bannerbanner
Nar Evi
Nar Evi

Полная версия

Nar Evi

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 2

Katedralin büyük kapısına ulaştığında askerler teberlerini uzatıp şöyle dediler:

“Burada ne ararsın? Bu kapıdan kraldan başka kimse geçemez.”

Kralın yüzü öfkeyle kızardı ve onlara şöyle dedi: “Ben kralım!” dedi ve teberleri itip içeri girdi.

Yaşlı Piskopos onun çoban kıyafetleriyle geldiğini görünce hayretle yerinden kalkıp onu karşılamaya gitti. Ona, “Evladım, bu bir krala yakışır kıyafet mi? Peki seni hangi taçla kral ilan edeyim, eline hangi asayı vereyim. Bu senin için neşe dolu bir gün olmalı aşağılanma günü değil.”

“Neşe, Keder’in diktiği giysiler giyer mi?” diye sordu Genç Kral ve ona gördüğü üç rüyayı anlattı.

Rüyaları duyan Piskopos kaşlarını çattı ve şöyle dedi:

“Evladım ben yaşlı bir adamım ve ömrümün sonbaharındayım. Bu dünyada çok kötü şeylerin yapıldığını bilirim. Vahşi soyguncular dağlardan inip küçük çocukları kaçırır ve Mağribîlere satarlar. Aslanlar kervanları bekleyip develere saldırırlar. Yaban domuzu vadideki mısırları söker ve tilkiler tepedeki üzümleri çiğner. Korsanlar kıyıda balıkçıların teknelerini yakıp ağlarını alırlar ellerinden. Tuzlu bataklıklarda cüzzamlılar yaşar ve sazlardan yapılma evleri vardır. Kimse yanlarına yaklaşmaz. Dilenciler şehirde dolanıp yemeklerini köpekleriyle yer. Bu şeyleri engelleyebilir misin? Cüzzamlıyı yatağına, dilenciyi sofrana alır mısın? Aslan dediğini yapar yaban domuzu emrine uyar mı? Sefaletin yaratıcısı senden daha fazla hikmet sahibi değil mi? Bu sebepten yaptığını takdir etmiyorum ve sarayına dönmeni söylüyorum. Yüzünü neşelendir ve bir krala layık şeyler giy. Altın tacı takıp, incili asayı vereceğim eline. Rüyalarına gelince, onları daha fazla düşünme. Bu dünyanın yükü tek bir adamın taşıyamayacağı kadar ağır. Bu dünyanın acıları tek bir yüreğin katlanamayacağı kadar şiddetli.”

“Bütün bunları burada, Tanrı’nın evinde mi söylüyorsun?” dedi Genç Kral ve Piskopos’un yanından geçip sunağın merdivenlerinden çıkarak İsa’nın tasviri önünde durdu.

Sağında ve solunda altından yapılma kaplar, sarı şarapla dolu kadeh ve ufak bir şişede kutsal yağ vardı. İsa’nın tasvirinin önünde diz çöktü ve mücevherlerle süslenmiş sandığın yanında iri mumlar yanıyordu. Tütsülerin dumanı mavi halkalar şeklinde kubbeden yükseldi. Dua etmek için başını eğdi ve papazlar kaskatı cüppeleriyle sunaktan uzaklaştı.

Aniden vahşi bir gürültü geldi dışarıdan. Soylular kılıçlarını çekmiş, başlıklarının tüyünü sallıyorlardı. Ellerinde cilalanmış çelikten kalkanlar vardı. “Rüyalar gören de nerede?” diye bağırdılar. “Dilenci gibi görünen kral nerede? Krallığımıza utanç getiren oğlan nerede? Onu kesinlikle öldüreceğiz. O bizi yönetmeye layık değil çünkü.”

Genç Kral tekrar başını eğdi ve dua etti. Duası bittiğinde ayağa kalktı ve onlara üzgünce baktı.

Ve bir de ne olsun! Vitraylı pencerelerden güneş ışığı üzerine vurdu. Güneş ışınları kendisi için hazırlanandan daha güzel bir kaftanla sardı onu. Elindeki cansız sopa çiçek açtı ve incilerden bile daha beyaz zambaklar belirdi üzerinde. Sonra kuru çalı çiçek açtı. Yakutlardan bile daha kızıl güller çıktı üzerinde. Zambaklar en güzel incilerden daha beyazdı ve kökleri parlak gümüştendi. Güller kırmızı yakutlardan daha kırmızıydı ve yaprakları dövülmüş altındandı.

Krallar gibi kuşanmış hâlde durdu orada. Mücevherle süslü sandığın kapağı açıldı ve içinden muhteşem bir gizemli ışık yayıldı. Tanrı’nın şanı orayı doldurdu. Duvarlara oyulmuş Azizlerin tasvirleri hareket eder gibi oldu. Bir kralın güzel kıyafetlerini kuşanmış hâlde durdu karşılarında. Org müzik çaldı ve borular çalındı, korodakiler şarkı söyledi.

İnsanlar hayranlıkla ve hayretle diz çöktü. Soylular kılıçlarını kınına soktu ve hürmetlerini sundu. Piskopos’un rengi attı, elleri titredi. “Benden çok daha önemli biri taçlandırdı seni.” dedi ve önünde diz çöktü.

Ve Genç Kral sunaktan inip insanların arasından geçti. Ancak kimse ona bakmaya cesaret edemiyordu. Çünkü yüzü, bir meleğinki gibiydi.

PRENSES’İN DOĞUM GÜNÜ

Taplow Courtlu Bayan William H. Grenfell’e

Prenses’in doğum günüydü. Prenses sadece on iki yaşındaydı ve güneşin parlak ışıkları sarayın bahçelerini aydınlatıyordu.

Her ne kadar gerçek bir Prenses ve İspanya Kralı ile Kraliçesi’nin en büyük kızı olsa da fakir ailelerin çocukları gibi onun da sadece bir tane doğum günü vardı yıl içinde. Bu sebepten doğum günü kutlaması için güzel bir gün geçirmesi ülke için çok önemliydi. Ve o gün gerçekten de güzel bir gündü. Çizgili, uzun laleler saplarının üzerinde âdeta uzun bir hizadaki askerler misali dimdik duruyorlardı. Güllere meydan okurcasına bakıp, “Biz de sizin kadar görkemliyiz.” diyorlardı. Mor kelebekler kanatlarındaki altın tozuyla uçuşuyor ve her bir çiçeği sırayla ziyaret ediyorlardı. Duvarın çatlaklarından ufak kertenkeleler sürünerek çıkıyor ve güneşin beyaz ışığında uzanıp güneşleniyorlardı. Narlar sıcaktan çatlayarak açılıyor, kanayan kırmızı kalplerini gösteriyorlardı. Küflü çardaklardan bol miktarda sarkan soluk limonlar dahi daha zengin bir renk almış gibiydi muazzam güneş ışığından dolayı. Katlanmış fildişi misali küre şeklindeki tomurcuklarını açan manolya ağaçları havayı tatlı ve ağır bir kokuyla doldurmuştu.

Küçük Prenses terasta arkadaşları ile birlikte geziyor, taş vazolar ile yosun tutmuş eski heykellerin arasında saklambaç oynuyordu. Normal zamanlarda sadece kendi statüsünden çocuklarla oynamasına müsaade ediliyordu. Bu sebepten hep tek başına oynardı ancak doğum günü bir istisnaydı. Kral, Prenses’in sevdiği arkadaşlarını davet edip onlarla eğlenmesini emretmişti. Etrafta süzülen zayıf İspanyol çocuklarında zarif bir hâl vardı. Erkek çocukları geniş tüylü şapkalar takmış ve uçuşan kısa pelerinler giymişlerdi. Kız çocukları ise sırma işlemeli uzun elbiselerinin uçlarından tutuyor, simli siyah yelpazelerle gözlerini güneşten koruyorlardı. Ancak Prenses, içlerinde en zarif olanıydı. O zamanın tuhaf modasıyla kıyaslandığında içlerinde en zevkli giyinen de yine oydu. Elbisesi gri satendendi. Eteği ve kabarık kolları işlemeliydi. Elbisesinin gövde kısmına ise ince inciler sıra sıra işlenmişti. Gül desenleriyle süslü minik ayakkabıları yürürken elbisesinin altında görünürdü. Tüllü yelpazesi sedefli pembeydi. Hafif sarı saçları ise küçük ve soluk yüzünün üzerinde hale misali kaskatı duruyordu. Saçında güzel bir beyaz gül vardı.

Saraydaki bir pencereden Kral onları hüzünle izliyordu. Arkasında nefret ettiği erkek kardeşi Aragonlu Don Pedro duruyordu. Günah çıkarttığı Granada Baş Engizisyoncusu ise yanındaydı. Kral her zamankinden daha kederliydi. Etrafındaki saraylıları çocuksu bir ciddiyetle eğilerek selamlayan ya da her daim kendisine eşlik eden asık suratlı Albuquerque Düşesi’ne, yelpazesi ardından bakıp gülen prensese baktığında çocuğun annesi genç Kraliçe’yi düşünüyordu. Kısa bir süre önce (ona öyle geliyordu) neşeli Fransa diyarından gelen annesi İspanyol sarayının kasvetli ihtişamında solup gitmişti. Çocuğunun doğumundan altı ay sonra ölmüştü. Bahçedeki bademlerin açışını ikinci kez görememiş ya da hâlihazırda üzerini otlar kaplamış saray avlusundaki eski incir ağacından ikinci kez meyvelerini toplayamamıştı. Kral’ın ona olan aşkı öylesine büyüktü ki mezarın bile kendisini ondan ayırmasına tahammül edemedi. Faslı bir hekim tarafından mumyalanmıştı. Bu hizmeti karşılığında hekimin hayatı bağışlanmıştı. Kutsal makama bildirildiği üzere sapkınlık ve büyü işleriyle uğraşmaktan suçluydu. Kadının vücudu siyah mermerden saray kilisesinde ağır kumaşlarla örtülü tabutun içinde, rahiplerin on iki yıl önce rüzgârlı bir mart gününde bıraktığı gibi duruyordu. Kral her ay koyu renkli bir pelerine bürünüp loş bir feneri eline alıp kiliseye gider ve yanında diz çöküp “Mi reina! Mi reina!”1 diye ona seslenirdi. Hatta zaman zaman hayata dair her hareketi düzenleyen ve Kral’ın acısına bile sınırlar koyan İspanya’nın resmî nezaket kurallarını ihlal ederek soluk renkli mücevherlerle dolu eli yakalayıp acıdan kaynaklanan vahşi bir feryatla kadının soğuk yüzünden öperek onu uyandırmaya çalışırdı.

Bugün onu yine görür gibi oldu. Tıpkı onu Fontainebleau Kalesi’nde kendisi on beş yaşındayken -Kraliçe de hâlâ gençken-gördüğü gibi… O zaman Papalık Elçisi ile Fransız Kralı ve saraylıların huzurunda resmen nişanlanmışlardı. Kraliyet sarayı El Escorial’a geri döndüğünde elinde bir tutam sarı saç ile iki çocuksu dudağın arabasına binerken elini öpmesinin hatırası vardı. Daha sonra iki ülke sınırındaki küçük bir kent olan Burgos’ta alelacele nikâhları kıyılmıştı. Sonrasında da Madrid’e görkemli girişlerinin ardından gelenek gereği La Atocha Kilisesi’nde büyük ayin yapıldı. Her zamankinden daha heybetli bir auto-da-fé2 sırasında aralarında çok sayıda İngiliz’in de olduğu üç yüz kadar dinsiz yakılmak üzere sivil güçlere teslim edilmişti.

Onu kesinlikle çılgınlar gibi sevmişti. Hatta birçoklarının düşüncesine göre ülkesini mahvetmek pahasına çok sevmişti. Sonra da Yeni Dünya’daki imparatorluğa sahip olmak için İngiltere ile savaşa girmişti. Onun gözünün önünden ayrılmasına nadiren izin verirdi. Onun için devletin ciddi meselelerini unutmuştu ya da unutur gibi görünüyordu. Tutkunun bütün kölelerine getirdiği korkunç körlük, karısını mutlu etmek için düzenlettiği o şaşaalı merasimlerin kadının acı çekmesine sebep olan tuhaf rahatsızlığını daha da şiddetlendirdiğini fark edemedi. Kadın öldüğünde bir müddet aklı başından gitmiş gibiydi. Eğer ki Küçük Prenses’ini kardeşinin insafına bırakmaktan korkmasa tahttan resmî olarak vazgeçip fahri rahibi olduğu Granada’daki Trappist Manastırı’na çekilirdi. Kardeşinin İspanya’da bile ün salmış bir zalimliği vardı. Birçok kişi Kraliçe’nin, Kral’ın kardeşini Aragon’daki kalesinde ziyaret ettiği sırada kadına hediye edilen bir çift zehirli eldiven tarafından öldürüldüğünü düşünüyordu zaten. Hükmettiği bütün bölgelerde üç yıl boyunca yas tutulmasını emreden Kral, bu sürenin sonunda dahi yeni bir evlilik sözünün geçmesine müsaade etmiyordu. Hatta imparator kendisine haber salıp yeğeni olan güzel Bohemya Arşidüşesi ile evlenmesini teklif ettiğinde İspanya Kralı, Hüzün’le evli olduğunu efendilerine söylemelerini emretti elçilere. Her ne kadar evli olduğu Hüzün yavan da olsa onu güzellikten daha çok seviyordu. Bu cevap ona Hollanda’nın zengin illerinin kraliyet tacına mal olmuştu. Sonra da bu iller imparatorun tahriki sonrası Reform Kilisesi’ndeki bazı fanatiklerin önderliğinde İspanya Kralı’na karşı isyan etmişlerdi.

Küçük Prenses’i bahçede oyun oynarken seyrettiği sırada bütün evlilik hayatı keskin neşesi ve ani bitişi sonrası sebep olduğu korkunç acıyla beraber aklına geliyordu. Kraliçe’nin huylarındaki tatlı aksilik onda da vardı. Annesi gibi inatla kafasını savuruyordu. Dudakları onunki gibi gururlu kıvrımlara sahipti. Aynı harika gülüş vardı onda (gerçek bir Fransız gülümsemesi). Aşağı yukarı bakınırken sonra da pencereye göz atarken ya da gösterişli İspanyol beyefendisine ufak elini uzatırken… Ne var ki çocukların kahkahalarının keskin gürültüsü kulaklarını tırmaladı. Parlak ve acımasız güneş ışınları kederiyle alay etti. Tuhaf baharatların yavan kokusu, mumyacıların kullandığı baharatlara benzer kokular berrak sabah havasını lekeler gibiydi ya da ona mı öyle geliyordu acaba? Yüzünü elleri arasına gömdü. Küçük Prenses tekrar pencereye baktığında perdelerin çekilmiş olduğunu gördü. Kral dinlenmeye çekilmişti.

Hayal kırıklığıyla hafifçe dudak büküp omuz silkti. En azından doğum gününde onunla birlikte kalabilirdi babası. Aptal devlet meselelerinin ne önemi vardı ki? Acaba mumların her zaman yandığı ve kendisinin içeri girmesine izin verilmeyen kasvetli mabede mi girmişti? Güneş böylesine parlarken ve herkes bu kadar mutluyken ne kadar da aptalca bir şeydi bu. Ayrıca borazanın çoktan ilan ettiği sahte boğa güreşini de kaçıracaktı. Kukla gösterisini ve diğer şeyleri söylemeye bile gerek yok zaten. Amcası ve Büyük Engizisyoncu ondan daha mantıklılardı. Terasa çıkıp ona iltifat etmişlerdi. O da güzel başını arkaya atıp Don Pedro’nun elinden tutmuş ve bahçenin diğer ucuna dikilmiş mor ipekten koca çadıra doğru yürümeye başlamıştı. Diğer çocuklar belirli bir üstünlüğe göre Prenses’i takip ediyorlardı. İsmi en uzun olanlar önden gidiyordu.

Matador kıyafetleri giyinmiş soylu delikanlılardan oluşan bir alay onu karşılamak üzere dışarı çıktı. Muhteşem bir yakışıklılığa sahip on dört yaşındaki genç Tierra-Nueva Kontu doğma büyüme bir İspanyol asilzadesi zarafetini ortaya koyarak şapkasını çıkartıp Prenses’i ciddi bir şekilde arenanın üzerinde bir platforma yerleştirilmiş yaldızlarla süslü fildişi bir sandalyeye yönlendirdi. Çocuklar etrafta toplanmış büyük yelpazelerini sallayarak birbirlerine fısıldıyorlardı. Don Pedro ve Baş Engizisyoncu ise girişte gülerek duruyorlardı. Camerara Başkanı diye bilinen zayıf ve sert hatlara sahip sarı yakalı Düşes bile her zamanki gibi asabi görünmüyordu. Kırışık yüzünden soğuk bir gülümseme geçer gibi oldu ve solgun, zayıf dudaklarını hareketlendirdi.

Bu kesinlikle görkemli bir boğa güreşiydi. Prenses’in düşüncesine göre Seville’de Parma Dükü’nün ziyareti sebebiyle seyrettikleri gerçek boğa güreşinden çok daha güzeldi. Bazı delikanlılar özenle süslenmiş yapay atlar üzerinde atlayıp zıplıyor, üzerine parlak şeritler takılmış mızraklarını savuruyorlardı. Diğerleri ise kırmızı pelerinlerini boğanın önünde sallıyor, boğa üzerlerine hücum ettiğinde çitin üzerine sıçrıyorlardı. Boğaya gelince, âdeta gerçek bir boğa gibiydi. Tek farkı sazlardan ve gerilmiş posttan yapılmıştı. Zaman zaman arenada arka ayaklarının üzerinde koşturmakta ısrar ederdi ki bu canlı bir boğanın yapmayı hayal dahi edemeyeceği bir şeydi. Yine de muazzam bir kavga gerçekleştirdi. Çocuklar öylesine heyecanlanmışlardı ki oturakların üzerine çıkıp dantel mendillerini sallıyor ve “Bravo boğa! Bravo boğa!” diye yetişkinler gibi bağırıyorlardı. Nihayet uzunca bir dövüş sonrası çok sayıda yapay at darbe aldıktan ve bu atların binicileri yere düştükten sonra genç Tierra-Nueva Kontu boğayı dize getirdi. Prenses’ten son darbeyi vurmak için izin aldıktan sonra da tahta kılıcını hayvanın boynuna öylesine bir şiddetle vurdu ki kafası yere düşüverdi. Böylece Fransa’nın Madrid Büyükelçisi’nin oğlu Mösyö de Lorraine’in kahkahalar atan küçük yüzü ortaya çıkmış oldu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Kraliçem! Kraliçem! (ç.n.)

2

Dini suç işlemekle itham edilenlerin yakılarak öldürülmeden önce engizisyon mahkemesi tarafından itirafta bulunmaya zorlanması. (ç.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
2 из 2