bannerbanner
Vampir Öyküleri
Vampir Öyküleri

Полная версия

Vampir Öyküleri

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 5

Yanlardaki localardan birini ayırttık ve gösteri başlayana kadar oraya gitmedik. Yerime oturmak üzereyken, Barrington Cowles’i nişanlısı ve yaşlı Bayan Merton ile sahnenin önündeki üçüncü ya da dördüncü sırada otururken gördüm. Hemen hemen aynı anda onlar da beni gördüler ve selamlaştık. Gösterinin ilk bölümü tamamen sıradandı, Messinger kendi getirdiği eşyaları kullanarak birkaç hokkabazlık numarası yaptı ve hipnozla ilgili bir şeyler söyledi. Hatta trans hâlindeyken rastgele kişilerin sorduğu sorulara verdiği cevaplar yardımıyla görülemeyen şeyleri görebilme yeteneği üzerine de küçük bir gösteri sundu. Verdiği cevapların hepsi tatmin ediciydi. Ancak bunları daha önce de görmüştüm. Asıl görmek istediğim, onun salondaki herhangi biri üzerindeki iradesinin etkisiydi.

Gösterisinin son bölümünde sıra buna geldi. “Size,” dedi, “hipnotize edilenin tamamen hipnotize edenin kontrolü altında olduğunu gösterdim. Hipnotize edilen kendi özgür iradesini tamamen kaybeder ve düşündükleri, onu etkileyen zihnin ona telkin ettiklerinden ibarettir. Aynı etkiyi herhangi bir ön hazırlık yapmadan da elde etmek mümkündür. Güçlü bir zihin, kendinden daha zayıf olan bir zihni uzaktan dahi kontrol edebilir. İnsanoğlunun diğer üyelerinden daha güçlü bir irade geliştirmiş olan kişinin diğerleri üzerinde baskı kurup onları yönetmemesi ve onları kendi isteklerini yerine getiren robotlara dönüştürmemesi için hiçbir sebep yoktur. Neyse ki her insan zihninin belli bir gücü vardır, ya da belki de zayıflığı demeliydim, bu yüzden böyle bir felaketin gerçekleşmesi mümkün değil. Yine de irade güçleri arasında ufak farklılıklar, oldukça ilginç sonuçlara yol açabiliyor. Şimdi seyircilerden birini seçerek, tamamen irade gücüyle onu kendi istemi dışında sahneye çıkmaya ve benim söylediklerimi söylemeye zorlayacağım. Sizi temin ederim ki, bu kesinlikle önceden ayarlanmış bir gösteri değil ve seçeceğim kişi böyle bir gösterinin parçası olmak istemiyorsa, buna itiraz etme hakkı var.”

Bunları söyledikten sonra, sahnenin ön kısmına gelerek bakışlarını seyirciler arasında dolaştırdı. Medyum kısa bir an durakladıktan sonra hemen onu seçtiğine göre, şüphesiz Cowles’in esmer teni ve parlak gözleri onu heyecanlı biri olarak göstermek için yeterliydi. Messinger bakışlarını arkadaşımın üzerinde yoğunlaştırdı. İlk anda yüzünde kısa bir şaşkınlık ifadesi belirse de, hemen sandalyesine yerleşerek teslim olmamaya kararlı olduğunu gösterdi. Karşısındaki büyük bir zihin gücüne sahip değildi belki, ancak bakışlarının yoğun ve etkileyici olduğu da kesindi. Bu keskin bakışların altında Cowles’in elleri birkaç kez kımıldandı, sanki sandalyesinin kollarını daha sıkı kavramak istiyormuş gibi. Ve sonra yarı doğruldu fakat yeniden yerine oturmayı başardı. Tabii ki bunu yapabilmek için belli bir çaba sarf etmiş gibi görünüyordu. Büyük bir ilgiyle bu olayı izlerken, bir anlığına Bayan Northcott’un yüzündeki ifadeyi gördüm. Gözlerini sahnedeki medyuma dikmiş, büyük bir dikkatle onu izliyordu, yüzündeki ifade öyle yoğun bir konsantrasyon ifadesiydi ki, böyle bir ifadeyi daha önce hiç kimsenin yüzünde görmemiştim. Çenesi kilitlenmiş, dudakları birbirine bastırılmış ve yüzü mermerden oyulmuş bir heykel gibi katılaşmıştı. Çatık kaşlarının altında gözleri soğuk bir ışıltıyla parıldıyordu. Cowles’in ayağa kalkıp sahneye çıkmasını beklerken, birden sahneden kısa bir çığlık geldi. Bu, uzun süren zorlu bir mücadeleyi kaybetmiş birinin sesiydi. Messinger sahnedeki masasına dayanmış, elleriyle terli alnını ovuyordu. “Devam edemeyeceğim,” diye seslendi seyircilere. “Bana karşı gelen, benden daha güçlü bir zihin var. Bu akşam için beni affetmelisiniz.” Adam açıkça bitkin düşmüştü ve devam edemeyecek gibi görünüyordu ve bu yüzden perde kapandı. Medyumun durumu hakkında çeşitli yorumlar eşliğinde seyirciler dağıldılar.

Arkadaşım ve bayanlar gelene kadar salonun dışında bekledim. Cowles yaşadıkları hakkında gülüyordu.

“Beni ele geçiremedi, Bob!” diye zaferle bağırdı elimi sıkarken. “Sanırım bu sefer çetin bir cevize çattı!”

“Evet,” diye araya girdin Bayan Northcott, “Bence Jack bu güçlü iradesiyle gurur duymalı, öyle değil mi, Bay Armitage?”

“Bunun için çok uğraştım,” dedi arkadaşım ciddi bir ifadeyle. “Ne kadar garip bir his olduğunu tahmin edemezsiniz. İçimdeki bütün güç benden alınmış gibiydi, özellikle adam sahnede yıkılmadan hemen önce.”

Bayanları evlerine bırakmak için onlarla beraber yürüdüm. Cowles önde Bayan Merton ile birlikte yürüyordu, ben de kendimi genç hanımla beraber arkada onları izlerken buldum. Başta hiçbir şey söylemeden yürüdüm ama sonra ona karşı kabalık etmiş olsam bile, dayanamayarak aniden aklımdakileri söyleyiverdim.

“Bunu siz yaptınız, Bayan Northcott.”

“Neyi ben yaptım?” diye sordu kısaca.

“Hipnozcuyu hipnotize ettiniz. Sanırım yaşananları en iyi açıklayan tanım bu olur.”

“Ne kadar garip bir fikir,” diye güldü. “O hâlde güçlü bir iradem olduğunu mu söylüyorsunuz?”

“Evet,” dedim, “Tehlikeli derecede güçlü.”

Şaşırmış şekilde sordu. “Neden tehlikeli?”

“Bana göre, böylesine bir etki yaratabilecek güçteki her irade tehlikelidir. Çünkü her zaman kötü amaçlar için kullanılma ihtimali vardır.”

“Beni korkunç biri olarak gösteriyorsunuz, Bay Armitage,” dedi ve sonra aniden yüzüme bakarak ekledi, “Benden hiçbir zaman hoşlanmadınız. Bunun için bir nedeniniz olmasa bile, her zaman benden şüphelendiniz ve bana hiçbir zaman güvenmediniz.”

Bu suçlama öyle ani ve öylesine doğruydu ki verecek bir cevap bulamadım. Bir an duraksadıktan sonra buz gibi bir sesle devam etti.

“Ama sakın bu ön yargılarınızın beni engellemesine izin vermeyin ya da arkadaşınız Bay Cowles’a ilişkimizi etkileyebilecek şeyler söylemeyin. Yoksa bunun çok yanlış bir karar olduğunu görürsünüz.”

Konuşma şeklinde öyle bir şey vardı ki, sözlerine tarif edilemeyecek, ancak inkâr da edilemeyecek bir tehdit havası vermişti.

“Gelecekle ilgili planlarınızı etkileme gücüne sahip değilim,” dedim. “Ama gördüklerim ve duyduklarım yüzünden, arkadaşım için endişelenmemek elimde değil.”

“Endişelenmek mi?” diye sordu alayla. “Lütfen söyleyin, ne gördünüz ya da duydunuz. Belki Bay Reeves’ten bir şeyler duydunuz, sizin arkadaşınız olduğunu sanıyorum.”

“Sizin adınızdan hiç bahsetmedi,” dedim. Söylediklerim yeterince gerçekti. “Öldüğünü bilseydiniz üzülürdünüz.” Tam bunları söylediğimde, bir pencerenin önünden geçiyorduk ve sözlerimin etkisini görmek için yüzüne baktım, -hiç şüphe yokiçten içe gülüyordu. Yüzünün her yanından neşeli olduğunu okuyabiliyordum. O andan sonra, bu kadına olan güvensizliğim ve korkum daha da arttı.

O gece çok az konuştuk. Ayrılırken bana keskin bir bakış attı, bu kısa bakışla bana daha önceki sözlerini hatırlatmak ister gibiydi. Eğer söylediğim herhangi bir şeyle Barrington Cowles’i etkileyebileceğimi düşünsem, bu tehditleri beni hiç etkilemezdi. Ama ne söyleyebilirdim ki? Önceki nişanlılarının talihsiz olduğunu söyleyebilirdim. Onun zalim bir kadın olduğunu düşündüğümü söyleyebilirdim. Onun etkileyici, hatta neredeyse doğaüstü güçleri olduğuna inandığımı söyleyebilirdim. Bu söylediklerimin kendini kaybetmiş bir âşık, hem de Cowles gibi tutkulu bir âşığın üzerinde ne gibi bir etkisi olabilirdi ki? Bunları dile getirmenin hiçbir yararı olmayacağını düşündüğüm için sessiz kaldım.

Ve şimdi sonun başlangıcına geldim. Buraya kadar anlattıklarım kendi varsayımlarım, duyduğum söylentiler ve çıkarsamalardan ibaretti. Bundan sonraki görevim ise, acı verici olsa da, mümkün olduğu kadar gerçekçi ve ayrıntılı bir dille, kendi gözlerimin önünde gerçekleşen ve arkadaşımın ölümüyle sonuçlan olayları anlatmak.

Kışın sonuna doğru Cowles, Bayan Northcott ile en kısa sürede evlenmek istediğini söyledi muhtemelen de baharda. Daha önce bahsettiğim gibi, parasal durumu iyiydi ve genç hanımın da kendine ait biraz birikimi vardı. Bundan dolayı beklemeleri için bir neden yoktu. “Corstorphine’de küçük bir ev alacağız,” dedi. “Ve seni de sık sık aramızda görmek istiyoruz, Bob, mümkün olduğu kadar sık.” Ona teşekkür ederek korkularımı bastırmaya ve her şeyin iyi olacağına inanmaya çalıştım.

Kararlaştırılan düğün tarihinden yaklaşık üç hafta önceki bir gün, Cowles akşama gecikebileceğini söyledi. “Kate’ten bir not aldım,” dedi. “Bu gece saat on birde ona uğramamı istiyor. Bu kadar geç olması biraz tuhaf, fakat belki yaşlı Bayan Merton yattıktan sonra konuşmak istediği bir mesele vardır.”

Arkadaşım evden ayrıldıktan kısa bir süre sonra genç Prescott’ın gizemli intiharıyla ilgili anlatılanlar geldi aklıma. Sonra da öldüğü gün bizzat Reeves’in kendisinden duyduklarım. Tüm bunların anlamı neydi? Bu kadının evlenmeden önce açığa çıkarması gereken korkunç sırları mı vardı? Evlenmesini engelleyen bir neden mi vardı? Ya da başkalarının onunla evlenmesini engelleyecek bir neden miydi bu? O kadar endişeliydim ki, onu kızdıracak olsam bile, Cowles’in peşinden gidip onu engellemek istiyordum. Ama saate baktığımda bunun için çok geç kaldığımı gördüm.

Onun dönüşünü beklemeye kararlıydım, bu yüzden ateşe birkaç odun daha atarak raftan bir roman aldım. Ancak düşüncelerim kitaptan daha ilginçti, bu yüzden kitabı bir kenara bıraktım. Tanımlanamaz bir korku ve huzursuzlukla beklemeye başladım. Saat gece yarısını gösterdi, sonra da buçuğu, ancak arkadaşımdan hâlâ bir işaret yoktu. Önce kapının dışında ayak sesleri, sonra da kapıda bir tıkırtı duyduğumda saat gece biri gösteriyordu. Arkadaşım anahtarını her zaman yanında taşıdığı için şaşırdım, yine de aşağı koşarak kapıyı açtım. Kapıyı açar açmaz en kötü korkularımın gerçekleştiğini anladım. Barrington Cowles dışarıdaki parmaklıklara dayanmıştı, başı göğsüne düşmüş olan arkadaşımın duruşu büyük umutsuzluğa işaret ediyordu. Kapıdan içeri girerken sendeledi ve ben kolumu uzatıp onu yakalamasam yere düşecekti. Bir kolumla ona destek olurken, diğer elimde lambayla onu yukarı, oturma odamıza çıkardım. Tek kelime etmeden sofaya çöktü. Böylece ona düzgün bir şekilde bakabildim; gördüğüm değişim beni dehşete düşürdü. Yüzü ölü gibi bembeyaz ve dudakları da kansız ve kuruydu. Alnı ve yanakları nemli, gözleri cam gibi donuk ve yüzündeki ifade allak bullaktı. Korkunç ıstıraplar çekmiş, sonunda da sinirleri tamamen yıpranmış bir adam gibi görünüyordu.

“Sorun nedir, sevgili dostum?” diye sordum sessizliği bozarak. “Yanlış giden bir şey değildir umarım? Sen iyi misin?”

Brendi,” diye soludu. “Bana biraz brendi ver.”

Bardağını doldurmak için ona uzandığımda titreyen eliyle sürahiyi benden kaptı ve kendine neredeyse koca bir bardak doldurdu. Genellikle az içen biri olmasına rağmen, hiç su eklemeden tek yudumda bardağındakini bitirdi.

Bu, ona iyi gelmiş gibi görünüyordu çünkü yanakları tekrar renklenmeye başlamıştı. Yavaşça arkasına yaslandı.

“Nişan iptal edildi, Bob,” dedi sakin kalmaya çalışarak, ancak sesindeki titremeyi gizleyememişti. “Hepsi bitti.”

“Hadi neşelen biraz!” dedim onu cesaretlendirmek için. “Bu kadar karamsar olma. Nasıl oldu? Neden?”

Elleriyle yüzünü kapatarak, “Neden mi?” diye inledi. “Sana söylesem bile, Bob, bana inanmazdın. Bu, çok korkunç dehşet verici, ağıza alınamayacak kadar berbat ve inanılmaz! Ah, Kate. Kate!” Şimdi kederle öne arkaya sallanırken, bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. “Seni bir melek olarak hayal ettim, oysa sen bir…”

“Bir ne?” diye sordum.

Önce bana boş gözlerle baktı, sonra aniden patladı ve kollarını sallayarak, “Bir şeytan!” diye haykırdı. “Cehennem çukurundan yukarı tırmanmış bir gulyabani! Güzel yüzünün arkasında gizlenen bir vampir! Oh! Tanrı’m, affet beni!” diye devam etti sesini alçaltarak. Yüzünü duvara doğru dönmüştü. “Söylemem gerekenden fazlasını söyledim. Onun ne olduğunu bildiğim hâlde, hakkında bu şekilde konuşamayacak kadar çok sevdim onu. Onu hâlâ çok seviyorum.”

Bir süre sessizce uzandığı yerde kaldı. Brendinin etkisini gösterip onu uykuya daldırdığını düşünürken, yavaşça bana doğru döndü. “Hiç daha önce kurtadamları duymuş muydun?”

Duyduğumu söyledim.

“Bir hikâye var,” dedi düşünceli bir şekilde. “Marryat’ın kitaplarından birinde, gece bir kurda dönüşüp kendi çocuklarını yiyen güzel bir kadın hakkında. Bu düşünceyi Marryat’ın aklına sokan neydi acaba?”

Bir süre bunu düşündükten sonra biraz daha brendiistedi. Masanın üzerinde bir şişe afyon tentürü vardı ve ısrar ederek brendisinin içine birkaç damla karıştırmayı başardım. Hepsini içtikten sonra tekrar arkasına yaslandı. “Her şey bundan daha iyidir,” dedi. “Ölüm bile bundan iyidir. Suç ve zalimlik, zalimlik ve suç! Her şey bundan daha iyidir. Kelimeleri anlaşılmaz olana dek bu şekilde mırıldanmayı sürdürdü, sonunda ağırlaşan göz kapakları yorgun gözlerinin üzerine düştü ve derin bir uykuya daldı. Onu, uyandırmadan yatak odasına taşıdım ve sandalyelerden kendime bir yatak yaparak bütün gece boyunca yanında kaldım.

Sabah uyandığında Barrington Cowles ateşler içindeydi. Birkaç hafta boyunca ölümle yaşam arasında gidip geldi. Edinburgh’un en iyi doktorlarını getirttik ve nihayetinde güçlü bünyesi ve kararlı yapısıyla hastalığı yenmeyi başardı. Hastalığı boyunca ona baktım ve onunla ilgilendim, ancak tam olarak kendinde olmadığı ve sayıkladığı anlarda bile Bayan Northcott’la ilgili gizemi çözecek tek bir kelime etmedi. Bazen onun hakkında en sevecen ve şefkatli ses tonuyla konuşuyordu. Diğer zamanlarda ise çığlıklar atarak bir iblis olduğunu söylüyordu, bir yandan da onu kendinden uzak tutmak istermişçesine kollarını uzatıp sallıyordu. Birkaç kez ruhunu güzel bir yüz için satmayacağını söyledi ve sonra acı dolu bir sesle inledi. “Ama onu seviyorum. Onu her şeye rağmen seviyorum. Onu sevmeyi hiçbir zaman bırakmayacağım.”

Kendine geldiğinde artık değişmiş bir adamdı. Geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok zayıflamış olmasına rağmen, gözlerindeki o parıltı kaybolmamıştı. Koyu renkli kaşlarının altında şaşırtıcı bir etkileyicilikle ışıldıyorlardı. Hareketleri tuhaf ve değişkendi; bazen fazlasıyla sinirli ve hırçın bazen de umursamazca neşeli, fakat hiçbir zaman normal değil. Garip, şüpheli bakışlarla bakıyordu etrafına, sanki bir şeyden korkan ama bunun ne olduğunu bilemeyen biri gibi. Bayan Northcott’un adını bir daha anmadı, ta ki, şimdi anlatmak zorunda olduğum o korkunç geceye dek.

Onu düşüncelerinden biraz olsun kurtarmak için onunla beraber İskoçya’nın dağlık bölgelerine, sonra da doğu kıyılarına seyahat ettim. Bu gezilerimizden birinde turist sezonu dışında ıssız ve terk edilmiş bir yer olan, Forth Körfezi’nin hemen ağzındaki May Adası’na gittik. Adada deniz fenerinin bekçisi dışında, geçimini zorlukla karşılayan fakir birkaç balıkçı ailesi yaşıyordu. Bu kasvetli yer Cowles’ı fazlasıyla etkilemiş görünüyordu, bu yüzden birkaç hafta geçirmek için balıkçı kulübelerinden birini kiraladık. Ben adayı sıkıcı buldum, ancak ıssızlık ve yalnızlık Cowles’ı rahatlatmış görünüyordu. Artık bir alışkanlık hâline getirdiği o endişeli ifade, biraz azalmaya ve eski kişiliğine dönmeye başlamış gibiydi.

Gün boyunca adanın etrafında dolaşıyor, adayı çevreleyen dik uçurumlardan aşağıya bakarak büyük, yeşil dalgaların kayalar üzerinde patlamasını izliyordu. Bir gece -sanırım adadaki üçüncü ya da dördüncü gecemizdi- yatmadan önce biraz temiz hava almak için dışarı çıkmıştık. Odamız küçüktü ve gaz lambası hoş olmayan bir koku yayıyordu. O geceyle ilgili her ayrıntıyı o kadar iyi hatırlıyorum ki! Fırtınalı bir gece olacaktı; gökyüzünün kuzeybatısı bulutlarla kararmıştı, daha ince bulutlar ayı örterek adanın engebeli yüzünde ve kasvetli denizin üzerinde gölge oyunları oynuyorlardı.

Kulübenin kapısında durmuş sohbet ediyorduk ve ben hastalığından bu yana ilk kez arkadaşımın kendine geldiğini düşünüyordum ki, tam bu sırada keskin bir çığlık attı. Bulutların arasından çıkan ayın zayıf ışığında yüzünde tarif edilemez bir korku olduğunu gördüm. Gözleri karanlıkta tek bir noktaya kilitlenmişti ve titreyen parmağını uzatarak işaret ediyordu: “İşte orada! Bu o! Bu o! Onu görüyorsun değil mi? Yamaçtan aşağı iniyor.” Beni dirseğimden sıkıca yakaladı. “Onu görüyor musun? Bize doğru geliyor!”

Gözlerimi karanlıkta gezdirerek, “Kim?” diye sordum.

“O… Kate… Kate Northcott!” Tekrar haykırdı. “Benim için geldi. Oh, tut beni dostum. Sakın gitmeme izin verme.”

“Sakin ol, ihtiyar,” diyerek omzuna vurdum. “Kendini topla. Sadece hayal görüyorsun. Korkulacak bir şey yok.”

“Gitti,” dedi rahatlamış bir şekilde nefes alarak. “Hayır! Ah, işte yine orada, daha yakında. Giderek yaklaşıyor. Bana benim için geleceğini söylemişti. Oh, sözünü tutuyor.”

“Hadi,” dedim, “eve girelim.” Elini tuttuğumda buz gibi soğuk olduğunu fark ettim.

“Biliyordum,” diye bağırdı. “İşte orada. Bana el sallıyor. Bu bir işaret! Gitmem gerek. Geliyorum, Kate, geliyorum!”

Onu yakalamaya çalıştım, fakat insanüstü bir güçle benden kurtuldu ve gecenin karanlığına doğru koşarak uzaklaştı. Durmasını söyleyerek peşinden gittim fakat benden çok daha hızlı koşuyordu. Ay bulutlar arasından sıyrıldığında, uzaktaki karaltısını gördüm. Belli bir hedefe koşar gibi, düz bir çizgi üzerinde hızla ve kararlılıkla ilerliyordu. Bu, benim hayal gücüm de olabilir, ama sanki önünde belirsiz bir şekil gördüm, onu kendine çeken belirsiz bir şekil. Bir tepenin ardında kaybolana kadar onu izledim ve sonra yok oldu. Bu, Barrington Cowles’ı son görüşümdü.

O gece balıkçılarla beraber adanın her köşesini aradık ancak zavallı arkadaşımdan hiçbir iz bulamadık. Onun koştuğu yolun sonunda, dik kayaların denize doğru uzandığı sarp bir uçurum vardı. Uçurumun kenarında bazı kayalar ufalanmış gibi görünüyordu ve otların üzerinde ayak izine benzeyen izler vardı. Dikkatle kenara uzanıp fenerlerimizi aşağı tutarak, altmış metrelik uçurumdan kayalarla denizin coşkun sularının çarpıştığı noktaya doğru baktık. Biz burada uzanmış aşağı bakarken, birden dipsiz derinliklerden yükselen ve dalgaların hırçın çırpınışlarıyla, rüzgâ-rın uğultusuna karışan vahşi bir feryat duyuldu. Doğuştan batıl inançlı balıkçılar, bunun bir kadının kahkahası olduğunu söyledi ve ben, onları aramaya devam etmek için güçlükle ikna edebildim. Bana göre, bu, fenerlerimizin ışığından ürkmüş bir deniz kuşunun sesi olabilirdi. Her ne olursa olsun, böyle bir sesi bir daha duymamayı umuyorum.

Nihayet acı verici görevimin son kısmına geldik. Mümkün olduğu kadar açık ve ayrıntılı bir şekilde John Barrington Cowles’ın ölümünü ve buna yol açan olaylar zincirini size anlatmaya çalıştım. Kederli hikâyenin son bölümlerinin alışılmış olduğunun farkındayım. Scotsman’da olayla ilgili yayınlanan yazı şöyle:

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
5 из 5