’ dedi; paltosunun düğmelerini açmaya çalışırken ellerinin nasıl titrediğini görebiliyordum. ‘Daha önce hiç böyle davranmamıştım. Doğrusunu istersen kendimi boğulacak gibi hissettim ve temiz havaya ihtiyaç duydum. Dışarı çıkmasaydım kesinlikle bayılırdım. Biraz kapının önünde durdum. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.’

Bu hikâyeyi anlattığı süre boyunca bir kez olsun yüzüme bakmadı ve ses tonu her zamankinden farklıydı. Açıkça yalan söylediğini anlamıştım. Cevap vermeden yüzümü duvara çevirdim; kalbim parçalara ayrılmıştı ve endişeyle şüphe duygusu beni darmadağın etmişti. Eşim benden ne gizliyor olabilirdi? Nereye gitmişti? Öğrenene kadar huzur bulamayacaktım ama bana yalan yanlış da olsa cevap verdikten sonra ona tekrar soramazdım. Bütün gece yatakta döndüm durdum, teori üstüne teori ürettim ama her biri diğerinden daha saçma oluyordu.

O gün şehre inmeliydim ama aklım bu kadar karışıkken işle ilgili meselelerle ilgilenemeyecektim. Eşim en az benim kadar rahatsız olmuştu ve ara sıra bana attığı kaçamak bakışlarından benim ona inanmadığımı anladığını hissedebiliyordum. Çılgınca bir çözüm yolu aradığının farkındaydım. Kahvaltıda hiç konuşmadık ve yemek yer yemez durumu değerlendirmek için temiz havaya ihtiyaç duydum, kendimi dışarı attım.

Crystal Sarayı’na kadar yürüdüm, bir saat kadar orada oyalandım ve saat bir gibi Norbury’ye döndüm. Tesadüfen o kır evinin önünden geçtim dönerken ve bir önceki gün gördüğüm o tuhaf şeyi tekrar görebilmek ümidiyle pencereye göz attım. Orada öylece duruyorken birdenbire kapı açıldı ve eşim dışarı çıktı. Şaşkınlığımı tahmin edemezsiniz Bay Holmes!..

Onu gördüğümde afallamıştım ama göz göze geldiğimizde benim şaşkınlığım, onunkinin yanında hiç sayılırdı. Bir an sanki tekrar evin içine koşmayı düşündü ama gizlenmenin yararı olmayacağını anladı. Bembeyaz kesilmiş yüzü ile korkmuş gözleri, dudaklarındaki gülümsemenin ne kadar sahte olduğunu ortaya koyuyordu.

‘Ah, Jack!’ dedi. ‘Yeni komşularımızın yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormaya gelmiştim. Neden öyle bakıyorsun Jack? Bana kızmadın ya?’

‘Demek ki…’ dedim. ‘Dün gece buradaydın.’

‘Ne demek istiyorsun?’ diye cevap verdi ağlamaklı bir hâlde.

‘Buradaydın. Eminim. Gecenin o saatinde ziyaret ettiğin bu insanlar kim?’

‘Ben daha önce buraya hiç gelmedim.’

‘Bana nasıl yalan söyleyebilirsin?’ diye bağırdım. ‘Konuşurken bile ses tonun değişiyor. Ben senden hiç sır sakladım mı? Eve gireceğim ve bütün meseleyi kökünden halledeceğim.’

‘Hayır, hayır, Jack! Tanrı aşkına!’ dedi nefes nefese kendisini kontrol edemeyerek. Sonra kapıya yaklaştığımda beni kolumdan yakaladı ve büyük bir güçle geri çekti.

‘Sana yalvarıyorum bunu yapma Jack!’ diye bağırdı. ‘Sana bir gün her şeyi anlatacağım, yemin ediyorum ama o eve girersen bu, sana ızdıraptan başka bir şey getirmeyecek.’ Kendisinden kurtulmaya çalışırken bana çılgınca yalvarmaya devam etti.

‘Güven bana Jack!’ diye bağırdı. ‘Bu seferlik bana güven. Pişman olmayacaksın. Senin iyiliğin için olmasaydı senden asla bir şey gizlemezdim. Bütün hayatımız buna bağlı. Eğer benimle eve dönersen her şey yoluna girecek. Ama o eve zorla girersen işte o zaman aramızdaki her şey bitmiş olacak!’

Tavırlarındaki samimiyet ve umutsuzluk duraksamama neden oldu ve kararsızca kapının önünde öylece kalakaldım.

‘Sana bir şartla inanacağım; sadece bir şartla!’ dedim sonunda. ‘Bu gizeme şu andan itibaren son vereceksin. Sırrını saklamakta özgürsün ama bundan böyle gece yarısı dışarı çıkmak ya da benden gizli hareket etmek gibi şeyler olmayacak. Olanları unutmaya hazırım ancak ileride tekrarlanmayacağına söz vermelisin.’

‘Bana güveneceğini biliyordum!’ diye bağırdı rahatlayarak. ‘Senin istediğin gibi olacak. Haydi gel! Ah, haydi evimize gidelim!’ Hâlâ kolumdan çekerek beni o evden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yürürken geriye dönüp baktım ve üst kattaki pencerede, bana geçen gün bakan o soluk, sarımtırak, öfkeli yüzü gördüm. O yaratık ile eşimin arasında ne gibi bir bağ olabilirdi? Ya önceki gün gördüğüm o sert, kaba kadının benim eşimle ne bağlantısı vardı? Tüm bunlar acayip bir yapbozun parçaları gibiydi ve bunu çözmeden asla rahat edemeyeceğimi çok iyi biliyordum.

Bu olaydan sonra iki gün evde kaldım. Karım anlaşmamıza uyuyor gibi görünüyordu çünkü evden dışarı adımını atmadı. fakat üçüncü gün, verdiği sözün, onu, kocasını ve görevlerini bile unutturan bu gizli etkinin pençesinden kurtarmaya yetmeyeceğini anladım.

O gün şehre inmiştim ve her zamanki 3:36 treni yerine 2:40 treniyle eve döndüm. Eve girdiğimde hizmetçimiz şaşkınlık içinde salona koştu.

‘Hanımın nerede?’ diye sordum.

‘Sanıyorum yürüyüşe gitti.’ diye cevap verdi.

Yine aklım şüphelerle doldu. Yukarı koşarak evde olmadığına emin olmak istedim. Onu ararken tesadüfen üst kattaki pencerelerin birinden dışarı baktığımda biraz önce konuştuğum hizmetçimin o eve doğru koştuğunu gördüm. Sonra, tabii ki her şeyi anladım. Eşim oraya gitmişti ve ben eve geldiğimde hizmetçinin haber vermesini istemişti. Öfkeyle yanıp tutuşuyordum, meseleyi kökünden çözmek için aceleyle aşağı inip karşı tarafa koşturmaya başladım. Eşimin ve hizmetçinin yoldan geri geldiğini gördüm ama onlarla konuşmak için durmadım. Hayatımı gölgelendiren bir sır, o evde yatıyordu. Ne olursa olsun bunun artık bir sır olmaktan çıkacağına yemin ettim. Eve ulaştığımda kapıyı çalma zahmetinde bulunmadan direkt içeri daldım.

Giriş katında her şey sessiz sakindi. Mutfakta ateşin üzerinde bir çaydanlık ötüyor, hasır sepette büyük, siyah bir kedi yatıyordu; ama daha önce gördüğüm kadından iz yoktu. Hemen diğer odaya koştum; burada da kimse yoktu. Sonra üst kata çıktım ve buradaki iki odanın da boş olduğunu gördüm. Koca evde hiç kimse yoktu. Eşyalar ve tablolar çok sade ve kabaydı, pencerede gördüğüm o tuhaf yüzün bulunduğu oda dışında. Orası rahat ve şıktı. Ne zamanki üç ay önce benim ricamla çektirdiğimiz eşimin büyük boy fotoğrafını şöminenin üzerinde gördüm, işte o zaman şüphelerim hiddete dönüştü.

boş olduğuna emin olana kadar evde dolaştım. Sonra kalbimde daha önce hiç hissetmediğim bir ağırlıkla oradan ayrıldım. Ben evimize girerken eşim koridora çıktı ama o kadar içerlemiş ve kızgındım ki bırakın onunla konuşmayı tek kelime etmeden koşarak çalışma odasına gittim. ancak ben kapıyı kapatmadan o da peşimden içeri girmişti.

‘Sözümde durmadığım için özür diliyorum Jack.’ dedi. ‘Ama durumu bilseydin eminim beni affederdin.’

‘O hâlde bana her şeyi anlat.’ dedim.

‘Anlatamam Jack, anlatamam!..’ diye bağırdı.

‘O evde kimlerin yaşadığını ve o fotoğrafı verdiğin kişinin kim olduğunu söylemediğin sürece, aramızda bir daha asla güven söz konusu olamaz!’ dedim ve evden ayrıldım. Bunlar dün oldu Bay Holmes ve eşimi en son o zaman gördüm. Ayrıca bu tuhaf mesele hakkında daha fazla bilgim yok. Aramıza giren ilk gölgedir bu ve o kadar yıprandım ki ne yapacağımı bilemiyorum. Bu sabah, sizin bana tavsiyelerde bulunabileceğiniz geldi aklıma aniden. Bu yüzden koşup size geldim ve kendimi ellerinize bırakıyorum. Eğer anlayamadığınız herhangi bir nokta varsa lütfen sorun. ama en önemlisi bana ne yapacağımı söyleyin, yoksa daha fazla dayanamayacağım!”

Holmes ile birlikte bu olağanüstü hikâyeyi büyük bir ilgiyle dinlemiştik. Bu üzücü olay nedeniyle büyük bir sarsıntı geçiriyordu adamcağız. Arkadaşım bir süre eli çenesinde, sessizce düşüncelere dalmıştı.

“Söyler misiniz…” dedi sonunda. “Penceredeki yüzün bir adama ait olduğuna yemin edebilir misiniz?”

“Onu uzaktan gördüm. Bu nedenle bu soruya tam olarak cevap vermem imkânsız.”

“Görünüşe göre sizi çok etkilemiş.”

“Doğal olmayan bir ten rengi ve kaba hatları vardı. Yaklaştığımda hızla gözden kayboldu.”

“Eşiniz sizden yüz sterlini ne zaman istedi?”

“Yaklaşık iki ay önce.”

“Onun ilk kocasının fotoğrafını hiç gördünüz mü?”

“Hayır, ölümünden sonra Atlanta’da büyük bir yangın çıkmış ve eşimin bütün evrakları yok olmuş.”

“Yine de ölüm belgesi var. Gördüğünüzü söylemiştiniz.”

“Evet, yangından sonra yenisini çıkartmış.”

“Karınızın Amerika’dan tanıdığı kimse var mıydı?”

“Hayır.”

“Oraları tekrar ziyaret etmeyi düşünüyor muydu?”

“Hayır.”

“Peki, mektup alır mıydı?”

“Hayır.”

“Teşekkür ederim. Bu durumu düşünmek için biraz süre istiyorum. Bu ev tamamen terk edildiyse işimiz zorlaşabilir. Diğer yandan eğer evdekiler, siz gelmeden önce uyarılıp dışarı çıktılarsa -ki öyle olduğunu tahmin ediyorum- geri dönebilirler ve bu durumda biz de meseleyi kolayca çözebiliriz. Size tavsiyem şudur, tekrar Norbury’ye dönün ve evin pencerelerini yeniden inceleyin. İçeride olduklarına emin olursanız, sakın zorla girmeye kalkışmayın, lütfen arkadaşımla bana bir telgraf çekin. Elimize ulaştığında bir saat içinde yanınızda olacağız ve bu meseleyi kökünden çözeceğiz.”

“Ya hâlâ boş ise?”

“Böyle bir durumda yarın yanınıza geleceğiz ve olayları konuşacağız. Hoşça kalın ve en önemlisi sebepsiz yere endişeye kapılmayın.”

“Korkarım ki işler pek yolunda değil Watson.” dedi arkadaşım, Bay Grant Munro’yu kapıdan geçirdikten sonra. “Sen ne diyorsun olanlara?”

“Çok çirkin görünüyor.” diye cevap verdim.

“Evet. Yanılmıyorsam işin içinde şantaj var.”

“Şantajcı kim peki?”

“Evin tek rahat odasında yaşayan ve şöminenin üzerine kadının resmini koyan yaratık olsa gerek. İnan bana Watson, penceredeki soluk yüz çok ilgimi çekiyor ve ben bu davayı dünyada kaçırmam.”

“Teorin nedir?”

“Aslında geçici bir teorim var. Haklı çıkmazsam şaşarım. Bu kadının ilk kocası o evde yaşıyor.”

“Neden böyle düşünüyorsun?”

“Kadının, kocasının eve girmemesi için çırpınmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Anladığım kadarıyla olaylar şöyle gelişti: Bu hanım Amerika’da evlendi. Kocası kötü alışkanlıklar edindi ya da kötü bir hastalığa yakalandı mı desek; mesela cüzzam gibi? En sonunda kocasından kaçtı, İngiltere’ye döndü, adını değiştirdi ve yeni bir başlangıç yapmak için hayatına yön verdi. Üç yıldır evliydi ve güvende olduğunu düşünüyordu. Yeni kocasına da uydurma bir isim adına düzenlenmiş bir ölüm belgesi gösterdi ama bir gün ilk kocası ortaya çıktı. Kadına mektup gönderip gerçekleri anlatmakla tehdit etti. Kadın kocasından yüz sterlin isteyerek onu susturacağını sandı. bu o kadar da işe yaramadı ve bir süre sonra kadının oturduğu yere geldiler, ikinci kocası kır evine yeni birilerinin taşındığını söyleyince kadın bunların kim olduğunu anladı. Kocası uyur uyumaz kendisini huzur içinde bırakmaları konusunda onları ikna etmekte kararlıydı; ancak başarısızlığa uğrayınca ertesi sabah tekrar gitti ama bu sefer kocasıyla karşılaştı. Oraya bir daha gitmeyeceğine söz verdi kocasına ama iki gün sonra, kendisinden istenilen fotoğrafı da yanına alarak onları tekrar ikna etme çabasına başvurdu. Görüşme sırasında hizmetçi hemen yanına koşturup kocasının geldiğini haber verdi. Kadın, kendisini onu evde bulamayınca kır evine geleceğini bildiğinden herkesi arka kapıdan ağaçlık alana götürerek sakladı. Bu sebepten kocası evin terk edildiğini düşündü. Bu gece incelemelerde bulunmak üzere gittiğinde hâlâ kimsenin evde ikamet etmediğini görürse herhâlde bu olaya benim kadar şaşıran olmaz. Teorim hakkında ne düşünüyorsun?”

На страницу:
4 из 5